Deneme
15 Yıl Sonra İnsanlık... Özgür Keşaplı Didrickson'ın Cevabı

Evrensel ahlak, insani değerler, özgürlük, eşitlik, mutluluk, iletişim düzeyi açısından 15 yıl sonra insanlık ülkemizde ve dünyada nasıl olacak? Öngörünüz nedir, bunun nedenleri nedir? Bu doğrultuda olumlu ne gibi çabalar var, varsa bunlar hangi çevrelerden geliyor? Olumsuz, yıkıcı, bozucu faaliyetler ne yönde? Bunların başını kimler çekiyor?
Geleceğe dair öngörülerim son 15-20 yılda gözlemlediğim gidişata dayanıyor.
Evrensel ahlak ve insani değerler açısından gidişatı hiç iyi görmüyorum. ODTÜ’den 99’da mezun oldum. 2004’te y. lisans için döndüğümde çimlerde oturan öğrencilerin arkalarında bıraktıkları çöpün yıllar içinde ne kadar arttığını kaygıyla fark ettim. Bugünlerde ise İzmir Demokrasi Üniversitesi’nde gözlem yapma şansına sahibim. Sınıftaki çöpe ya da koridordaki atık tipine göre ayrılmış kutulara atılmak yerine sıralarda bırakılan, yere atılan çöp miktarına inanamıyorum. Bizim zamanlara göre okul dışı eğitsel etkinlikler de çok arttı. Herkes sürekli bir şeyler öğreniyor ve öğretiyor. Türk yapımı doğa belgeselleri de patladı ama işte çöple ilişkimiz bu.
Genel olarak “sıkıntı yok” atmosferi tarafından kuşatıldık. Canını sıkman gereken hiç bir şey yok! Her söz ve eylemin doğru. Hata yapmadığın, kimseyi kırmadığın için hiç bir zaman özür dilemen gerekmez. Çıkarın için olmadığı sürece kimse için zahmete girme, eğlenceni bozma... Eleştiri kabul etmeyen, özür dilemekte zorlananlarımızın sayısı zaten çoktu artık saygının ne olduğunu unuttuğumuz bir yerdeyiz. Her ne hikmetse hiç bir şey bizi “saygısız” yapmıyor. Saygısızlık yaptığını inkar etmeyecek sağlam, samimi karakterli insanlardan çöpünü yere atmayı, derste whatsappla sohbet etmeyi saygısızlık olarak görmeyen insan tipine evrildik.
Daha bencil, daha duyarsız olmaya doğru gidiş dünyada da gözleniyor. Amerikalı müzik grubu Nirvana’nın 90ların başındaki bir söyleşisinde Krist Novoselic “Artık kimse hiç bir şeyi takmıyor. Ot kullananların sayısı seçimde George Bush’a oy verenlerden daha fazla. Bunun üzerine düşünün bence” der. İngiliz müzik grubu Depeche Mode’un son albümünün adı ise Spirit (Ruh) ve orada yer alan “Going backwards/Geriye gidiyoruz” isimli şarkının “içimiz boş, ruhumuzu kaybettik, son teknolojiyle donanmış halde geri gidiyoruz” gibi sözleri var.
Bu gidişin her ülkeye göre farklı sonuçları olacaktır. Batıda belki yalnızlaşma ve intiharlar, bizde ise özellikle eğitimli (!) insanların olduğu işyerlerinde psikolojik şiddet vakaları, en hafifinden mutsuzluk artacak gibi görünüyor. Ancak evrensel ahlakın, insani değerlerin temeli belki de üç aşağı beş yukarı hep aynı ve aynı kalıyor. Haklı olanın değil güçlü olanın dünyası bu.
