ABD Gezisi İzlenimlerim

ABD Gezisi İzlenimlerim

Geçtiğimiz günlerde bununla ilgili olarak facebook’ta yayımladığım dört başlığı siteye de koyduk…

ÖDÜL

Düzce Üniversitesi Çocuk Diyabet Merkezi, Dünyanın "En İyi İlerleyen" çocuk diyabet merkezi 2019 ödülünü aldı. (SWEET'e üye merkezler arasında) Boston'da gerçekleşen ISPAD (Uluslararası Çocuk ve Adolesan Diyabet Birliği) kongresi çerçevesinde SWEET adlı değerlendirme, dereceleme örgütünün toplantısında Düzce merkezi, Avustralya'dan bir merkezle birlikte ödülü paylaştı. Ödül verme gerekçesinde Düzce merkezinin sağlık hizmetini, hasta-hastane anlayışı dışına çıkarak geniş bir bölgede hastaların yaşadıkları ortamlara taşıması, kamplar ve dayanışma toplantıları başta olmak üzere sosyal bir anlayışı benimsemesi öne çıktı. Ekibin şöförü olarak kuşkusuz bunda benim payım da bulunmakta.. :) :) Tüm ekibi ve katkısı bulunan herkesi kutlarım..

AMERİKA’YI YENİDEN KEŞFETMEK (1) ABD gezisi izlenimlerini üç bölüm halinde aktarayım. Bostancı’dan çıktık doğru Boston’a vardık. Boston’un “bostan”la bir ilgisi var mı? ABD’deki şehir, cadde, coğrafya adları İngiltere’dekilerin kopyası. Boston ismi İngiltere’deki Boston’dan esinlenerek verilmiş. Onun da 7. Yüzyılda yaşayan Aziz Botolph’dan geldiği söyleniyor. Rastlantı bu ya, St. Botolph gezginlerin ve bir de çiftçilerin (bostancıların) koruyucusu olarak ünlü…

Boston ABD’nin en eski, tarihi büyük kenti. Amerikan bağımsızlık hareketinin başladığı ve yönetildiği yer. O zaman İngiltere göçmeni Püriten nüfus bölgede ağırlıklıymış. Püritenler Papa’ya ve Katolikliğe karşı bir fanatik Hristiyan akım. Şöyle fanatikler ki: Kraliçe’nin reformdan yana tutumunu hiç yeterli görmeyerek onunla ters düşüyor ve çatışmaya giriyorlar. Kraliçe bunlara zulüm yapınca da ülkeyi terk etmek zorunda kalıyorlar. Bağımsızlık hareketinin buradan başlaması o yüzden rastlantı değil.

Tarihte “Boston Çay Partisi” olarak geçen İngiliz gemilerinin basılıp içindeki çayların denize dökülmesi eylemi bağımsızlık hareketinin ilk büyük kalkışması. Resimlerden birinde köprünün yanındaki küçük kırmızı bina müze haline getirilmiş ve eylemin başladığı yeri gösteriyor.

Çocukluğumuzda (ve halen) severek okuduğumuz Texas’ın ünlü kahramanı Çelik Blek bağımsızlık hareketinin askeri lideri olarak, büyük siyasi şef Avukat Konoli’den direktif almak (ya da bazen onu kurtarmak için) ormandan zaman zaman Boston’a iner. Şehirde bu avukatın torunları var mı diye araştırdım. Üç adet avukat Connolly buldum. Gittim birine sordum: “Çelik Blek’in torunlarından hiç kimseyi tanıyor musunuz? Görüşmek isterim.” “Çelik Blek de kim?” diye cevap vermez mi bana! Bunlar tarihlerini, kültürlerini unutmuşlar…

Şaka bir yana pek unutmamışlar. Mezarlık resminde bağımsızlık savaşının ilk önderleri kendilerine özel mezarlıkta yatıyorlar.

