TERAPİ ODASI (4) YENİ NESİLLER GELECEK, HEPİMİZİN CANINA OKUYACAK, NE GÜZEL OLACAK!

TERAPİ ODASI (4) YENİ NESİLLER GELECEK, HEPİMİZİN CANINA OKUYACAK, NE GÜZEL OLACAK!

Akıl Cerrahı: Koral hocam, müjdeyi vermek lazım artık. Android topluma geçtik. İnsan artık insan değil. Yazıya dikkat çekmek için demiyorum. Pek açık bir gerçek. Yoksa süslü laflara kapılacak mal çok, biz de bir şeyler uydururduk. Solcuların solculuğa, sosyalistlerin sosyalizme, bilim insanlarının bilime, edebiyat sevenlerin edebiyata iknasının en zor olduğu zamanda yaşıyoruz. Sağcılardan azcık umut var, çünkü henüz bir kısmı bu kavramları bilmiyor, kirlenmemişler. Yeni nesilden de biraz umut var. Solculuk, siyaset hiç bulaşmamış olanlara. Ama mevcutlara laf anlatmak imkansız. Sadece imkansız değil, en büyük direnç bunlardan geliyor. Tarihte ilk kez kölelerin bu kadar mutlu, kendinden emin, bu kadar gönül rızasıyla sisteme yapıştığı çağ işte bu çağ. İnsanlar insanlıklarını dörtte üç yitirmiş. İnsan sistem olmuş, sistem insana girmiş. Beyinlerin üst tabakası teknolojiye kaynaşmış, tek kalıp olmuş. Makinelere insanlık öğretemezsiniz, cep telefonlarının vicdanı yok. İnsanların alt beyinlerine seslenmek son umut, ökküz yanlarına. Ökküz yanları daha insani. Tabii bu bir değer ifade ediyorsa. Ondan da emin değiliz. “Bırakınız sonlarına daha çabuk yaklaşsınlar” demek belki daha doğru.

Yeni nesiller geliyor. Çocuklarımız, torunlarımız… Çok yakında hepimizin canına okuyacaklar. Gelmiş geçmiş tüm insanlığın, dünyanın. Ama öyle ama böyle. Çok da iyi olacak!

Neyse hocam, millet siyaset hastalığına yakalanmış. Biz hiç değilse kendimizi kurtaralım. Siyasetten uzak durmaya çalışalım. Bu konuda bize yardımcı olun. Hem siz de demişsiniz, “benim niyetim, işe bu derece siyasetle başlamak değildi” diye. Ne yapalım, yol gösterin.

Bazı arkadaşlar bırak artık bu işleri, otur kitaplarını yaz diyor. Bazıları hadi artık yeni bir roman yaz diyor. Biri yıllardır tutturmuş (Can Ertan) aşk romanı yaz diyor. Başka biri başyapıt yaz diyor, polisiye yaz diyor. (Mete Demirtürk). İnan, edebiyattan çıkma diyor. Rasim, boşver uğraşma bu milletle, inceleme yaz diyor. Ahmet Öz vs. Kitap yaz diyor…

Tamam, kitap yazacağım, roman yazacağım da artık yeni nesil için yazmak lazım. Bir-iki bin kişi ancak kaldı kitaplarımızı okuyan. Yirmi yıl sonra kitap okuyan belki de hiç kalmayacak. Bildiğimiz türde, tarzda iyi kitapları okuyan… Yeni nesle seslenmeli mi, ne yolla seslenmeli, yoksa boşver deyip keyfimize ne yatıyorsa onu mu yazmalı?

Koral G. Yunuk: Akliye Cerrahı kardeşim. Siyaset konusunda bütünüyle haklısın. Buna mukabil, hastalık sende kronikleşmiş. Nasıl söküp atacağız, inan bilmiyorum. Çalışalım bakalım. Hadi siyaset de bizim zamanımızdaki siyaset olsa. Şimdiki slikon siyaset. Siyasetin feriştahının yaşandığı zamanları gördüm. O zaman bile ona pek yaklaşmadım.  