Eşitlik kanımca sürekli, kadın-erkek eşitliği, LGBT hakları, ırkçılık, özgürlükler gibi alt başlıklarca gölgeleniyor. Bunlara özellikle ülkemiz için önemli olan, karanlığa karşı savunduğumuz laiklik ve bilim gibi başkalarını da ekleyebiliriz. Yoksulluk çekmeyen bir sürü insanın bu alt başlıklarda canları az ya da çok yanıyor ve sosyal medyanın da desteğiyle günümüzde oldukça renkli hale gelmiş aktivizmin türlü yollarına başvurarak hak arıyor, türlü ölçekte zaferler kazanıyorlar. Bu savaşlar elbette çok haklı ve gerekli ancak gündemde kapladıkları yerin, yarattıkları atmosferin yanında genel eşitliğe, sınıf ayrımına ayrılan itiraz hem çok küçük, hem de silik kalıyor. Bu gölgeleme düzenin ve/veya emperyalizmin de işine geliyor. Alaska’dayken gittiğim, Müslüman ülkelerden gelen öğrencilerle yapılan bir söyleşide öğrencilerin ABD’yle ilgili yalnızca olumlu izlenimlerine anlam veremeyen bir dinleyici söz alıp “Hiç evsiz görmediniz mi?” diye sormuştu.
Yazı dizisinin amaçlarını gerçekleştirebilir, bugüne müdahale edebilir, gerçekleri yayabilirsek belki eşitlik konusunun gölgelenmesini engelleyebiliriz. Bağımsız, sayısız haber kaynağına sahip sosyal medyayı doğru kullanan herkes özellikle batı ülkeleriyle ilgili, ülkemizde genel kabul görenle bağdaşmayan gerçekleri öğrenebilir. Örneğin Robert de Niro geçtiğimiz günlerde kendisine verilen ödülü alırken yeni bir filmde çalışıyor oluşundan “Ez azından 1 yıl daha sağlık sigortam olacak” diyerek söz etti. Sağlık gibi çok temel bir başlıkta ABD’nin vatandaşlarına ucuz hizmet vermediği sır değil ama bizim medya daha çok batının parıltılı yanlarını aktarıyor (özellikle bilim) ve biz diğer konuları hep unutuyoruz (Occupy eylemlerini bile unuttuk). ABD’de yaşayan/okuyan ya da bir yakını orada yaşayan/okuyan insanlar da pek söz etmiyor bu konulardan. Bunun bir nedeni ayrıcalıklı hayat sürenlerin yoksulların dertlerinden yeterince haberdar olmaması. Ayrıcalıklı insanların seslerinin daha çok çıkması, yaşamlarının daha görünür olması bu nedenle kaygı verici. Hem ülkemizde hem de 6 yıl yaşadığım ABD’de eşitliksizlik derinleşeceğe benziyor.
Değişen, hızlanan iletişimin olumsuz yanları daha çok hissedilecek gibi. Sosyal medyada insanların yaşamlarının parıltılarını sürekli birbirlerinin üzerine boca etmelerinden özellikle gençlerin ruh halinin etkilenmemesi olanaksız. Sürekli mutlu olmak gerektiğine dair öğretilerin (!) etkisi de düşünülürse mutsuzluğun artacağı söylenebilir. Ancak diğer yandan dünya genelinde yaygın olan “Negatif insanlardan uzak durun” uyarısı “sıkıntı yok” havasıyla uyumlu. Başkasının derdini çıkar gözetmeden dinleyen, çözmeye çalışan, tek derdi kendi olmayanların psikolojik donanımına (her an mutlu olmayı zaten beklememek, huzura daha çok önem vermek vs) sahip olmayan bireylerde kıskançlık, rekabet gibi duygular ve boşluk hissi daha çok görülüyor sanki. Misafir gelince “hoş geldin” demek için bile odasından çıkmaması doğal görülen nesil belki şanssız bu yüzden. Küçücük yaşta eline tablet verilen ya da sürekli eğitsel etkinliklere götürülen çocuklar da sıkılmayı tatmadan büyüyor. Her zaman her istediklerinin olmayacağını böylesi bir rekabet çağında öğrenmeleri mutsuzluğa davetiye değil mi? Ancak artan aptallaşma durumu nedeniyle insanların kendilerini daha mutlu hissetmeleri de olası. Sadece parçalanmış kot modası değil “elma yedim” yerine “elma tükettim” cümlesi bile itirazsız kabul edildi ne de olsa.
