Edebiyat
KUSURSUZ KABIZLIK: BİR ZÜLFÜ KOÇAKLAMASI

Merabayın! Yine birlikteyiz. Ve yine maalesef piton gibi bi yazı olacak. Hatta bi bitirme tezi (Zülfü’yü değil, okulu) uzunluğunda adeta. Allah hepinize kolaylık versin. Elimden geldiğince eğlenceli yapmaya çalıştım. Dilerim ki erkenden bıcımazsınız. Ya nasip!
DİKKAT!
YASAL UYARI
Birazdan okuyacağınız metin a.y.a. veya Konan Simeryan olarak da bilinen, gerçek adı Arif Yavuz Aksoy olan kişi tarafından yazılmış olup, Zülfü Livaneli olarak da bilinen, Ömer Zülfü Livanelioğlu adındaki kişinin Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Ticaret Anonim Şirketi’ne yayın haklarını devrettiği ve Ocak 2017’de ilk baskısı yapılan HUZURSUZLUK adlı eserine yönelik kapsamlıca bir eleştiriyi içermektedir.
Eleştiri türündeki çalışmalarda azami nesnel duruşun zorunlu olması nedeniyle sinopsis geçilecek ve yer yer ciddi spoilerlar verilecektir. Bu muhteşem eseri okumayı ve müthiş haz almayı planlayan kişilerin ve Livaneli’yi Sevenler, Yardım, Yaşatma ve Cami Yaptırma Derneği üyelerinin ekonomiye katkıda (15 TL) bulunduktan sonra bu metne bakmaları şiddetle tavsiye olunur. Tekstin içinde size kollateral saçmalama gibi gelen veya ilk bakışta anlamlandıramadığınız kısımların tipik a.y.a. coşumlamaları olduğunu ve konuyla aslında göbekten bağlı bulunduğunu ayrıca hatırlatırız. Lütfen alıcılarınızın ayarı ile oynamayınız.
Geometrik düzenin kurucusunun adıyla... Başlıyoruz! Sistematik bi yaklaşım sergilemeye çalışacağım. Söz!
BİR : KÜNYE ve ŞEKİL
Evet. Bugün inceleyeceğimiz kitap Zülfü Livaneli’nin adıyla Doğan Kitap’tan Ocak 2017’de çıkmış olan HUZURSUZLUK.
Birinci baskı - Üzerinde “150.000 adet” yazıyo.
Fiyatı 15 TL.
Kapak resmini Ufaks’a havale ediyorum.
Arka kapakta janti bi Zülfü resmi var. Tam Ayşe Arman’lık poz.
Arka kapaktaki tanıtım yazısının üzerine konuşmaya değmez.
Toplam sayfa sayısı 160.
Ana metin 138 sayfa (boşluklar ve çeptır araları dahil).
Son 6 sayfanın 5’i reklam (yine Zülfü’nün kitapları).
Girişte Fernando Pessoa ve Muhyiddin Arabi’den alıntılar var. Niye var? Ben anlamadım.
Yazar(lar?) ana metni 2 bölüme ayırmış: Hüseyin’e yolculuk (112 sayfa) ve Meleknaz’a yolculuk (24 sayfa).
İlk bölüm 20 çeptır. İkinci bölüm yekpare.
Hülasa, palto cebine rahat sığabilen, kasarsanız 2 saatte bitirebileceğiniz bi eserle karşı karşıyayız. Adeta otobüs terminali büfesi için hususi dizayn edilmiş!
İKİ : KARAKTERLER ve SİNOPSİS
Lütfen çok dikkatli okuyun. Bazı ayrıntılar ileride gömçürürken çok lazım olacak
Sıralamayı ben kafama göre şeaptım. Siz çok şeyetmeyin.
İbrahim : Gaz-teci. Mardinli. Mardin’i 30 yıl önce terk etmiş. Aslında terk etmemiş. Hacı babası ve başörtülü annesi 30 yıl evvel onu İstanbul’daki yatılı bir yabancı okula göndermiş. Şimdi büyük bi gaz-te’nin önemlice bi çalışanı. Arada televizyonlara falan da çıkıyo.
Kitabı tam 3 kez (ve a.y.a. sensörlerimle) okuduktan sonra kanaatim şudur ki bu İbo hem pedofil, hem fetişist, hem mazohist, hem de vicdan mastürbatörü (duyar kasaturası da denilebilir)!
Hüseyin : İbo’nun çocukluk arkadaşı. Mardinli. Normalde Mardin’de mukimmiş. İbo’yla 30 yıldır görüşmemişler. Ama ne hikmetse bu Hüseyin Amariha’da öldürüldüğünde (26 eylül 2016’da öldürülmüş ve anlaşılan Ekim başında cenazesi Türkiye’ye getirilmiş) “daha” 32 yaşındaymış. Bu durumda Hüseyin ile İbo zigotkenden beri arkadaş olmalılar. Belki de aynı portakal ağacında tanışmışlardır.
Neyse. Sonuçta Hüseyin ölü. Maktul. Öldürülmüş yani. İbo, Hüseyin’in haberini yazı işleri toplantısında görünce Mardin’e gidiyo. Yine kanaatim o ki, Hüseyin de sağlam ayakkabı değil. Bu da bence pedofil. Allahı var, fetişist olduğunu düşündürecek bi emare ben göremedim. Ama kendisi esas vicdan mastürbatörü (duyar kasaturası) rolünü İbo’dan kesin çalar.
Meleknaz : Şeytan kız, Şeytan, (Y)ezidi falan olan bi kişilik. Maruldan korkuyo. Laciverti ya da koyu maviyi sevmiyo. Suriye Arap Cumhuriyeti vatandaşı olduğu yönünde iddialar var. Ama mantıken Irak kökenli olmalı. Orası biraz karışık.
IŞİD bunların köyünü bu daha 15’ine girdiğinde basmış ve bunu (ve daha başkalarını) kaçırmış. Tecavüz mağduresi. IŞİD’liler tecavüz etmiş tabisi de (sıra sıra). Tesadüfün kareası sayılacak bir dizi olay neticesinde IŞİD’den kaçabiliyo. Şengal Dağı’nı (Arapçası Sincar) yayan geçerken doğum yapıyo (tecavüzler nedeniyle hamile kalmış).
Üçüncü günde bebeğin kör olduğunu anlıyolar. Bebeğin gözüne beyaz perde (bulut da geçiyo) inmiş. Hüseyin bunu ve bebeği kampta görüyo. Bence pedofil ve ağır derecede vicdan mastürbatörü olduğu için bu kıza tutuluyo. Sonra bunu kamptan allem edip, kullem edip çıkartıyo. Nişanlanıyolar. Ama işte olaylar, olaylar… Sonra anlatıcam. Benim hesabıma ve (ki hesabım kuvvetlidir) olayların akışına göre, kız bugün bile 18’ini doldurmuş olamaz.
Zilan : Meleknaz’ın kankası. Aynı zamanda dağdan geçerken ona ebelik yapan kişi. Tabisi de (Y)ezidi.
Bu da çok çekmiş IŞİD’den. Hala mülteci kampında konaklamakta. Aslında hikayenin önemli bi kısmını bunun ağzından dinliyoruz.
Büyük Nergis : Zilan’ın (benim hesabıma göre) 9 yaşında ya var ya yokken Şengal dağında kendini yüksekten atan ve oracıkta can veren kızkardeşi. 8 yaşındayken kaçırılmış. IŞİD’liler tarafından yine tecavüze uğramış ve köle pazarında falan satılmış bi yavrucak. “Ben bir insandım” diye (yersen) müthiş filozofik bi son söz söylüyo ki bu son sözü Hüseyin de tekrarlıyo. Nasılını Zülfü’ye sormak lazım. Yok yok. Şaka! Ben açıklayacağım imkansızlığını.
Küçük Nergis : Meleknaz’ın gözlerine üçüncü günde perde inen bebeğine de Nergis diye ad koyuyolar. İlk Nergis ölünce… Bunla ilgili yorumlarımı pediatrik metabolizma ve genetik uzmanlarıyla daha ileride paylaşıcam.
Adviye Hanım: Hüseyin’in annesi. Şeytandan, yani (Y)ezidi kızdan çok korkuyo. Ama gerekirse kiliseye gidip dua etmekle ilgili pek bi sıkıntısı yok. Evi marulla donatmış. Boyna beddua falan ediyo. Örnekleri çevrenizde mebzul. Bence kendisi, kategorize edemediğim bu kitabın nadir “gerçek” karakterlerinden biri.
Aysel : Bataklı damın, pardon Adviye Hanım’ın kızı. İbo’nun yazar(lar?)ın hesabına göre 2 yaşındayken terk etmiş olması gereken Mardin’de Hüseyin’in kızkardeşi olarak oturmakta. Demek ki İbo kendisi 2 yaşındayken ve Aysel de hadi taş çatlasa 1 yaşındayken (ki bu hesap da mümkün değil – nedenini sonra anlatırım) Aysel’in “o karamuk badem gözlerine bakmaya doyamaz”mış. Alıntı aynen kitaptan yapılmıştır. Bakmayın bana öyle ters ters!
Safiye : Pedofil ve vicdan mastürbatörü (duyar kasaturası) Hüseyin’in eski nişanlısı. Bu da biraz yarım akıllı gibi geldi bana. Ölmüşün ardından söyledikleri… Ne biliym işte.
Mehmet : Hem İbo’nun, hem Hüso’nun çocukluk arkadaşı. Bu durumda o da 32 yaşında olmalı. Ama konuşurken sanarsın ki en az 45-50 var.
Fuat Amca : Memo’nun babası. Anlatıma göre 32 yaşında olması beklenen ve fakat konuşurken 45-50 var diyeceğiniz Memo’nun yine anlatıma göre 80 yaşındaki babası. İmkansız mı? Değil. Ama kurguda hata yaratabilir. Profili az daha okumuş bi adam modeline uygun. Kötü bi etimolog olduğuna şüphem yok. İleride onu da açıklayacağız biiznillah!
Aslı : İbo’nun eski karısı. Boşandıkları gün, mahkeme çıkışı içmişler ve hayatlarının (tabii İbo standartlarına göre konuşuyoruz) en deli, en şehvetli sevişme eylemini gerçekleştirmişler. Gerçekte görebileceğiniz karakterlerden biri daha. Aslı’nın şehirli, okumuş kadın halleri sonra İbo’yu tiSkindiriyo. Dediğim gibi, İbo’da var bi fetişistlik.
Angelina Jolie: Bildiğiniz Angelina Jolie. Brad’in eski karısı. Billy Bob’un daha eski karısı. Jon Voight’un kızı. Çeşitli renk ve ebatta evlatlığı bulunan, memelerini aldırması bu kitapta da konu edilen amarihalı baĞyan oyuncu, birleşmiş milletler iyi niyet elçisi. Kendisi için mülteci kamplarına “daimi ziyaretçi kartı” çıkartılmış.
Angel-i Naa ile Melek Na-az benzeşmesini kasten kullanmamışlarsa Cümle Alem Ltd. Şti. tahsilatı benden Taksim Meydanı’nda yapabilir. Aha da buraya yazıyorum.
Gabriel : Süryani Rahibi. İçinde Mardin geçen herhangi bi yazılı, çizili, çekili zamazingoda olmazsa olmaz figürlerden biri. Niye var? Var işte. Çok kurcalamamak lazım böyle şeyleri. Vardır Zülfü’nün bi bildiği. İsveç’te de çok Süryani var derler hani. Ben de diyenlerin yalancısıyım (diyenler: Avrupa Birliği resmi kayıtları).
Şeyh Seyda : (Y)ezidilerin mülteci kampındaki şeyhi. Ağaç dalına benzemiş eli öpülüp Şark terbiyesiyle alna konulası kişi (bu ifadeler kitaptan).
Şems : Bildiğiniz Şems değil. Şeyh Seyda’nın oğlu. Ha tabii ki bildiğiniz Şems’e gönderme yapılıyo burada. Biz de malız. Görmüyoruz. Ha guzuma!
Salim : Hüso’nun abisi. Cenazeyi o getirmiş Amariha’dan. Pizzacı.
Sonra kimler vardııı? Hah! Hatırladım.
Foto Hakan, Salim’in amarihalı karısı Margaret, Muharrem mi ne (Salim’le Hüso’nun ortancası – çiçek olan değil; kardeş olan), sağlık köşesi hazırlayan Nihal, Sevgi Evi denilen bi yerde çalışan kamu görevlileri, Aksaray’daki Akın Pastanesi’nin garsonu, adama sokacakları bıçağı domuz kanına bulama fantazisine sahip Amarihalı Naziler, yazı işleri müdürü, “where r u” yazan genç flört ( e baboli, sen zaten 32 yaşındaysan genç flörtün kaç yaşında oliy?), bol bol IŞİD’li, IŞİD postuna bürünmüş bi kurtarıcı (Y)ezidi…
Ve tabiiii… Ta ta ta taaam!
“… Üç kişilerdi, omuzlarında tüfekler vardı, bize doğru yaklaştıkça üçünün de kız olduğunu fark ettik. Esmer, sırım gibi kızlardı, taş çatlasın 17-18 yaşındalardı. Kim olduğumuzu sordular, Ezidi olduğumuzu öğrenince bize yardım ettiler, su verdiler, ekmek verdiler. Size bu zulmü yapanları öldürmeye gidiyoruz, dediler…” (108. sayfadan aynen alıntıdır. Noktalama sıçışı bana ait değil).
İyi ama kim bunlar? Kim bunlar, kim bunlar? Diye şarkısı vardı. Hatırladınız mı o komedi programını? 89-90 mıydı? Peker Açıkalın daha çok gençti. Nilüfer Açıkalın da… TRT zamanları işte.
Neyse. SSSS oldu yine. Ama soralım yine. Kim bunlar?
BİNGO!
Tabisi de Laik, Kürt, Kahraman, Kadın Gerillalar! Heyooo! Yaşasın büyük kurtarıcılar!
Bişey demiyorum. Siz anlıyosunuz. Mucuks.
Evet. Bi de tabii adları anılmadan ritüelin tamamlanması mümkün olmayan eşhas var. Sayıyoruz: Brad Pitt (vallaha var), Mevlana, Hafız, Firdevsi, Sadi, İmrul Kays, Hz. Ali ve tabiiii… Nazım! Gambersiz düğün, “Nâzım”sız solcumsu kitabı olmaz.
Ha bu arada, babayzın oğlu olmayan şu adamcağıza bi zahmet “Nâzım” demeseniz?! Yahu, bu dili biraz ben de biliyorum. Ve şuna eminim ki, bizde bi insana o şekilde hitap etmek samimiyet içermez; bilakis, küçültücü mana taşır. Misal, ben Zülfü’ye Zülfü deyince Zülfü alınır. Alınmaz mı? Tamam. Soyadını söylemeyin yine. Ama bari Nazım Hikmet deyin la! Hasbinallah!
Yes. Nerde kalmıştık? Sinopsis!
Aslında yukarıdaki karakter dökümünden de anlaMAyacağınız üzere, öyle çok da matah bi hikaye yok. Safa Önal senaryoları bile bence daha yaratıcı çok zaman.
Neyse ne. Yine de sizlerin güzel hatrı için özetin de özetini geçiyore.
Şimdi bu Hüseyin sağlıkçı. Pek bi baltaya sap olamamış. Galiba KPSS’de anası buna hep Mardin ve Kızıltepe civarındaki Sağlık Memuru kadrolarını işaretlettiriyo. Bu kerizimin de puanı yetmiyo tabii. Özel hastaneler de zaten böyle kabiliyetsiz, damar yolunu 1 saatte açamayan, evde kalmış (Mardinlisin. 32 yaşındasın. Ve evlenmemişsin. OHHA ve hatta BÜRSST) adama iş vermezler. Sanırım abilerinin Amariha’dan gönderdiği paralarla, anası ve bacısı ile birlikte, dededen / babadan kalma evde dravdan geçiniyo Hüseyin’im.
Tabii bu beleşe geçinen insanların önemli kısmında gördüğümüz Duyarzinyo bünyesi bunda da gelişmiş. Boş dururken hem artizlik olsun, hem vicdan mastürbasyonu olsun diye mülteci kamplarına takılıyo.
Orlarda ha bu Meleknaz’ı ve bebesini görüyo. Meleknaz hem reşit değil, hem bebesi var, hem (Y)ezidi, hem bebe kör… Yani aranan tüm kriterlere uygun.
Hüseyin, anladığım kadarıyla safi olarak Safiye’nin cilvesizliğinden değil de, kendi garip takıntıları nedeniyle gidip bi de bu kıza (Bkz: Meleknaz) aşık olduğunu zannediyo. Yine tabii dötüne rahat batan asalak oğlanın aileyle tırışkadan sürtüşme tripleri… Yok o kız öyle alınmaz, böyle alınır felan…
Ama neticede bunun anası da ortalama bi ana işte. Alavere, dalavere, kızı paket ediyo Adviye Diyze.
Bu esnada IŞİD de “(Y)ezidi kız mı alınır lo?” modunda. Olayı duymuşlar. Millete gözdağı vercekler. Hırs etmişler.
Bu Mal Hüseyin anasının lafına gidiyo gibi görünse de aslında Meleknaz’ı İstanbul’a, asker arkadaşının evine gönderiyo. Kendisi de bi yolluk yapıp önce İstanbul’a, sonra da Amariha’ya kapağı atmanın derdinde. Anasından gına gelmiş çocuğa! O derece yani.
Sonracıma, bu Angut Hüseyin bi üç beş sakal daha yapiym diye oyalanırken buna en çömez IŞİD’çiyi atış talimi yapsın diye gönderiyolar. Nerden mi anladım? Yahu, IŞİD kesinlikle öldürmek istediği adamın eşek cennetine naklini sağlamak için 1 metre mesafeden 1 carcör (şarjör’ün normal söylenişi) mermi boşaltıp adamı sadece sağ omzundan ve sağ kolundan hafif yaralayacak dingili gönderir mi?
İşte, efendime söyliym. Sonra bu biraz hastanede yatıyo. Abileri de kızıyo, üzülüyo. Buna hemen, dakkasında bi amarihan vizesi ayarlıyolar (Zaten Amariha hep bu model Hüseyin’ler gelsin diye bağrını açmış, beklemekte). Hüseyin yallah Amariha’ya…
Bu şapşik daha Caksonvil’de 2 ay bile geçirmemişken white supremacist 2 uşak dükkan çıkışı bunu şişliyolar. Niye? Çünkü Zülfü öyle istemiş. Bana değil, Zülfü’ye sorun.
Hülasa Hüseyin ta Amariha’larda cızlamı çekince ve tabisi de Trump denilen “kahrolası antidemokrat ve İslamofob” o esnada seçimlerde başkan adayı olduğundan dolayı, bu haber gündeme geliyo.
Mal Hüseyin’in en az kendi kadar mal ve ayrıca ağır fetişist, kronik loser, çocukluk arkadaşı İbo işte bu habere tesadüf ediyo. “Yav epeydir de Mardin’e gitmedim; hem gaz-te harcırah da verir; biletler de onlardan; bibimin mezarına da bakarım gitmişken” falan diye içinden geçirip yola düşüyo.
İbo kendini alkolik sanan cibiliyetsizlerden. Mardin’de biraz takıliym hesabında. Harcırah galiba iyi. Bu da boşanmış. Herhalde kız (Bkz: Aslı) bunun üstünden hiç atamadığı o köylülük hallerine uyuz oldu. Ayrıca İbo’mun başka “ufak” sorunları da olmuş olabilir. O yüzden hem fetişist, hem mazohist, hem pedofil… La İbo, n’ettin? Bu nası kombin oolüm?
Sanırım İboş’umun Hüso’nun hikayesindeki (Y)ezidi kız figürü bi an gözünü parlatıyo (Bkz: engereğin gözündeki kamaşma - Kıs kıs kısss). O da “Lan şimdi bu kız needer? Nerlerdedir? Ben ha bunu bulsam ya la!” diye içinden geçiriyo anniicaanız. Tabii ki “son derece kutsal” bi amaçla ve dahi aşkla… Yersen. Forza İboşum! (Ha bu göndermeyi anlayan koçyiğitlere Angara’da 1 gece pavyon sefası benden! Yeminlen!)
Eee? Şimdi ne mi oldu? E bitti.
“Bu kadar mı yani?” diye soruyosunuz şimdi. Vallaha bu kadar.
