15 Yıl Sonra Kongresi.. Levent Yakış’tan 2. Cevap

15 Yıl Sonra Kongresi.. Levent Yakış’tan 2. Cevap

İDEOLOJİK-POLİTİK YETERSİZLİK...

İnsanlığın kaderi emperyalist klikler arası mücadelenin sonuçlarına terk edilemez, dedik.

Doğru, ama emperyalist-kapitalist sisteme karşı halihazırda gözlenen ideolojik-politik yetersizlik baki kaldığı sürece değil 15 yıl nice 15 yıl daha açmaz ve çözümsüzlük kaderimiz olmaya devam edecek.

İdeolojik- politik yetersizlik, evet. Yoksa, toplumsal olaylarda, fiili tepkisel tutumda geçmişe kıyasla gerilemeden bahsedilemez.

Antifa hareketi, Arap Baharı, Sarı Yelekliler hareketi, "Kimlik" eksenli(etnik, kültürel, cinsiyet temelli) itiraz ve isyanlar; içeride Cumhuriyet mitingleri, Gezi direnişi, 15 Temmuz direnişi gerek kitlesellik gerekse dinamiklik açısından hiç de geçmişi aratmıyor.

Hele, gelecekte çok daha güçlü tepkilere tanıklık edeceğiz, gidişat onu gösteriyor.

Ancak, sistem bu eylemlerle geriletilemez. Ne tek tek bu türden eylemlerle ne de bunların toplamıyla...

Tersine, güçlü, sert tepkiler çoğu kez içeride ve dışarıda ustaca manipülasyonlarla bizzat muktedirlerin hakimiyetini pekiştiren kullanışlı birer enstrümana dönüşebiliyor. Sıraladığımız örneklerin çoğunda yaşadık, nitekim.

Peki, nereden geliyor bu manipülasyon kapasitesi? Nasıl oluyor da haklılığı, meşruluğu tartışma götürmez tepkilerimiz, eylemlerimiz sistemi sarsmak bir yana pekiştirici bir işleve bürünüyor?

Burada, sistemi kontrol eden aktörlerin, sermaye kastının gücü, ideoloji- kültür üretiminde ve bunları yaymadaki kıyaslanamaz üstünlüğü elbette bir sebeptir. Ancak, tek sebep bu değil.

Tepkilerimiz kompartımanlara sıkışmış durumda. Zaman ve mekan ufku sınırlı ya da tekil sorunlara odaklanmış envai çeşit davanın peşinden sürüklenip gidiyoruz.

Oysa, eğer emperyalist-kapitalist sistemi kastediyorsak, iktisadi, politik, entellektüel boyut içeren ve bunları belli bir tutarlılık içinde birbirine bağlayan bir modelden, paradigmadan bahsediyoruzdur aynı zamanda.

Canlı bir paradigma üstelik, şartlara uyum kapasitesi hiç küçümsenemez. Tarihsel seyrüseferi boyunca kapitalizmin dinamizmine tanık olduk. İç evrimine, tarihsel koşulların önüne çıkardığı problemlere doğru yanlış, iyi veya kötü bulsanız da bir biçimde yanıt veren ardışık nüanslarına...

Her daim sömürüyü içermesine rağmen ve üstelik, bugün geldiğimiz noktada insanlığı mahvoluşa sürükleyecek ölümcül donukluk haline koşar adım gitmesine rağmen hala bir paradigmadır kapitalizm. İç tutarlılığa, kendine göre rasyonaliteye sahip bir yaşam formu...

Ve, strateji karşısında salt taktiklerle başarıya ulaşmak nasıl mümkün değilse, paradigmaya karşı paradigmadan yoksun mücadele yürütemezsiniz. Daha doğrusu, yürütürsünüz ama sonuç alamazsınız.

PARADİGMAYA KARŞI PARADİGMA...

Böylece sistem karşısındaki temel eksiğimize gelmiş bulunuyoruz: paradigmadan yoksunluk.

