Ceset tarlasında gelincik görmek

Ceset tarlasında gelincik görmek

Ceset tarlasında gelincik görmek            

G. Orwell’ın soğuk savaş yıllarında sosyalizme karşı kapitalist blok tarafından çok kullanılan,  meşhur 1984 romanında çift düşünce (double think) kavramının yanında bir de “çift dil” vardır (1).

Kitapta, sürekli bir savaşın olduğu yerde “Barış Bakanlığı” vardır.

 İşkence yapılan yerin adı “Sevgi Bakanlığı”dır.

Bütün haberleri sansürleyen, gazeteleri ve bilgi akışını geriye dönük olarak sürekli değiştiren kurumun adı “Doğruluk Bakanlığı”dır.

Kısıtlı kaynakları yöneten kurumun adı ise “Bolluk Bakanlığı”dır.

Burada dil, var olanı temsil etmemekte, tersine var olanı gizlemek için kullanılmaktadır. Dilin, nesnel gerçekliğe yaklaştırıcı bir işlevi yoktur,  nesnel gerçekliği örtücü bir işlevi vardır artık… Bu kavramlaştırmanın, günümüzün dünyasını anlamayı kolaylaştıracağını düşünüyorum.

*

12 eylülün “çift dil”ini hatırlayalım.

On binlerce insanın hapislerde işkence görmesine “huzur ve istikrar” deniyordu. 

Grevlerin yasaklanıp, işçi haklarının açık açık gasp edilmesine “çalışma barışı” deniyordu.

Bir tüketim maddesine yapılan zamma, “fiyat düzenlemesi” denmekteydi.

*

“Gerçekliği politik ihtiyaçlarına göre yeniden düzenleyen” işte bu dil, egemenlerin dilidir. Bu dil, bir otelin yakılıp 2’si gösterici toplam 37 kişinin ölümüne neden olan bir katliamı, “Sivas olayları”  ya da “Madımak yangını”  olarak anar. Bütün o yaşananları bilmeyen de sanki piknik tüpünden çıkan talihsiz bir yangın zanneder.

Afganistan’da bir bomba patlar ve “en az” 150 kişi katledilir, haberin başlığı “Afganistan’da gerginlik”tir.

Yüz binlerce insanın öldürülüp yakıldığı Auschwitz toplama kampının girişinde “Çalışmak özgürleştirir” yazıyordu.

Yüz binlerce insanın öldürülüp milyonlarca insanın evinden edildiği Irak’a ABD “demokrasi” götürmekteydi.

*

Egemen ideoloji, hakimiyeti altındaki insanların nesnel gerçekliği olduğu gibi görmesini istemez, çünkü bu kendi iktidarına yönelik büyük bir tehdittir. Bu nedenle böyle örtücü bir dil kullanır. Ezilenlerin ise gerçeğin ortaya çıkması için bu örtücü dili kırması ve gerçeği açığa çıkarmaya çalışması beklenir. Çünkü örtüyü kaldırıp gerçeğin ortaya çıkması en çok alttakilere yarar.

*

Aşağıdaki alıntılar daha önceki bir yazımın da konusuydu.

“Bu arada, depolitize olmak durumunda kalan edebiyat da kendini dile getirmek için siyasal angajmanın dışında yeni alanlar aramaya başlar. Türkiye’ye onarılmaz zararlar verdiğini düşündüğümüz 12 Eylül yönetiminin, Türk edebiyatına farkında olmadan yaptığı bir iyiliktir bu (2).

Prof. Dr Yıldız Ecevit, 2000’li yılların yeni romancısını şöyle tanımlamaktadır:

“Yeni romancı yıllarca yaşadığı sanatsal esaretin zincirini kırmış, zembereğinden boşanmış bir yay gibi coşkuyla özgürlüğü yaşıyor. Geleneksel estetiğin dogmatizmi, bu güçlü coşku karşısında silahsız kalmıştır” (3).

 

Bu alıntıların üzerine ne kadar yazılsa azdır.

Hayatın her alanında toplumu geriye götüren, siyasal ve sosyal hakları tartışmasız gasp eden, on binlerce insana işkence yapıp yüz binlerce insanı haksız yere cezalandıran bir olay, kültür alanında nasıl bir iyiliğe vesile olabilir? Bütün bir toplumu ortaçağ karanlığına boğan 12 Eylül, Türk Edebiyatı’na nasıl bir iyilikte bulunmuş olabilir?

Yıldız Ecevit, kitabında bu sorunun yanıtını kendi bakışı doğrultusunda vermiştir.

*

Aslında yanıt basittir: Y.Ecevit’in “iyilik” dediği şeye biz kötülük diyoruz.

Çift dil burada da geçerlidir.

Bizlerin “piyasa diktatörlüğü” dediğine Y.Ecevit “sınırsız özgürleşme” demektedir.