Ah, çakı gibi devirlerimiz! Ah nostalji! Ben dahi bu nostaljiye müptela durumdayım. Geçende eski fotoğraflarımı karıştırırken sizin hastaneden iki fotoğraf buldum. Bakırköy’ün ilk zamanları. Yıl 42-43 o aralar. Devir 2. savaş devri. Birçok Yahudi arkadaşım Türkiye’ye kaçmıştı. Orada hüsnü kabul gördüler, önemli üniversitelerde, hastanelerde ciddi işler yaptılar. Ben de ne yapıyor bizim bu çıfıtlar Türkiye’de diye hem ifrit oluyordum hem merak ediyordum. Öğrencilerimden biri beni davet etti. İstanbul’a gittim. Fotoğrafta oturan subayın sol arkasında dikilen kız Dr. Nermin İmre (Gökalp). İşte o. Fotoğrafları çeken benim, o yüzden karede görünmüyorum.

 

Edebiyat mevzuuna gelince. Sana bir teklifde bulunuyorum. Bir değil iki teklif. İlki öneri: Yazacaksan içinde 0 (rakamla sıfır) siyaset olsun be yavrum. Bar fıkrasındaki gibi, bu millet az fazla kaçırınca politikayı, sapıtıyor. Hem zaten sabah akşam siyaset paylaşan, siyaset konuşan aynı millet akşam eve geliyor, ne yapıyor sanıyorsun! İçinden siyaseti alınmış, diyet peynir gibi tuhaf dizilere dalıp gidiyor. Onları bir de beğenmiyorlar mı! Sahi bu dizilerde siyasetin zerresini bırakmayan nasıl bir filtre kullanılıyor, biliyorsan söyle. O dizilerde oynayanları sonra sosyal medyada görüyorum. Ortalık yıkılıyor muhalif kostaklarından.    

Evet, işte esas teklifim: Elimde hazır bir hikaye var. Eski öğrencilerimden birinin. Yıllar önce bana vermişti, arşivimde kalmış. Geçen gün arşivi karıştırırken onu da buldum. O zaman okuduğumda beğenmiştim vallahi, şimdi yine göz attım, hiç fena değil. Dili biraz özensiz, hızlı hızlı yazmış, işlememiş. Sen ister işle, geliştir, genişlet, ister aynen yayınla. Tabii bu kardeşimden izin alabilirsem.

Bunu niye öneriyorum: İçinde her şey var, siyaset hiç yok. Okurun ilgisini çekebilir, bir yandan derinlemesine mevzulara giriliyor. Daha ne ister bir yayıncı. Sen bilirsin. İçinde her şey var dedim. Macera var, polisiye var, aşk var, gizem var.. soyluluk var… Bir tek gerisi yok, seks pek yok. Onun yerine bol psikoloji var. Belki idare eder. Ne dersin?

Akıl Cerrahı: Hocam, hemen gönderin. Arkadaş izin verirse elbette… Merak ettim doğrusu.

Koral G. Yunuk: Şu üç gündür bu eski öğrencimi arıyorum. Mailleri değişmiş, telefonları değişmiş. Öldü kaldı mı ne? Ulaşamıyorum. Onun pek arkadaşı da yoktu bizim çevreden. Birkaç kişi aklımda kalmış, onlara bile ulaşamadım. Ben gönderiyorum, sen yayınla. Ortaya çıkarsa, ismimi koyun derse, koyarız.

NOSTALGİA PRAECOX (Polisiye Romancık – Novella)

(Az düzeltmeyle, aynen geldiği gibi… Bu arada Koral hocanın neden beğendiğini de anladık, ama söylemeyelim. Bizce de basit görünüyor, ama gayet iyi. Bakmayın, gerçek ustalık basitliktedir, çok daha iyi sonuç verir.  – Editör notu.)

Bölüm 1-

Muayenehanemde sıradan bir akşam. Mesai sonrası onca yorgunluğun ardından en az üç dört saati yoğun bir dinleme ve konuşmayla geçirmek. Dinlenme yerine dinleme, dikkat buyurun! Yeni insanlar tanıma, tanıdıkça daha da tanıma tutkum olmasa çekilmez. Parayı severim, fakat sırf para için çekilmez. İşte o tutku işe heyecan katıyor. (Sayın okur, bu sitede psikiyatriden bahseden kim çıkarsa, altında ne imza olsa ben sanıyorsunuz. Bu ben değilim, aman diyeyim. Editör Kaan Arslanoğlu notudur.) Dairemi seviyorum, keyifli mekandır. Onu keyifli kılan mizacımdır. Çabuk sıkılmam, her şeyden keyif almayı bilirim, keyif yaratacak şeyleri yaratırım. Buna karşın size ne bunlardan. Kendimi anlatmıyorum, hikayeme dönmeliyim.