Kabul edelim, sosyalizmin yaşadığı irtifa kaybı, alternatif paradigmanın gözden düşüşü sosyalist olsun olmasın bütün toplumsal mücadeleleri güdük bıraktı.

Sosyalizmin, karmaşık iktisadi, toplumsal meseleleri emek- sermaye çelişkisinin tartısına vurarak anlamlandıran ve böylece, günlük yaşamın kaotik yapısı içinde alakasız, bağlantısız gibi duran olguları birbirine bağlayarak tutarlı bir bütün oluşturan söylemi yalnızca sosyalistlere üstünlük sağlamamış, emperyalist-kapitalist sisteme karşı diğer bütün tepkileri etkileyerek, kavramsal açıdan besleyerek onlara da muazzam dinamizm kazandırmıştı.

Halihazırda böyle bir etkiden söz edilemez Tersine, özellikle cari sosyalist rejimlerin (eskiden bunlara reel sosyalist rejimler derdik) çöküşe geçmesiyle birlikte yaşanan travma sonucu paradigma bizzat takipçilerinin zihninde çözülmeye uğradı.

Paradigmanın temel kavramları; artı değer, meta, emek-sermaye çelişkisi, emperyalizm vb. belleklerde unutulmaya terk edilirken, "özgürlük ve demokrasi", etnik, kültürel haklar, kadın hakları, insan hakları, çevrecilik vb. konular ve kavramlar hem paradigmadan hem de birbirlerinden soyutlanarak kavrayışımızın ve pratiğimizin merkezine oturdu.

Sonrası kendiliğinden geldi: Eleştirisini sistemin özüne dokunmayan konularla sınırlamış, kitlendiği spesifik konu dışında dünyaya gözü kapalı, çözümünü aradığı sorunun sistemle bağlantısını kuramayan hatta bundan özellikle kaçınan kişi, grup ve akımlar dünya genelinde öne çıkarak toplumsal mücadeleleri domine etmeye başladılar.

Solun, sosyalistlerin ezici ağırlığı dahil olmak üzere....

Burjuvazinin belki en büyük başarısı budur. Eleştirel düşünceyi kompartımanlara ayırarak zaman ve mekan ufkumuzu, bütüncül düşünme yeteneğimizi "şimdi, burada ve yalnızca bu konu"ya mahkum etmesidir. Eleştirel düşünce böylece sinerjisini kaybetmiş ve sistem için tehlike olmaktan çıkmıştır.

Söylemeye bile gerek yok, tikel konularla sınırlı dahi olsalar söz konusu meseleleri ve bunlar uğruna verilen mücadeleleri küçümsemek aklımdan geçmez. Çoğunu gerekli, değerli buluyor, destekliyorum. Bu ayrı... Ancak, doğrudan şah damarını hedef alan sosyalist eleştiriden kurtulmuş burjuvaziyi engelleyecek başka hiç bir güç yok ortada, bunu da görelim. Nitekim, zincirinden boşanmışcasına bütün kötülük potansiyelini insanlığın yüzüne kusuyor şu an.

Sonuç olarak;

"öldük bittik, mahvolduk" noktasında değiliz ama halimiz de pek iyi sayılmaz, önce bunu tespit edelim. Mevcut hali aşmak için bir bütün halinde sistemi aşmak gerektiğini, en azından birilerinin de buna soyunması gerektiğini görelim.

Sistemi aşmaya soyunanların da kafalarında insanlığa önerebilecekleri alternatif bir yaşam formu bulunmalı. Detaylar gereksiz ama esası sağlam bağlanmalı.

 

Sosyalistlerin paradigması var, kuşkusuz; onlara düşen önce kendi paradigmalarını onarmak, elden geçirip zamanın koşullarına uyarlamak.  Beğenmeyen kendine başka bir paradigma inşa edebilir. İster sosyalist isterse herhangi bir görüş sahibi olarak bunları yaparken unutmamalı ki, sosyalizmin tarihi boyunca sergilediği teori ve pratik olumlu ve olumsuz anlamda muazzam derslerle doludur. Asla gözden çıkarılamaz, unutulmaya terk edilemez.

