II. ABDÜLHAMİT’LE HISIM AKRABAYMIŞIM MEĞER…

II. ABDÜLHAMİT’LE HISIM AKRABAYMIŞIM MEĞER…

Osmanlı mirasına sahip çıkmamız gerektiğini, Cumhuriyet’in Osmanlı’yla Cumhuriyet ve laiklik temelinde barışması gerektiğini ileri süren yakın bulduğum yazarlar var. Ben de aynı fikirdeyim. Böyle söyleyince “bu zaten AKP yalakası oldu” diyeceklerdir yine. Ne yapalım, desinler, biz fikrimizi söylemeye devam edelim. Kimilerine göre de “aşırı Kemalist” ve bazılarına göre “Irkçı Türkçü” haline gelmişimdir. Kimilerine göre Yalçın Küçükçü, Yahudi düşmanıyım, kimilerine göre fanatik Marksist, kimisine göre Marksizm düşmanı. Siz araştırmaya, sorgulamaya dayanan görüşlerinizle bir karakter oluşturursanız, vasat zihinlerin karanlık mağaralarına yansıyan gölgenize herkes bir ad takacaktır. Boş ver geç diyeceksiniz, zaten öyle yapıyorum da, sosyal medyada sizi arayan bu yaftalarla karşılaşıyor en önce. Şucu veya bucu olmaktan zarardan başka bir dirhem kazancım olsa bari…  Sosyal medya insanın tüm dedikoducu, çeyrek akıllı yanını süsledi, püsledi, vitrine çıkardı, Peki, ona da boş verelim, onun da iyi tarafından yaklaşarak kuram geliştirelim.

Annem 92 yaşında ve maşallah evinin işini kendi yapıyor hâlâ. Fakat ona sık sık gitmek durumundayız.  Son zamanlarda Türk dizilerine bağlanmamın bir mecburiyeti de bundan kaynaklanıyor. TV’de seyredecek ortak şeyler bulmak gerekiyor. Zap yaparken Abdülhamit dizisine de takılıyoruz zaman zaman. Bu dizide bazı solcu oyuncular da yer alıyor. (Belki çoğu solcudur.) Yan rollerden birinde eski bir arkadaşım var. O çıkınca daha çok kalıyorum dizide. Ancak annem bu diziden ve Abdülhamit’ten hoşlanmıyor. Annem sıkı Atatürkçüydü. Ne var ki Halk-TV, Fox-TV, KRT seyrede seyrede çakma Atatürkçü kesildi. Çakma Atatürkçüler de hiç çekilmiyor gerçekten, siyaset açılınca bağıra çağıra kavga ediyoruz. Fakat ben kaçındıkça konuyu açan kendisi. Neyse, geçenlerde Saray’daki halleri seyrederken “bunlar bizim akrabamız” dedi yine. Bu akrabalık muhabbeti daha önce de geçerdi zaman zaman. Bu kez üstüne gidince daha çok bilgi aldım annemden ve de internetten araştırdım. Çok ilginç sonuçlar ortaya çıktı.

Şimdi benim anne tarafındaki akrabalık ilişkileri çok geniş ve karmaşık. Olayı çözmek için doktora vermek yetmez, ana bilim dalı kurmak gerek. Dedem Hacı Ali bey – Sönmez (Laz- Batum göçmeni) 4 eşten 17 çocuk sahibi. Son eşi Fatma’dan (Abhaz-Çerkez) olan kızı annem en küçük evladı. Anneannemin savaşta şehit düşen ilk eşinden (Abhaz) bir çocuğu var. Sadullah Atsür. O da 18’inci dayım oluyor. Gerçek dayılarımı, teyzelerimi göremediğim için, hepsi benden büyük olan dayı-teyze çocuklarına dayı-teyze derim ben. Fakat Sadullah tanıyabildiğim gerçek dayımdı.