Hatta bi daha ve en kısa özeti geçeyim.
Adam (buna ne kadar “adam” denirse), ölen arkadaşının vaktinde hallendiği tecavüz mağduresi mülteci çocuğa kendisi halleniyo.
Olay budur!
İndirgemenin dibindesiniz. Lütfen valvi kaldırın ve yukarı çıkın.
Heeeh! Aha şimdi kopsun kıyamet!
Vikleyecekler tabii. Ama ben hiç desteksiz sallamıyorum. Kendiniz gibi bilmeyin herkesi.
Maddi kanıtlarla karşınızda oluciğz. Ve o zaman şeytanın gerçekten de ayrıntıda saklı olduğunu hepiniz iyice idrak edeceksiniz. Bakalım, bu kabız hikayeden kimler, hangi amaçlarla ve hangi yöntemlerle bi “başyapıt” kakalama sevdasında olabilir. Sonunda hepimiz görüciğz! Durmak yok, parça pinçik etmeye devam!
ÜÇ : DİL KULLANIMI İLE İLGİLİ TEKNİK YETERSİZLİKLER ve ESTETİK SIRITIŞLAR
Ana metin 17. sayfada başlıyo. Buradan itibaren gödüğüm dil yanlışlarını sıraladım.
-
Sayfa 18’deki ilk paragraf tam 16 satır. Peki bu 16 satırda kaç tane kızıl geçebilir sizce? Ben saydım. 7 (yazıyla – yedi)! Şimdi birisi çıkıp da “E a.y.a. dingili, büyük yazar zaten Kızıl Yele Karışan koymuş ilk bölümün adını; tabii ki kızıl çok geçecek” derse ben de o çok bilmiş birisine cevabı şakkadanak yapıştırırım. La koçum, aynı kelimeyi bu kadar çok tekrarlamak okuyucu ya da dinleyici tayfasında normal olarak bi rahatsızlık yaratır. Bu en hafif tabir ile acemiliktir. Estetik körlük demediğime şükredin.
-
Sayfa 19’daki ilk paragrafın 3. satırında “Ben bir insandım” diye bi ifade var. Ve evet, aynen böyle; tırnak içinde. Kitabı alıp da okursanız, Türk dilinde temel yazılı ifade şekilleri açısından hiç de kabul görmeyecek bi tırnaksızlık sizin de dikkatinizi çekecektir. Ama bu örneği bilhassa baştan veriyorum. Çünkü yine bu örnek, acemi bi yazarın daha sonrasında kullanmadığı tırnakları adamın gözüne geçirecek kadar feci! Parmaksız Zeki’nin rakibi Tırnaksız Zülfü olsun mu?
-
Sayfa 21’deki dehşetli cümleye bakalım. “Kendimi, elinde sopa tutan, bir taşın üstüne dengesiz bir biçimde yerleştirilmiş küçük değnek parçasının boşta kalan kısmına o sopayla vurarak havaya fırlamasını sağladığımız, sonra havada takla atan bu küçük değneği, yine sopayla uzaklara fırlattığımız – benim daha sonraları yoksulların beyzbolu olarak nitelendireceğim – çelik çomak oyunu oynarken hayal ettim ve adeta sopanın ucunu elimde hissetmem, bende bir geri dönüşe yol açtı; bu da beni şaşırttı.” --- Aynen yazdım. Nokta, virgül değiştirmeden. As-aynen! Tek bi cümle. Ne anladınız? Hiç. Aslında bunu çeviri gibi okursanız bişeyler sezilebiliyo. Fakat işte o kadar. Muhterem Livanelioğlu, bu cümleyi, o da çok zorlayarak, İngilizce’de yazmak mümkündür. Ama Türkçe, yapısı gereği böyle bi cümleyi kurdurmaz! Lütfen saçmalamayın! Ya da kafası İngilizce’ye fazla gitmiş asistanlarınızı ikaz ediverin.
-
Yine sayfa 21’den müthiş ifadeler: 1. “… su gibi bir çırpıda okuyuveren oydu…” ve 2. “Biz ise bu sözlere güler, çöllerden gelen rüzgarın ağzımıza doldurduğu kumlar dişlerimizin arasında gıcır gıcır ederken, bulabildiğimiz her şeyle yüzümüzü gözümüzü kapatarak bir an önce canımızı eve atmaya uğraşırdık”!!! su gibi bir çırpıda??? canını eve atmak??? Ne demek bunlar?
-
Sayfa 23’ten geliyor: “… yani koltuk altı ile bel arasındaki bölge…” --- Yaaa, koltuk altı neresi? “Bir koltukta iki karpuz”u İngilizceye çevirirseniz nasıl olur? 2 watermelons on an armchair mi? Koltuk bebeğim o! Koltuk!
-
Sayfa 24’te “karamuk badem gözler” diye bi benzetme var. Cıks! Olmamış o. Tasvir yapıcam diye toto yırtılmaz.
-
Sayfa 26’da aptest diye bi sözcük var. Her bokunuzu TDK’ya göre yapıyosanız, bi zahmet onu da abdest yazıverin.
-
Sayfa 30’da ilk cümle müthiş. “Salim Abisinin, Amerika’dan İstanbul’a oradan da yine uçakla Mardin’e getirdiği Hüseyin toprağa verilirken, işleri bu olan ağıtçı kadınlar, göğüslerini dövüp saçlarını yolarak, yeri göğü birbirine katan bin bir acılı çığlıkla Hüseyin’in nasıl yiğit, nasıl cesur, nasıl yakışıklı, nasıl da kadersiz olduğunu anlatıp ailenin zaten dökmekte olduğu gözyaşlarını daha da çoğaltıyorlar.” --- Yazım yanlışlarını görmezden geliyorum. Ama eviriyorum, çeviriyorum, yine de bu cümleye bi anlam veremiyorum.
-
Sayfa 34’ten geliyor. “Ne çocuktu yahu, böyle bir son olacağı kimin aklına gelirdi: Evet, dediğin gibi, onun şerefine içelim İbrahim, dünyanın en iyi kalpli insanının anısına içelim.” --- Sayın Livanelioğlu, tamam Memo biraz az tahsilli. Onu anladık. Da bi insan tahsil fakiri de olsa o son’u öyle bırakmaz. Anadilimizde öyle bi yapı yok.
-
Sayfa 35’te El Nusra diye bi örgütten bahsediliyor. Güzel. Arapça azıcık bilenler parmak kaldırsın. Nun diye okunan harf kameri midir, şemsi midir? Şemsidir! Şemsi harf ile başlayan kelimelerde El gelince o El diye mi okunur? Hayır! El’in E’si kalır, ama şemsi harf şeddelenir. Yani? El Nusra gibi yazılan şey Ennusra okunur. Ne mi var bunda? Arapça’dan alınan sözcük aynen okunduğu gibi Türkçe’ye geçirilir. Nokta. Bu hatayı yaygın olarak Batılı adam yapar. Hata kopyalamak hatayı orijinal olarak yapmaktan daha kötü bişeydir. Nasıl Trablus’tan haber bildirecekken Tripoli diyen mal gaz-teci karıya kızıyosak, buna da tepki göstermek zorundayız.
-
Sayfa 37’deki bi cümle tırnak kullanmama hastalığının metni nasıl anlaşılmaz kıldığına güzel örnek olmuş. “Çünkü şeytanın kara büyüsü aklını başından almıştı, ne yapabilirdi ki zavallı abim diyor Aysel.” --- Peki konuşan kim aslında? Mehmet! E yuh!
-
Sayfa 38’deki ilk paragraf beni benden aldı. “Onlara kalsa bu burnu havada kıza hiç acımayacaklarmış ama Aysel bebeği kucağına alınca, o da epey ısrar sonucu olmuş, çünkü kız, bebeğini vermiyor, saldıracak gibi bakıyormuş ama Hüseyin onun omzunu okşayıp kulağına bir şeyler söyleyince vermiş, Aysel o zaman bebeğin iki gözünün de görmediğini anlamış. Sanki bebenin iki gözüne iki beyaz bulut oturmuştu, diye anlattı bana, ne güzel bir kız çocuğuydu ama talihsizmiş yavru, çok talihsizmiş, o sırada bir an, acaba bu Hüseyin’in çocuğu mu diye düşündüm ama hemen vazgeçtim bundan…” --- Soruyorum: bu kısımda anlatıcı kim? Mehmet mi? Aysel mi? Şoför mü? Uşak mı? Aşçı mı? Sonra hepsi uşağa mı? Offf, kafam karıştı!
-
Sayfa 50’de son cümle aynen şöyle: Zavallı çocuk elimi öptü, kapıdan koşar gibi çıktı, kendisini bekleyen ölüm meleğine koştu. Hmmm, peki. Kim söylüyo bunu? 80 yaşındaki Mardinli Fuat Emice. Ölüm meleği, he mi? Azrail olmasın o? Eminsiniz. Kesin? Angel of Death vardı. Slayer’ın şarkısı… Öyle aklıma geldi.
-
Duyumsamak diye bi kelime var. Tamam. Siz solcular böyle uydurukingen zorttürkçe “sözcük”lere bayılıyosunuz. Ama ben size bi sır vereyim. Bayılmayın. Çok estetik dışı bi hal yaratıyo. Hissetseniz eksilmezsiniz.
-
Sayfa 54’te bir cümle var. ÖSYM soru bankasına girmeye aday. “Boş inançlar derdi basın yayın okulundaki hocam, boş inançlar sahiden boştur, gerçeği yansıtmazlar ama yine de insanlık bütün yaratısını, sanatını onlara borçludur.” --- Bu cümleyi Allah’a havale ediyorum.
-
Sayfa 64’te RoZinante diye yazmış sevgili yazarımız. Cıks. RoCinante o.
-
Sayfa 97’deki ilk cümleyi yorumsuzca buraya geçiriyorum. Siz anlayacaksınız neden yorumsuz olduğumu. “O kasvetli otel odasında, o zalim ve kıyıcı Mezopotamya mehtabının arsızca içeri sızdığı perdelere gözümü dikmiş bakarken, Zilan’ın anlattıklarını düşünüyorum ve şu anda bile tüylerim ürperiyor.”
-
Yine sayfa 97. “… zihninin kuytu bir köşesine gömdüğü anılarla dolu o kirli sandığın kapağını aralamak istemiyordur.” --- Gömmek??? Kaldırmak olmasın o?
-
Sayfa 113’te bu sefer karşımıza aptes olarak çıkıyo arkadaş. Bu arada, Anadolu’da şadırvanda alınacak normal abdestle o işin olmayacağını herkes bilir. Boy abdesti başka şey!
-
Sayfa 124’te iki sefer geçen faşist sözcüğünü Amariha’da pizzacılık yapan adam kullanmaz. Kullanamaz. Çünkü Amariha’da faşist başka bişeyi tanımlamak için kullanılır. Ortalama amarihan vatandaşı pek bilmez ve zırtpırt sizin solcularınız gibi ona buna faşist maşist demez.
-
Sayfa 131’in son cümlesi… “Hüseyinleşiyor muydum nedir?” --- E ama yuh artık! Bu ne şimdi? O “tag” öyle mi olur?
-
Sayfa 140’taki “çocukluktan beri arkadaşıyım” ifadesi bana şibumiler yaşattı.
-
Sayfa 141’den geliyor: Doğruluyor, sandalyenin arkalığına asmış olduğu eski, yıpranmış çantayı alıyor, ince bedeninin o yaşa özgü kıvrak hareketleriyle iki adım atıyor ama narin omuzlarındaki çöküş, içinde bulunduğu umutsuzluğu ele veriyor. --- Sayın Livanelioğlu, ustanız Yaşar Kemal’e çok öykünüyosunuz. O belli. De… İşte, olmuyo. Zorlamayın.
-
Sayfa 142. “… yine yüreğimi sivri bir aletle oyuyorlarmış gibi olacak diye düşünüyorum.” --- Pırasayla mı oyacaklardı? Kötü cümleler... Yediniz, bitirdiniz beni.
-
Sayfa 144’teki benzetmeye bakın. “Yağmur suları, ıslak solucanlar gibi ensemden içeri süzülürken, zavallı İbrahim diye kendime acıyorum.” --- Islak solucan?.. Solucan ve saç spreyi fıkrası geldi aklıma.
-
Sayfa 146’da “nabzımın atışını duydum” diye bi ifade var. Arapça etimolojiye gireyim mi? Gerek yok.
-
Sayfa 150’nin son paragrafından gelsin. “O güzel ciltleri okşadım, okşadım, okşayıp durdum, sonunda aradığım hazineyi buldum; İmruü’l-Kays’ın muallakası.” --- Mast-Der sandınız siz de bi an, di mi? Hey gidi Memo Tembelçizer!
-
Sayfa 152’de haldenbilirlik diye bi kelime uydurmuş Livaneli. Neolojiye karşı değilim. Ama bu olmuş mu? Ben size soruyorum.
Maddi hatalara girmeden evvel metin dilinde bi “çevirilsin diye yazılmış kitap” tadı aldığımı söylemeliyim. Türk dili için önemli bi katkı sayılmaz. Neye dayanarak mı söylüyorum bunu? Masaya!
Hadi canlarım, şimdi asıl zırvalamalara ve saçmalamalara giriyoruz.
DÖRT : KURGUDAKİ MADDİ HATALAR
Hepsinde sayfa numarası vermedim. Ama emin olun, bunların hepsi var bu HUZURSUZLUK şeysinde. Soru-cevap/soru modelinde daha kolay anlaşılıyo diye böyle gideceğiz bu bölümde. Ben ve kendim konuşuyoruz yine.
-
IŞİD resmen bu adla ilk ne zaman eyleme geçti? Kuruluş 8 Nisan 2013, hilafet ilanı Haziran 2014!
-
IŞİD’in Yezidilere karşı ilk saldırısı ne zaman oldu? Dünya basını olayı canlı takip ettiği için iyi biliyoruz – 3 Ağustos 2014!
-
Ağustos 2014’te 15’ine yeni giren kızın doğum tarihi ne olur? Yaş hesabına göre değişerek Ağustos 1999 ya da 2000.
-
O kız şimdi kaç yaşında olur? Hesaba göre değişse de 18’ini doldurmamış olacağı aşikardır (kitap Ocak 2017 basımı).
-
Yani? Hala reşit değildir. Karabacak olabilir belki.
-
Araplar’ın Sincar dedikleri, Kürtler’in Şi(e)ngal dedikleri dağ nerdedir? Irak’ta!
-
Suriye ile Irak aynı ülkeler mi? Conan ile Barbar Kardeşler aynı karakterler mi?
-
Bu farkındalık yaratma sıçmıklarını izlemeyen var mı? Valla ben hepsine birer doz maruz kaldım. Farkındalıklarına …iym! Alın, aha da size linkleri
https://www.youtube.com/watch?v=jtPS-TjcVao
https://www.youtube.com/watch?v=F1E_1D1W7hc
https://www.youtube.com/watch?v=DYAoZOmvb4w
-
İnsanlar saldırıdan sonra 1 yıl birbirlerini görmeyip yine saldırıdan hemen sonraki anda o dağdan birlikte geçebilir mi ve aynı kampta kalabilir mi? ERROR!
-
İnsan dişisinde hamilelik ne kadar sürer? Normalde 9 ay. Fırlamaysan biraz daha az olabiliyo.
-
Bu durumda saldırıdan sonra Zilan ile Keleknaz’ın ayrılmış olması teknik olarak imkansız olmuyo mu? Onu bana değil Zülfü’ye sorucan.
-
Hadi hemen kaçırılma sonrası tecavüzlerle hamile kalmış bile olsa, Keleknaz’ın bebesi normalde ne zaman doğardı? Nisan’ın 20’sinden (2015) mutlaka evvel olması gerek.
-
Angelina Jolie Türkiye’deki mülteci kamplarına ne zaman geldi? Lara Croft Türkiye’deki kamplara 2 kez geldi. İlki 18 Haziran 2011, ikincisi 20 Haziran 2015!
-
En son Haziran 2015’te Mardin’e gelen Lara Croft’u Ekim 2016’nın ikinci haftası gibi tekrar gören ve yine mantıken Ekim’in ikinci haftasında saat 20’de (o mevsimde karanlık olur o saatler) inen uçaktan çıkarken ta uzaklardaki tarlalardan kadının fotoğrafının çekilebileceğini düşünen adama ne denir? Zaman gezgini, Şizo ya da Zülfü’nün İboş’u.
-
Normalde Irak vatandaşı olması gereken ve IŞİD, tecavüz, gebelik, Şengal, kör bebek, tabii ki kahraman (!) Rojava ve sonrasında Türkiye’de kahrolası (!), berbat bi mülteci kampı silsilesine takılmış, ama ne hikmetse Suriyeli diye bilinen bi insan kamptan kendisini çıkaran adamın evinde onun ailesi ile kavga edince Mardin merkeze 5-6 km uzaktaki manastırın altındaki (Y)ezidi tapınağını dakkasında ve yayan halde bulabilir mi? Bişeyi unuttun. Kız daha 16-17 yaşında ve Türkçe de bilmiyo! Bu durumda kendisine bazı bilgiler genetik olarak aktarılmış olabilir. Assasin’s Creed?
-
Doğumdan 2-3 gün sonra gözün beyazladığı bi hastalık var mı? Valla zorlarsan galaktozemi derim. Ama onda bebek zaten böyle bi halde 1 hafta bile dayanamaz; ölür. Kaldı ki, bu otozomal resesif genle geçiyo. Yani akraba evliliği gerek. Fransa’dan gelen cihatçının tecavüzüyle olacak iş değil pek.
-
Amariha kolundan vurulalı 1 hafta olmuş Mardinli’ye vizeyi şakkadanak verir mi? İşinde, gücünde, parası, pulu yerinde, normal insansan ve davetli olduğun bilimsel toplantıya gidiyosan İngiltere ananın nikahını sorar ve belki 1 ayda vize verir. Uyuşturucu kaçakçılığın ya da katilliğin tescilli ise, ama malum etnisitenin üyesi isen İsveç sana dakkayı geçtim, salisesinde vizeyi verir. Cevap kafi geldi mi?
-
Tel çerçeveli gözlük takıyo diye hocaya “şangır şungur” lakabı takılır mı? İlişme, taksınlar. Sen “duyumsamama”yı dene.
-
Mardinli adam “üç kulhü bir Elham” der mi? Cıksss! 3 ihlas, 1 fatiha der! Senin dediğini etnik Türk der.
-
Bıçaklanarak öldürülmüş adamın yüzünden kanı çekilmiş, sopsoluk cesedini gören ağabeylerden 3 gün sonra o adamın anası “son anda kanla kaplanmış gördüm yavrumun yüzünü” der mi? Onu da Zülfü’ye sormak gerek.
-
Cesetler gömüldükten 3 yıl sonra sadece kemikleri kalır mı? Feth-i kabir yapmamış adama anlatamazsın. Cıksss!
-
Namaz kılarken sırtına atladığın “şefkatli” babaanne “Semi allahu limen hamideh” diye sesini yükseltir mi? Rükudan kalkan bi insanın sırtına atlamak çocuk için zordur. O partisyon rükudan kalkarken söylenir. Hatta ondan sonra da Rabbena leke'l-hamd da denir. Secde başka, rüku başka! Ayıp olan ise bunu benim bilmem, ama Müslüman olduğu rivayet olunanın bilmemesi.
-
42. sayfada gerçekten “30 yıldır görmediği bir yabancı” demiş mi? Denemesi bedava değil. Bayıl 15 lira. Gör.
-
Bilge Köyü Katliamı ne zaman oldu? 4 Mayıs 2009.
-
Öyleyse, Hüseyin’in 84 doğumlu olması gerektiği içeriğinden anlaşılan ve İbrahim’in Hüseyin’in akranı olduğu anlatılan bi kitapta, Bilge Köyü Katliamı olduğunda İbo kaç yaşında olmalıdır? Yirmibeş (rakamla – 25)!
-
25 yaşındaki tıfıl gaz-teciyi televizyona danışman diye çıkartırlar mı? ROK türü olursan belki.