Sonradan kent İrlanda ağırlıklı olarak, İtalya, Çin vb. den yoğun göçler almış. O yüzden adeta yarı İrlandalı bir kent haline gelmiş ama, İtalyan, Çinli ağırlıklı semtler de var…

Biz oraya İlknur’un kongresi vesilesiyle gittik. (Hiç alışılmamış biçimde masraflar yine kendimizden). Orada küçük bir sunumu vardı, ancak bundan bağımsız olarak Düzce Üniversitesi Çocuk Diyabet merkezinin dünya ödülü alması bizim için sürpriz oldu. Bunu önceki paylaşımımda anlatmıştım kısaca. Ödül gerekçesinde hasta bakım kalitesinin artması bir yana, özellikle sağlık hizmetinin hastane dışına taşınması, toplumcu bakış açısının vurgulanması çok çarpıcı. (Slovenyalı ve Alman profesörler anlattı bunları.) Görüyorsunuz, dünyanın bir ucundaki elin kızları oğulları farkı oralardan görüyor, anlıyor… Türkiye’de ise iktidarı ve hele ki muhalefeti böylesi gündemlerden çok uzakta. Ödül veya taltif budalası değiliz, dikkati asıl bizdeki sığlığa yöneltmek isteriz…

Sonuçta Boston, yeşili, sincap fışkıran parkları, denizi ve insanıyla güzel bir şehir. Birtakım ciddi sorunlarla oradan başlayarak karşılaştık… Onları sonraki bölümlerde anlatırım…

AMERİKA'YI YENİDEN KEŞFETMEK (2) Washington'da yaşayan bir arkadaşımızı ziyaret için ikinci durağımız başkentti. İyi ki gitmişiz. Dost sohbetinin yanı sıra gerçekten görülesi bir şehirmiş. Dünya siyasetinde adı sıklıkla geçen parlemento binasından (Capitol), Watergate'e pek çok önemli noktayı görmüş olduk. Suyun ve yeşilin içiçe geçtiği biblo gibi bir yer. Yaşanılası bir şehir.

"Yaşanılası bir şehir" demişken dünya vatandaşlarının ülkelerini terk edip göçmeyi arzuladığı ülkeler arasında ABD'nin açık arayla başta geldiğini belirtelim. ATATÜRK'ün ölüm yıldönümünde bu vurguyu yapmakta özellikle bir anlam var. Politik ya da apolitik ve de her kesimden insanın Amerikan rüyasıyla büyülenmesini oraya gitmeden de anlayabiliyorduk. Gittikten sonra daha bir anladık. Rüyanın son derece ironik biçimde en çok da bizim Atatürkçülerimizde canlılığını artırması insana ilk önce ters geliyorsa da son derece doğal. Bunun nedenleri üstüne çok yazdık. Burada tekrar açmayalım. Özetle gardrop Atatürkçülüğü denen olgu. O konuda İlhan Selçuk'un bugün yazılmış gibi canlı yazısını alta, yorumlara koyayım.

Ve yine belirtmeliyim ki Amerika göründüğü gibi bir cennet değil. Oradaki arkadaşlarımızdan bir kez daha öğreniyoruz ki.. Sosyal güvence, emeklilik hakları.. neredeyse yok noktasında. Sağlık hizmeti hayli kalitesiz ve fahiş ücretlerde. Acilde tansiyon ölçtürme ve 1 saattlik basit gözlem 1000 dolar. 24 saat kalırsanız 10 bin dolar. Çok afedersiniz, bizde doktorlar arasında bilinen ve fakat halkın pek duymadığı pek kaba bir hekim “atasözü” vardır.. yumuşatarak söyleyeyim: "Hastayı yatırarak halledeceksin!" Amerikan doktorları ayakta halletmenin de pek mükemmel pratiğini geliştirmişler. Amerika'n düşü ancak düşene kadar güzel...

