Felsefe
BİR KURAM HAKKINDA OTO-RÖPORTAJ
Din, psikoloji ve siyaset hakkında konuşmayanımız yok. En uçuk olanlar dâhil, söylenenler üç aşağı beş yukarı aynı. Kaan Arslanoğlu da, “Evrimci Açıdan Din, Psikoloji, Siyaset” (EADPS) adlı kitabında milletçe sevdiğimiz bu konulardan konuşuyor. Ancak bunu yaparken evrimi de işe katıyor. Böyle olunca da bilmediğimiz, yeni şeyler okuyoruz. EADPS’yi okumak herhangi bir araştırma makalesi okumak gibi değil. Hızlı ve çabuk gitmiyor. Daha çok bir derleme/meta-analizi okumak gibi, konu temelden ele alınmış, bilgi çok, bir bakışta kavramak kolay değil ve okuyunca bildiklerinizi sorguluyorsunuz.
Böyle bir röportaj yapılmış değildir, tamamen sanaldır. Ben yazdım ama yapmadım. Cevaplar zaten yazarın, sorular da EADPS’den. Aslında kitap bitince bir şeyler yazmayı düşünüyordum ancak zaman alacağını gördüm ve Giriş ile Evrimci Açıdan Din ve Siyaset -1 bölümlerini içeren bu kısa oto-röportaj ortaya çıktı. Daha fazlasını kitapta bulacaksınız. Fikir namusu olan, dürüst ve samimi bir aydının sözleri, kuramı bunlar. Kalemlerinizi de almayı unutmayın, altı çizilecek çok yer var kitapta. Haydi, birer birer çıkalım basamakları…
Soru: İnsanın kendini ve başka insanları anlama araçları nedir ve bunlar yeterli midir?
Cevap: İnsan, kendini ve başkalarını geliştirdiği kültürel ve bilimsel araçlarla anlamaya çalışmaktadır. Ancak bunların büyük çoğunluğu soruna çare değildir. Nedeni ise, ya durumlara çok yakın bakıp bütünü kaçırmaları ya da incelenen şeyi daha da belirsiz hale getirmeleridir. Sosyal bilimler, siyaset bilimi, hukuk, sosyoloji, geleneksel psikoloji, sanat vb. son derece yetersiz mecralardır. Tüm “izm”ler, Freudculuk vb., ideolojilerin en gelişmişleri bile sorunu çözmekten çok, daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor. İnsanın içinde bulunduğu bilişsel açmaz işte böyledir.
Soru: İnsan gerçekte neyi peşindedir gündelik yaşamda? Niye çalışır, niye sevişir, niye birbirini öldürür?
Cevap: 90’lı yılların başlarında konuyu araştırmaya, okumaya ve yazmaya başladım. Bu konuda bir dizi kitap yazdım, bunlar sırasıyla Yanılmanın Gerçekliği, Politik Psikiyatri, Memleketimden Karakter Manzaraları, Evrim Açısından Devrim ve çalışmanın son halkası olarak bu kitap. İnsanın tüm davranışlarında, seçimlerinde kişiliğin belirleyici rolünü irdelemekle başladım işe. Sosyobiyolojiyi tanıtmak, insanın doğasını, özünü ortaya koymaya çalışmak, gerici sağ önyargılarla olduğu kadar solu sol olmaktan, sosyalistliği sosyalizm olmaktan çıkaran bilgi ve bilim düşmanlığıyla adım adım çatışmaya kadar devam ettim.
İnsanın tüm uğraşlarına evrimci psikoloji ve kişilik yapıları gözlüğüyle bakmadığınız sürece, ileri derecede bir miyop çevresine nasıl bakarsa, öyle görürsünüz; belirsiz, bulanık, netlikten uzak hayaller biçiminde. Bu kitapta tarif ettiğim gözlüğü kullandığınız anda hiç yaşamadığınız bir berraklık kazanacak görüşünüz…Dünya…ve insan. Elbette, yüzde yüz bir netlik bu gözlükle de elde edilemez. Fakat kim bilir belki de bu açıklıktan, berraklıktan hoşlanmayacaksınız. Artık kişilik yapınıza göre…İnsan bu. Onu, yani kendini tüm renk ve çizgileriyle apaçık görmekten belki de bilerek kaçınıyor insan soyu.
Soru: Laik devletin dine bakışı ne olmalıdır. Sovyetler Birliği’nde bu durum nasıl gerçekleşmiştir?