-
Bi abi, resmi nikahlı olmasa da, Mardin’in bi köyünde, muhtemelen 1940’ların sonunda, başka bi kadınla ve yine muhtemelen imam nikahı olmadan olması mümkün görünmeyen bi ilişkisi var diye neden kardeşini ahlaksızlıkla suçlayıp vurur? Niye bebeleri 3 gün kilitleyip, açlığa ve susuzluğa terk edip (köylüleri de buna şahit ederek) öldürür? Köylüler niye 3 gün cenderme çağırmaz? Aynı abi karısını döverken millet karışamasın diye anadan üryan soyunuyo ve karısını da soyuyomuş. Göya göz zinası olmasın diye millet içeri giremiyomuş. Ağır psikopatoloji olsa gerek! Zülfü fantazisi işte.
-
Hırs Harese’den mi türemiştir? Valla Arapça etimoloji sözlüğüne baktım. Erkek devenin kızışması anında ağzından köpük gelmesi diye yakın bi anlam bulabildim. Ama yok diken çiğnemekmiş de, dikenin ağzı yırtmasıymış da, devenin kanın tadıyla daha da coşmasıymış da… Bunlara rastlayamadım. Kaldı ki, orada da etimon HIRS diye gösteriliyo. Şiddetli istek yani. Osur osur ipe diz diyebiliriz buna.
-
Tarih boyunca birbirini öldürmek sadece Ortadoğu’ya has bi özellik midir? 100 yıl savaşlarını babamla amcamgil mi yaptı?
-
İskender’den evvel Ortadoğu’da görülmediği söylenen (yani 2000 yıl) tavuskuşunu kutsal kabul eden adamlar nasıl 6000 yıldır Ortadoğu’da yaşayabilir? Sen asıl bunların Sümerler’in gözünden nasıl kaçtığını ve 4000 yıllık güneş tapınağını nasıl yaptığını ve kilit taş teknolojisini nerden bilebildiklerini sorsana.
-
Tilda’nın kocası mı yazdıydı şu “Yezidiler, günde üç kere güneşe dönüp dua ederler”i? He ya. Kendisi zaten Elia Kazan ve Mikis Teodorakis ile birlikte Zülfü’müzü dünya kültürüne armağan eden yüceler yücesi (yersen) bi arzuhalci – trubadurdur. Zülfü’m de hep onun izinden Nobel yancısı olarak bizleri onurlandırıyo ya. Bi ustalara saygı şeysi yapmıştır. Ha bi de, al aha linki. Kardeş Kürtüler de bunu söylediydi.
https://www.youtube.com/watch?v=YMp7gJcZ2dA
Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana dediydi rahmetli KKK (kendince kürt, köylü ve komünist; bence kör, kabız ve karıparasıyiyen). Ben bakmadıydım. Sen bakabilirsin.
-
İnsanlık ağacının kırılmış dalıyız ne demek? Ar yu kola? Ar yu disko? Vat ar yu?
-
Darwin başlangıçta Tanrı’nın varlığını kanıtlamak için Galapagos’a gitmiş diyollar; aslı var mı? Hasss…!
-
Toplamda 1 dakka bile görmediğin bi kızın “acaip bi pırıltıyla yanan gözlerini” “bazen öfkeli, bazen nefret dolu, bazen meydan okuyan” diye tanımlar mısın? Kadim (Bu niye var aga?! Kadim ne ayak?) Süryani Manastırı rahibi Gabriel’sen çok zor. Oftalmoloji ihtisasını nerden aldın diye sorarlar adama.
-
Ortadoğu’da güzelliği sadece çöl gecesi gibi derin ve karanlık gözlerde mi ararlar? Çerkez kadınlar neden makbul Ürdün’de hala diye sormak gerek Zülfü’ye. Arap şeyhleri gidip niye nordik tipli karılar alıyolarmış (evet maçistim – inadına karı diyorum), onu da açıklasın bi zahmet.
-
Allah uyuz versin de tırnak vermesin diye bedduayı duymamış adam gaz-teci olur mu? Ayrı yazılacak de ile ki’yi bilmeyen binlerce öküzün gaz-teci olduğu ülkede mi?? Olma mı?!
-
İstanbul’da Arapça yazı okuyabilen birini bulmak için üniversiteye ya da çeviri bürosuna gitmek mi gerek ille? Yok devenin nalı! Yoğunluk tabii ki Mardin’den azdır. Ama bilen adam sayısı Mardin’dekinin kesin 10 mislidir.
-
Konuşma düzeyinde az biraz Arapça bilen, hatta yazıları söksün diye Fuat Emmi’sine götüren herif daha 2 ay geçmeden, reşit olmayan, Suriyeli de olmayan, Irak Yezidisi sevgilisine Arapça şiir döşenebilir mi (yazıyo bunları kağıda)? Abazalıktan kudurmuş adamın neler yapabileceğini kestirmek güçtür.
-
Şu Arap şiiri çevirilerini Şakir Şırıldak jürisine göndersek mi? Why not?!
-
Ah minel aşk sözü başka dile çevirilebilir mi? Çevirilemez demiş sanki Zülfü. Gora’da Arif ne diyodu? Bıldırki hurmalar, götümü tırmalar. Valla bence bunu çevirmek daha zor “ah minel aşk”tan.
-
Mutluluk kimindi? Zülfü’nün.
-
Self-citation mı yapmış yani? Yooo! Kendi reklamını yapmış boru gibi. Citation başka şey. Bi de utanmadan onu metne gömdürmüş.
-
Yazı işleri müdürünün telefonlarını 3 gündür açmamak ne ister? Sen şimdi beni kötü konuşturup “büzük” dedirtmenin peşindesin. Ama cıks! O davranış büzük istemez. Psikiatri raporu daha elzemdir.
-
Eski karısı önemli evraka imza işi için adamı yalnızca 8 kere arar mı? Çarp onu sen 10’la ve ekle bi 100 tane mesaj. Ve tabii bi de ağız kenarına kurulacak salıncak!!!
-
Eski karısı adama “bunu aklına koy sersem” der mi? Valla çok iyi eğitimli, hanım hanımcık bi kızsa bile çok zor ihtimal. Normalde en hafififnden “bunu o kafana sok ey X” demesi beklenir. Hele de o kadar sinirliyse…
-
Türk yazarımsıları yazdıkları herhangi bi bokun içine kabız düşgüçleriyle seks yerleştirmeseler çatlarlar mı? Ülkemizin vasatı Aydemir Akbaş’tan bile (bak, düşün; Aydemir Akbaş’tan bile) Şahin K’ya düşmüşse sen milletten Johnny Sins performansı beklemekle hata ediyosun bence.
-
Anadilinin Arapça ve Kürtçe olduğu biz fakirlere bildirilen doğal bilingual (!) Yezidi topluluğu bi de ayrı bi dilde ninni mırıldanıyo olabilir mi? Ne lan bunlar? 3 Days of the Condor’daki çeviri bürosunda mıyız? Birazdan Max von Sydow dalmasın!?
-
Profilaktik mastektominin haklı nedenleri nelerdir (abartmıyorum – Angelina’nın memesini aldırmasına da yorum yapmış Zülfü)? Tartışılır!
-
Şeyh Seyda hazretleri acaba Mircea Eliade okumuş olabilir mi? Bence direkt 33. derece mason falan olmalı. Dinler tarihine akademik düzeyde vakıf biri ne de olsa. Ama yazık ki götüboklu bi köyde oturuyo ve ilk IŞİD baskınında yallah mülteci kampına kaçızlamış.
-
94. sayfadaki anlatıma göre Zilan Temmuz 2015’te daha hala köle olmalı; yanılıyo muyum? Cıks. Yanılmıyosun. Üstüne bastın. Ayağını kaldır. Sonra da yukarıdaki hesaba bi daha bak.
-
IŞİD’li adama “İki kız kardeş almak da caizdir ama ikisiyle aynı anda yatmak yasaktır, ayrı ayrı kullanılmalıdır. Bunları kitaba yazmışlar” dedirten Zülfü haklı olabilir mi (Bkz: yine sayfa 94)? BÜRSSST! Nisa suresi, 23. ayete bakmasını öneriyorum Zülfü’cüğümün. …ve en tecmeu beyne-l’uhteyni, illa ma kad selefe! Ulan bana da Kuran’ı ve İslam’ı savundurttun ya Zülfü, alacağın olsun! Hadi bacı olmaları zaten mümkün değil de… Velev ki birden fazla karısı var bi adamın. Hüküm çok net. Grup yok! Olmaz! Haramdır. Hiç bi İbrahimi sistemde zaten olamaz. İslam gruba karşı (guruba değil)! Çarşı her şeye karşı!
-
Mardin’de “kadim” (niye aga – neyin kadimi?) bi türkü söyleyen telkari ustası “bu dünya bi penceredir / her gelen baktı geçti”yi mi seçer? Eğer yazarken Şevval Sam’ın bi albümünü dinliyosan ve o an çok şevke gelmişsen aynı albümdeki iki şarkıyı peşpeşe iki sayfada doğrudan ya da dolaylı anarsın! Anarsan da a.y.a. seni ha böyle yakalar. HerkeŞlerden kaçırabilirsin. Ama ben bunu ıskalamam Bay Zülfü. Mardinli adama da asla Karadeniz Türküsü söyletmem! Hele bakın aha buradaki linkere (Vallaha sayfa 109’daki ilk türkü, 110’daki de ikincisi).
https://www.youtube.com/watch?v=H7H2xuAyf1Q
Tam 2.00’da başlıyo “bu dunya bi penceredur”
https://www.youtube.com/watch?v=c_lZ_rDlsq8
2.44’te ne diyo? “bu dunyadan fayda yok, otaki da şupheli”
Bu da mı gol değil? Sonra bana laf ediyosunuz.
-
118’in sonunda başlayıp 119’da devam eden ve maalesef subliminal falan da olmayan “özgürlükler ülkesi Amariha” propagandasına ne diyeceksin? İsveç sığınma vermiyo muymuş?
-
112. sayfada gidişine 2 gün kalan adamın 122’ye geldiğinde (ve gün geçmemişken) nasıl ertesi gün gitmesi gerekir? Kendisine “Ya sayı saymayı bilmiyon ya dayak yememişin” de, gitsin.
-
Salim Abi niye İbo’ya Bey diye sesleniyo? İbo mülki amir olmuş olabilir.
-
Salim niye Amariha’da Hüseyin’in öldürülmesi ile ilgili davada avukat tutar? Eğer amarihan hukuk sisteminden bihabersen böyle anlamsızca bişey yazabilirsin. Amariha’da kamusal nitelik taşıyan, adam öldürme ve benzeri ağır suçların tahkikatını kamu yürütür. İddianameyi de D.A. hazırlar. District Attorney. Kamunun avukatı yani. Mealen Savcı oluyo! Savcıyı para verip tutamazsın. O davalara da dışarıdan “müdahil” olamazsınız (bizdeki gibi ota boka 100 tane müdahil avukat gelemez). Tazminat başka şeydir. Saçmalamak ise çok başka bişey!!!
-
Amarihalı pork ile pig’in farkını bilmeyen adama güler mi? Yooo! Sen bi git de gör. O Hispanikler, Çinliler, Pakiler, Ortadoğulular İngilizce’yle nasıl gangbang yapıyo ve beyaz adam nasıl da onların dilinden anlıyo.
-
Aslı (İbo’nun ex karısı) neden “tüketici ve iyyrenç” bi şehir yosması şeklinde betimlenmiş de, tecavüz mağduresi olmasının dışında “kutsal üretim”şeysine “emahçı” olarak katılmış olması pek mümkün görünmeyen Keleknaz’a tırışkadan güzellemeler yapılıyo? Bkz: Ucuz Solcu Klişeleri, Bkz: “Küçük Burjuva” diyerek ortalama şehirli refleksleri olan insanları boklamak, Bkz: Ezilenin yanında yer alıyormuş ayakları… Devam ediym mi?
-
Formika diye bişey kaldı mı bu devirde (Aksaray’daki Akın Pastanesi’nin masaları formikaymış – 2016 sonunda!)? Ben sana başka soru sorayım. Zülfü diye bişey kaldı mı? Aynı devrin ticari ürünleri neticede. Kıs kıs kısss!
-
142. sayfada puntoları giderek küçülterek 4 tane ardışık “lütfen” yazmış olmasına ne diyosun? Bence başparmaklarını birleştirip çarpan kalp yapmayı da öğrensin – bu ara epey gideri var!
-
İbo’ya bok atmıyosun, di mi? Fetişist dediydin ya hani onun için. Sayfa 144’e bi bak. Kenarına kırmızı ve siyah renklerde bi tavuskuşu işlenmiş mendille günlerdir, haftalardır, aylardır o ilişkiyi kuran adama ne denir?
-
Mazohizm??? “Görecen mi” diye soran kapıcıya “Yok, sağol, mektubu vermen yeter” diyen adama mazohist demek garip mi?
-
Zülfü gerçekten sayı saymayı bilmiyo olabilir mi? Dayak da yememiş olabilir ama sayı saymayı bilmediğinden eminim. Sayfa 146’da son 2 paragrafta toplam 5 tane Pazar gününü sıralayıp “dördüncü pazar ödülünü aldım bunun” (alıntı as-aynen) diyen adama sıra sayı sıfatı kullanımı öğretilmelidir. Ya da araya “sonraki”, “takibeden” falan eklemeyi öğrenecek! Kıs kıs kısss!
-
“Andolsun inen geceye
Garbi yeline andolsun
Andolsun Şengal Dağı’na
Güle şakıyan bülbüle andolsun
Azat dilemeyen kölenim ben”
Mısraları hakkında ne düşünüyosun peki? Şakir Şırıldak diyorum. Bi de kıs kıs kısss diye ekliyorum.
Tanığa başka sorum yok sayın yargıç!
Olmasın tabii. Sürmenaja bağladım burda cigarasızlıktan. Gerçi galiba Zülfü de etsizlikten sürmenaja bağlamış gibi geldi. Kıs kıs kısss!
BEŞ : ESERİN GENEL KRİTİĞİ
Evet. Şimdi sizden çok azıcık daha sabırlı olmanızı diliyor ve şu iki alıntıyı okumanızı rica ediyorum. Lütfen!
1. “Yaşasın Halkların Kardeşliği
Bu klişeye yukarıda değindim. Vallahi Kürt, Zaza, bilemedin Yezidi falan geçmeyen bir tek ürün çıksa horuz keseceğim artık. Yine Faşist TeğCeğ ninnisi. Birtek bu gardaşlara faşist? E biz? Biz Harranlı değilik diye mi?...”
Nerede çıkmış? Tesadüfe bakın ki İnsanBu’da.
Tarih? 4 Ocak 2015!
Esas metnin linki burada:
http://www.insanbu.com/eski/a_haberf40a.html?nosu=1640
2. “Öncelikle ilk ve şimdilik son uzun metrajım üzerine Sinema dergisine verdiğim röportajda bir soru üzerine verdiğim yanıtı aynı örneklerle biraz açacağım. Röportajdan Türk Sineması’nda zorlama duyarlı, kısıtlı konu seçimlerini örneklemek için yazdığım bir cümleyi kopyalayıp yapıştırıyorum:
‘’Özellikle genç sinemacıların yaptığı anaakıma dahil olmayan filmleri sıraladım: Sağır ve dilsiz (engelli) adamla kulak ve dili ile iş yapan çağrı merkezi görevlisi kadının ilişkisi, imamla rahibenin ilişkisi, Türk ve Kürt'ün aşkı, savaş ülkesindeki Arap'la Türkiyeli'nin aşkı gibi karşıtlıklar, yakın tarihte sivri toplumsal olayların içinde kalmış insanların durumları, belli fiziksel özürleri olan insanların ''film gibi'' hayatları, kadının ezilmesi, kadına şiddet ve eşcinsellerin Türkiye toplumundaki dramları.’’
Türk Sineması ve özellikle genç üreticileri Sayın Tuğçe M. Dizici’nin iddia ettiğinin aksine 2014’ten beri değil uzun yıllardır çok belli sosyal durumları, acıları, kendince haksızlıkları konu olarak seçiyor…
… Öyle bir algı oluştu ki, filminiz şiddet gören kadına, eşcinsele, Kürt’e, Ermeni’ye, ötekileştirilene (afedersiniz) değmezse ne film olabiliyor, ne festivale gidebiliyor, ne de ödül alabiliyor. Kendisi zaten çekmesen de film olan konulardan kolay kolay ya da belli şartlar gerçekleştirilmeden iyi film çıkmaz bu belli, ya da örneklerimizde olduğu gibi belli ki belli değil.
Örnekleri sürdürmek istiyorum. Yakın zamanda bir arkadaşımın arkadaşının filmi çıktı ya da çıkacak, konuyu sormadım, sormam da genelde, artistik olma iddiasındaki bir sinema eserini konuya göre değerlendirmek istemediğim kadar alacağım cevaptan korktuğum için de… Kendisi söyleyiverdi; kaza yapıp sakat kalan çocukluk arkadaşının hikayesini film yapmış. Yahu bu artık sapıklık değil mi? Sizin hiç mi derdiniz yok, insan üzerine hiç mi fikriniz yok, gerçekten sorun ettiğiniz hiç mi bir şey yok varoluşunuz adına, ufacık ufacık ama dev gibi bir sürü şey gözünüzün önünde akarken neden konularınız, daha doğrusu konularınızın kahramanları, protagonistleri bunlar?”
Nerede çıkmış? Tesadüfe bakın ki yine İnsanBu’da.
Tarih? 29 Nisan 2016!
Bunun linki de şu:
http://www.insanbu.com/Sanat-Haberleri/105-neyin-filmi-olur
Şimdi tabii kendi açınızdan haklı görünen sebeplerle bana “la allahsız a.y.a. manyaa, ne diye bu gada uzatıyosun?” diyosunuz (içinizden ya da sinkaflı küfür mırıldanıp, dışınızdan). Ama eğer buraya kadar dikkatlice okumuşsanız zaten verdiğim hiçbi örneğin ya da alıntının rastlantısal olmadığını görecektiniz.
Bana aslında daha kolay gelirdi bu kitabı okuduktan sonra şu aşağıdaki yorumu yapmak (ki zaten bu kitabın hak ettiği yorum tam olarak da budur!):
Son 3 yılda olmuş bazı olaylar üzerinden bir romanımsı çıkartmaya yeltenmiş bir yazar özentisinin, Türkçesi yetersiz, Edebi değeri olmayan, hikayesini üzerine kurgulamaya çalıştığı maddi gerçekliklerle ve kronolojiyle hiç uyuşmayan, hatta onları saptıran, aşikar mantık ve hesap hataları içeren, karakter kabızlıkları arşa çıkmış, “azınlıklara ve ezilenlere” “eğemen” ulusların toleranssızlığı ve jenosit tatavalarıyla gözkırpmaya yeltenen, ucuz solcumsu klişelere bulanmış, vasat altı bile sayılamayacak son eseri karşınızda!
Tabii ki bu paragrafı ta en başta yazabilirdim. Ama hepimiz biliyoruz ki, öyle yaptığım anda “Zülfü’yü yedirmeyiz” korosu devreye girerdi. Beni objektif (siz nesnel diyosunuz) olmamakla, taraf olmakla suçlardınız. Yiyeceğim sinkaflı küfürlerden uzatsak dördüncü köprü çıkardı.
Küfür yemekten tırsıyo muyum? Yooo! Bende her küfredene cevap verecek nefes ve azim var. Da… Gerçekleri insanların gözüne gözüne kanırtmazsam o zaman benim gözüm açık gider.
Hem şöyle düşünsenize, bundan 200-300 yıl sonra Türkçe ve bu dönemin Türk edebiyatı hakkında çalışma yapmaya yeltenecek bi sayborg olsa ve bu kitabı örnek alsa ve sonuçta da sayborg cümlesi ile “2017’de Türkiye Cumhuriyeti denilen ülkenin edebiyatı sıçmış; hem de konstipe iken sıçmış” diye not düşse… Hoşunuza gider miydi?
Geleceğe karşı sorumluluğumuz var. Sizi bilmem ama hiç değilse benim oğluma karşı sorumluluğum var. “Bak evladım, bu bet bi örnek; bu ise beteri” demem gerek. Ki yarın öbür gün benim uşak da Ali Nesin gibi kemik sızlatan cinsten çıkmasın. Ha yine çıkabilir, ama en azından ben ödevimi yerine getirmiş olmanın huzuruyla eşek cennetinde kurtlarla dans ederim – kurt burada tırtıl manasına geliyor.
ALTI : SON NOTLAR
Bu çalışmada ad hominem yaptığımı iddia edecek cibiliyetsiz zübüklere peşin bi cevap olarak şu bölümü eklemek zorunda hissettim kendimi. Yine sıra sıra gideceğiz.