Düzgün fizikli bir kadın girdi içeriye. Gençlik bitimi yaşlarında, belki daha yaşlı ama, genç kalmış. Anlarız. Buyur ettim, karşıma oturttum. Şık bir iş elbisesi üstünde, kumral, her yerde karşıma en çok çıkan şehir kadınlarından biri. Yüzünde yarı mahcup yarı muzip bir gülümseme. Daha dikkatli bakınca ve o muzip ifadeyi görünce ilk gördüğüm saniye bende oluşan his doğrulandı. Her yerde gördüğüm kadınlardan biri değil yalnızca, onu bir taraflardan tanıyorum.

Konuşma biraz ilerleyince söyleyecek diye bekliyorum. “Beni hatırlamadınız mı? Sizinle falanca yerde karşılaşmıştık.” Ya da şöyle diyecek: “Beni bilmem kim gönderdi, ben onun yakın arkadaşıyım.” Fakat yok, böyle bir şey demedi. Oturum bitti, hiçbir imada bulunmadı. Üstelik bahsettiği mekanlar, ilişkiler, ortamlar benden tamamen uzak. Demek ki bir yanılsama. İnsanlar da birbirine ne kadar çok benziyor, ne kadar birilerini çağrıştırıyor canım!

Başka bir mega kentte oturuyor. İş gereği sık sık buraya da geliyor. “Eğer uzun bir terapi süreci gerekiyorsa ben ayda birkaç kez gelebilirim, sıkıntı yok” dedi. “Bakalım, durumu bir değerlendirelim birlikte de, ondan sonra karar veririz” dedim.

Hastalığına henüz yirminci dakikada teşhisi koydum. Daha önce bilinmeyen, bilinse bile benim duymadığım bir hastalık. O an uydurdum ve üstelik bunu ona itiraf ettim. Espri değildi ama öyle gibiydi ve güldü. Erken Nostalji Sendromu. Nostalgia Preacox.  Kocasıyla birtakım sorunlar yaşıyor. Çok ciddi değil, dedi. Hafif düzeyde depresif, biraz anksiyöz. Zaman zaman hafif düzeyde, başlangıç seviyesinde panik ataklar geçiriyor. Onlar ilk bakışta kolay halledilir gibi duruyor. Deşelim ilerde biraz daha, belki altından önemli şeyler çıkar.

Gelin görün ki (gelmeyin görmeyin – hasta sırrı verecek değilim), neyse bu kötü espriyi boşverin, ne var ki, çocukluk anılarına takmış. Basbayağı hastalık derecesinde takmış. Bu anılar sık sık bilincine geliyor, onu ürpertiyor, genellikle çok hoş duygular uyandırıyor. Ama sadece birkaç saniye… Soruyor bana. Bir soru değil, art arda birleşik bir dizi soru: Bu hoş zamanları uzatamaz mıyım? Onları daha uzun yaşayamaz mıyım? Yoksa bir hastalık belirtisi mi bu? Kurtulmalı mıyım? Yoksa hepsi normal mi? Yoksa iyi bir şey mi? Vb.. “Ne yapsam olmuyor. Birkaç saniye vuruyor geçiyor. O anlara dönmek istiyorum. Bugün yaşadıklarım o anlar yanında hep sönük kalıyor.” Sordum: “Hep mi böyle?” “Değil, ara sıra keyifli zamanlarım da oluyor. Bu nostalji her gün her dakika vurmuyor. Birkaç gün hiç aklıma gelmediği nadir sayılmaz. Ama vurunca çok kuvvetli vuruyor. Sersemletiyor beni.”

“Bu bir yaşlılık belirtisi” dedim, peşinen. “Geleceğe dair hayaller azaldıkça, imgelemde yerini bunlar doldurur. Geleceğe dair beklentileriniz, hülyalarınız gücünü yitirmiş. Belki depresyondandır. Depresyon geçince o noktada da bir ilerleme kaydedersiniz. Fakat şu var ki, yaşınızdan, görünümünüzden, halinizden, hareketinizden, giyiminizden, konuşma güveninizden kerteriz alacaksak, bu hal sizde çok erken başlamış ve belki de patalojik. Bu deneyimleri ne denli güçlü yaşadığınıza, bunun sizi ne kadar etkilediğine gelin birlikte bakalım.”