İlk elde sıralayabileceklerim:

- Taktiğe karşı taktik, stratejiye strateji, paradigmaya paradigma... Birini diğeriyle ikame edemezsiniz.

- Bir sisteme baş kaldırıyorsanız, temel çelişkinizi öyle temellendirin ki, eleştiriniz muarızınızı can damarından vursun.

- Yine de unutmayın, eleştiriniz sistemle derdi olan herkese aynı anda ve aynı ölçüde hitap edemez. Dolayısıyla, idirgemeci davranma, toplumun bütün dertlerini kendine tabi kılma. Farklı eleştiri sahiplerine de yaşam hakkı tanı. Ki, daha sonra bu sana da lazım olacaktır. İnsan doğası gereği özeleştiriye yatkın değildir. Toplumsal hareketler de böyle... Eleştiri, sürekli bahaneler üretmene sınır koyar, yeri geldiğinde seni silkeler kendine getirir, özeleşti için fırsat yaratır.

- Sistemle mücadelede esas, çıkarları seninle örtüşen veya büyük ölçüde örtüşen herkesi kanatlarının altında toplamaktır. Az çok örtüşeni de yanında tutmak. Mümkün değilse, karşı saflara gitmemesini sağlamak.

- Buna zaten ideolojik-politik hegomonya denir. Burjuvazi de aynı yollardan geçmiştir.

Hegomonya yekpare değil katmanlıdır. Sınırları keskin çizilmez, zamana ve mekana göre esneklik gösterir. Elbette hiyerarşi içerir ancak yeterli esnekliğe sahip değilsen yukarıdan aşağı genişleyen katmanları ezersin. Dolayısıyla, hegomonya biter. Ötesi artık salt kuvvete dayanarak hükmetmektir ki buna da biz zorbalık, diktatörlük diyoruz.

- Pratiğin her daim söylemine uygun olmalı. Hele, iktidar gücünü elde edip vaadlerini gerçekleştirme imkanına kavuşmuşsan bu çok daha fazla böyledir. Toplumun ilgi ve dikkati söylediklerinden yaptıklarına kayar.

Belki, söylemin gereken albeniye sahipse, biraz daha idare edersin. Karşında tahkimatı güçlü bir sistem varsa bu fazla uzun sürmeyecektir. Pratiğine dönük hoşnutsuzluk zamanla söylemini de vuracaktır. Kısacası pratiğin söylemini vezir de edebilir rezil de...

-İşler bu noktaya geldiyse yanlışta ısrar etme. Bahane arama, özeleştirini yap. Hele, kimi uygulamaların muarızlarına bile ilham veriyorsa hiç savunmaya kalkışma.

Bir anda kendini muarızlarının distopyasına meftun halde bulursun.

Örneğin, ÇİN ! Yeri gelmişken bir parantez açalım: Eğer, Çin'e  razıysan emperyalist-kapitalist sisteme razısın demektir. Kimse emperyalist kliklerin gözdesi olmuş, pilot uygulamalarına konu olmuş bir ülkeyi sistem dışı gösteremez.

 Tercih ediyorsan muarızların olsa olsa sistemin sunduğu diğer alternatif yaklaşımlardır. Faşizm vb. örnekler öne çıkmadıysa böyle bir dava için kendini, peşinden sürüklediklerini ne de muarızlarını helak etmeye gerek yok. "Bir çiçek açsın, bin fikir tartışsın" şiarı pekala böyle durumlar için yeterlidir.

Sosyalizm davasının bugüne bıraktığı ilk aklıma gelen dersler bunlar... Başkaları çok daha fazlasını ekleyebilir. Sosyalistler inkar edilemez mevcut problemlerini aşıp sonra sistemi aşacak kudrete erişebilir mi, bilmiyorum. Ancak, kapitalizm varolduğu sürece itiraz ve direnç baki kalacaktır, sosyalist veya değil.