-
Baylar ve bağyanlar, ben Zülfü Livaneli kod adı ile kültür dünyamızı son 40 yıldır haketmediği bi payda ile işgal eden insanın sürekli ezilmişlere ve azınlıklara göz kırparak, ucuz sol klişeler ve manasız sol kroşelerle çıkarttığı eserlere toptan önyargılı / arkakaygılı bi yaklaşımla yanaşmadım.
-
Feminizm zırvaları, mikromilliyetçilikleri besleyen “halhların gardaşlığı” edebiyatı, her devirde akıntıya uymak, hep doğru ata oynamak, muhalif ayaklarıyla hep makamlara ve mevkilere aday pozlar kesmek ve muhalefetin içerisinde sağlam iktidar odakları yaratmak ve bunlardan nemalanmak, ucuz kahramanlıklar, Star Sistemi’nin starlarının yancısı olarak büyük adam rollerine bürünmek… Bunlar sol değil. Solculuk değil!
-
Orta zekalılar cenneti diye kavram yaratıp orta bile değil, vasataltı zekalılar için kalite ve yetenek yoksunu ürünler çıkartmak ve bunları toplumda iyice serebral invajinasyon yaratma çabalarına katkılarının olacağını gayet iyi bilmesine rağmen Piyasa’nın, yani Kapitalizm’in hiç de gizli olmayan, dev ellerine vermek VİCDAN sahibi insanların yapacağı işler değil.
-
Kirli bi savaşın diğerlerinden daha az kirli oldukları epey su götürür bi komponenti olan “laik, Kürt gerilla” güçlerine gizli güzellemeler yapmak sosyalist ahlaka sığmaz (tabii eğer öyle bişey varsa)!
-
Gerçek olaylardan yola çıkarak bi hikaye kurgulayacaksanız sizden kronolojiye ve temel coğrafya bilgisine azıcık sadakat ve okuyucunun beynine asgari düzeyde saygı beklemek hakkımızdır. Fiction (kurgu) size saçmalama özgürlüğü vermez. Çorba ettiniz diye anlamayız sanmayın. Alt notalardaki sandal ağacı ve elma aromalarını alacak kadar degustasyon deneyimi olanlar çıkabilir!
-
Bitirme tezimde hiç prozodi yoksunluğu gündeme geldi mi Bay Zülfü’nün?
Aha linki: https://www.youtube.com/watch?v=PbPSZ6Ed88o
Memlekette müzikten anlayan az diye bu mu bize kakaladığınız? Kaç hece var? Kaç nota var? Nerden giydirme bu? Sezen Cumhur Önal (ki Safa Önal’ın bro’su olur) vallaha daha başarılı idi!
-
Ya sesinin betliğini ve vokal teknik fakirliğini konu ettim mi?
Aha da bunun linki: https://www.youtube.com/watch?v=9q5DL7ubd_E
Biz hiç mi bu semahı dinlemedik? Tamam, bi insanın sesi kötü olabilir. Hep verilen örnektir. Louis Armstrong’un sesi de iyyrenç ötesi. Ama adam hiç değilse şarkı söylemeyi biliyo! Bu kadar mı yeteneksiz olunur, yalandan yere Alevi deyişleri üzerinden puan toplamaya böyle mi gidilir?
-
Ya kompozisyon özrüne değindim mi?
O da burda:
https://www.youtube.com/watch?v=ipsC9V50UE8
Yahu, Edirdahan ve Cem Karaca ekibinin de teknik yönden yetersizlikleri ve eleştirilecek yanları tonla var. Ama el insaf! Azıcık kulağı olan insan bu yukarıdaki ile şimdi vereceğim örneği mukayese etmeyi vallaha ikincisine küfür sayar!
https://www.youtube.com/watch?v=-3eCrAIlYSU
Yuh diyorum! Cem Karaca gülmüş müdür acaba? Nazım Hikmet kesin ters dönmüştür mezarında!
-
Peki pespayeliğin doruğundaki intihalini gözünüze soktum mu yukarıda?
Alın, onun da kanıtı var:
https://www.youtube.com/watch?v=MTXJsEvGiHE
Ah benim sevdalı başım, he mi? Ha guzuma ha!
https://www.youtube.com/watch?v=lSRqhfRVvko
Bu ne? John Williams’ın müthiş kompozisyonu. Film müziği. 75 yapımı! 50. saniyeden sonrasını dinleyin bi. Neymiş? Kapakmış! Yahu John Williams diyoruz be müslüman. Jaws, Star Wars, Indiana Jones, Schindler’in Listesi… Adam kaç tane film müziği yapmış! Bizi hiç mi dinlemez sayıyosunuz?
Yine geldik bi coşumlamamızın sonuna. Bende söyleyecek çok söz var da… Sizde takat kalmamış olabilir.
Yukarıda yanlışlarım olmuş olabilir. Bildirirseniz düzeltirim. Adama bok attığımı düşünüyosanız da söyleyin. Haklı çıkarsanız ben eşşek gibi özür dilerim! Söz.
Hufffs. Ben de yorulmuşum biraz. Cigaraya çıkiym. Son olarak şunu iletmek istiyorum:
Sevgili Türk Halkı, bigün formika gibi kalitesiz malzemeleri geride bıraktığın gibi vasat bile sayılamayacak, yeteneksiz, yancı, tüccar kafalı miniçakalları da kültür dünyandan def edersin umarım. Alım gücün o olduğu için formikayı sana kakaladıkları günleri unutma. Şimdi dönüp formikanın suratına tükürmezsin, di mi? Sana büyük sanatçı diye pazarlananları ve onları pazarlayanları da birazcık eşele işte. Tek dileğim bu senden. Muhtaç olduğun kudret gözlerindeki ferde ve dislektik olmadığını umduğum beynindedir.
Amin!
Arif Yavuz Aksoy
Allah'ın Bi Adamı İşte
P.S. 1 : Çok sevgili kişi, hemşehrin sayılacak adama laf ettim biraz. Kusuruma bakma. Etmesem duramazdım. Ama sen güneş toplar mısın yine de benim için?
P.S. 2 : Anne, iyi ki Anadil’imizi bize iyi öğretmişsin. Çok müteşekkirim! Ellerinden hususi öperim.
Bu yazının kısaltılmış edisyonuna buradan ulaşabilirsiniz: http://www.insanbu.com/Edebiyat-Haberleri/532-kusursuz-kabizlik-bir-zulfu-kocaklamasi-
Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.
Evet'lerini Ebet Olarak Diyen Kişi 24.04.2019
P.S. 1'deki kişi Ahmetos mu?
Hüseyin Aydın Turan 07.12.2017
Zülfü Livaneli 1994 yılı İstanbul Belediye Başkanlığı seçimindeki çirkin kampanyası ile kasıtlı olarak malum kişinin seçilmesi için üstüne düşen vazifeyi yerine getirmiş oldu....Karşılığında Nobel ödülü alamaması sürpriz oldu....Ödülü alan şahsiyetsiz de romanlarını aynı kalitesizlikde yazmaktadır halbuki!!! Hüseyin Aydın Turan
Tolga izkübarlas 11.09.2017
Olayları karştımamak lazım Mine yılarının dediği gibi cavabı yazacaktır.Zati:)
Gül T. 08.09.2017
O da bir insandı oysaki saki biliyor :)
arif yavuz aksoy 07.09.2017
Demin ekşisözlük'te bişey okurken huzursuzluk referansı gördüm. Şimdi bi link vericem. edebiyatt diye bi nick ile 19 Ağustos'ta entry yapmış şahsı okudum. Ve yemin ediyorum o an itibariyle kimlerle mücadele ettiğimizi bi daha ve sarsıcı bi şekilde idrak ettim. Herif "kitabın dış kısmının siyah olması çok iyi olmuş" falan demiş. Ohhhaaa! Bürssst! Bu ne ya?! Dış kısım ne demek? Kapak mı? Kitabın kapağı siyah değil be guzum. Yani... Disleksi de değil la bu. Nassı bi defektten böyle bi algı çıkabilir? Tıp namına merak ediyor ve insanlık namına soruyorum! Aha da linki: (Bkz:
) - Böyle okuyucu, böyle yıkamacı, böyle yağlamacı her iklimde bulunmaz gardeşler. a.y.a. hasbinallahsss
arif yavuz aksoy 13.07.2017
Sayın Eren, kitap eleştirilerimiz yavaş ama kararlı adımlarla ilerliyor. Uslubumuzdaki çarpıcı değişiklik sizleri de sarsacak. a.y.a. taahhütsss
Mithat EREN 12.07.2017
Merhaba. Güneş Dil bağlantınızı Facebook'tan gördüm. İyi ki de tesadüf etmişim. Çok ilginç bir siteniz varmış. İfade biçimlerinize alışmak sanırım zaman alacak. Ama galiba değer. Güneş Dil kitabının yazarlarından birinin diyerek bu yazıya da bakayım dedim. Yorumlarda mübalağa cenk olunmuş. Başka bloglardan alışkınız. Yazarı eleştirenlerin uslup ile ilgili yorumlarına büyük ölçüde katılıyorum. Fakat feth-i kabir için fekk-i kabir düzeltmesini anlayamadım. Kuyucaklı Yusuf'ta da feth-i meyyit ve feth-i kabir geçiyordu diye hatırımda kalmış. Feth-i meyyit, ceset taze iken yapılan otopsi işleminin eski adıdır. Belki de ben yanılıyorumdur. Belki de Sabahattin Ali yanılıyordur. Dil konusunda hassas olduğunuzu görmek benim için sevindirici oldu. Hem yazarları, hem yorumcuları kastediyorum. Dilerim daha kapsamlı eleştirileriniz çıkar. Tabii biraz daha makul bir dille... Ya da uslupla mı demeliyim?
arif yavuz aksoy 21.05.2017
1. Kameriye/Kamelya olayını ben bu sitede 50 sefer makaraya aldım. 2. Adli Tıp ders kitabında ve pek çok yerde benim yazdığım gibi geçiyo. 3. Olsa olsa galat-ı meşhur der geçerim. Bula bula bunu mu buldun da laf sokuzlamaya çalışıyosun? 4. Devam etmemen için gerekçen bu muydu? Laf! Benim o kitabı saniyesinde bırakmam gerekirdi o zaman. 5. Beğenmedin sen de kitabı, he mi? Bak hele! Sen kimsin? Otör müsün? Degustatör mü? a.y.a. pazar neşesisss (yine nikli dadangaç)
MİNE YILAR 21.05.2017
Fek bozmaysa feth de açma demek oluyor fekat. İstanbul'un fethi değil yanisi. Şöyle ki fekki kabir olayını vahşi heyvan da gerçekleştirebilir. Manbearpig a.y.a. kafasını kaşırken cevap da yazacaktır zati. :)
Betül Betül 20.05.2017
"Feth-i kabir"den sonrasını okumadım. Yanlış dil kullanımlarını kafaya takmış eleştirmenin "Fekki Kabir" (Fek burda "bozma" anlamında) tabirini çok acemice yanlış (kameriye/kamelya benzeri) kullanması ağır hayal kırıklığı yarattı. Bu arada kitabı ben de beğenmedim. KİB BYE...
MİNE YILAR 10.05.2017
Dildar Seyit Çektirten kod adlı yorumcu kişi, gerçek adınızla çıkın ortaya piliz.
arif yavuz aksoy 10.05.2017
+++ eğer siz herhangi bi tartışmada tartışmanın ana konusuyla ya da gövdesiyle doğrudan ya da dolaylı bağlantısı olmayan, kendi içinde tutarlı olsun olmasın, bazı "p ise q'dur" önermelerini sıralayıp, çok bilmiş havalarda "tartışmayı ben kazandım" tribine girerseniz, o yaptığınız alakasız "p ise q'dur" önermeleri red herring kategorisinde ele alınır ve size normalde "hadi leyn" denir. eskiden "alakaya çay demle" de denirdi. south park izleyenler bilecektir. bununla alakalı bi başka meşhur örnek de yine bu adla anılan chewbacca defense'tir. aha bu linki: (Bkz:
) --- neymiş? dingil'in işi gücü red herring'lerle dikkat dağıtmakmış. bu tipik bi trol taktiğidir. oltaya gelmeyin. bana devredin! ha bu arada, bi de şu linki okuyuverin. trainspotting'in neden sapına kadar "gerçekçi" edebiyat kategorisinde ele alınması gerektiğini açıklıyor. http://www.emptymirrorbooks.com/literature/wankers-burds-and-skag-heteroglossia-in-trainspotting.html -- a.y.a. kapaksss
arif yavuz aksoy 10.05.2017
işlerim yeni bitti. hatta hala tam bitmedi. ama olsun. bunu yazacak kadar zamanım var. 1. dingil s. çektiren haksız. neden mi? "appendisitin cerrahi tedavisi mümkün değildir" (apandisit değil, appendisit!) demek bi önermedir. bilimdışı olup olmadığı sınanabilir. benim profesyonum sizi kısmen bağlasa da, bu önermenin doğruluğunu siz kendi başınıza da sınayabilirsiniz. ameliyat yapmanıza gerek yok. istatistikçiler ve veri analizcileri ameliyat yapmıyo ne de olsa. oysa, "grant farred postmodern dedi diye trainspotting postmodern mi oldu?" bi sorudur. soru ile önerme aynı şey değildir. gördüğünüz gibi, dingil zat, genelgeçer kabul görmüş bi tıbbi bilginin sınanması ile kişisel kanaat sorgulamasını aynı kefeye koyabilecek kadar dangoz! 2. ama dingil'in bu tavrı yeni değil. kendisi aşağıda örnekleri mebzul olan red herringleri yorumsularına katma hevesinden hiç geri durmuyo. red herring ne mi? logical fallacy dersine de gireceğim. ama şimdi harbi zamanım dar. kısaca şöyle anlatayım size: +++
kaan arslanoğlu 06.05.2017
Sevgili Nihat, Dildar adındaki yorumcunun yorumlarını "kimliği belirsiz kişinin uzamış polemiği" anayasa maddesine göre bundan sonra onaylama, sil lütfen. Aynı şekilde bu konuda gerçek isim belirtmeyen şahısların "bir okur-öteki okur-bir başka okur" vb. kişilerin yorumlarını da bence onaylama. İsimsiz kişilerin fikirlerine hiç ihtiyacımız yok, kimsenin de yok. Saygı isteyen saygı gösterilecek bir isimle insan gibi çıkar ortaya.
arif yavuz aksoy 06.05.2017
Son 3 yoruma cevap vericem. Ama pazartesine kadar polemiğe girmemi patron yasakladı. Pazartesi sabah kaldığımız yerden devam ediciğz. a.y.a. tubikontinyutsss
Dildar Seyit Çektirten 06.05.2017
Svetlana Aleksiyeviç'ten bahsetmiş sayın Ezel Parsa ki, Aleksiyeviç gazetecidir, yazdıklarının edebiyatla uzaktan yakından alakası yok. Röportajları birleştirip roman diye basmıştır, Nobel ekibi de yeni bir tür diye kutsamıştır. Sovyetler'e karşı olmakla kalmaz sağ görüşlü bir yazardır. Yazdıkları duygusaldır, ihtimalen muhtelif gazete röportajlarının değiştirilmiş kolajıdır. Kendi fikirlerini başka başka insanlara söyletir. Aynı cümleler farklı ağızlardan aynı biçimde tekrar edilir. Kitaplarındaki fizikçinin fikirleri kamyon şoförününkinden ayırt edilemez. Fikirleri tümden haksız değildir. Faydalı ama edebiyat olmayan eserler yazar. Okuyun, okumayın demiyorum. 2666 hakkında bilgim yok. Saygılar.
Ezel Parsa 06.05.2017
Dildar Seyit Çektirten isimli yorumcunun büyük eserlerin faydasızlığı görüşüne katılmıyorum. Svetlana Aleksiyeviç'in Çernobil Duası'nı okuyorum. Felaketi yaşayan insanların monologlarından oluşuyor. Aleksiyeviç'in Sovyetler Birliği'ni eleştirdiği için Nobel aldığı söyleniyor ki doğru olabilir. Ancak bence bu kitabı, sanatın öğretici olduğunun bir ispatıdır. Trainspotting'i gerçekçi roman diye biliyordum, Grant Farred'ın yorumunu okumadım. Ama pop alt-kültürün romanıdır. Bu nedenle postmodern kabul ediyor sanırım. Uyuşturucudan bahsedince aklıma gelen Roberto Bolano'nun 2666 isimli romanı, Irvine Welsh'in romanının en az on gömlek üzerindedir ama Trainspotting de ergen romanı olarak hiç fena değildir. On dokuz yaşındayken keyifle okumuştum. On yıl sonra aynı hislerle okuyamam elbette ama o günleri hatırlatır herhalde yeniden okusam.
Dildar Seyit Çektirten 06.05.2017
Şimdi Grant Farred ve ben deseydik ki "apandisitin cerrahi tedavisi mümkün değildir. Bunu iddia eden insanda ciddi nöron kaybı olmalı", ben Genel Cerrahi uzmanı Dr. Arif Bey'e sorar onun cevabına inanır ve güvenirdim. Buradaki durum tam tersi olduğundan "Trainspotting postmodern bir romandır." diyen Duke Üniversitesi Edebiyat Bölümü'nden Grant Farred'ın fikrine güveniyorum. Sevgiyle kalın.
arif yavuz aksoy 06.05.2017
+++ Şindi seni son kez uyarıyorum. Böyle bişeydenanlar edalarla bi daha benim karşıma gelme. Çok kaşınırsan eline postmodernizm üzerine 2005 yılında fasfarklı bi mecra için hazırladığım bitirme tezini vermek zorunda kalırım (yalnız rulo halinde - artık o kadar kusurumuza bakmiycan). Bas git! Bi daha seni bu nikle ve türevleriyle gözüm görmesin! Hadi! 4. Gül T haklı. Mete Berk nerde? Dizel Borsa??? DBO vardı bi de bi ara. 2 yıl bize feyk attıydı. Misal dbo, mine miskioğlu imiş. Niye abilerim, ablalarım? Nedir bu nik sevdası? Hayır nun gitse, sin gelse anlicam da... La havle! a.y.a. sabah sabah hasbinallahsss --- p.s. Haydar Abi haklı. Ki bunu daha evvel ben de belirtmiştim. Kimliğiniz en azından editörce bilinmediği müddetçe polemiğe giremezsiniz. Bizde yiğidin malı meydanda! O kadar!
arif yavuz aksoy 06.05.2017
+++ Şimdi soruyorum: ula dangoz s. çektiren gardaş, ha bu aya sana ne etti? Bana bulaşıp da çarpıldın mı? Oysa bana bulaşan ya huyumdan ya suyumdan az alırdı. A benim gargayı gılavuz eden ibişim, adam politik doğruculuk (yani postmodernizmin öz evladı) sayesinde kendine kariyer yapabilmiş bi gırma. Şimdi bu senden dangoz olmayasıca Gırnatacı Ferit öyle dedi diye Trainspotting postmoderen mi oldu? Bah hele, o zaman şöyle düşün: Ali Bayramoğlu ve Altan Bıradırs da bi zamanlar hepimizin iyi tanıdığı birisi için "vesayete karşı savaşan şanlı bir kahraman, civan" falan diyolardı. Nooldu? O zaman senin mantığına def-i hacet etmek gerekmez mi bu örnekten sonra? Sen ortaya bi tane isim salladın diye biz bunu yeriz mi sandın? Wikipedia'yı sen mi gapattırdın la? Tüh. Yazık etmişin sabiye sübyana. Oolüm, benim adım aya. Ben vikiye bakmadan da veri toplayabiliyorum. Herkesi kendin gibi kifayetsiz bilmeyecen a zirzop! +++
arif yavuz aksoy 06.05.2017
Ameliyatlı yerime değil de saatime denk geliyo bu aralar. Yorgunum. Sabah 5'e doğru çıktım. Sağ ayak bileğim şiş. Ama elim ve beynim hala sağlamca. Şimdi Gül T ve Mine Yılar kardeşlere "birbirinizle kavga etmeyin" diyerek esas meseleye dönüyorum. 1. Adam (ya da kadın) sizi trollüyo. Alakasız ve inkoherent konuşmalar yığını içerisinde öyle tahrikkar göndermeler yapıyo ki, çok kişi ilkinde olmasa bile elbet birinde gaza geliyo. 2. Ama tabii benim gibi yılların trol avcısı bu numaraları yemez. Bi defa sakin olup evvela bu dingilin nerde dingildediğini hemen bulmak gerek. 3. Anında yapıştıriym öyleyse. Saygıdeğmez ve sevgisiz Dingil S. Çektiren nikli trol ne buyurmuş? Grant Farred nam, kendi gibi bi ibiş, Trainspotting'i "postmoderen" diye tanımlayasıymış. Evet. Şimdi mevzuya bodoslama girenzi. Türkçe ne güzel dil! Gılavuzu garga olanın burnu boktan gurtulmaz imiş. Pek möhim eleştirmen ve referans diye aldığı ve pek bilmiş edalarla aha burda adını zikrettiği tip kim? Postmodernin dibi! +++
Dildar Seyit Çektirten 06.05.2017
Sayın Gül T., çok yanlış anlıyorsunuz, hangi birini düzelteyim. Başlıyorum.1- Elbette istediğinizi okuyabilirsiniz. Zülfü Livaneli'yi, Ahmet Ümit'i de okuyabilirsiniz, bunların iskoçyalı akrabası, ama orada çok satarlık biraz daha kastığından daha özenli, Irvine Welsh'i de okuyabilirsiniz. 2- Sanata kalıp çizen piyasa koşullarına uygun yazan, çok satmaktan veya ünlü olmaktan başka düşüncesi olmayan yazarlardır. Bütün bu yazarların ortak noktası marka ve pazarlamaya verdikleri önemin sonucunda ürün vermeleridir. "Mış gibi yapmaları", yani edebiyatmış gibi yazmaları, kimseyi takmazmış gibi dil oyunları kullanmaları, satmak için yazmadıklarını göstermeye çalışmaları, hepsi kitap pazarlamanın bir parçasıdır. Bunları okursanız nasıl para kazanılır, uyuşturucu kafası nasıldır, Yezidiler kimdir gibi faydalı bilgiler edinirsiniz. Asıl sorun bu bilgilerin yanlışlığı veya doğruluğu değil, okuyucu alsın, faydalansın, kitabı "cool" bulsun diye yazıldıklarının çok belli olmasıdır.