Bir de TÜRKİYE'DEKİ PEK ÇOK İŞ EN İNCE AYRINTISINA KADAR ABD'DEN YÖNETİLİYOR.. deyip duruyorduk. Pek kimseyi inandıramıyorduk. Orada bazı şeylere bizzat yaşayarak şahit oldum. Bartın'daki bir hastanın kaç ünite insülin alacağına, Bolu'da diyabet haftası etkinliğinin hangi mekanda yapılacağına kadar hem de.. O kadar mı? Evet, o kadar! Bu kadar da olmaz dediğiniz şeyi gözlerimle gördüm. Bizim İlknur Beyaz Saray ile Pentagon arasında bir noktaya konuşlanmış, talimat verip duruyordu. İtiraz edenlere de atarlanıyordu... Her neyse...

Ayrıca yaşam da çok pahalı. Pahalılık New-York'ta büsbütün artıyor. Turizm mevsimi dışında bile turist kaynayan New-York devasa bir soygun kompleksi. Yerliler pahalılıktan bir şekilde daha az etkilenmenin yollarını biliyorlar. Ama savunmasız turistler bunu az çok öğrenene ve kazığın boyutunu fark edene kadar iş işten geçiyor, çarpılan gidiyor.. ve hatta büyük bölümü tekrar gelmek için hevesle gidiyor. Kapitalizmin büyüsü de bu işte. ABD tüm dünyayı yerelde soymakla yetinmiyor, ülkesine getirip bir de orada soyuyor.

Fotoğraflardan bazıları ülkenin gerçek sahiplerinin eserlerinin ve dramının sergilendiği müzeden. O müzede Kızılderililere neler yaptıklarını, tüm o soykırımı az çok gerçekçi biçimde anlatıyorlar. O da iyi. Ama o asıl gerçek müze dışına çıkar çıkmaz.. günlük yaşamda ve reel siyasette saniyesinde buharlaşıp kayboluyor...

AMERİKA’YI YENİDEN KEŞFETMEK (3) Son durağımız olan New-York insanın teknik zekasının üstünlüğü ile sosyal zekasının aşırı düşüklüğü arasındaki uçurumun en çarpıcı gösterim alanı. Gökdelen sevmezler bile, o gökdelenlerin yüceliği, ihtişamı ve güzelliğine hayran kalıyor. Peki bu dev yapıları inşa eden insan soyu aynı şehirde neden bu kadar rezilce yaşıyor?

Bir kere neden gökdelen? O binalarda yaşamak da, çalışmak da doğamıza aykırı. Ortalama New-York insanı sağlıksız ve mutsuz görünüyor. Herkesin sokaklara döküldüğü akşamın ilk saatlerinde ve eğlence merkezleri önünde değil, bunu en iyi sabah işe koşturanların yüzlerinde, bedenlerinde gözlemliyoruz. Turizm mevsimi dışında gittiğimizden mi bilmem, öyle çok aşırı bir keşmekeş ve hele düzensizlik yok. Yine de müthiş bir sıkışmışlık, gürültü ve uyaran fırtınası! Kötü besleniyor, havalandırması, ışığı yetersiz binalarda tavuk gibi yaşıyorlar.

63 bin evsiz sokaklarda, pislik, sefillik içinde kıvranıyor. O soğukta… Her yüz metreye 5-6 zombi düşmesi demek bu! Kapitalizmin ahlaki çöküşünün caddelere vurmuş irinleri… Bizim ruhumuzun irinleri… O iğrençlik bizim iğrençliğimiz. Bu sayının birkaç misli anti-sosyal serseri… Onun da birkaç misli aşırı yoksul.. 9 milyonluk merkezde 1 milyon gözden çıkarılmış insan… Sokak köpeklerinin hepsini öldürmüşler, bunları ne yapacaklar?

Dünyadaki insanların ve bilhassa entelektüellerin en çok yaşamak istediği bu kent, olumlu sayılabilecek yönleriyle cidden etkileyici. Fakat eşitsizliğin, insana hakaretin bu derece kanıksanması mide bulandırıcı. Ama çoğunluk böyle bir tabloyu görmüyor bile. İşte dünyayı yöneten kafa bu kafa. Ve tüm insanlık aslında bu kafanın kurbanı. Nesnel olarak baktığımızda, kötü ve iyi yanların ortalamasını aldığımızda tam bir vasatlık görüyoruz. Ama kapitalizm öyle bir şey ki, Amerikan rüyası öyle bir efsun ki, binlerce şarkı, film, imaj, reklam ve kültürel gen “mem” ile o vasatlığı tüm dünyaya eşsiz bir şaheser gibi hissettirebiliyor. Sosyalizm de işte böyle kaybediyor.