Sadullah’ın babası ile bizim yörede gayet nüfuzlu bir insan olan Elbruz (Albuz) bey etnik kardeşliğin yanında süt kardeşlermiş. Onun kızları da süt halaları imiş. Sadullah aynı zamanda o evin çocuğu gibiymiş. Kızlardan biri olan Behice hanım Abdülhamit’in 12. eşi, ikinci dereceden ünvan sahibi (İkbal) ve şehzade Nurettin’in annesi. Sadullah dayıya Abdülhamit’in baldızları Atiye ve Tasvire hanımlar bir nevi annelik, ablalık etmişler. İstanbul’da onlar okutmuşlar.

Tasvire hanımın eşi o dönemin en ünlü doktorlarından ve siyasilerinden Ali Şükrü Şavlı. İlkokul öncesi dönem benim ve daha öncesi ablamın doktoruymuş. İstanbul’a birkaç kez bu nedenle gittiğimizde onların evinde kalırdık. Cağaloğlu’nda Talebe Cemiyeti’nin karşısında bir konak. Bu mekanları ve Ali Şükrü bey ile Tasvire hanımı hayal meyal hatırlıyorum. Anneme verdikleri fotoğrafın hikmeti de sonradan anlaşılmış oldu böylece.

Ali Şükrü Şavlı denince internette Sabetayist avcısı sayfalar açılıyor. Aman diyeyim. Kimlerle soy ilişkisi yok ki Şavlı’ların! Pek çok alandan birçok ünlünün adı geçiyor. Şükür mü desem, tüh mü desem, bizim ilişki işte kan bağına da dayanmayan böyle zayıf bir ilişki. Yoksa almış yürümüştüm.        

Sadullah dayımın eşi Nimet de yengem değil, teyzemdi. O da anne tarafından yakın akrabaydı. Annem, dayımı ve teyzemi arkadaşlarına tanıştırırken kimisi  çok şaşırır, onlar gittikten sonra sorarlarmış: “Nimet hanım amcasıyla mı evlenmiş?”. Çok gülerdi annem. Arada bir kan akrabalığı yoktu tabii, ama açıklama bayağı güç olurdu, ben çocukken zaten hiç anlamazdım. İşte bu Nimet teyzenin dayısı da Düzce isyanında asılan Çerkez Sefer bey idi. Bizimkiler onun hiçbir suçu olmadığını, Atatürk’ün asılmasın diye telgraf çektiğini, fakat bu telgraf geç ulaştığı ya da kasten geç ulaştırıldığı için kurtulamadığını söylerler. Ne kadar doğrudur, araştırmak gerek.

Babamın babası Ali Kemal de (kendisi ve babaannem Safiye Batum göçmeni Laz) koyu Abdülhamitçiydi. Sonradan Cumhuriyet’e yavaş yavaş bağlanmış ama Osmanlı aşkı hiç sönmemiş. Onunla ilgili bir anektodu “Kişilikler” adlı romanımda anlattığım için Atatürk’e hakaretten kitap iki kere toplatıldı. Sonunda beraat ettim ama, ıslak bodrumlarda o baskının çoğu heder oldu. Oysa en keskin Marksist dönemimde bile Atatürk’ü severdim. O zamanın Marksistleri büyük çoğunlukla böyleydi, şimdiki suyunun suyunun suyu Marksizm insanı darmadağın ediyor. Atatürk’ü eleştirmek başka, saygısızlık başka…

Babam ise mesela, gerçek Atatürkçüydü. Hangi partiye oy verirse versin siyasi fanatik değildi, ama her zaman en saf dürüstlükle kamucu yönde çalışmakta fanatikti. Bir yanıyla da Türkçüydü. Türkçeyi ilkokulda öğrenmiş Laz bir Türkçü! Adımdan belli zaten. Ülkenin en ilk “Kaan”larından biriyim. Şimdilerde bu isim pek bollaştı. O yüzden benim yazılarımla ilk karşılaşanlar beni gençlerden biri sanıyor. İyi mi kötü mü bilemiyorum.