Neticeyi ise zaman gösterecek. Mutlak kurtuluş diye bir şey yok. Tarihe ereksellik yüklemek olurdu bu. Metafizik bizim işimiz değil.

 

Not: Bir önceki makalemizde sistem içi ulusalcı-küreselci çatışmasından söz ederken, tıpkı küreselciler gibi emperyalist karakterine vurgu yaptığım ulusalcı ekol merkezi kapitalist devletlere içkin olan ekoldür. Bunların sömürgeci politikalarına maruz kalmış devletlerdeki ulusalcı tepkileri, bağımsızlık ve uluslararası ilişkilerde eşitlik talebini, haklı ve meşru buluyorum. Kişisel olarak da fikri arka planımızın kökleri bu ekole uzanır.

Kısacası, ABD, AB devletleri, Çin ve Rusya.... Uluslararası ilişkilerde halihazırda merkezi konuma sahip bütün bu ülkelerin bünyesinde güçlü birer damar halinde varlığını sürdüren her iki eğilim sola ilham veremez, vermemeli. Trump'un ağzından dökülen "küreselciler değil ulusalcılar kazanacak" sözlerinde anlam bulmuş ulusalcılık insanlığın derdine derman olmaz.

Küreselcilerle temel ayrımları egemenliklerini koruma ve yaymada merkezi devlet formasyonuna bağlı kalmalarıdır. Burada, "yayma" sözcüğüyle emperyalist karaktere atıfta bulunmuş oluyoruz.

Alper Levent Yakış

 

Editör Notu: Bu yazıyla birinci grup soru ve cevapların sonuna geldik. İşe başlarken soru sorduğumuz yazarlarımızdan biri hariç herkes yanıt vermiş oldu. Hepsine gerçekten değerli olan katkıları için ve gerçekten çıtayı yükselten cevabı ve uyumu güç bu programa katıldıkları için minnettarız. O tek kişi yerine planda olmayan başka bir yazarımız cevap verdi. İki yazarımız da zaten bu birinci grup sorulara yanıt vermeyecekti.

Ancak gerek zaman sınırlaması yönünden gerekse formata uyma yönünden bazı yazarlarımızın çok zorlandığını gördük. O yüzden yazı dizimize önceden belirlediğimiz yol-yordam-planda devam edemeyeceğiz. Daha değişik ve pratik bir yol bulmalıyız. Bu nasıl olacak, önümüzdeki gün veya haftalarda sizlere aktaracağız.

alper levent yakış'ın ilk yazısını okumak için : http://www.insanbu.com/Deneme-Haberleri/821-15-yil-sonra-dunya-ve-insanlik-alper-levent-yakisin-yanitlari-


Yorumlar

Maximum : 1000 Karakter / Karakter Sayısı: 
0
Yorumlara gerçek ad ve soyadınızı yazmanız onay kolayllığı sağlar.
Mail adresinizi yazmanız keyfinize kalmıştır. Yorumlarınızın onaylanması da
editörlerin tamamen keyfine bağlıdır. Yılların deneyimi sonucu bu bizde böyle.
  • Orhan karakus

    Orhan karakus 25.03.2020

    Mutlak kurtuluş Yok...şuurlu kurtuluş Var...İlmi yönden metafizik bilmi yönde fizik Tasavvufî Praksis yaklaşımı...Yeni paradigma...www.gelenekvegelecek.com vicdani politik rota...baki selamlar

  • fahri kumbul

    fahri kumbul 25.03.2020

    Ötekilere haksızlık yapmamak için oturup hepsini tekrar okumak gerek; ama bunu yapmadan söyleyebilirim ki, en etkili yazı bu oldu gibi geldi bana; biraz da son yazı olmasının etkisiyle olabilir; ya da gerçekten öyledir.

Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.