Deneme
Akif Akalın’dan Cevap: 15 yıl sonra insanlık ne olacak?

“15 Yıl Sonra Kongresi” adıyla yeni bir yazı dizisi başlattık. Belli başlı konu başlıklarında 15 yıl sonrasını öngörmeye çalışacağız. 15 yıl sonrasına bugünün güncelerini bırakacağız. Bunu yaparken olumlu ve olumsuz saydığımız değerler açısından bugüne, bugünün çevrelerine, eğilimlerine, hatta kişilerine notlar vereceğiz.
PROJENİN AMACI VE YÖNTEMİNİ bir önceki sunum yazısında kısa, fakat ayrıntılı anlatmıştık. İlk cevabı veren Kaan Arslanoğlu’nun yazısı da onun hemen altında.
O yazının bağlantısı şudur: http://www.insanbu.com/Deneme-Haberleri/803-15-yil-sonra-
1. GRUP – İKİNCİ YAZI
Evrensel ahlak, insani değerler, özgürlük, eşitlik, mutluluk, iletişim düzeyi açısından 15 yıl sonra insanlık ülkemizde ve dünyada nasıl olacak? Öngörünüz nedir, bunun nedenleri nedir?
Önümüzdeki 15 yıl içinde Türkiye’de ve dünyada “mevcut” gerici eğilimlerin devam edeceğini, fakat eğitim, sağlık, emeklilik gibi çok temel haklarda büyük kayıplar yaşansa da, siyasette “çok dramatik” değişimler (örneğin faşist yönetimlerin işbaşına gelmesi) yaşanmayacağını (egemen sınıfların böyle tedbirlere ihtiyaç duymayacağını) düşünüyorum.
Bugün dünyaya egemen olan eşitlik ve özgürlük gibi değerler, esas olarak Aydınlanma döneminde yeşeren ve 1789 Fransız Devrimi’nin bayrağında simgeleşen değerlerdir. Ancak sermaye sınıfı aristokrasiye karşı egemenliğini pekiştirdikten sonra bu değerlerin içini boşaltmaya başlayınca, işçiler ve emekçiler 1830 ve 1848 ayaklanmalarıyla sermayeyi sözünü tutması için uyardılar. Sermayenin bu uyarılara kulak asmadığını gören işçiler, kendi çıkarlarını savunan sosyalistleri desteklemeye başladılar.
İşçilerin desteğini alan sosyalistler, 1871 Paris Komünü ile sermaye sınıfına sözlerini tutmadıkları takdirde kendilerini nasıl bir geleceğin beklediğini göstermişlerdir. Sermaye bu tehdidi ciddiye alarak 1880’lerde sosyal sigorta sistemleri kurmaya, işçi sınıfının bilinç ve örgütlülük düzeyinin iktidarını tehdit edebilecek düzeye yükseldiği coğrafyalarda önemli tavizler vermeye başlamıştır. Öyle ki Engels dahi 1845 yılında yayınlanan İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu başlıklı kitabında anlattığı koşulların 30 yıl sonra büyük ölçüde ortadan kalktığını teslim etmiştir.
Birinci Paylaşım Savaşı’nda Avrupa’da çalışma ve yaşam koşulları önemli ölçüde iyileştirilen işçiler, sermayenin kuyruğuna takılırken, devrimin merkezi doğuya kaymıştır. 1917 Ekim Devrimi, Paris Komünü’nün doğudaki tekrarıdır. Bu durum ve ardından İkinci Paylaşım Savaşı sonunda dünyanın üçte birinin kapitalist sistemin dışına çıkması, eski sömürge sisteminin parçalanması, sermayeyi işçilere daha fazla tavizler vermeye zorlamıştır.
1970’lere gelindiğinde işçi sınıfının sosyalizmden ve sosyalistlerden uzaklaşmaya başladığı görülüyor. Bunda işçilerin sosyalist ülkelerde aradıklarını bulamamaları başta gelmek üzere bu yazının sınırlarını aşan bir dizi neden sayılabilir. Böylece dünyada ve Türkiye’de sermayenin 1880’lerden 1970’lere kadar işçi sınıfına vermek zorunda kaldığı “bütün” hakları olağanüstü bir hızla geri almaya başladığını gördük.