Değerli Özdemir İnce hocamız geçen yılki bir yazısında AKP yandaşı, Cumhuriyet düşmanı İslamcılardan ve solculardan bahsederken, onları bu çizgiye çeken özgeçmişleri, soy geçmişleridir diyordu. Beni de mi kast ediyordu acaba? Şaka tabii. Özdemir hocanın bu yazıdan sonra bile hakkımda böyle düşüneceğine ihtimal vermem. Tüm karalamalara, aforozlara rağmen AKP’ye karşı en ciddi ve samimi muhalefeti benim gibilerin, küçük bir azınlığın yaptığını düşünüyorum. Muhalefet, medyada - sosyal medyada sürekli iktidara laf yetiştirmek, yalan dolan haber ve yorumlar üstünden Tayyip Erdoğan’a ve AKP’ye küfredip durmak, lafla keskinlik taslarken düzenin ve AKP’nin önlerine sunduğu her şeyi birlikte yemek değildir. Muhalefet, başta AKP var bahanesiyle Batı’nın 5. kolluğunu yürütmek, ülke ve halk düşmanlığı yapmak değildir. Muhalefet, Atatürk’ün partisini HDP’ye teslim etmek, PKK ile birlikte anayasa hazırlamaya kalkmak değildir. vb… Bu iktidarın başta doğa tahribatı olmak üzere verdiği zararlara samimi olan herkesle birlikte direnelim, en zor zamanlarda direndiğimiz gibi direnelim, ama ülke yararına işlerini de görelim ve destekleyelim. Gerçek muhalefet budur, ötekisi 5. kol faaliyetidir. Gerçek muhalefet iktidarın en iyi olduğu alanlarda bile iktidardan iyi olmaktır… Bunlara da… neyse…

OSMANLI’YA NASIL BAKMALI? 

Asıl konuya gelirsek, önemli gördüğüm bir noktaya yaklaşmak istiyorum. Atatürk yaşadığı dönemde o çok zor savaş ve uğraşlarla Cumhuriyeti kurar ve onu oturtmaya çalışırken, elbette Osmanlı’ya (hele son birkaç yılını düşünün) fazlaca yüklenmek zorundaydı. Farklı bir bilinç kurmak mecburiyetindeydi. Fakat artık şimdiki dönemde laiklik ve Cumhuriyetten kopmamak ön koşuluyla Osmanlı’ya kin bilemenin alemi yok. Yukardaki tüm karmaşık ve çelişik gibi gelen örnekleri niye verdim? Soy geçmişimle özgeçmişim arasındaki derin çelişkiler doğaldır ve bunlar yaşamın ve bu Cumhuriyetin çelişkileri ve aynı zamanda birliğidir. Bu bana özgü bir şey değildir. Birçok arkadaş ve dostumda, tanıdıklarımda, özellikle vasatı aşmış, uç insanlarda benzer durumlar söz konusu. Eşimin soy geçmişindeki bazı unsurlarla özgeçmişi arasında da son derece ilginç çelişkiler bulunmakta. 80’lerde aşırı soldan gözaltındayken Nakşibendi akrabaları ne yapıp edip, engelleri aşar gelir, “Sen melek gibisin biliyoruz, Peygamber efendimiz de böyle çilelerle sınandı, sizlere hep duacıyız” derlermiş. Ta karşı uçtaki insanların gönüllerinde ne tuhaflıklar yaşayacağı hiç belli olmuyor. Tüm bu karmaşa ve çelişkiyiz biz. Biz buyuz. Hepsi biziz. Hepsi yeni Türkiye Cumhuriyeti’dir. Abdülhamit’i sevenler ve ondan hoşlanmayanlar, Atatürk’ü sevenler ve onu eleştirenler, Lazı, Çerkezi, Türk’ü, etnik karmaşa içindeki Türkçüsü, Abdülhamitçisi, Atatürkçüsü, Marksisti… Eğer başarabilirsek ki başarmışız… Hepsi Türkiye Cumhuriyeti’dir.