Sürekli mutlu olmaya çalışma öğretileri nedeniyle tüm dünyada insanlar dertlerini, mutsuzluklarını gizlemeye de çalışıyorlar sanırım. Bazıları dayanamayıp sosyal medyada patlıyorlar (Amerikalı tanıdıklarımda görüyorum). Sosyal medyadaki türlü hesapların acı çektiğini gizlemeden üretmiş yazar, çizerlerden söz ederek de insan olduğumuzu hatırlamaya olanak vermesi baskı altındaki bireyleri koruyan olumlu bir etkiye sahip olabilir.
Bilim aslında daha eşitlikçi, daha yaşanır bir yeryüzü inşasında yardımcı olabilir. Zenginlerin bile mutsuz olabildiği, yoga ve türlü etkinlikle iç huzuruna ulaşmaya çalıştığı gerçeklikte açlık sınırında yaşayan insanların elbette cinnet geçirme olasılıkları olduğunu bize çağın bilimi psikoloji ve her yerden fışkıran terapist söyleyebilirdi. “Eşitlik gelmeli ki insanlar açlıktan eşini, çocuğunu öldürüp intihar etmesin, kıskançlıktan birbirine kötülük etmesin” diye sokaklarda yürünebilirdi ama bilim de çoğunlukla düzenin çarklarını yağlamak için yapılıyor. Amerika’ya ilk gittiğimde yalnızca 1 kuş türüne ait bir sürü kitap olduğunu görmek çok etkilemişti beni ancak Alaska’da yaşadığım 6 yıl boyunca gördüm ki bilginin varlığı kullanılacağı anlamına gelmiyor. Alaskalılar gözlerinin önündeki buzulların erimesine çok üzülüyorlardı ama arabalarını bırakıp belediye otobüsünü kullanmak gibi bir niyetleri de yoktu. Şimdi ülkemizde de sayısız doğa kitabı, etkinliği var ama yaşam alışkanlıklarımızı değiştirmeye yanaşmıyoruz. İklim değişikliğini kabul etmek daha az gezmek, daha az et yemek anlamına gelmeli ama böyle yapanımız pek az. Kaldı ki Atlas, NatGeo gibi doğa dergileri aynı zamanda gezi dergisi yayımlamaktan da geri durmuyor.
90ların başında İstanbul’da gösterilen filmler bile gelmezdi bazen İzmir’e. Çok sınırlı sayıda etkinlik olurdu. Çölde susuz kalmışlar gibi koşardık yazar sohbetlerine falan. Yokluk, değerbilirliği etkiliyor kanımca. Nesiller, dönemler arası farkları tam olarak nelerin etkilediğini anlamak, görünen tablonun karanlığını seyreltebilir, çözüm yolları sunabilir.
Özgür Keşaplı Didrickson
Nirvana söyleşisi;
https://www.youtube.com/watch?v=rVIixPecf2w
Robert de Niro konuşması;
Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.
Özgür Keşaplı Didrickson 12.03.2020
Sayın Kumbul, kaygınızı anlayabiliyorum. Gençlere, genel olarak insana yönelik sevgi bir yandan da koruma duygusunun varlığı demektir ya (hem 2 yeğenim var), “Yeni değerler”in sonuçta yine gençlere zarar verdiğini düşündüğüm ölçüde onları tespit etmeye, anlamaya çalışıyorum. Kaldı ki bir zaman diliminde toplumda hangi karakterlerin çoğalacağını, güçleneceğini koşullar belirliyor diyebiliriz sanırım ve o koşulların inşasından toplumun her kesimi, hepimiz sorumluyuz ve gençleri sahipsiz bırakma hakkımız yok. Bunları aktarmaya çalışmıştım. Örneğin misafir gelince odalarından çıkmalarının istenmemesinden “şanssızlık” olarak söz ettim. Bizim gibi yokluk çekmemelerini de değerbilirlikle ilişkilendirdim vs. ancak belki yine de dillendirdiğiniz kaygıyı giderici sayılamazlar. Tüm yanıtlarla birlikte ortaya çıkan tablo üzerinden mutlaka yeniden değerlendirmeli, tartışmalıyız. Yorumlar bu açıdan çok değerli. İlginiz için çok teşekkürler.