Gül T. 05.05.2017
Bizim ne okuyup okumadığımızı bilemez ve karışamazsınız, bu 2. Bazı şeyleri yanlış hatırlamış ve refere etmişim evet free inderect speech tamamen uydurmasyon olmasa da eksik aktrarılmış bir olgu. Karakterin düşüncelerini cümlelerini direk romanda ki anlatıcı aktarıyor. Dil daha gündelik...Kendiniz bakın. Ne iyi okuyucu diyorum kendime ne başka birşey. Bir iddianın tersini söylüyorum.Sizin yok olamaz dediğiniz şeyler var ve bazıları o standart saydığınız postmodern olmayan eserlerden daha başarılı olabiliyor. Bunlardan biri trainspotting ya da değil diye herhangi bir sözüm var mı? Neyse ki sanat, edebiyat, müzik birçoklarımızın beklentisi dışında üretiliyor varlar, gençler var. Ve sizin gibilerin çizdiği kalıpların dışına çıkılmasaydı eğer gelişmeyecekti. Dersler çıkartılan sanat kötüyse tüm dünya edebiyatını çöpe atın. Yok ya ya da olmuyor bunların hepsi benim hayal dünyam… Ha bu arada Mete Berk nerelerde?
Gül T. 05.05.2017
İşten koştum geldim. Bu arada meslek gereği sabırlıyım. Ama mutsuzum çünkü herzaman ki gibi kendim kadar itici ve daha da itici tiplere ne demek istediğimi ifade etmek zorundayım. Dil-dar benim de yerim dar.Ve evet o kitaplar beni anlatıyor. Zaten vasatız, aptalız, hergün sokaklarda underground beat diye uyuşturucu, halüsinojen eşliğinde takılıyoz. Ancak ne hikmetse bir parasetamol etkisi yapamadı.Bu yüzden berbat bir sanat ve edebiyat anlayışım var. Teessüf ederim. Beni benden iyi tanımışsınız çözmüşsünüz. Dilbilimologmuşum ahaha. O kitapları okuyanlar o kitaplar gibidir ben bu yaftayı niye yapıştırmadım kendime daha önce gerçi ben saykodelik yaşıyrum doğru yaa. Astral seyaheten, sizin boyuta geçişim zaman alıyor... Pek sayın bir başka okur beni tanıyorsunuz artık. Ne kadar leş bir ve sığ bir bakış açısıdır bu.Herşeye postmodern diyerek, anlamadan etmeden gardınızı almanız ve kötülemenizden, bazı insanları referans göstermenizden gına geldi, bu 1.
KÜFÜRBAZ BİRİ 05.05.2017
Doğru söylüyor H. Ünsal. Burası dingonun ahırı olmamalı. Magazin ve trol çok acımsı postmodernimsi böyle kekremsi. Kimse ağrı kesici ile alkolü aynı anda almaya özendirilmesin. Mine YILAR
H.ÜNSAL 05.05.2017
Sayın site yöneticilerinin dikkatine; sitemizde ciddiyetsizliğin kanal bulmasına müsaade etmeyiniz. Yok Dildar Çektiren, yok başka bir okur, yok bilmem ne okur vb. rumuzlarla megaloman ruhları tatminden başka hiç bir değere ve manaya hizmet etmeyen yorumlara bir disiplin getirin. Siteyi magazinleştirip trolleştirilmesini engelleyin. söyleyecek sözü olan, düşüncelerini ortaklaştırmak isteyen zevat adam gibi adını sanını ortaya koymalı. Olamıyorsa editör en azından zevatın kim olduğunu bilmeli. Burası dingonun ahırı değil. " Benim söyleyecek sözüm var. Gelin ortaklaşalım " diyenlerin son derece ciddiyetle önem verdikleri bir platform. Sizlere şöyle yapın, böyle yapın da demiyorum ama lütfen de demiyorum. Saygılarımla
Dildar Seyit Çektirten 05.05.2017
1-Gül T.'yi sizin türünüz olarak refere ettim sayın bir başka okur. 2-Trainspotting için Grant Farred demiş ki:" Trainspotting is the voice of the disaffected, postmodern, postindustrial Scottish junkie-as-critic who rejects the romance of his nation’s history in favor of a scathing attack on Scotland’s historic anti-Englishness." Trainspotting realist gibi görünse de popüler kültürün çok satar romanıdır ve aynı zamanda postmoderndir. 3-Diclofenac, koroner plağı olana MI(kalp krizi), karotiste plağı olana stroke"inme" geçirtme riskine sahiptir. Mide koruyucusuz alanın midesini kanatabilir. Ben yine parasetamol alayım. Uygun dozda, alkolsüz, morfin türevsiz kullanılınca hepatotoksisite riski çok düşük. Hepatotoksisteye uygun ve zamanında müdahaleyle ölüm riski de %2'den az. En iyisi mümkünse hiç birini almamak. Saygılar.
arif yavuz aksoy 05.05.2017
unuttum. bi de büyük harfle yazan bi okur vardı. ondan ricam, önce büyük harfle yazmaması. yerel ağız edebiyatta farklı ele alınıyo. onu zaten bir başka okur açıklamış. ya, bi de şunu dsç savunucularına belirteyim: inkoherans ile karşıma gelmeyin. ne dediğinizi adam gibi ifade edin. ben suluyum. ona tamam. ama siz de ne savunduğu belli olmayan postmodernist beyin iğfalcilerinden farksızsınız. a.y.a. iğfale karşı dursss
arif yavuz aksoy 05.05.2017
şimdi gelelim dsç nickiyle zuhur eden arkadaşa. aslında çok bişey dememe gerek yok. cevaplarının çoğunu bir başka okur, okuyucu, SSK ve Kaan Arslanoğlu vermiş. ben iki hususa değineyim. 1. parasetamol (asetaminofen) Batı'da akut hepatotoksisite ve pankreatit olgularının önemli bir yüzdesini oluşturan ilaçlardandır. aman diyiym. öyle ota boka parasetamol almayın. hele doza azami dikkat gösterin. diklofenak sodyum (voltaren) fena değildir. üst GİS kanaması ve hipertansiyon için riski biraz arttırırsa da, suppozituar formunda bu yan tesirlerin de azaldığına dair bilimsel veri mevcut. 2. trainspotting'in postmodern ürün olduğunu sanmak, hele de onu fight club (bu harbi new-age zirzopluktur) ile mukayese etmek için insanda ciddi nöron kaybı olmalı. Cenab-I Hakk cümlemizi dekortikasyondan muhafaza eylesin. Amin. a.y.a. aminsss
arif yavuz aksoy 05.05.2017
bir başka okur ve bir başka okuyucu'nun tarzları bi yerlerden tanıdık geliyo. ama şimdi çok yorgunum. o yüzden kimlik sorgulama yapamayacağım. ben kendisine sadece şunu soruyorum: birilerinin "ben var ya, proust'u da okudum, joyce başucumda durur, shakespeare dayımın oğludur" türevi dingildeme hallerinde ben topun gelişine voleyi çakmakta haksız değilim, di mi? görüyosunuz ya sevgili bir başka okur ve okuyucu? ben "bana karşı çemkirmek için önceden yemin etmiş dadangaç korosu" diye adlandırınca o tür dingildekleri, millet bana kızıyo. en azından halımdan anlayan bir başka okur ve okuyucu var ha burlarda. a.y.a. bir başka okura ve okuyucuya bahusus selam etsss ve cuma mübareksss
arif yavuz aksoy 05.05.2017
abovvv, ne çok nick var yav!!! bir okur, bir başka okur, inan (bu galiba inan sabırcan), dildar seyit çektirten, bir başka okuyucu... şimdi ilk evvela inan sabırcan olduğunu düşündüğüm yorumcuya hemen remarkta buluniym. tam olarak düşündüğüm şey o sayın sabırcan. ben, bu kitapların zülfü livaneli markası altında bir yazarlar grubu tarafından yazıldığına inanıyorum. kitabın üstünde aldığım notlara bir baksanız... aynen bunu kendi kendime yazmışım. "e baboli, bu çeptırın yazarı başka biri olmalı - bi öncekini yazan adamla bu farklı; yüzde bin" diye yazmışım. hemi vallahi, hemi billahi! a.y.a. yazar heyetinden hiç hoşlanmasss ve sabırcan'a selam etsss
BİR BAŞKA OKUYUCU 05.05.2017
Gül T.'ye baktım ne yazmış diye. Sayın Dildar? Orda mısınız? Gül T.'nin beyin yakan bir 'free indirect speech' teşhisi var ki kuyuya bile isabet etmemiş bir atmasyon. Bir de içinde argo, şive ve sokak dili geçen geniş bir skalaya dağılmış kitap türlerini de okumuş kendisi. Yani görmüş geçirmiş bir okur olaraktan bunlar kullanılır ne var bunda diyor. Yani o kadar standartsevdalısı biri de değil. Sizinle aynı şeyi söylemeyen birini neden refere ettiniz?
BİR BAŞKA OKUR 05.05.2017
Hımm bookish İngiliş'i unutmuşum. Sokakta kitap gibi konuşmak değil o. Öyle olumlu bir anlamı yok. Yanisi benle uğraşmayın çok sıkıldım. Daha edebi türlerle edebi olmayan türleri kıyaslamamanız gerektiğini bilmiyorsunuz.
BİR BAŞKA OKUR 05.05.2017
Oyt siz hala standart dil kullanımı ve doğruluk arasında orantı kuruyorsunuz; ben de bunu yaratıcılık ve standart dil kullanımı arasında ters yapıyorum. Doğruluğu tartışılır olan unsur nedir? Kelime türetmek mi? Yabancı kelime kullanmak mı? Argo, jargon, slang vs. kullanımı mı? Peki bu yazının türü nedir? Yazarın idiolektine mi, yazın türüne uygun bulmadığınız üslubuna mı yoksa işinize gelmeyen başka unsurlara mı karşısınız? Standart dili biri mi üretmiş dedim ben? Evet araba örneği güzel. Aferin(ağrı kesici). Standart dil ile ilgili tam da öyle düşünüyorum. (Yeni gelin örneği vardır fakat biraz belaltıdır.) Bilim ve felsefe dili bambaşka bir konu. Estetik kaygısı yoktur. Ve bir formata göre yazılır. Eleştiri ise edebi bir türdür. O yüzden eleştirmen vardır, bir de meleştirmen vardır. GÜL T. isimli dilbilimologu tanımıyorum, o yüzden referansınızı ciddiye almıyorum. Size ben temel linguistics kitapları (linguistics for non-linguists) ve gıcık olduğum Chomsky'nin makalelerini önereyim.
Dilar Seyit Çektirten 05.05.2017
Bir Başka Okur, dilin standart kullanımının en basit hali olduğunu, TRT ve yabancılar için var olduğunu söylediğiniz yorumunuzda ki anlam bulanıklığının, ne kadar anlaşılmaz bir şey yazdığınızın farkında olmadığınızı düşünüyorum. TRT spikeri haber sunsun ve yabancılar dili öğrensin diye üretilmiş bir dil mi var mıdır ki standart dil sadece onlar için var olsun. Niye "bookish english", çünkü kitaplarda olan ingilizce o. Sokakta kitap gibi konuşmak samimiyetsiz veya dilin kurallarını yeni öğrenmiş gibi gösterebilir. Bu o dilin en doğru kullanımının standart kullanımı olduğu gerçeğini değiştirmez. Araba kullanmayı yeni öğrenen biri arabayı sağdan ve yavaş kullanır. Sıkıcı görünebilir ama dil de bir araçtır ve bir aracın en doğru kullanımı en sıkıcı halidir. Bilimsel yayınların, felsefe kitaplarının ve eleştiri yazılarının da bir çoğu sizin basit ve sıkıcı bulduğunuz kurallara uygun dille yazılır. Trainspotting için de 18.04.2017 tarihli Gül T. isimli okuyucunun yorumuna bakılabilir.
arif yavuz aksoy 05.05.2017
Ya sorry. Ameliyattaydım. Anca çıktım. Ben yokken epey bi tartışma olmuş. Kendi yazımı epeydir kontrol etmediydim. Birikmiş yorumlar. Sabah toptan cevap vericem. Şimdi az uyumam gerek. Ne de olsa Bedri Baykam denilen yüce kişilik gibi günde 4 saat uyku ile ultra disiplinli çalışan ve yaşayan bi mega yaratıcı, übermensch değilim. Ben 2-3 saat anca uyuyabiliyorum. Dilerdim daha uzun olsun. Kediotu bile denedim. Tıs. Bende yaramıyo işe. Nasip. Hadi siğ yuğ. Sabah yazıcam herkeşe cevap. a.y.a. yorgunsss
BİR BAŞKA OKUR 04.05.2017
Şimdi b.ka basmadan şu Dildar Bey'in neden beni hedef aldığını nasıl anlayabilirim? Sayın Dildar benim standart dili sıkıcı bulmam ve Beckett, Proust ve Joyce ve TRT3 arasında nasıl bir illliiiyyyyet bağı buldunuz? Bu adamlar ve TRT3 standart dil mi kullanmıştır? Standart dil nedir? Benim ve benzerlerimin fightclub vs okuduğunu nerden şaaptınız? Başım ağrıdı yemin ederim. Minoseeett!
BİR BAŞKA OKUR 04.05.2017
Kel alaka Dildar Bey. Sadece a.y.a.'yı eleştirmek için Taylan Kara'yı zikretmeniz dolayısıyla sizde bir zeka çakmasyonu olduğunu düşünebiliriz. O yüzden yanıtınızı merak etmeye karar verdim efem.
Süleyman Sırrı Kazdal 04.05.2017
yalnız anlamadığım bir şey var.bunların "kabızlıkla" ne alakası var? kuramadım bir türlü.
Süleyman Sırrı Kazdal 04.05.2017
vay babayın gömüğü! "çektirten" değil miydi o? bir de parasetamol çıktı iyi mi?
BİR BAŞKA OKUR 04.05.2017
Sayın Çektiren, hatlar karıştı sanırım. A.y.a.'yı okumaktan keyif alan kişilerin zeka ve beğeni seviyesi üzerinden a.y.a'yı mı eleştiriyorsunuz. Okuduğunuz kitapları sıralamışsınız, nelerden keyif aldığınızı yazmışsınız. Zekalı ve intellektüel biri olduğunuzu burdan ispata kalkışarak sözümona siz ve benzeri insanların okuma zevkine hitab etmeyen bu tür yazıların aslında vasat okuyucuyu hedeflediğini filan önermişsiniz. 1. Ne okuyup, ne bildiğiniz beni zerre kadar ilgilendirmiyor. 2. Saydığımız kitapları ders olarak okudum fakat ne anladığım benim için daha önemli olmuştu. 3. Vasat ve gayrivasatın ayırımını sizden iyi becerdiğimden şimdi daha çok emin oldum. 4. Lütfen benim üzerimden değil yazı üzerinden eleştirilerinizi yöneltin. 5. Saydığınız eserler ve yazarlar ile a.y.a.'yı ve yazısını mı kıyaslamalıyız? Amacınız nedir? Lütfen ortaya saçılmış bilyeler gibi dikkat dağıtan amacı belirsiz yorumunuzu mantıklı bir sırayla düzene koyun ve örneklerle destekleyip yeniden gönderin.
Dildar Seyit Çektirten 04.05.2017
+Kötü kitapların da bir faydası olduğuna, sıradan insanın düşünme biçimini anlamaya katkısı olduğunu düşünüyorum. Zaten bu kitapların çöplük oldukları uzaktan bile belli ama yazarlarının,okuyucularının nasıl insanlar olduklarını anlatır bu kitaplar. NOT:Voltaren'i çok zorda kalmadıkça tercih etmem, non-steroid anti-inflamatuar'dır, mideye ve kalbe iyi gelmez hocam. Siz de zorda kalmadıkça kullanmayın, gastrit, hazımsızlık, koronerlerde hassas plak, akut koroner sendrom, çarpıntı, sinirlilik yapar hafazanallah. Parasetamol içerim ağrım olursa. Pek olmuyor gerçi çok şükür. Saygılar.
Süleyman Sırrı Kazdal 04.05.2017
vay be,şu siteyi neler öğreniyor insan? misal,dil,kemik,kişilik bölünmesi,sonra yeniden bir araya gelmesi,yeni kişilerin ortaya çıkması,adların birbirine girmesi,metamorfoz,osteoporoz...sonra birden voltaren diye birinin ortaya çıkıp her şeyi yerli yerine oturtması.ilginç bir yer burası.insan bu!kaan abi iyi misin?
Dildar Seyit Çektirten 04.05.2017
+Kötü kitapların da bir faydası olduğuna, sıradan insanın düşünme biçimini anlamaya katkısı olduğunu düşünüyorum. Zaten bu kitapların çöplük oldukları uzaktan bile belli ama yazarlarının,okuyucularının nasıl insanlar olduklarını anlatır bu kitaplar. NOT:Voltaren non-steroid anti-inflamatuar, pek tercih etmem, midemi, kalbimi severim. Parasetamol'ü kendime daha uygun bulurum değerli Kaan hocam. :)
kaan arslanoğlu 04.05.2017
Sayın Çektirten, ben demiştim, Voltaren'in faydaları. Ama ağrı azcık devam ediyor sanırım. Yorumunuzun ikinci bölümünü buraya değil, Ziyaretçi Defteri'ne yapmışsınız. Aynısını buraya da yazsanız lütfen. Yoksa kaynayıp gidecek. Geçmiş olsun, saygılar.