Abdülhamit’in hısım akrabası çıkmakta övünülecek bir taraf var mı sizce? Bence yok… Zaten bu bağ padişahın (gözdeleri hariç) 16 eşinden birine, uzaktan dayanıyorsa… Bu düzen muhakkak değişmeliydi ve değişti.. Ne o öyle garip garip küçük iktidar odakları… “Kadın Efendi” diye bir kavram var mesela… Padişah hanımlarının rütbeleri var. En üst makamdakiler kadın efendiler… Adamcağızın kayınpeder eli öpmekten gönlü bükülmüş.

Ancak öte yandan bize, padişahlık karşıtı kesime hep olumsuz tarafları aktarıldı Abdülhamit’in… Baskıcı, gerici kişiliği, kurduğu hafiye ağı, dikta yönetimi… Çökmekte olan bir devleti ayakta tutmaya çalışmak da kolay değil öte yandan. Hem sizden çok güçlü dış devletlerle, hem o devletlerin içteki işbirlikçileriyle uğraşmak zorundasınız. Aydınların ve bürokrasinin önemli bir kısmı Batı hayranı, milli olanlar da size karşı. Şimdiki duruma hayli benziyor. Abdülhamit’e sempatim yok, ama günah keçisi de yapılmamalı. Biraz makul, biraz nesnel olmalı. Osmanlı’nın çöküşünü, 30 yıl geciktirdiği de söyleniyor, ki doğrudur.             

Hani Türkiye İran olacak, Malezya olacak, Arabistan’a benzeyeceğiz falan diyorlardı! Olmaz! Çok köklü bir Türk Müslümanlığı geleneği var bu ülkede, onun kadar köklü olmasa da laik gelenek var. O yüzden Vahhabiliğe karşı da çok güçlü bir tepki var bu ülkede. Direniş güçlü… İyi ki de güçlü… Olmaz. Ama bu direnişin kökleri Osmanlı’ya dayanıyor. Osmanlının hep en kötü yanlarını işlemeyelim. Osmanlı hiçbir zaman Vahhabi olmadı. Bakın en kötülenen padişahlardan birine: Abdülhamit’e…

Eşlerinin, kızlarının giysilerine bakın, yaşam tarzlarına bakın… Kendi yaşam tarzına bakın. Müzik aletleri çalar, beste yaparmış. Operaya, baleye ilgi duyarmış. Güzel sanatlar fakültesi kurdurmuş, tiyatro yaptırmış. İlk kız okulunu o açmış. Kitaba, matbaacılığa büyük ilgi duyarmış. Sadece kitap yasaklatmamış, fazlasını bastırmış. Kitap ve batı müziği beste koleksiyonu zenginmiş. Kara çarşafı yasaklatmış. Devlet yönetimizde çağın teknik olanaklarının kullanılması için büyük çaba harcamış. Tüm saldırılara karşın devleti ayakta tutmak için çağın bilim ve tekniğine uygun çareler aramış.  

Osmanlı’yı övme yarışına girmeyelim ama sövme yarışına da katılmayalım. Bu bize zarar verir. Gerçekten uzaklaştırır, birliğimizi Batılılar lehine bozar.  Avrupa’da şu an 11 ülkede krallık ve bir de din devleti var.. İngiltere, İspanya, Hollanda, İsveç, Norveç, Danimarka, Belçika başta olmak üzere bu ülke vatandaşları çok büyük bir çoğunlukla monarşilerine toz kondurmuyorlar. Tüm dünyayı kanla katliamla boğan geçmişlerinin tüm günahlarını bizim gibi “din dışı, uygarlık dışı” birkaç güce yıkmaya çalışıyorlar. Hâlâ Haçlı zihniyetinde, hâlâ el kesen, kafa koparan, insan yakan kolonyolist zihniyetteler… İnsan hakları, hürriyet, demokrasi naralarının ardında kanlı zenginlikleriyle aynı işin üstündeler. Biz onlardan çok daha üstün konumdayız insaniyet anlamında. Biz Cumhuriyeti kurduk. Biz kendimiz ve geçmişimizi eleştirebiliyoruz. Ama küfretmek niye?