Bizlerin “vasat edebiyatı” olarak tanımladığı şeyi Y.Ecevit “sanatsal” olarak adlandırmaktadır.

Bizlerin “sermaye ideolojisi” dediğini Y.Ecevit “ideolojik olmaktan çıktı” diyerek kutsamaktadır.

Y. Ecevit’in “ideolojik değil” dediğine biz “ideolojinin daniskası” diyoruz.

Siz, bir şeye “bu ideolojik değildir” dediğiniz için o şey ideolojik olmaktan çıkmıyor.

Y. Ecevit’in sözünü ettiği “iyilik”, sanatı aydınlanma ve emeğin etkileşiminden kurtarıp piyasanın mutlak hizmetine sunan bir yıkım sürecidir. Onun selamladığı şeylere bizler yıkım diyoruz.

Örnekleri çoğaltabiliriz. Bu, iki ayrı dil, iki ayrı algılama, iki ayrı anlama halidir.  Çünkü aynı zamanda iki ayrı bakış, iki karşıt dünya görüşüdür.

Neye baktığınız değil nereden baktığınız önemlidir. Senin “diktatörlük” gördüğün yerde birileri “huzur” görür. Senin ceset gördüğün yerde birileri gelincik tarlası görür.

Neredeyse bir kuraldır bu: Bireylerin ve toplumların nesnel gerçeklikle olan bağını koparmak isteyen her ideolojinin dile yaptığı şey budur.

Çünkü en iyi onlar bilir; dilini konuştuğun ideolojilerin düşüncelerini düşünürsün.

Kimin kavramlarını kullanırsan, onun sonuçlarına ulaşırsın.

Taylan Kara

taylankara111@mail.com

 

Kaynaklar:

1.George Orwell, 1984, Can Yayınları, 2016, İstanbul

2. Yıldız Ecevit, Kurmaca Bir Dünyadan, İletişim Yayınları, 2013, İstanbul.

3. http://www.insanokur.org/yaratma-coskusuna-taniklik-etmek-prof-dr-yildiz-ecevit/

Yazı, 01/01/2010 tarihli Radikal Gazetesi Kitap Eki’nde yayınlanmıştır.

 

Not: Solportalden alınmıştır.


  • Buşra Aytaç

    Buşra Aytaç 04.02.2017

    José Mujica da "Düşündüğün gibi yaşamazsan, yaşadığın gibi düşünürsün." diyor.

  • Bahadır Özdemir

    Bahadır Özdemir 30.01.2017

    Maalesef aya cım, 14 Ocakta yoktum. Daha önceden planlı olarak o tarihte İstanbul'da olmamam gerekiyordu. Bu nedenle toplantıya katılacam diye bildirmedim. Ama mücbir bi takım nedenlerle İstanbul'da kaldım ve 14 Ocak günü bedenim İstanbul'da, bilincim başka yerde olduğundan zaten katılamayacağımı düşündüğüm toplantı saat 17 gibi aklıma geldi. "Tüh be!" anlamına gelen bir takım sözler sarf ettikten sonra bu fırsatı kaçırdığım için bayağı üzüldüm. Yoksa katılsaydım mutlaka ilk önce seni bulurdum. (B.Ö.)

  • arif yavuz aksoy

    arif yavuz aksoy 30.01.2017

    Hoşgeldin BÖ'cüm. Bak ben anmasam hiç ses vermiyosun. Bi de senin kerametin nedir? Ben de mealen senin dediklerini söylüyorum. Bana maçist pislik diyolar. Niye? NEDEN? a.y.a. NEDENleri düşünsss

  • Bahadır Özdemir

    Bahadır Özdemir 30.01.2017

    Taylan Kara yine çok güzel bir konuya değinmiş kutluyorum. Yıldız Ecevit'in Prof. Dr. düzeyinde tanıklık ettiği "yaratma coşkusu" yalnızca romanla sınırlı değil kuşkusuz. Aynı zamanda televizyon dizileri, yarışma programları, evlilik programları, tartışma programları gibi konularda da sonsuz bir yaratma coşkusuna her düzeyde biz de tanık oluyoruz. Sonuçta hepsi de beyin korteksini yani insanın düşünme yetisini törpüleyen ve dumura uğratan cinsten. Ayrıca Yıldız Ecevit'in kullandığı "geleneksel" teriminin ne anlama geldiğini de tefsir edelim. Yani "Sen kardeşim yazdığın şeylerde insanların kocalarını ya da karılarını aldatmalarına yönelik, homoseksüel olmalarına yönelik, kaderci olmalarına yönelik ya da büyülere, cinlere, ruhlara, yıldızlara, karanlık güçlere vb, inanmalarına yönelik övücü ve özendirici şeyler yazıyor musun yazmıyor musun? Yazmıyorsan hemşerim o zaman sen gelenekselsin." demek istiyor. (B.Ö.)

Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.