Pennsylvania’ya gidip Hoca efendinin elini öpemedik, bari New-York’ta Hotel Pennsylvania’da kalalım dedik. O kadar merkezi bir yerde ki, hizmet kalitesi 2 yıldızı ancak tutturabildiği halde, 22 katlı bu otel heyulasının asansörlerinde papyonlu, smokinli beyler, şık hanımlarla karşılaşıyorsunuz, Broadway’e iki adım. Çocukluğumuzda Muhammed Ali’nin radyodan naklen izlediğimiz maçlarının yapıldığı Madison Square Garden’ın tam karşısı. İşte böyle böyle etkileniyor insan. Adamların tarihi kaç yıl eskiye dayanıyor, diye küçümseriz, bu otel 1910’lu yıllarda yapılmış. Kaçımız o kadar eski bir binada kalmıştır?

Şehirde beyaz Amerikalılar neredeyse azınlıkta. Siyahlar, Çinliler ve başka sonradan göçmenler ve de turistler görünen kalabalığın çoğunluğunu oluşturuyor. Hizmet sektörü de bu çoğunluğun elinde. Kibar davranan ya da hiç değilse işini düzgün yapanlar yine de yarıdan hayli yüksektir, ama bir hayli fazla sayıda dayaklık kaba tiple karşılaşıyorsunuz. Bizim hizmet sektörümüzdeki yüksek niteliğe alışmış olanlara ilk başta yadırgatıcı geliyor. Bayağı bir küfür ettim.. Türkçe.. Anlıyorlar da ha! Etkili oluyor…

Bahşiş denen olgu oryantalizmin ilkelliği olarak gösterilir ya hani.. Biz de bize öyle öğretildiği için öyle kabul ederiz. Amerikalılar bahşiş işini federal anayasaya sokmuşlar adeta, paragözlüğü görgü kurallarının ilk maddesi haline getirmişler. Yüzde 10 bahşişe burun kıvırıyor, yüzde 15’e “eh işte” diyorlar. Yüzde 20 verecekmişiz! O hizmete! FOTOĞRAFLA BELGELEDİK.. AYIP YAHU! Basbayağı kurumsal bir lokantanın fişini görebilirsiniz yukarda. Çizilmiş yerleri garson çizdi. Bahşiş fişi bu! Tahmini bahşiş isteği fişe girmiş! Seçenekleri sunuyorlar size…

Sadece gökdelenler değil, pek çok kategoride pek çok bina son derece çarpıcı. Mimarların muhakkak görmesi gereken bir şehir. Parası olanlar için gidip görmeyi tavsiye ederim. İkinci kez gitmek bence gereksiz. Orada yaşamayı ise hiç önermem. SON...

Kaan Arslanoğlu


  • Kaan Arslanoğlu

    Kaan Arslanoğlu 12.11.2019

    Özgür ve Akif'e teşekkürler.. İlknur da ayrıca cevap verir.. İlaveten, bir şeyi pas geçmeyeyim: Orada yeşillik, salata vb.. kıtlığı var.. Kimse böyle şeyler yemiyor. Ama ilk akşam, hafif bir şeyler yiyelim, öğünü atlayalım dedik. Otelin karşısında bir curcunalı yemek galerisi var. Orada bir yeşillikli salata yedik. Enfesti, tek salata ile mükemmel doyduk, tatmin olduk.. :)

  • Özgür Coşar

    Özgür Coşar 11.11.2019

    İlknur Hoca ve ekibini kutluyorum

  • Akif Akalın

    Akif Akalın 11.11.2019

    Tekrar, tekrar tebrikler.

Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.