Sosyalistler bu sürecin işçilerin yeniden sosyalizme yönelmesine neden olacağını umdu, fakat işçiler eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, emeklilik gibi haklarında büyük kayıplar yaşamalarına rağmen sosyalizme yönelmediler. Bunda da sosyalistlerin 20. yüzyıl deneyimlerinden gerekli dersleri çıkartıp kendilerini yenileyememeleri başta gelmek üzere bu yazının sınırlarını aşan bir dizi neden sayılabilir. Böylece işçilerin, emekçilerin ve ezilenlerin düzene, uğradıkları haksızlıklara karşı tepkileri, faşist partilerde, İŞİD gibi ucube yapılarda dahi örgütlenebildi, Merkel’i, Johnson’ı, Putin’i veya Trump’ı iktidara taşıyabildi, ama sadece sosyalistler değil, sosyal demokratlar da dibe vurdu.
Toplumu değiştirme gücüne sahip olduğuna inandığım emekçilerde ve gençlerde bu gidişi değil geri döndürebilmek, durdurabilmek yönünde bir irade göremiyorum. Bugün doğru dürüst bir lokantada bir masanın akşam yemeği için ödediği para asgari ücretin üzerindeyken, işçiler adına bu lokantalarda garsona veya valeye verilen bahşiş kadar artış talep edemeyen sendika ağalarını başından atamayan işçilerin, kısa vadede düzeni değiştirebileceklerine inanmak çok güç.
Bu doğrultuda olumlu ne gibi çabalar var, varsa bunlar hangi çevrelerden geliyor? İlk aklınıza gelen örnekler…
Ben hala dünyada ve Türkiye’de ezilenler için eşitlik ve özgürlüğün ancak sosyalizmle gelebileceğine inanıyorum fakat bunun için sosyalistlerin gerçekten 20. yüzyıl sosyalizmini yeniden gözden geçirmesi ve işçilerin neden sosyalizmden uzaklaştığını anlayabilmeleri, onları yeniden kazanabilmek için ne yapmaları gerektiğini bulmaları lazım.
Sosyalistler dışında daha iyi bir dünya için mücadele ettikleri iddiasında olanların durumu da sosyalistlerden çok farklı değil. Bugün Türkiye’de ve dünyada ütopik sosyalistlerin (özellikle Owen) hayallerini yeniden denemeye çalışan birçok grup var. Fakat ütopik sosyalizmin neden 20. yüzyılın başında politika sahnesinden çekilmek zorunda kaldığı hiç tartışılmıyor.
Sosyal demokratlar da hala kendilerine nasıl tepetaklak olduklarını ciddi olarak sormuyor, emekçilerin günün birinde “hatalarından” dönüp, kendilerine oy verecekleri günü bekliyorlar. Hatta dünyada ve Türkiye’de birçok sosyal demokrat partinin emekçilerin sağ partilere oy verdiğini görüp, bu oyları çalabilmek için sağcı politikaları benimsediklerini görüyoruz.
Bu doğrultuda olumsuz, yıkıcı, bozucu faaliyetler ne yönde? Bunların başını kimler çekiyor? Hangi eğilimler ve veya çevreler?
Olumsuz, yıkıcı, bozucu faaliyetleri “neoliberal saldırı” başlığında toplayabiliriz. 1970’lerden itibaren işçi sınıfının sosyalizme yüz çevirmesini fırsat bilen sermaye, 100 yıla yakın bir zamandır egemenliğini korumak için vermek zorunda kaldığı tavizlerin hepsini geri alırken, hayatta en yüce değerin “para” olduğu bir düzen kurmaya çalışıyor. İnsanları geçtiğimiz haftalarda ekranlarda ve sosyal medyada çok popüler olan 29 yaşındaki, kalacak yeri olmayan, kağıt mendil satarak geçinen, yarı aç yarı tok yaşayan ama “haline şükreden” Hasan’a benzetmeye veya “Hasanlaştırmaya” çabalıyor.
Sermayenin en büyük müttefiki “aydın ihaneti”dir. Türkiye’de ve dünyada aydınların büyük bir çoğunluğu “tarihsel” görevlerini, misyonlarını bir kenara iterek, sermayenin güdümüne girdiler. Aşı karşıtlığının tarihe karışan hastalıkları hortlatacak düzeye tırmanmasına rağmen, tıp dünyasından güçlü bir ses yükselememesi başka nasıl açıklanabilir? Yalnızca tıpta değil, istisnasız bilimin bütün alanlarında, sanatta ve edebiyatta, hayatın bütün alanlarında eşi görülmemiş bir aydın ihaneti yaşanıyor.
Akif Akalın
Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.
osman turna 23.01.2020
yazıyı okumaya başladım fakat bitirmedim. yönlendirilmek şartlandırılmak istemiyorum. güzel bir başlangıç bir soru akabinde test usulü şıklar..