“Uzun boylu bakmaya gerek yok” dedi. “Çocukluk semtime gidiyorum örneğin, o sokaklarda dolaşıyorum, kaç kez eski okuluma girdim, buradan mezunum diye. Hatta dahası var. İki ayrı eve girdim. Elalemin evlerine. Utana sıkıla ben burada büyüdüm diyerek. Birine iki kere gittim. Birine üç kere gittim. Bir aile bana deli gözüyle baktı, az daha polis çağıracaklardı. Öbür aileyle ahbab olduk. Sık sık gel, niye gelmiyorsun, çayımızı iç diyorlar, yemeye çağırıyorlar. Hiç tanımadığım insanlar. Fakat bu bana iyi gelmedi. Daha da kötü oldum. Zaten o yüzden buradayım.”

“Haa” dedim, “sizin durum gerçekten ciddi.” Ve anlattırdım. Çocukluğundan. Çocukluktan başlamak pek adetim değildir, anamnez kuralı gereği sorar ve dinlerim, ama abartılmamasını yeğlerim. Ne de olsa Koral hocanın öğrencisiyim. Fakat burada çocukluk üstünde mesken tutmak farz haline gelmiş görünüyor.

En sık vuran ve vurduğu zaman oturtan anı: Sanmayın ki dehşetle, sanmayın ki içi burularak, hüzünle… Onu tekrar tekrar canlandırmak istemiyor, aksine doyasıya yaşamak istiyor.

Apartmanlarının önündeki dar sokakta kardanadam yapıyorlar, kartopu oynuyorlar. On beş - yirmi çocuk. İlkokulda ikinci sınıfta. İlkokul beşten hoşlandığı bir oğlan da var aralarında. Müthiş eğleniyor, çok mutlu. Bu mutluluğu birileriyle, ailesiyle paylaşmak istiyor. İkinci kattaki evlerinin penceresine bakıyor. İşte o da oldu. Melek yüzlü annesi ona el sallıyor gülümseyerek. Hadiii.. her şeyi bırakıyor, oğlanı da bırakıyor, oğlan arkasından bağırdığı halde, eve koşuyor. Salonda misafir başka kadınlar da var. Ortalık kadın parfümü, yiyecek nevale, pasta kokuyor.. Ortam neşeli, tam en sevdiği… Ama hemen kendi odasına girip az önceki mutluluğunun tadını sıcak kovuğunda çıkarmalı. Halası çok nefis kurabiyeler yapmış her zaman olduğu gibi. Çay eşliğinde onları getiriyor. Hemen Resimli Bilgi ansiklopedisini açıyor ve kar manzaralı sayfalar arıyor. Buluyor da… Onlara çay kurabiye eşliğinde dalmak nefis bir duygu. Soba yanıyor çıtır çıtır. “O ara yoktu bizim apartmanda kalorifer” diye açıklıyor.  

Eh, ne var bunda diyebilirsiniz, zaten bende de olur bu tatlı çocukluk esintileri. Ancak buradaki farklı yan şu: Benim hastam öksüz ve yetim. Annesi babası bir trafik kazasında ölmüşler, bu henüz üç yaşlarındayken. Onun sevinçli anlarında eve koşarken baktığı pencere hep boş kalmış. Bir tek zaman, o birkaç saniye hariç.  

