ÇÖKÜŞ ve ÇÖZÜLÜŞ

ÇÖKÜŞ ve ÇÖZÜLÜŞ

Ölçüt tarihe bakarak konabilirdi. An, “tarihsel bir kesit olarak gördüğümüz” süreçleri ortaya çıkaran ilişkilerin çözümlenmesiyle kavranabilirdi. Bugünün romanını, bu kavrayışı verecek bir geçmiş-bugün bağlamında, kesiştiği yerin zaman kipiyle okuyamıyoruz. “Batılılaşma ve  çöküş Osmanlı İmparatorluğu'nun son günlerinde eşzamanlı yaşanırken” (Tevfit Çavdar, Türkiye'nin Yüzyılına Romanın Tanıklığı, Yazılama Yayınevi) henüz elli yıllık bir macerası olsa bile romandan okuyabilmiştik çöküşü ve Batılılaşmayı. Çoğu Cumhuriyeti de yaşamış Osmanlı'nın çöküşüne tanıklıkla başlayan ve Batılılaşmanın “taklidine” olan acımasız eleştirileriyle Doğu-Batı arasında hiç bitmeyecekmiş bir sorunsalı yazınsallaştırabilmiş romancılardı. “Genç Cumhuriyetin ülkücü, aydınlanmacı romancıları Memduh Şevket Esendal'dan, Reşat Nuri'ye, Yakup Kadri'den, Nahid Sırrı Örik, Halide Edip, Reşat Enis, Yaşar Kemal'e kadar ilerici, aydınlanmacı ve gerçekçi bir roman yazmışlardır. Onların romanları inşa halindeki bir toplumun bütün sorunlarıyla ilgilenmiş, ideal olanı göstermeye adanmıştır.  (Çöküş Romanları, Papirüs Yayınları, Birinci Baskı 2003) Çöküşü yazmak, arayış içinde olmak değilse nedir? Aydınlanmayı ve özgürlüğü aramak ancak Batı algısı içerisindeyse mi kabul edilebilir?  “Kurtuluş Savaşı tamamen militarist bir hikâyeyse” (M. Belge, Mesele dergisi, Ocak 2009) “Emperyalizm (de) militarist bir kurgu” mudur? (Doğan Kuban, Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji, 06.02.2009)

Çöküşü yazmak aynı zaman umudu yazmak anlamına ancak Batı onayladığı zaman mı gelir? Arayışı kurgulayamazsınız. Ama o romancılar sonu kuruluşla başlayacak bir “kültür” arayışını bir roman evreni kurarak aşmaya çalışmışlardır. Bu arayışın içinde sadece iddia edildiği gibi kafalara vura vura oluşturulan yeni bir “kimlik ve medeniyet” arayışı değil, altı yüzyıllık bir İslam taassubunun karşısında aydınlanmacı, laik bir bireyi yaratma mücadelesi de vardır. Osmanlı bozkırında, yıkık dökük köy okullarında Çalışkuşu'nun başka ne işi olabilirdi? 

Bugünün romancısı; “kuruluş”un romancısı gibi sadece bir kimlik ve medeniyet inşasını, arayışını değil,  o arayışın mücadele ettiği Osmanlı mitolojisiyle karşı karşıya gelmek zorundadır. Romancı, AKP'nin kurduğu mitolojiye ve yapay tarihe ancak böyle karşı durabilir, çözülüşü anlatabilir. Çöküş Romanları'nda  Çöküş'ün romancısının “çöküşü anlatamadığını ve onun  bir parçası olduğunu” saptamıştık. Bugünün romancısı da Çözülüş'ün bir parçası değil  anlatıcısı olacaksa bu “mitoloji anlatısına” karşı dikilmelidir.   

Çözülüşe nasıl geldiğimizi bugünün Türk romanından okumak mümkündür; ancak çözülüşün içinde yaşadığımız bugünü gösteren bir “roman evreni” yarattığını söylemek mümkün değildir. Türkiye'nin kapitalizmle eklemle süreci, doksanlardan sonra dünyanın geldiği yeni aşama “çöküşü” umut arayışına çeviren dinamiklerden yoksundur. Küreselleşme ve neoliberalizmin kültürel uzantısı olan “kimlik saldırısı”, kimlik ve birey bunalımına dönüşürken romancı buna sırtını dönmek zorundadır. Çünkü artık dikkate alacağı çok daha farklı “odaklar” vardır.

Orhan Pamuk Nobel'i aldığında Rifat N. Bali, romancının küresel kapitalizme uyumunun gerekliliğini, “artık böyle davranılması” gerektiğini olumlayarak şöyle anlatıyordu: “Orhan Pamuk'un Nobel edebiyat ödülüne layık görülmesi şaşırtıcı değil. Ancak bu ödüle mazhar olabilmek için (...) Batı'nın  piyasa koşullarını ve kurallarını çok iyi bilmek ve oyunu kurallarına göre oynamak lazım. Yıllar boyunca Yaşar Kemal’in ödülü neden alamadığı tartışıldı. Bunu tartışanlar hiçbir zaman, Yaşar Kemal’in çeviri haklarını bir yazar temsilcisine emanet etmediğini ve çevirmen olarak merhum eşi Tilda yerine neden başka birisini seçmediğini sormadılar. Yaşar Kemal neden Nobel alamadı sorusuna verilecek birçok cevaptan biri, muhtemelen bu iki suale verilecek cevaplarda gizli. (...) Türkiye sınırları içinde yaşayan yazarlar şayet hallerinden memnun iseler denebilecek bir şey yok. Şayet memnun değil ve sınırların ötesine açılmak istiyorlarsa, o zaman siyasal görüşleri ne olursa olsun, küreselleşme ve serbest piyasa koşulları denilen gerçekleri göz ardı etmemeleri gerekir. (Virgül dergisi, Aralık 2006, s.64) Yani edebiyat da küresel piyasalarda biçimlendirilen bir mala dönüştürüldü. Oyunu kurallarına göre oynamak özgürleşmenin bir unsuru oldu. Edebiyatın özgürleşmesinin birinci kuralı “oyun bozmak” değildi artık. Her şey veriliydi zaten. Özgürlük için verili kuralları, egemen olanı sorgulamak, toplumsal ilişkilerin giydirilmiş kimlikler ötesinde belirlendiğini düşünmek ve yazmak hep “modern zamanların” komünist işiydi.

Çözülüşü anlatması gereken romancı bu tarif edilen ilişkiler ağı içerisinde ne kadar romana, edebiyata sadakat gösterebilir. Bir işadamına dönüşmüş romancıdan ancak “iyi koku alması” ve “iyi yatırım için parasının kıymetini bilmesi” beklenir, “iyi bir kumarbaz” olması değil.

Bugün biz; geçmiş-bugün ve gelecek diyalektiğinde edebiyat yapabilmek için tarihsel bir zaman kipinde yazılabileceğini biliyoruz. Çözülürken bugünün romanını bir -di'li geçmiş zaman kipiyle çözümlemek ne kadar yakışıyor.

Nihat Ateş


  • Haldun Çubukçu

    Haldun Çubukçu 14.08.2017

    Ama, Yaşar Kemal niçin Tilda Hanım ile bir evlilik yaptı? Evlenme hikayeleri neydi? Tida hanım'ın ölümünden sonraki eşi kimdi? Yaşar Kemal niçin böyle "ilginç" evlilikler yaptı? Yanlışını çevirmende aramaktan ziyade büyük ve asıl yapıtlarının değiştirilemez niteliklerinde aramak gerekir kanısındayım.

Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.