Dildar Seyit Çektirten 04.05.2017
Şunları açıklığa kavuşturayım; Ben bilimi özellikle Kuantum fiziğini okuyorum. Proust, Joyce, Beckett okurum ve keyifle okurum. Kayıp Zamanın İzinde'yi döner döner okurum. Marcel'in sahildeki genç kızlarla karşılaşması, Albertine'i kıskanması, Vinteuil sonatı, Swann'la ilgili anlatılanlar, Giotto, Baron de Charles'in Balzac sevgisi aklımdan çıkmaz. Beckett'in Molloy, Malone ölüyor, Adlandırılamayan üçlemesindeki dilin sıradışı kullanımını, Finnegan's Wake'i sesli ve hızlı okumayı severim. Sıradan adam için sıkıcıdır bunlar. Taylan Kara degaşarca bunu dile getirmiştir. Bir başka okur'un sıkıcılık ölçütlerine ise kesinlikle katılmıyorum. Ben sıradan zekanın eğlenceli bulduğu tarzdan sıkılırım. Trainspotting, Fight Club, Şibumi tarzı çöplükten sıkılırım. Üstten bakış olacaksa "sıkıcı" bir estetiği TRT 3 tarzı bence hiç de sıkıcı olmayan bir üslubu olmalıdır.
kaan arslanoğlu 04.05.2017
Sayın Çektirten, anladığım kadarıyla dişinizi çektirdikten sonraki acı içinde yazmışsınız bunları. Ağrı biraz azalınca daha makul düşünmeye başlarsınız. Bilim dili onu anlayanlarca hiç de sıkıcı değildir. Anlamayan için sıkıcıdır, doğru. Rasyonel olmak hiç sıkıcı değildir. Rasyonelliğin ne olduğunu anlamayanlar onu sıkıcı ve katlanılmaz bulur. Rasyonel olmaktansa dayak yemeyi tercih eder Piaget'ye göre vatandaşın üçte ikisi. İyi eserlerin hiçbiri sıkıcı değildir diyemeyeceğim, yüzde bir oranında sıkıcı olan olabilir. Ama anlayan için o da sıkıcı değildir. Bu kadar ağrı içinde size daha fazla eziyet çektirmeyeyim. Mesela Voltaren, iyi gelebilir.
Dildar Seyit Çektirten 04.05.2017
Bilim dili de çok sıkıcıdır. Rasyonel olmak çok sıkıcıdır, o yüzden çoğunluk irrasyonelin peşinden gider. Önemli eserlerin çoğu sıkıcıdır. Sıkıcılıktan uzaklaşmak için dili uydurukça yazmak doğru değil. Hatalara gelince; Shakespeare'in Julius Cesar'ında duvarda saat vardır. Hamlet, hayaletle gece yarısı karşılaşır, birkaç dakika konuşurlar, şafak görünür. Robinson Crusoe çıplak yüzerken cebine yemek doldurur. Diğer yandan kötü kitaplar iyi kitaplardan daha faydalı bence. İyi edebiyat okuyucusu edebiyatı takdir etmekten başka birşey kazanamaz. Kötü edebiyat okuyan, düşünme yetisine sahip insan, yazarı ve o yazarın sıradan okurunu daha iyi anlar, hayata ve insana dair çok şey öğrenebilir.
İNAN 04.05.2017
Merhaba. Yazıyı okurken Engereğin Gözü adlı kitabı okurken çok zorlandığımı ve kitabı beğenmediğimi hatırladım. Engerekten sonra Zülfü Bey'in kitaplarını okumadım. Daha sonra eşim alıp gelmiş, Son Ada adlı kitabını okudum bitirir bitirmez şu yargıya varmıştım, kitap iyi kim yazdıysa eline sağlık. Eğer Engereğin Gözü'nü Zülfü yazdıysa Son Ada'yı o yazmış olamaz, eğer Son Ada'yı Zülfü yazdıysa Engereğin Gözü'nü kim yazdı? Yine buraya yazayım, Zülfü Livaneli adıyla basılmış Son Ada kitabını kim ya da kimler yazdıysa hoş olmuş, ben son tüketici, müşteri olarak bazı ufak tefek sıkılmalara rağmen Son Ada'yı beğenmiştim. Adsız yazara/yazarlara çok teşekkürler.
BİR BAŞKA OKUR 03.05.2017
Değerli nazik 'Bir Okur'; Bir dilin standardı, o dilin en basit, en ruhsuz, en kurallara dayalı, en sıkıcı halidir. Bu versiyon TRT spikeri haber sunsun diye ve yahut da yabancı birileri o dili öğrensin diye vardır. Aslında yoktur. Hayali bir üründür. Diller yaşayan canlı varlıklardır. O yüzden standardizasyonu zordur. Standart ile kastedilen, o dil için gün itibariyle en çok kullanılan kelimeler ve dilbilgisi kurallarıdır. Misal biri Amerika'da İngilizce'yi çok kurallı ve doğru konuşuyursa bilin ki yabancıdır. Bu konuşma türüne 'bookish English' derler. Bizim kentli a.y.a. kelimelerle bir sürü oyunlar oynadığından standartdışı olmakla eleştiriliyor. Gelgelelim bunların hepsinin dilbiliminde bir yeri ve bir adı vardır. Kendisi gel zaman git zaman açıklıyor. Gelelim halk ozanlarımıza. Onların kullandığı varyasyon 'ağız' diye adlandırılıyor. Local dialect yanisi. Her dilde olan, coğrafi konum kaynaklı ufak çaplı değişim. Bilmem anlatabildim mi? Saygılar.
BİR OKUR 27.04.2017
CEHALETİMİ MAZUR GÖRÜNÜZ. AMA BİR SORUNUN CEVABINI MERAK EDİYORUM. SON 50 YILDAN ÖRNEKLER OLARAK NEŞET ERTAŞ VE AŞIK MAHZUNİ GİBİ HALK OZANLARININ ESERLERİNDE KULLANDIKLARI VE STANDART OLMAYAN TÜRKÇE NASIL SINIFLANMALIDIR? BU SİTEDE ÇOK GÖRDÜĞÜM POSTMODERN KAVRAMINI PEK BİLDİĞİMİ SÖYLEYEMEM AMA BU OZANLARIMIZIN TÜRKÜLERİNDEKİ YÖRESEL DİL ÖGELERİ YUKARIDAKİ YAZIDAN FARKLI MI ELE ALINIYOR? YOKSA BU METNİ YAZAN KİŞİ KENTSOYLU OLMASINA RAĞMEN STANDART TÜRKÇE KULLANMADIĞI İÇİN Mİ ELEŞTİRİLİYOR? OKUR OLARAK AŞAĞIDAKİ YORUMLARI DA OKUYUNCA BİR TÜRK DİLİ MERAKLISININ AKLINA BU SORU GELİR DİYE DÜŞÜNDÜM. AYDINLATIRSANIZ ÇOK SEVİNİRİM. SAYGILARIMLA
Nihat Ateş 22.04.2017
Yiğit Özgür'ün pek ünlü bir karikatürü vardı o geldi aklıma Curuf'un yorumu okurken. Hani adam "Tişikkirler Sipirmın" diyerek taklidini yapıyordu da, arkadaşı "Ben öyle mi yaptım, öyle mi yaptım. Sizin yüzünüzden kahraman yetişmiyor bu ülkede" diyordu. Ben öyle mi demişim Sipirmın, bir oku bakalım tekrar... Saygılar.
arif yavuz aksoy 22.04.2017
Johan Cruyff'un ilk adı Hendrik miydi? Şimdi hatırlayamadım. Ama Hendrik Johannes falan olsa gerekti diye aklımda kalmış. Hendrik olmuş Hayri. Johan zaten Yahya. Cruyff'u da cüruf yapmış. Aklı sıra Güneş Dil'e de gömçürecek. La oğlum nerden buluyonuz bu nikleri? Adınızı yazsanız vallaha ısırmam. Neyse. Kaç sefer dedim ama yine tıs. Koçum (Cruyff'a sesleniyorum) bak senle bile samimi konuşuyorum. Anneannemin hatırasına hakaret sayarım aksini. Kadınceğiz öteki türlüsünden nefret ederdi. O anama öğretmiş. Ben de anamdan öğrendim. Anadilim bu. Salam dilimi değil. a.y.a. salamsss, sucuksss
Hayri Yahya Cüruf 22.04.2017
Bu durumda Sayın Livaneli'nin dili, üzerinde herkesçe mutabık olunan soyut halinde kullanıldığı için otomatikman postmodern olmaktan çıkıyor ve aya da dili parodileştirmesi ve somutlaştırması neticesinde postmodern oluyor mu demeliyiz Sayın Ateş? Yani, Zülfü Livaneli kimseyi irkiltmeden yazdığı için sonuca gidiyor. aya ise irkiltme eylemini baştan yaparak metnini zaten eleştiriye kapatıyor ve bu gevşeklik, küçültme, hissizlik etkileri birleşerek daha da değersiz bir metin ortaya çıkartıyor. Böyle mi anlamalıyız? Ben en azından böyle anladım ve ruhum bir nebze olsun huzur buldu. Saygılar
Nihat Ateş 22.04.2017
Perihan Mağden'in dili, "dil" değil bir jargon demiştim. Dil bütün boyutuyla "soyuttur", jargonsa dile değdiği anda onu somutlar. Bu alabildiğine "somutluk" soyut olanı küçümser ve onu bir parodi haline getirir. Bunun hemen ilk anda dil duygumuza bir saldırı olduğunu anlarız. Bizi irkilten de budur. Okuduğumuzdan ve duyduğumuzdan soyutun hazzını alamayız. Bu kadar somutlandığı için bir gevşeklik, küçültme, hissizlik etkisi yaratması da cabası. Jargon bunu dili bozarak, kırarak yapıyor. En güçlü silahı da "günlük-gündelik" kullanımda buluyor. Bazen o da yetmediğinde onu da bozup kırabiliyor. Kitapta da bu yüzden dönem romanının ve postmodern metnin ayırıcı özelliklerinden biridir diye belirtmiştim. Aya'nın bazı sözcük kullanımlarının ve cümle yapılarının bize bu jargonu çağrıştırdığı için irkilti yarattığını düşünebiliriz. Son söz: Meslekdaş, "meslektaş" diye yazılıyor zaten Sevgili Aksoy...
kaan arslanoğlu 19.04.2017
Ufuk Aksoy, AYA'nın tarzı ve yazar duruşuyla ilgili bir hayli aşağıda kalan yorumlarında ifade ettiği görüşlerle bana simultane tercümanlık yapmış. Önce onu belirteyim. AYA yazılarında bundan sonra hangi tarzı devam ettireceğine elbette kendi paşa gönlünden aldığı emirlerle devam edecek. Yalnız birkaç istirhamım olacak, zaten yazışmalarını takip ediyorum, yedi düveli biraz da ondan çaldım :)) İstirhamım şu: Yazılarında iki şeyi mümkünse kullanmasın: 1- Bişey (bir şey yerine) 2- Bu daha az ısrarcı olacağım bir şey: Oluyo, yapıyo... Niye mi bunlar rahatsız ediyor, Perihan Mağden hanım bunları çok kullandığından. Bir de bu dille yaptığı edebiyatı eleştiren Nihat Ateş'in bir kitabından bölüm vardı. Hep aklıma o eleştiriler geliyor, bişey lafını okudukça kulağımda cırtlak bişey ötüyo. Bir de Nihat beyin görüşünü alsak bu konuda?
ufuk aksoy 19.04.2017
Yok vallahi alçakgönüllülüğümden değil, zira adamın bırak bi romanınını, köşe yazısını bile okuduğumu hatırlamıyorum. Şarkılarını bir Best of kasetini dolduracak kadar biliyorum. Onların da kaçı kendi şarkı sözü ise adamın yazını ile ilişkim o kadar. Ama senin açıklama ve örneklerden kendi dertlendiğim şeyleri fazlasıyla görebiliyorum. Güzelleme yazısına üzülerek sinirlendim ama referandumdan evet çıkmasına da çok üzülmemek gerektiği ile ilgili içime su serpildi.
Gül T. 18.04.2017
Sayın Can Milton anlatıcı tarafından karakterin konuştuğu neyse, üslubu neyse o şekilde aktraması ne oluyor o zaman? Dialektsiz mi? Ayrıca anlatıcının bizzat şive ile argo ile konuştuğu, olayları aktardığı örnekte vereyim hiç rastlamadım demeyiz bundan sonra hep beraber. Trainspotting. Filmi de var hani. İzlemeyenlere tavsiye ederim. Ne kadar izlemesi zor da olsa kamu spotu niyetine izlenmeli.Anlamadığım şey bu bir eleştiri yazısı. Beklentiniz nedir? Neyi eleştiriyorsunuz? Üslubu eleştirin de bu bir roman değil.Onun eleştirisi. Ki yazarın argoyu azaltmış, göndermeleri azaltmış yazılarından.
arif yavuz aksoy 18.04.2017
A (hala) ibiş, benim la... Benim zihnimdekileri anlatıyo. Kendimle konuşuyorum diye yazmışım ya. Hala vik vik vik. Bitmedin. Bitemedin. İlle kaşıyacan. Benden cevap alıcan. Ben buraya formel, akademik eleştiri yazıyorum demedim. Bu bi eleştiri denemesi a zübük. Sen can miltın ismini çok sevmiş bi kifayetsiz olabilirsin. Ama ben Dr. Johnson olmaktan hoşlanmıyorum. Ha sen ille içimdeki Dr. Johnson'ı (Samuel olan) açığa çıkartmaya kastettiysen ona diyeceğim yok. Bakıcaz artık çaresine. Bu arada, Fethi Naci olayında da itina ile topa girmedim. Ama içimde o yorumuna dalmak için kıpırtı var. Yorma beni. a.y.a. terlisss
Can Milton 18.04.2017
Sayın Gül T'nin yorumu gözümden kaçmış. "Free indirect speech" romanda, hikayede kullanılan, karakterlerin konuşmasının anlatıcı tarafından aktarılmasıdır, sayın Gül T. Karakterlerin olmadığı bir yazıda karakterin ağzından konuşan anlatıcı olur mu? Yani bu makalede "free indirect speech" olabilir mi? Bu yazı neyin indirektidir, kimin zihnindekileri aktarmaktadır.
arif yavuz aksoy 17.04.2017
sayın Fahri Kumbul, gönlünüz rahat olsun. aslında piç gibi davransam da tüm eleştirileri (canimonunkiler hariç - o eleştirmedi çünkü) dikkate alıyorum. hatta o kadar alıyorum ki, profesyonel olarak skript yazan ve bunu harbi yüksek profesyonellikte yapan bi akrabam dün bana şöyle bi mesaj göndermiş. "Eskiden okuyucuyu gereksiz biçimde sık ve sertçe aşağılıyodun; herifler sana bi süre sonra nefret duyup zaten yazıyı okumaktan vazgeçiyodu. şimdi o huyundan neredeyse eser kalmamış. Bu artık daha okunabilir ve anlaşılabilir ve hatta zevk alınabilir bi metin olmuş - bu kadar uzun olmasına rağmen..." diyodu. demek ki neymiş? her gün bi doz İnsanBu barbarlarda bile insanlaşma belirtileri yaratabiliyomuş! a.y.a. ben insan değil miyimsss???
arif yavuz aksoy 17.04.2017
sevgili ufaks, ikimiz de alçakgönüllülük gösterdiğini biliyoruz. linklerin linklerinde kaybolmak benim kafamın içinde her gün kabaca 1000 (yazıyla - bin) kere yaşadığım bişey. hatta o yüzden senle oturup konuşurken sürekli "yav ne konuşuyoduk biz asıl?" ya da "yav nerden geldik buraya şimdi?" dediğimiz ve bunu hiç de etanol etkisi altında yaşamadığımız (örnek: annemin başımızda goncoloz gibi beklediği geceler) tonla anımız var. sana bi güzelleme yazısı göndericem: (Bkz:
) --- bu adamceğize Taylan Kara'nın inceden gömçürdüğü yazı da aha burda: http://www.insanbu.com/eski/a_haberae02.html?nosu=1846 --- ben Taylan Kara'nın evliya sabrına sahip değilim. gelişine çakıyorum voleyi. boşuna barbar değiliz. tanığa başka sorumuz olsun mu? a.y.a. tanığa başka sorum yok sayın yargıçsss
arif yavuz aksoy 17.04.2017
sayın Gül T, yaşar kemal için söylediklerimde ad hominem yaptığımı kabul ediyorum. bunu kasten yaptım. kim kendine akronim ile ad takmaya ve o akronimdeki harflere anlam yüklemeye kalkışırsa aynını yaparım. subjektiviteyi açan kendisi. ben değilim. "Aslı" konusunda sanırım ben haklıyım. kitabı okudum çünkü. ve eğer bu ibo gibi bi karakter söz konusu ise, bu kadının buna bu kadar tahammül etmesi bile adabındandır. öyle pek kezban triplerinde değil. bikaç nesildir kentsoylu gibi. anlatımdan öyle anlaşılıyo. ben köyü ve köylülüğü kutsayamıyorum. üzgünüm. ha, bu, köylülerden nefret ettiğim anlamına gelmiyo. sadece "köylü milletin efendisidir" mottosuna pek sıcak değilim. arz ettim. ayrıca, arkadaşa da free indirect speech kapağınız için teşekkürlerimi sunarım. ben o kadar eğitimli değilim. ağzınıza sağlık. a.y.a. ağız-sağlıksss, ağız-hijyensss, oral-diagnozsss (bi de notsss: dr. strangelove geliyo!)
arif yavuz aksoy 17.04.2017
ayşe m doğu adlı okuyucuya... daha önceden yorum yapmışsa da ben kaçırmış olabilirim. hoşgeldiniz. sitemizi takip etmenizi ve yorumlarınızın devamını dileriz. ben asab bozucu bi adamım. bana alınmayın. arada kendi asabımı bile bozuyorum. a.y.a. self-asabsss
arif yavuz aksoy 17.04.2017
bi arkadaşım aradı. "Büyük Nergis'in "ben bir insandım" cümlesini sonra Hüseyin'in de ölürken söylemesinin imkansız olduğunu iddia etmişsin; ama sonra anlatıcam deyip anlatmamışsın" dedi. özür dilerim. o kadar uzun olunca ben de unutmuşum. haklı. evet. imkansız. çünkü bu cümleyi Nergis Zilan'a söylüyo. ve Meleknaz o esnada orada yok. Hüseyin ise bunu ancak Meleknaz'dan öğrenebilirdi. Zilan hususi bunu tekerleme mi yaptı? Meleknaz'a mı belletti? kız bunu Arapça mı söyledi? Kürtçe mi söyledi? bilemiyoruz. tam bi kurgu uyuşmazlığı. ama bugün ben bloglara baktım. "vauwww, müthiş bir tümce; bu muhteşem eserin ruhunu özetlemiş adeta" falan gibi bi gamyon delizırvası ile karşılaştım. okur kalitesi bu diyecem de... adam hayatında Bach dinlememiş. biz ondan Serdar Ortaç'ı nitelikli bulmamasını bekliyoruz. olmaz tabii. vasat edebiyatının hazır bi okuyucu kitlesi yok. bunu yıllar içinde yarattılar. yazıklar olsun! a.y.a. bedduasss
Fahri kumbul 16.04.2017
Bu yazı sanırım en fazla yorum alan yazı olmuştur. Yazar'ın yeteneğini ezici ve içten çoğunluk kabul ediyor. Ben vasat bir takipçi olarak AYA'nın yazılarını merakla okuyorum. Alaycı ve gerçekten matrak üslup konusu beni de şaşırtıyor, ama alıştım. Değerlendirmelerden en çok Sn. Ufuk Aksoy ve az da Sn. M. Harma'nın değerlendirmelerine yakınım; ama kendi bileceği iştir; nasıl rahat ediyorsa öyle yazsın diyorum. Teşekkürler.
Ufuk aksoy 17.04.2017
Ben yazıyı çok beğendim, itirazım yok ya da yetmiyorum. Sadece başka mecralardan kişilere daha kolay ulaşabilmesi adına üslup yorumum, yani değerinden dolayı, ulaşmayabilir endişesinden, burda eski mevzu var başını kaçırmışım algısı yaratabileceğinden okurda. Yoksa ben üslüptan çok memnunum kendi adıma ve zevkle okuyarak bir sonrakini bekliyorum ve ciddi zaman da ayırıp en az 3 kere okuyorum, parça parça geri dönmelerimi saymıyorum. Linklerin linklerinde de kayboluyorum zevkle...