Özgür Keşaplı Didrickson 12.03.2020
Sayın Arslanoğlu, Gezer, Bodur, Kumbul...Yazımı okumaya zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim. Benden de selamlar, sevgiler. Sevgili İlknur yazdıkların beni çok mutlu etti. Özellikle satır aralarını da elimden geldiğince verimli kullanmaya çalışarak gördüğüm umudu ve ışığı aktarmaya çalışmıştım. Anlaşılmak sevindirdi ve güçlendirdi beni. Umarım güç birliğiyle karanlığı seyreltebiliriz.
yusuf bodur 09.03.2020
Teşekkürler. Yazı dizisine İlknur hocamızın on beş yıl sonra şunlar olur yerine; cevap verilmesi gereken sorular sorarak önemli bir katkı yapması gibi bu günün geleceğe akıp giden yozlaşmasını sergileyerek geleceğin iç karartıcı ahvaline ışık tutuyorsunuz.. Saygılar
yusuf gezer 09.03.2020
yazılarınıza harfiyen katılıyorum benim görüşüme göre 50 yıl sonra insanlar arasında sınıf devletler arasında hudut diye bir kavram kalmayacak kalanlar ise bankalar bankerler doktorlar ve mahkemeler kalacak sevgilerimle
İlknur Arslanoğlu 09.03.2020
Yazıyı okuyup bir teşekkür yorumu yazmak üzereyken sayın Fahri Kumbul'un da yorumunu okudum. Tabii kuşak çatışması barındırma potansiyeli şu anda erişkin toplumun en genç diliminde olmayan herkesin eleştirel aktarımlarında olabilir, o çekinceyi koymakta haklıdır kendisi. Zaten takdir ve katılımlarını da iletmiş. Ben ise yitirilen değerleri ortaya döken bir yazıdan nasıl sıcak ve umutlu duygular çıkardığımı paylaşayım. Mutluluk yerine huzur, haklılık yerine eksiklenme, kendisi yerine çevresindekilere odaklanma, gündelik özgürlükler yerine yaşamsal gereksinimlerdeki eşitlikler için mücadele etme, tüm olumsuz gidişata rağmen bilimin daha toplumcu amaçlara yönelmesi ve kitlelerin eğitimi için motivasyon, ne güzel öneriler! Belki gençlere bunların tadını aldırmamız lazım. Kaleminize sağlık.
fahri kumbul 09.03.2020
Nesil anlayışı, davranışı üzerine saptama ve eleştirilerinize; bu konudaki gözlemleri ve fikirleri aynı ya da benzer birisi olarak katılmamak elde değil. Ancak, bazen de 'bu bir kuşak çatışması olmasın!' diye kuşku duymuyor değilim. Gençlerin duygu, amaç, beklenti ve çıkarları farklıdır. ‘Yeni değerlere’ açık, büyükler, ebeveynler kapalıdır. 40-50 yıl öncesi bitli, anarşist, asiydiler; birçok bölgede zorla tutulup berber dükkanına sokuluyorlardı. Kabaca her on yılda bir nesil davranışları değişiyor. Değişmeyen tek şey kuşakların uzlaşmazlığı olgusu. Öte yandan, Türkiye özeline biraz daha değinseydiniz... Çok özenli yazmışsınız. Teşekkürler.