“Aman yapmayın, gözlerimi yaşarttınız” dedim, “ben sizi iyileştirmeyeceğim, siz beni hasta edeceksiniz.” Bunu hafiften sıcaklık doğsun aramızda diye söylemiştim. Yoksa timsah gibiyimdir, kolay duygulanmam. Ama yine de yüzüm değişmiş biraz ki, inandı, şen ve hatta seksi bir kahkaha atarak, - evet evet ortalama bir tipti ama ağzı çok seksiydi bu gerçek, o da tehlikeli bir şeydi, cinsel açıdan değil pek, kolay etkilenmem. Mesleki açıdan tehlikeliydi. Böyle güzel güzel anlatıp, ağzının içine baktıracaksa, beni kekliyorsa işimiz var demekti. Böyle özneler ara sıra çıkar. Anlattıklarının büyüsüyle, ki kendileri de farkındadır bunun, sizi hipnotize eder, esası kaçırmanıza yol açar. Kimi de bunu bir oyun olarak görür, kimi ise esas sorunu maskelemek için, bilerek ya da bilmeyerek – “Yaşartmasın yaşartmasın” dedi. “Dedim ya, bu benim en güzel çocukluk anılarımdan biri. Dinsel inancım zayıftır. Fakat bunu bana Allah’ın bir lütfu olarak görüyorum. O zamandan bu yana odamda ders çalışırken veya hülyalara dalarken annemi babamı, özellikle annemi (nedense babama sadece acıyorum, çok acıyorum) yanımda hissediyorum. Hissediyordum. Çocukken. Tabii hülyalarım müzik gruplarına, uzun saçlı rakçılara falan yükselmemişse. Okuldaki birkaç oğlana… O anlarda onları odadan kovuyordum. Önce babamı sonra dırdır eder diye annemi. Keşke o karlı günün hayalinden birkaç tane daha olsaydı.”

“Yok mu?”

Özlemle andığı çocukluk anıları çokmuş. “Çünkü mutlu bir çocukluğum vardı” dedi. “Halam evin tek hakimiydi. Eniştem varlığı yokluğu zor belli kendi halinde biri. Dışarda para kazanır gelir, evde sessiz, sadece gazetesini okur. Ara sıra hoş hikayeler anlatır çalıştığı yerden. O kadar. Halam tam Osmanlı kadını. Sert, soğuk ve şefkatli. Sadece kendi arkadaşları arasında neşeli ve çok konuşkan. Bizleyken konuşmalar çok kısıtlı. Bana da karışmazdı pek. Konuşmaması karışmaması işime gelirdi. Her bir şey yapardım, hayallerime rahat dalardım. Hem soğuk hem şefkatli nasıl olur? Ancak çocuklardan biri hastaysa iyileşene kadar çok şefkatli. O yüzden ikide bir hasta olmak isterdim. Ama talihsizlik bu ya, domuz gibiydim. Hasta olunca çok güzel çorba yapardı. Pek çorba sevmez ben, o çorbaları özlüyorum. Bir gün dışarda yağmur yağıyor, sokaktan bir römork üstünde çok güzel bir yat geçiyor. Evet bildiğiniz yelkenli yat. Bizim ev deniz görmezdi ama arkamız denizdi. Yürüyerek yedi sekiz dakikada sahile ulaşırdık. Nedense o yatı bizim sokaktan geçirmeye çalışmışlar. O da park halindeki araçlardan sıkışmış. Bir saat önümüzde upuzun direkleriyle kaldı. Ben acayip hastayım. Ateşim yükselmiş. Kalın kalın kıvrımlı karabasan hayaller görüyorum. Halam bana yoğurtlu ıspanak yedirmeye çalışıyor. İlkokul öncesi. Sıkıntıdayım. Ama o hayali ne zevkle hatırlarım. Yoğurtlu ıspanağı da çok severim. Biliyor musunuz, benim güzel nostaljilerimin neredeyse yarısı yemek içmekle ilgili.”

“Belli” dedim.

Kızdı biraz. “Benim sorunlarımdan biri de bu işte” diye sesini yükseltti. “Tam da bu. Çocukken her şey serbest, şimdi her şeye dikkat edeceksin. Dilediğim gibi yesem içsem şimdi yüz kiloydum.”

“Onu ben de yaşıyorum, bu konuda haklısınız” dedim. Konuyu hemen değiştirmeli.

“Peki halanız sağ mı halen?”

Hayır. Önce hala gitmiş. On yıl önce. O ölünce eniştenin bütün yaşam damarları kurumuş. Altı ay içinde çökmüş, halanın yanında almış soluğu. Halanın küçük oğlu da geçen yıl ölmüş kalpten. İki hala oğluyla birlikte büyümüşler. İkisini de çok severmiş, gerçek abi olarak görürmüş. Aralarında da çok yaş farkı var. Bir tek büyük abi kalmış. O da Amerika’da. Yılda iki kere ya görüşüyorlar ya görüşmüyorlar.