Gül T. 16.04.2017
Bence yazı amacına ulaştı. Çok beğendim. Sayın Mehmet Harma hocama katılıyorum. Ad hominem var azcık. En azından Yaşar Kemal kkk açılımında.İçinde gerçekten entellektüel açıdan çok şey var. Üslubta tabi ki gayet kendine özgü. Özgünlük öyle kolay değil ve komik yazabilmekte. Ayrıca anlatıcı eğer köylüyse ya da her neyse gayet o aksanla aktarılmış kitaplar okudum. Modern ve antika eserler arasında. Free indirect speech nedir bakılsın bir zahmet. Sadece ben Aslı karakterini kötüleme kısmına kızılmasını anlamadım. Aslı karakteri eksik bile kalmış olabilir. Kitabı okumadım ama bu Aslı'lar aslında gayette köylüyken kendince kentleşmiş olduğunu düşünüp köylülüğünden, köylülükten utananlar değil mi? Kapanışın umut içermesi çok iyi. Bir de bir ara film eleştirisi de yazsa diyorum vakit bulduğunda.Bence Sayın a.ya. -isteyerek sanırım- not popular’s frontsss, people’s frontsss kııs kısss. Saygılar, sevgiler.
ayşe m doğu 16.04.2017
geçen sezen Aksu'yla beraber bol yıkama-yağlamalı pistlere geri dönüşlerini görünce 'eyvah! yine kamusal-medyatik alanı gasp etmeye karar vermişler' dedim içimden.. bunların bu mafyatik varlıkları insanı geriyor gerçekten. bir konuda başarılılar: tükenmişliklerini bile başarılı bir kapitalist dehayla pazarlamaları.. maalesef artçı sarsıntılarıyla da kendi egosentrik varlıklarını kafamıza - kafamıza matkapla enjekte ediyorlar. ne saygı. ne tevazu.ne gram insanlık -ara ki bulasın!- o bet sesiyle gereksiz yer işgal eden ZL'nin yazdıklarının da anonim olduğu düşüncesindeyim sonuçta kapitalist ruha yüzde yüz uygun bir faaliyet içerisinde sonuçta.. tebrikler!
arif yavuz aksoy 16.04.2017
Ayrıca... Canimo cerenimo'nun verdiği linki download ettim. 28 sayfa var. 333 nerde? a.y.a. sorsss (ve eklesss: referanslara bakın orda; en erken çalışma Pygmalion, 1920 - demedim mi, demedim miii)
arif yavuz aksoy 16.04.2017
Sayın sıradan okur, eleştiri dediğin böyle olur dememiş. Eleştiri dediğin... diye bırakmış. a.y.a. colloquialsss
arif yavuz aksoy 16.04.2017
8'den devam edicektim. Sevgili editörümüz hala Can Milton denilen zübüğe (ad veremiyo-niye? - Bi insan adsız olarak polemiğe giremez! Bu eski kural) yorum yazdırıyo. A ibiş, Cockney aksanı nedir? Nereden çıkmadır? Working class ne zaman türedi Londra'da? Hmmm? Ben de şimdi Evliya Çelebi'de İstanbul Aksanı diye tez zortlatsam onu da yayınlarlar Cambridge University Press'te. Aşık olduğunuz kültürlerin ne bok olduğunu sanki biz yaşamadık. Yahu 19. YY'da daha Cockney denilen zımbırtı gelişiyodu. Sonları (1880 sonrası) desen belki. A Christmas Carol ne zaman çıktı? Ben sallamam bebeğim. Sen rocking chair'e yaslanmışındır. Neyse. 8. Benim metnim eleştiriye kapalı değil. Ama canbonomo'nun yaptığı eleştirmek değil, boklamak. Boklayana böyle cevap veririm. 9. Colloquialism diye kendim de eskiden demiştim. Ama bunu anlamayanlara maalesef diyecek lafım yok. Siz fırına gidin ve "biRRR ekmek almak istiyorum" deyin. Ben "bi ekmek" diyorum. Buna yanlış diyenin ağzını kırarım. İmanıma kırarım. a.y.a.
arif yavuz aksoy 16.04.2017
+++ örneklerini, maddi tutarsızlıkları benden daha iyi sunabilirsiniz elbette; ama ya etnisitelere gözkırpma hallerini ve piyasa edebiyatının aktörü olarak yapılmış olan subliminalleri nasıl eleştireceksiniz? Bunu bu adam yapmış. Ben görüyorum. Ama o satırlar öyle ustaca gömdürülmüş ki metne... Ayırdığınızda masum gözükür. Size de "nesnel değilsiniz işte" diye koro çemkiriği dinlemek kalır. 6. O hala ad hominem değil Sayın Harma. Çünkü ben yazıya onla başlamadım. Olabildiğince nesnel döküm verdim ve en sonunda adamın bunları yapmış olmasını yukarıda hiç gündeme getirmemiş olduğumu söyleyerek (ve tabii ki kasten) o yılların acısını çıkardım. 7. Sevgili Ufaks, burada beni en çok bilen, gören sensin. Ben İnsanBu'yu önemsiyorum. Biliyosun. Evet. Alıcıya göre benim verici ayarımı değiştirebilmem mümkündür. En yakın şahidisin. Ama yine bilirsin ki, ben bi lafı sokacaksam onu ille sokarım. Yalçın Küçük'ten de daha az logoreik ve daha az megalomanik olduğumu düşünüyorum. 8. Yurttaşlarım... +++
Can Milton 16.04.2017
Dickens'ta Cockney diyalekti ile ilgili makale linki vereyim de ingilizce bilen okusun. Sallamış diyorsanız bir "letter" yazın. Youtube değil ama biraz zorlarsanız okunuyor. (Bkz:
) . Accents in English(John C. Wells) diye bir kitap var örneğin Sayfa 333'te Samivel'in Cockney aksanını anlatıyor. Cambridge University Press sallayan adama kitap bastırıyor mu, bir de siz deneyin.
arif yavuz aksoy 16.04.2017
+ diye yazıyorum. Neden? Çünkü tutkusuz sevişmek ne kadar büyük suçsa, dertsizken kavgaya girmek de o kadar kriminal bi haldir benim algımda. Ben esasen gösterdiklerimde "bu yanlış" diyeceğiniz şeyleri bekliyordum. Yaşar Kemal'e laf dokundurmuş olmam haricinde ona da bi ciddi itiraz gelmedi. 4. Arkadaşlar, yurttaşlar, romalılar, lüleburgazlılar... Konusuz olsun ve direkt olaya girsin deyince benim aklıma porno geliyo. Ya da savcıların yazdığı iddianameler (delil dökümlü falan). Buna çok itirazınız olmayabilir. Tamam. Pornoda ben de karşıyım konu olayına. Ne de olsa simulakrın doruk noktasıydı. Gerçekten zaten daha gerçekti. Ama piton gibi eleştiri yazısını ne yazanın yazası, ne okuyanın okuyası gelir. Ha, "a.y.a. senin sense of humour'ını beğenmiyoruz" deseniz vallahi bişey demiycem. Ama sense of humour niye kattın sen buna derseniz... İşte o zaman işler değişir. 5. Kaldı ki, ben yazılarımın budanmasına karşı çıkmadım. Hiç hem de... Buradaki esas problem şu: bu metinde verilen hata +++
arif yavuz aksoy 16.04.2017
Ayrı yazılmayacak de'yi ayrı yazmak suçunu işleyen insana artık yanıt vermicem. Gündüz işim vardı. Fazla giremedim. Stil eleştirilerine toplu cevabımdır. 1. Bu kitabı maalesef 3 kez okudum. Çünkü adama haksızlık etmek istemedim. Gözümden bişey kaçmasın ki yalandan yere bi eseri boklamiym diye kastım. Benim bu metnim 21 sayfa. Times New Roman. 12 punto. Hey yavrum hey. Zülfü kitabının baskı hesabına göre 60 sayfadan fazla eder. Kitap kendisi 138 sayfa (o da çeptır araları ile). Yani bişeyi okurken onun neyle çıktığını hesap edecek insan. 2. Tek işim burada yazı yazmak değil. Ve maalesef ciddi bi dikkat sorunum var. Böyle bi yazıyı 1.5 günde maksimum konkretlikte çıkartmak için ciddi efor gerekiyo. Kendimi meşgul etmek için kendi estetiğime göre bişey üretmek durumundayım. Aksi takdirde, yazarken ben bıcıyorum. 3. Ben eleştiri derken stil eleştirisine evet dedim. Ama onun bi sınırı var. Ciddi derecede mizantropik özellikleri olan bi insanım. Beğenin diye değil, aksine, kızın, sinirlenin+
arif yavuz aksoy 16.04.2017
1. Adsız şahsiyet, senden icazet almıyorum. 2. Bu kullandığım dilin karşılığı olmasa bunu anlayamazdın. 3. Cockney dedin, beni benden aldın. 19. YY ilk yarısında Cockney aksanı, he mi? 4. Yahu, cahilsin. Sallıyosun. Bi de trip atıyorsun. Nası olsa burda sallasam kimse yemez diye... 5. Shakespeare'de dialect falan yok. Sen orijinal formda the tempest'i oku bakalım. Herifin neolojileri ve dil kullanım varyasyonları arşa çıkmış. Yahu mukayesesini yapabileceğin standart yazımın olmadığı zamandan bahsediyoruz. 6. Suluyum. Kuru olsam hazmım çok zor olabilir. a.y.a. çok sulusss, hatta adeta Yafa portakalsss
sıradan okur 16.04.2017
ekşi sözlükte yazının linki verilmiş. eleştiri dediğin böyle olur diye... ilginç
Can Milton 16.04.2017
Sayın aya, modern edebiyatta karakterlerin yerel aksanla konuşturulması mümkün ama ana anlatıcı da bozulmuş dil görülmez. Dickens Londra aksanı ile (Cockney konuşan Cratchit ailesi veya Sam Weller ve babası örneğinde olduğu gibi) karakterleri konuştururken, ana anlatıcının ingilizcesi düzgündür. Shakespeare de karakterlerini çeşitli aksanlarda konuşturur. Bu aksanlar uydurma veya toplama da değildir. Gerçekte karşılıkları vardır. Sonelerinde veya diğer şiirlerinde, yani kendisi konuştuğunda, aksan var mıdır? Modern edebiyatta ana anlatıcıda veya makalelerde aksan yoktur, bozulmuş dil yoktur. Sizin üslubunuz ise ne olduğu belirsiz, karikatür dili, twitter dili, facebook dili, ingilizce kelimelerin türkçe okunuşu karışımı, gerçekte olmayan, uydurma bir diyalekt. İşte postmodernizm bu üsluptur. Sululuğu ve alaycılığı nedeniyle yazınız her türlü eleştiriye de baştan kapalı.
Okuyucu 16.04.2017
A.y.a.'nın yazılarında kullandığı doğal dil (colloquialism) örneklerini ben seviyorum. Yazarken kullandığı kısaad (acronym) bile bir doğal dil kullanımı örneği.
Can Milton 16.04.2017
"Yaşar Kemal, yazdığının roman olduğunu hiçbir zaman unutmaz; anlattığı çevrenin ekonomik-toplumsal yapısını bütün ayrıntılarıyla bilir, ama bu geniş bilginin romana girmemesi gereken büyük kısmını yazmamak ustalığını gösterir. Yaşar Kemal, romancı olduğunu hiçbir zaman unutmaz; bunun için, uzaktan bakılınca hep birbirlerine benzer görünen köylülerin hiç de birbirlerine benzemediklerini, öyle akla kara gibi şematik tasniflerle köylülerin anlatılamayacağını, hepsinin ayrı bir iç dünyası olduğunu, bireysiz olduğu söylenen köy topluluklarında unutulmaz bireysel dramların yaşanabileceğini gösterir. Bunun içindir ki bir görev, giderek bir tutku haline gelen öldürme saplantısı, korkular, kaygılar, düşle gerçek arası bocalamalar, kurtulmak için çabalamalar içindeki Memidik'i anlatırken Memidik'in kişiliğinde bir köylü Hamlet yaratabiliyor, bir Türk köylüsünde de bir Shakespeare kişisinin yaşayabileceğini gösterebiliyor (bkz. Ölmez Otu)." Yaşar Kemal'in Romancılığı- Fethi Naci.
arif yavuz aksoy 16.04.2017
Sayın can, ana anlatıcının ağzında yerel dil özelliği mi dediniz? A Christmas Carol geldi aklıma. Dickens dediniz ya. Yerel dil ne alaka? Yerli dili falan değil. Basbayaa şehir ingilizcesi var onda. Günümüz diline döndürülmüş hal başka şey. Yapmayın. Sizin karşınızda bunları bilmeyen adam yok. Ben kıytırık bi amatör eleştimenim. KILLIAM SEKSPİR değilim neticede. Olsam ona da "amma garip bi dil, yıvış yıvış" falan derdiniz. Ne de olsa bissürü "nonstandard" kullanım örneği var, di mi? Perihan Mağden de yok karşınızda. Hatırlatiym. Son not: Yahu, dediklerimin içinde yanlış olan ne? Ona sözünüz yok da hufsuma, cıksıma mı taktınız? Kravat takıp düzenli sakal tıraşı da oliym mi? Ya bi kam oğn! a.y.a inadına itsss serserisss
mehmet harma 16.04.2017
Sayın Can Milton-Tarık Baysal, Fethi Naci'nin neler dediğini de siz aktarsanız, biz okusak bi zahmet.
ufuk aksoy 16.04.2017
// Bu saygıma rağmen, yazarın ve eserlerinin tüketici bulmakta ve hakettiği tepkiyi görmekte zorlanabileceğini düşünmek de beni huysuzlaştırıyor. En azından yazılarını İnsanbu'ya özel yazıyormuş gibi değil de bütün dünya'ya yazıyormuş gibi davranmayı denemesinin vatana millete hayırlı olacağını düşünüyorum.
ufuk aksoy 16.04.2017
Bence eğer varsa, üslupla ilgili sorunun en temeli Aya'nın, nasıl diyorsunuz, mecra spesifik yazması. İnsanbu'ya özel oluşturduğu ünlem kodları, bir kısım okurla alaycı iletişimi, yalnızca ilgililerin anlayabileceği selam çakmalar vs. Bu durum yazılarının evrensel algılanmasında sorun yaratıyor ve değerinden yiyor olabilir. Bunlardan sıyrılsa ve yazıyı ''genel iyi'' teorik yazı kodlarıyla oluşturup mizahını tam yerinde ve tadında yapsa ve böylece elindeki malzemenin değerine kalsa yazının derdi, çok daha evrensel iyi bir yazıyla karşılaşabiliriz. Ama ben şahsı tanıdığım kadarıyla, belki güvenli bölge ihtiyacı ya da başka sebepten komunitesini yaratmak ya da belli komunitenin içinde onun kodlarıyla konuşmayı tercih ediyor. Ve her birinin içinde de kodlarını değiştirme yeteneğine sahip. Yani belki kendisi adına değer yaratmak için ''kendisine proje olarak bakma'' bilincine sahip değil ya da asıl tahminim bu bilince sahip ama tercih etmiyor ki buna çok saygı duyuyorum. //
Tarık 16.04.2017
Keşke önce okuyup anlayıp sonra eleştirme etiğine uyabilsek... Hadi kitaplarını okumadınız, Fethi Naci ne demiş bir de onu okuyun. Oray Eğin kim, edebiyat eleştirmeni mi? Fethi Naci'yi kim tavlamıştır?
Can 16.04.2017
Dickens, Melville, Kipling, London romanlarında karakterlerin yerel dille konuşması başka, romanda anlatıcının kaba üslup kullanması başka sayın AYA. Hiçbir modern romanda anlatıcının bozuk bir dil kullandığını görmedim. Bildiğiniz örnek varsa paylaşırsanız sevinirim.
arif yavuz aksoy 16.04.2017
1. Cıks. Bence benim bi marka değerim yok. Hususi benim yazılarımı takip eden 50 kişi bile çıkmaz. Benim feysbukta yazılarımı layk eden 20 kişi olmuyo normalde. Zaten listemde 200 kişi var. 100'ü ingiliz. Paylaşan da bi Süleyman Sırrı Kazdal oluyo, 2. Burada keramet başka bi şeyde olmalı. Bence birikmiş bi "zülfü'den gına getirmiş"lik hissine bu yazı tesadüfen de olsa tercüman oldu. Yoksa her yazı için olan kadar paylaşım oldu. 3. İlginç bişey yaşadım. Dün beni bi yazım için ilk defa insanlar aradı. Dikkat edin, insanlar... Tam 7 kişi hususi arayıp teşekkür etti. "Eline sağlık, zımbalamışsın, yumruk manyağı etmişssin, gözüne gözüne çakmışsın" dediler. İntihal örneği için hususi teşekkür edenler oldu. "Zaten sevmezdim, bi de intihalci olduğunu bilip iyice tiksindim, sağol" diyen var. Bence milletin içinin yağları eridi. Yoksa yazının adında zülfü geçiyo ama livaneli yok. Search ile bulamazlardı. 4. Nihat Ateş'e teşekkür etmem gerek bence. Timing müthişti. Cumartesi!!! a.y.a. devamsss
mehmet harma 16.04.2017
Oray Eğin de bu gün HaberTürk'te, a.y.a.'nın dediğini diyor; "YAŞAR KEMAL TAKTİĞİ. Yaşar Kemal, yazarlığının dışında belki de Türkiye’nin en büyük lobisiydi. Romanlarında (bir tek Yalçın Küçük’ün dikkat çektiği) pek çok bariz kusura rağmen hakkında neredeyse tek bir olumsuz yazı çıkmadı ve efsane imajına hiç zarar gelmedi. Halbuki mesela o destansı romanlarında günde birkaç kere şafak oluyordu, ama bunu dile getirme ihtimali bulunan hemen herkesle dosttu...Köşe yazarları, ilerleyen yıllarda televizyoncular hep Yaşar Kemal’in dostuydu. Basının ona yaklaşımı övgünün de ötesinde tapınmaya yakındı daha çok...Türkiye’de kapıların birkaç kişi tarafından tutulduğu, onların izni dışında hiç kimseye var olma fırsatı verilmeyen yıllarda Yaşar Kemal formülü çözmüştü. Birkaç edebiyat eleştirmenini tavlamak kolaydı, ama asıl önemli olan ağı genişletmekti...Yaşar Kemal...yıllar içinde teker teker uğraşılarak, özenle üzerinde çalışılarak kurulmuş ilişkilerin, “network” becerisinin karşılığıydı."
mehmet harma 16.04.2017
Değerli dostum, latincesini bilemem ama o yaptığın "ad hominem yapmıyormuş görünümlü ad hominem" olmuş oluyor. Yazı genelinde güzel, ince işlenmiş, amacına ulaşmış, okuyucudan genel olarak onay alıyor ama o bölüm yazıyı uzatıyor, şoku bozuyor. ZL okursa bu yazıyı, bitirdiğinde rahat bir nefes alacak zira çok kelime oyunu var, esas eleştiri güme gidiyor. Üstüne, bir de ALTI:SON NOTLAR bölümü mağduriyet yaratmasın. Yere serdiğin adamın üstüne çıkıp, ekstra tekmeye gerek yok. Yine diyorum, ayrı yazı olsun, gider. Tıklanma artışında senin marka değerinin etkisi muhakkak ama İOG'nin ve feys paylaşımlarının payı da olsa gerek. Selam ve sevgiler.