Osmanlı biziz. Cumhuriyeti kuran kadrolar Osmanlı’nın vatandaşı, Osmanlı’nın aydını, Osmanlı’nın askeri. Onlar uzaydan gelmedi. Yetersizlikleri de büyüklükleri de geçmişin devamı. Küfredersek kendimize küfrederiz. Kendi geçmişimize küfrederiz. Siyaset yapalım, kavga edelim, ama biraz insafla…

Sözü Atatürk’ün 1923’de çiftçilere yaptığı konuşmanın son bölümüyle bağlayalım:  

“Hepiniz çok güzel anlamışsınızdır ki, bizi o amaca varmaktan engelleyen iki kuvvet vardır. Biri dış düşmanlardır. Bunlar bizi bir sömürge yapmak için gelişmemizi istemeyenlerdir. Fakat çiftçi arkadaşlar, saygıdeğer babalar, bizim için bunlardan daha zararlı, daha öldürücü bir sınıf daha vardır: O da  içimizden çıkabilecek olan hainlerdir. Aklı eren, memleketi seven, gerçeği gören kimselerden böyle düşman çıkmaz. İçimizde böyleleri çıkarsa onlar ya aklı ermeyen cahiller, ya memleketi sevmeyen kötüler, ya gerçeği görmeyen körlerdir. Biz cahil dediğimiz zaman mutlaka, mektepte okumamış olanları belirtmiyoruz. Belirttiğim ilim, gerçeği bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumasını bilmeyenlerden de, özellikle sizlerin içinizde görüldüğü gibi gerçeği gören gerçek âlimler çıkar.

Sözlerime son verirken bir daha tekrar dikkatinizi şu noktaya çekiyorum. Paramızı, hayatımızı dış düşmanların sataşmasından kurtarmak, bu memleketin dış düşmanlara esir olmasına izin vermemek ne kadar lâzımsa, aynı zamanda ve onlardan daha fazla bir uyanıklılıkla iç düşmanlara, içerideki zararlı adamlara da dikkatle bekçilik yapmak ve onların her hareketlerini gözden kaçırmamak zorundayız. Biz ancak bu gayretle, bu duyarlılıkla çalışarak başarılı olacağız. Bütün dünya Türkiye’nin saygıdeğer varlığına imrenecek ve milletimize lâyık olduğu ve hak ettiği yüksek yeri ayıracaktır. Böyle bir milletten olduğum için çok mutluyum ve övünüyorum.” Hâkimiyeti Milliye, 25 Mart 1923

Kaan Arslanoğlu

FOTOĞRAFLAR:

Haber fotoğrafı: Tasvire hanımın anneme verdiği fotoğraf. Sol başta yüzünü fotoğraf cinlerinin yediği hanım Tasvire hanım. Onun yanındaki kızları Banu. Ali Şükrü Şavlı bey ve onun yanında sağ baştaki Ali Şükrü beyin yeğeni.

Altta 1. Foto: Oturan hanım Behice hanım. Yanındaki çocuk Şehzade Nurettin olmalı. Ayakta ortada dikilen Dame de Sion nişanı ve kuşağı taşıyan Tasvire hanım.

Altta 2. Foto: Oturan Behice hanım, ayakta Tasvire hanım.

Altta 3. Foto: Sadullah dayı, Nimet teyze, çocukları Ersan ve Çetin abi.