“Bütçe sağlamdı herhalde” diye sordum. “Siz büyürken.”

Pek de değilmiş. Bunun dedesinin babası bayağı aristokrat takımından zengin bir Osmanlı imiş, ama varı yoğu tüketmişler. Ana babasının evi, yani üç yaşına dek yaşadığı apartman denize bakan çok büyük bir zengin apartmanı imiş. Fakat onlar ölünce halası satmış orayı. “Sen bize yük olmuyorsun, babanın ananın dairesinin parasıyla geçiniyorsun” diye ikide bir söylermiş. Bankaya yatırmışlar parayı. Sonra halası ölünce baktırmış ki hesaplara, o dairenin parası büyük ölçüde babasının borçlarına gitmiş. Baştan da az bir şey kalmış anlaşılan. Sonuç: alt orta sınıf yaşamı. 

İki hafta sonraya randevu aldı gitti. Aklımda kalan sorularıyla, aldığım notları arkasında bırakarak. Kocasını seviyor, hatta çok seviyor, ama adam kıskanç. Nasıl bir kıskançlık? Cinsel bir kıskançlık da yok değil, ama daha çok parasal konularda. Parasal konularda nasıl bir kıskançlık olabilir ki? Adam bir bakanlıkta orta düzey bürokrat. Rüşvet almıyorsa ne kazanacak? Kadınsa iyi kazanıyor galiba. Büyük bir şirkette mutemet muhasebeci. Belli ki kadın fazla kazanıyor, adam az, harcamada problem çıkıyor. Anlayacağız.

Ertesi gün vakayı unuttum gitti. İş güç, yaşam, başka hastalar… Ara sıra aklıma geliyor, ama kafa yormaya değmez. Nasılsa bir daha, birçok defa gelecek.

Araya saplama yapayım. Bu çocukluk nostaljleri mevzuunda çok çalıştık onunla. Tek tek aklına gelen her anıyı yazdırdım. Onları çözümlemeye çalıştık. Ve o tarihten sonra başka bazı uygun hastalarıma uyguladığım bir teknik geliştirdim. Bugünkü halinden yakınan, sıkılan, tatmin olmayan insanlar için bir terapi tekniği. En güzel çocukluk anılarınızı seçin. Birlikte üstünde çalışalım. Aynısı elbette olmaz. Yine de benzerini, yetişkine uyarlanmış bir kopyasını bugün yaşayabilmek için bazı deneyimlere girin. Dışarda veya evde hayal dünyanızda. Duruma ve hayale göre. Resimli Bilgi ansiklopedilerini mi arzuluyorsunuz? Onları bulun, geçin sakin bir odaya, alın bir çay elinize, onları karıştırın, okuyun. Bir başka şehir veya kır anısı mı? Benzer bir yere gidin, benzerini yapın. Bir şeyleri gerçekleştirmek içinizde mi kaldı? Muhakkak bir yakını, daha somut, elle tutulur, ama tabii ki daha küçük bir hedef bulunur. Ona yoğunlaşın.

Bunlar size çocukluk hayalleri kadar eğlenceli gelmese, çocukluğunuzdan gerçekten bir güç, bir ışıltı kapmasanız bile sadece benzerlerini yapmak iyi gelecektir. O aynı sokaklara girip içiniz burulsa bile evinize daha özlemle döneceksiniz. Sıkılmadan, terlemeden, bunalmadan mutluluk yok. Mutluluk bir şeye çaba harcadıktan sonraki rahatlama hissi ve o çabanın sıkıntı geçtikten sonraki takdiridir. Her neyse daha anlatacağız.

Aradan dört beş gün geçti. Birden onu ilk gördüğüm andaki his yine aklıma düştü. Bu kadın gerçekten birine çok benziyor… Hafızamı dinlendirip nadasa bıraktığım halde çıkaramadım onca günde. Belki de daha önce gerçekten karşılaşmıştık. Belki de kadın beni aldatıyor ya da bir şeyden çekindiğinden, bildiğim kimliğini gizliyor…

(Novella devam edecek…)

Yayına Hazırlayan: Kaan Arslanoğlu


  • Çağla Tarhan

    Çağla Tarhan 18.02.2019

    Devamını çok merak ettim.

  • Afife polat Leiper

    Afife polat Leiper 17.02.2019

    Lutfen devami gelsin.

Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.