arif yavuz aksoy 16.04.2017
probu olmak isteyen adamın arzusunu ben bunca yılın endoskopisti olarak yerine getirmezsem gözlerim açık giderim vallahi. 8. Postmodern dil? Hayır. Benim çok yazıma hep anonim olarak dadanan kişinin (ki kimliği aslında malum) tipik bi sulandırma çabası. Burada sorun şu, o verilen örnekler (Bkz: Can kod adlı kişinin benim huffs'uma takması) postmodern dil kullanımı örneği olmaz. Olamaz. O zaman aynı mantıkla Rudyard Kipling'in ya da Jack London'ın orijinallerindeki sözcük transformasyonlarını ya da "konuştuğu gibi yazma" örneklerini de postmodern saymanız gerekir. Ve bu komik olur. 9. Stille ilgili eleştirilere ayrı bi seansta topluca cevap vereyim. Şimdi yemek yiicem. 10. Bu arada, Sayın Kara'nın ya da herhangi birinizin önerebileceği bi bestseller var mı? Ben disseksiyon yapmayı pek severim. Zevkle beklerim önerilerinizi. Üzerinde fikir birliği olsun, hemen başlarım. Bi de, okunmasını bilemem ama, 24 saatte 1500 tıkı geçti. Ve başlıkta Livaneli geçmiyo. İlginç! a.y.a. breaksssfastsss
arif yavuz aksoy 16.04.2017
"Sen Yaşar Kemal olamazsın" demeye getirdim orada. Çünkü Yaşar Kemal kör, kabız ve karıparasıyiyen bi insan olsa da asla yeteneksiz değildi. Amaaa! Aması var. Yaşar Kemal bi proje insandı. Tilda'nın projesiydi. Türk edebiyatında azınlıklara göz kırpma hastalığı (yamuluyorsam beni düzeltin) kendisi ile başlamıştır. Tabii Tilda'nın fişteğiyle oldu bunlar. İnsanlar azınlıkları konu edinen şeyler yazabilir. Fakat bu bi saplantı olursa ve bundan nemalanma aşikar ise ben buna hüsnüniyetle bakmam. Daha çok konuşuruz. Da gerek yok. Kaan Arslanoğlu'nun eskiinsanbu'da çıkmış Yaşar Kemal yazısının altına bi bakın. Orada ben duruşumu gayet sarih şekilde ortaya koymuştum. 6. Tamam. Formikayı plastiğe yeğlerim. Ama formika yine de formikadır. :) 7. Sayın SSK, şu "gözüne gözüne vurmuş" ifadenizin aynını dün tam 5 kişi beni arayıp söyledi. Tesadüf olamaz. Demek ki o etkiyi yaratmış. Ne mutlu bana! Şahsi değil tabii ki derdim. Ama ibret-i alem için böyle yapmak gerekiyo. Köpekler için rektoskopi +++++
arif yavuz aksoy 16.04.2017
Günaydın. Bazı övgü sözcüklerine karşı gurur ile mahcubiyet arasında gidip geliyorum. Her ne kadar "mahallenin piçi" edalarında dolaşsam da mahcubiyet daha ağır basıyo. O yüzden zaman ayırıp bu yazıyı okuyan ve analiz eden ve yorum yazan herkese çok minnettarım. Bazı sorular doğmuş. Ben onlara cevap vereyim. 1. Forza İboşum pavyondur. Türkü bar değildir. Mithatpaşa'dadır. Sakarya'da değildir. Ama sonuçta Ezel Parsa bunu bildi. O yüzden kendisini pavyona götürücem. Sözüm söz. 2. Sevgili Ç, bence de kesin filmini yaparlar bunun. Hakediyo. :) 3. İlahi Sayın Harma, hiç de bile ad hominem yapmıyorum. Ki o bölümün başında zaten diyorum. Ben eğer bunları gündeme getirip de eleştiriye öyle girişseydim bu ad hominem olurdu diye... 4. Yaşar Kemal meselesinde "sövgü" yok. Ezel Para sövdüğümü iddia etmiş. Hayır. Bi adama kör, kabız, karıparasıyiyen diyerek sövemezsiniz. Pejoratif midir bu ifadeler? Tabii ki öyledir. Ama sövmek bu değil. 5. Kaldı ki, John Dennis kısmen haklıydı. Ben Zülfü'ye ++++
mehmet harma 16.04.2017
ALTI: SON NOTLAR bölümü ayrı bir yazı olabilecek zenginlikte, ancak burada böylece kalırsa, a.y.a., tam da yapmıyorum dediği ad hominem'i yapmış oluyor. ZL'nin piyasacılığı, hep kazanana oynaması, icrasının kötülüğü, prozodi hataları, bet sesi vs. bu yazının konusunun (kitap eleştirisi) tamamen dışında. Hele intihal! Ece Temelkuran'ın, Devir'inde yaptığı intihali, kitabın bir parçası olduğu için yazmış idim ancak bu kitapta intihal yok ve yazıda bahsedilmesi yersiz ve bu yazı için fazla ama başlı başına bir yazı konusu olabilir, güzel de olur, o başka. (2/2)
mehmet harma 16.04.2017
İnsanBu Okur Grubu'nda a.y.a.'nın bu yazısı, "Bir a.y.a. klasiği" olarak tanıtıldı. Gerçekten de her zaman ki üslubu bu, metaforlar, anaforlar gırla, goller atılıyor, havai fişekler, maytaplar bolca. Ancak okuma bittiğinde akılda kalanlar, daha ziyade bu görsel-yazınsal şölene dair unsurlar. Esasa ait eleştirileri bulmak için metni tekrar okumak, fazlalıkları ayırmak gerekiyor. Değerli a.y.a., okuması olduğu kadar sohbet etmesi de müthiş eğlenceli ve keyif verici bir kişilik, geniş bir bilgi dağarcığı var, doğru, ancak bir kitap eleştirisi olarak bu yazının, kısalması da değil, sadeleşmesi gerekli bence. (1/2)
Can 16.04.2017
"Yaaa, as-aynen, amariha, coşumlama, cıks, viklemek, la, çıkiym, kutsal üretim şeysi, emahçı, hufffs, çok azıcık daha, iyyrenç, halhların gardaşlığı, herkeşler, oliy, sorucan, heeh, oluciğz, ???, !!!". Bu ifadeleri kullanarak edebiyat eleştirisi yazılabiliyorsa, romanın dilinde neden özen bekliyorsunuz. Bu yazı, tam bir postmodern üslup örneğidir. Zülfü Livaneli'nin tutulur yanı olmayan kitabının eleştirisi ancak böyle yapılır belki de.
Mete Demirtürk 16.04.2017
Of ki, of! Dağılıp gittiğim bir gece. Yer göğe sığdıramadığım sevgili dostum, Yaşar Kemal, Türk dilinin en büyük ozanlarından biridir. Bilen bilir. Katılan katılır. Sen de bilirsin de ne oldu? Harika bilincinin kanallarda sorun mu var? Saygılar...
Mete Demirtürk 15.04.2017
Hay Allah! İnsan yaptığı yanlışa üzülür değil mi? Nicedir böyle gülmemiştim. Umarım sizler de neşe vermiştir. İster misiniz, bunca eleştiriye karşılık adının yanlış yazılmasına şey eder!!! Sözünü ettiğimiz insan ve dahi diğerleri o kadar büyükler ki! Böylesi büyüklük olunca, Ha Zühtü, ha Zülfü. Kıstas yücelikleri! Saygılar..
Ahmet Yıldız 15.04.2017
Nazım Hikmet'e yıllardır önüne gelenin "Naaazımm" diyerek "babasının oğlu"ymuş gibi konuşması beni de hep rahatsız etmiştir. Büyük şairimizin adı: Nazım Hikmet! Bu uyarısı için teşekkür önce... İkincisi, gerçekten bu kadar ciddi bir iş (edebiyatımızın nasıl tahrip edildiğine en önemli örnek/çalışma) sulu sepken anlatımla heba edilmiş... İnanın sulu lafların arasında gerçeği aramak zorunda kaldık.. Teşekkür yazı için...
Deniz Can 15.04.2017
Ezel Bey haklıymışsınız ben dikkat etmemişim ancak böyle bir yorum yapıyorsa eminim arkasında onu gerektirecek güçlü savunusu da vardır Yavuz Bey'in. Ben kitaplarını okumadan böyle bir yorum yapacağını düşünmüyorum. Saygıyla.
Mete Demirtürk 15.04.2017
+++++++ Bir okuru olarak sevgili a.y.a da gördüğüm; mizah onun için nefes alıp vermek gibi bir şey. Oksijeni diyelim. Bir çılgın gibi sözcükleri koşturunca, dozu kaçar mı, evet kaçar. Ama bu ona yakışıyor. Değmezler ülkesinde ve çivisi çıkmış dünyaya karşı a.y.a'nın ve duyarlı insanların ciddi olmasını neden bekleyelim ki. Elimizde tek silah. Üstelik mizahla coşkusunu frenliyor, aklına mukayyet oluyor. Son söz, herkese nasip olmaz bu ironi yeteneği, onun oyunu ve oyuncağı. Saygılar...
Mete Demirtürk 15.04.2017
Bugün övgü günüm. Bunu da en çok hak edene yapmak istiyorum. Evet Kaan Hocam haklısınız, bu adam bir deha. Müthiş bir dil yeteneği, eşsiz bir gözlem gücü ve bellek. Bıçkın bir zekâ, bilgi, us. Tekmili birden. Kıskanıyorum desem, boş söz etmiş olmam... Sulu mu? Katılmıyorum. Az sonra!!! Önce şu: Büyük Zühtü'nün kitabı çıktığından beri söyleniyordum. On parmağında milyon marifet olan insanlar beni hasta ediyor. ( Gene mi kıskançlık!) Beste yap, sazını çal eyvallah. Ve dahi istersen söyle! (Ses bir facia olsa da. Allah'ı var hançere kentli, diksiyon düzgün.) Beyler, hanımlar bana hiçbir şey yetmez. Belediye başkanlığı yapacam, yetmez, milletvekili olacam, yetmez, parti başkanı olacam, bak bunu tam hatırlamıyorum; parti iktidara gelirse bakan olacam, hem de sağlık bakanı, çünkü her şey uzmanlık alanımdır. Yönetmenlik yaparım, yetmez, aha da roman yazarım...Yetmez. Bir yapmadığı Taksim'de ayakkabı boyacılığı. O da bu büyük Zühtü'ye yakışmaz değil mi? +++++
Süleyman Sırrı Kazdal 15.04.2017
ve aman diyorum,sakın gözümüzün önünden bir yere kaybolma,sen bize lazımsın.tabii kendine de lazımsın.üslup konusunda kaan abinin ve taylan bey'in endişelerini anlayabiliyorum.ama bu üslubun değişmesi,farklı bir üslup aynı tadı verecek midir?karşı mahfillerde okunup okunmaması ya da ciddiye alınıp alınmaması sorun ise,buna pek takılmamak gerekir.eminim bu sitede yazılan her satır didik didik ediliyordur.şu anda bile bu konuyla ilgili şahıslar aralarında tartışıyorlardır bile.öyle ya da böyle her zaman olduğu gibi görmezden gelecekleri aşikardır.onlar için önemli olan ürettikleri bu kültürel kitle imha silahlarını olabildiğince çok kişiye ulaştırabilmektir.olaya böyle bakınca bizim de sevgili aya'nın yaptığı gibi,onların ürettiklerini itin ötüne sokup biraz kafa yapmamız hiç de kötü olmamalı.sizi seviyorum.aya senide hususi seviyorum.ko ötüne rahvan gitsin.
Süleyman Sırrı Kazdal 15.04.2017
sevgili aya yine yapacağını yapmış,gözüne gözüne vurmuş.son zamanlarda okuduğum en keyifli eleştiri yazısı.okurken,crom çarpsın ki aman bitmesin diyordum.ben zülfü aga olsam bu kitabı yarın toplatırdım.toplatır mı? hayır.birkaç baskı daha yapar.zaten, solun sermayesini yiyen zülfügiller birkaç on yılda kendilerini okuyan nesilleri de yetiştirdiler.yani dükkanın müşterisi sağlam.biraz kürt,biraz laz,biraz yezidi,biraz laiklik,biraz ezilmiş halklar,biraz ondan biraz bundan at tencereye,sür sofraya sevgili uzun saçlı,sakallı düşünen aydınlanmacı yiğitlerimiz yesin.değerli yazarımız aya'nın üslubu ise kendine özgü.tam da kişiliğiyle bağdaşan bir üslup.engin birikimini,edindiği izlenim ve bilgisini çoğu okurun alışık olmadığı bir biçimde ama okuyanı sıkmayan ,yüzünde gülücükler bırakan bir tonda ortaya koyuyor.yazıyı okumaya başlayınca bitmesin istiyorsunuz.okudukça da ,o müthiş birikimin içinize aktığını hissediyorsunuz.kişisel olarak çok şey öğreniyorum sevgili aya'dan (devam)
Ezel Parsa 15.04.2017
Yanlış yere yazmışım yorumu. Değerli Deniz Can, yazıya bir daha göz atarsanız sövgüyü de görebilirsiniz. Ayrıca Forza İboşum Ankara'da Sakarya Caddesi'nde bir türkü bar, belki de aynı zamanda pavyondur. Saygılarımla.
Deniz Can 15.04.2017
Ezel Bey yazıda Yaşar Kemal’e yönelik bir olumsuzluk yok bence yanlış anlamışsınız yazılanları, tam tersine Yaşar Kemal’e övgü var. Zülfü Livaneli’nin ona öykünmesi ama asla onun gibi olamayacağı vurgulanmış. Ben de böyle anladım. Saygıyla.
Deniz Can 15.04.2017
Formika bir geçişin simgesi diye düşünüyorum, tamamen doğal malzeme kullanımından yapaya geçişin simgesi belki de, o anlamda belki de bozulmanın başlangıcını temsil ediyor. Günümüzde kullanılan bir malzeme değil 60 lı 70 li yılların simgesi, bu sebeple AYA’nın eleştirisini haklı buluyorum ancak bugün formika ile başlayan bu yapaylık çok daha kötü bir düzeyde, daha ucuz daha dayanıksız malzemelerin kuşatımındayız. Formika türevlerinin ve plastiğin çevremizi sardığı bu dönemde formika onlardan daha üstün bir malzeme olarak haksızlığa uğramış gibi geldi bana. ...
Deniz Can 15.04.2017
Öncelikle yazarı kutluyorum, emeği için teşekkür ediyorum. Ben üslup konusunda Kaan Bey ve Taylan Bey gibi düşünmüyorum. Bu denli kapsamlı ve ayrıntılı bir yazıyı okunur kılan belki de üslubu, bu üslubun değişmesi gerektiğini iddia ederken farklı üslupla yazılmış olanların okunma düzeyinin çok daha yüksek olduğunun kanıtı gerekli ya da üslup değişince daha fazla okunur ve taraftar bulur savının neye dayandığının ikna edici açıklaması. Yazılanlar okuyucuyu Taylan Bey'in ifade ettiği şekliyle derinleştirmeli ve bunu yapıyor. Ben AYA'nın yazılarını okuduğum zaman çoğaldığımı hissediyorum, eleştiri yazıları da diğerleri gibi ciddi bir çalışmanın ve takdir edilecek bir birikimin ürünü. Yazılarında mizahi bir dil kullanmasının nesi yanlış, bu AYA'nın kimliğini yansıtıyor ve zaten özel olan yazılarını çok daha özel kılıyor. ....
taylan kara 15.04.2017
Değerli AYA'ya açık çağrı. Kitap inceleme , değerlendirme, yazma ve "infaz etme" (entelektüel anlamda) konusuna daha fazla zaman ayırmalı, daha çok yazı üretmeli. Kitap eleştirisi ile ilgili az sayıda yazısı var ancak TAMAMI istisnasız beni derinleştirmiştir. Birçok okurun böyle düşüneceğinden eminim. Piyasa Edebiyatı'na karşı okura büyük bir entelektüel cephanelik verebilir. Sevgiler selamlar
taylan kara 15.04.2017
Bir arkadaşım "bu kitabı eleştirmeyi düşünüyor musunuz?" diye sormuştu. Bu sabah kitapçıda bu kitabı "çok satanlar köşesi"nde gördüm, kapağında "3 al 2 öde" yazıyordu. AYA'nın yazısı kesinlikle birinci sınıf analizlerle dolu. Yazının bilgi ve kavrayış yükü olağanüstü. K.Arslanoğlu'na da söyledim . AYA ile başka bir yazısı nedeniyle mailleşirken ona söylediklerim yine geçerli. Sadece bir üslup "sorun"u var. Bunun nedeni, yazının merkeze aldığı şey tercihi... Bu tür bir yazı bana göre okura bir kavrayış-derinlik vermek için yazılır, bu nedenle üslup içeriğin önüne geçmemelidir, fazlalıklar atılmalıdır. Bu yazıdaki "kusur"un odak noktası, okuru gözetmeden yazılmasıdır. Bu yazıdaki kavrayış keskinliği, ayrıntı analizi, bağlantılar çıkarma gücü vs ... Yazı üslubunun altında ezilmeyecek kadar değerli. Bu yazıyı "AYAsızlaştırmak" gerek! Bu "içerikteki AYA kavrayışını" öne çıkarmak için gerekli. Bütün bunlar bir yana... Beni derinleştiren bu yazı için AYA'ya teşekkür ederim. Sevgiler
Ezel Parsa 15.04.2017
Değerli Arif Yavuz Aksoy, iyi bir çalışma çıkarmışsınız. Bir tüketim ürünü incelemesi üzerinden soldan nemalananların kutsallarının dökümünü vermişsiniz. Artık düşünmeyi ve sorgulamayı bırakmış yazarlarla çevriliyiz. Onlarla konuşmak, tartışmak imkansız, çünkü klişeye teslim olmuşlar. Herşey halledilmiş, diyalektik oluşum sürecinde gerçeğe sahip olmuşlar ve bilirler. Onları kuşkuya düşüremezsiniz. Her eleştiriniz credo quia absurdum'larına yem olacak. Riyakarlıklarının Kutsal Engizisyon'una karşı her düşünce hermetizmin duvarına çarpıp geri gelecektir. Ancak Yaşar Kemal'e yaklaşımınızı biraz insafsız bulduğumu söyleyebilirim. Ne de olsa yücelmek için yoğun alıntıya ve klişelere ihtiyaç duyan bir sanatçı değildi. Sonradan klişeleştirilmiş olmasının suçlusu eserleri değildir. Bazı fikirlerine ben de katılmıyorum, ama Dağın Öte Yüzü üçlemesini okudunuz mu? Yoksa başkalarının yazdıklarından etkilenerek mi Yaşar Kemal'i sevmediniz. Belki kitaplarını okursanız düşünceniz değişir. Saygıyla
Ç. 15.04.2017
Çok güzel bir yazı. Kitap çok iyi incelenmiş. Arif Yavuz Aksoy vasat eseri üç kez okumuş. Onun için de ayrıca tebrik etmek gerekiyor. Vasat eserin Mutluluk gibi filmi de yapılır. Bu filmi tanıtımlarla iyi pazarlarlar. Bu inceleme yazısına eserden daha çok emek harcanmış. İntihale itiraz eden varsa KBB mütehassısına görünmesi gerekiyor. Arif Yavuz Aksoy'a sevgiler.
kaan arslanoğlu 15.04.2017
Evet, onu diyorduk... AYA, eğer ulusalcı, Kürtçü, Liberal vb. herhangi bir kanada yakın dursa bunlardan herhangi birinin buradan çok daha fazla okunan bir yayınında bu yazıyı yazar, çok okunur, çok da takdir toplardı. Gerçi bu daha iyi mi olurdu? Biraz olurdu, çokça bir şeye yaramazdı. Çünkü başka yayınların okur düzeyini, anlama ve değerlendirme düzeyini biliyoruz, ara sıra oralarda tartışmaya katıldığımızda zaman zaman pişman olmuyor değiliz. Her neyse, burada yayımlanması da iyi, aslında yine de epey okunuyor ve tahminimizden çok daha fazla etki yapıyor bazen. Sonuç: Kutlarım. Üslup artıları var, eksileri var. Eksileri daha fazla galiba. Son sonuç: ZL gibi örneğini çokça gördüğümüz, Türkiye'deki düzeyi yansıtan ve o düzeyi daha da aşağı çeken çakma starlardan birine onun ve sevenlerinin kolay anlayamayacağı düzeyde kallavi bir cevap.
kaan arslanoğlu 15.04.2017
Sabah bu yazı için hususi Taylan beni aradı. Fikir birliğine vardık: Gerçek bir deha işi yazı bu. Bu kadar derin ve dikkatli gözlemleri (hiç de hak etmeyen bir sanatçıya - ama mecburuz) , saptamaları yapmak öyle her yazarın harcı değil. Ama şu var ki (Taylan'ın değişiyle) harcanıyor AYA. İki nedenden: Sulu bir üslubu var. Gerçi o da bir tarz ve renk katıyor, kimi zaman da beğeniyorum, ama bu deha ve yüksek birikim işi saptamaların güme gitmesine yol açıyor mu, evet epeyce açıyor. Şimdi AYA'nın düzeyine aşağıdan bile bakamayacak bir yığın kişi, eğer okurlarsa tabii, yahu amma da cıvık bir yazı, üstelik yazar durmadan kendini öne çıkarıyor, diyebilirler. İyi bir editör makaslamasıyla mükemmel olacak bu yazının şu an işte bu nedenle ikna ediciliği bana göre yüzde 25, Taylan'a göre belki yüzde 50 azalıyor. Bir sürü kılkuyruğa esası görmeyip yan yollara dikkat çekmesi için malzeme veriyor. Harcanmasının ikinci sebebi ise hepimizin sorunu: AYA ulusalcı, Kürtçü, Liberal.. herhangi bir ++++