  • fahri kumbul

    fahri kumbul 01.01.2021

    …*Bizce, hiç Atatürkçü olmayanlardan yani nötr değil de hasım olanlardan, Çakma Atatürkçüler yeğdir. Değerli Özdemir İnce hocamızın Cumhuriyet düşmanı İslamcılardan ve solcularını çizgiye çeken güdünün özgeçmişleri ve soy geçmişleridir görüşüne katılıyorum. Muhalefetin yöntem yanlışı içinde olduğu açık, bunu beğenmiyoruz, ama yalan dolan ve küfürde; bazen doğu bazen batı, yel ne yönden eserse o yönün 5. kolluğunu yürütmekte, ülke ve halk düşmanlığında iktidardan geride kalırlar. Bir zamanlar az kalsın partiyi değil de ülkeyi HDP’ye teslim ediyorlardı. Bu iktidarın tahrip etmediği kurum ve değer kalmadı. Yalnızca iktidarda kalması için kendi yararına düşündüğü adımlar, bazen rastlantıyla ülke yararına da denk düştüğü olmaktadır. Türkiye’de -kendimizi de içine katıyorum- hiç “gerçek muhalefet” yapılmamaktadır, yapılmasına izin de verilmemektedir. SAYGILAR, dil sürçmesi ettiysek affola...

  • fahri kumbul

    fahri kumbul 01.01.2021

    ..devam. Hiçbirisinde, bizdeki gibi bir devrimle yeni bir düzen kurulmamıştır. Kral ve aileleri ülkeden kaçmamıştır. Ülkenin kurtarıcısı hakkında idam fermanı yazmamışlardır, fetva yayımlamamıştır. *Bizce, hiç Atatürkçü olmayanlardan yani nötr değil de hasım olanlardan, Çakma Atatürkçüler yeğdir. Değerli Özdemir İnce hocamızın Cumhuriyet düşmanı İslamcılardan ve solcularını çizgiye çeken güdünün özgeçmişleri ve soy geçmişleridir görüşüne katılıyorum. Muhalefetin yöntem yanlışı içinde olduğu açık, bunu beğenmiyoruz, ama yalan dolan ve küfürde; bazen doğu bazen batı, yel ne yönden eserse o yönün 5. kolluğunu yürütmekte, ülke ve halk düşmanlığında iktidardan geride kalırlar. Bir zamanlar az kalsın partiyi değil de ülkeyi HDP’ye teslim ediyorlardı. Bu iktidarın tahrip etmediği kurum ve değer kalmadı. Yalnızca iktidarda kalması için kendi yararına düşündüğü adımlar, bazen rastlantıyla ülke yararına da denk düştüğü olmaktadır. ..devamı var...

  • 01.01.2021

    Öncelikle İyi Yıllar. Osmanlının hangi mirasına sahip çıkmamız gerektiğini gerçekten bilmiyorum. Barışması gereken Cumhuriyet değil Osmanlı ve Osmanlıcı olması gerekmez mi? Atatürk Osmanlı’ya az bile yüklenmiştir, aksi halde devrimi başarısız olurdu. Osmanlıya değil hiçbir şeye kin beslemeye gerek yok. Geçmişe değil geleceğe odaklanılmalı. Laiklik ve Cumhuriyetten kopmadan Osmanlıcı olunmaz. Osmanlıcılar bunu tam başaramadığı için tam Osmanlıcı olamıyorlar. İran, Malezya olmadıysak sizin de dediğiniz gibi köklü bir Türk Müslümanlığı geleneği ve laikliğin kökleşmesi sayesindedir; bu, Osmanlıcıların böyle bir niyetlilerinin olmadığı anlamına gelmez. Padişah çocukları, çok sayıda ve farklı dallarda uzmanlaşmış özel eğitimciler tarafından eğitiliyordu; aklını yitirenler dışında yetenek ve zekâ açısından vasat bile olsalar, ortalama bir insanın üstüne çıkmaları doğal sonuçtur. Modernleşme cumhuriyetten onlarca yıl önceden başlamıştı. Avrupa’da krallık ve din devleti semboliktir. devamı var

Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.