Cevap: Hemen söyleyeyim. Laiklikten yanayım. Devletin dine dayatmasına, bir din veya mezhebi desteklemesine tümüyle karşıyım. Ne ki, devletin dine savaş açması da laiklik karşıtı, yanlış ve tehlikeli bir uygulamadır. Laik düşüncedekilerin büyük çoğunluğu din gerçeğine bilimsel yaklaşmıyorlar. Dogmalarla, ideolojiyle yaklaşıyorlar. Onlar da kendi ideolojilerinin dinine mensuplar. Dolayısıyla iktidardaki sosyalistlerin dine karşı savaşı, bir dinin başka bir dinle savaşı anlamına gelir ki, laiklik karşıtı bir tutumdur. Moskova Kızıl Meydan’daki Aziz Vasili Kilisesi sosyalist rejim için ciddi bir sorundu. Stalin kilisenin “Kızıl Meydan”dan temizlenmesi için elinden ne geliyorsa yaptı. Ama o büyük diktatör bile başaramadı bunu. O zaman yaşasam ve dönemin bilgi düzeyiyle hareket etsem, din dışı bir kişilik olarak büyük ihtimal Stalin’i desteklerdim. Bu bir deneydi, deneyimdi, başarılamadı. Doğayla aşık atmaya kalkarsan aşık kemiğini kırarlar, atarlar seni bir kenara.
Dinsel düşüncenin (her boyutuyla) fayda sağladığı kadar zarar verdiği de ayrı bir gerçek. Evrim, dinselliğin insana yararının ağır bastığına karar vermiş ki, onu seçmiş. O halde bilim insanına veya ilerici siyasetçiye düşen şey, bu evrensel ve önüne geçilemeyecek kalıbın zararlarını azaltacak, faydalarını arttıracak dikkatli müdahalelerde bulunmak. Bu laiklik karşıtı bir tutum olmayacağı gibi, insan doğasına uygun akılcı bir tutumdur. Dine karşı baskıcı ve küçümseyici tavırlar insanı tümden karşıya alma sonucu getirir ki, kendi ayağını kurşunlamaktır.
Soru: Din-Tanrı ilişkisi nasıldır?
Cevap: Din bizim evrensel biyolojik gerçeğimizdir. İnsan türünde din, Tanrı inancıyla başlamamıştır. Ondan önce, ruhlara ve doğaüstü açıklanamaz güçlere inanç başlamıştı. Bunun da atası, insanın algı ve bilişim kalıplarının var olmayana açıklığı, var olmayana da var olanlar kadar değer biçmesini getiren biyolojik-nörolojik evrimsel süreçlerdi. İnsanın dinle yatıp kalkması, dine açıklığı, “uygar” kültürden önceki, hatta homo sapiens sapiens’ten önceki atalarımızla başlamıştı. Bütün ideolojilere, “izm”lere kör bağlılık, din kapsamına girer. Bence başlangıçta bilimsel bir sosyolojik-iktisadi disiplin olarak ortaya çıkmış Marksizm de kısa zamanda dine dönüşmüştür örneğin. Ya “ütopya” kavramına ne demeli? Dinin ateistçesidir. Tüm irili ufaklı, evrensel, yerel, süre giden veya gündelik sabit kanaatlerin ardında insanın her konuda bir anlayış oluşturmaya programlı bilişsel düzeneği vardır. Bunun kısa Türkçesi şudur: Bir şeylerin sebepsiz oluştuğunu düşünmektense, havada bırakmaktansa, saçma da olsa bir sebep bul ve buna inan. Bireyin ve türün yaşamda kalabilmesi için böyle bir akıl düzeneği seçilmiştir evrimce.
Soru: Günümüzde insanı ve toplumu anlamaya çalışmakta felsefe, sanat ve edebiyatın “sefaleti”nden bahsedilebilir mi?
Cevap: Kafalara format atmak gerekiyor. Tıpkı virüs girmiş bir bilgisayara yapıldığı gibi. Kesinlikle bu gerekiyor. “Standart Toplumsal Bilim Modeli” ile iki yüz yıldır kafası ütülenen çok geniş bir kesim, belli ünlü düşünürlerin virüs etkisinde. Liberal ve sol kesimlerin büyük bölümü artık hiçbir işe yaramaz hale gelmiş bu standart toplumsal bilim modeliyle insanı ve toplumu anlamaya çalışıyor ve tabii hiçbir şey anlamıyor. Marx’tan başlayın, Althusser’i, Badiou’yu, Derrida’yı, Benjamin’i, Zizek’i okuyup okuyup ne elde ettiniz? Ömrüm bunları okumakla geçti, siz de okuyun, tutan yok. Fakat entelektüel alemdeki tüm bu çürümeyi bunları okuyanlar yaratmıyor mu? Bunları okuyanlar değil mi Batı’da ve burada ilmek ilmek örenler? Bunlar değil mi Marksizmi burjuva siyaseti haline getirenler? Marx başlangıçta ilericiydi, ne hale geldi son 70-80 yılda farkında değil misiniz? Onu izleyenler bu kadar biliyorlarsa her şeyi, hani devrimci partiler? Hani sosyalist edebiyat, ilerici sanat? Öznenin kanatlarını tartışmaya gelince âlim kesilirler, medyanın satın alıcılığını anlatsanız hepsi kaçar. Laf çok, üretim yok. Fiiliyatta değil, hiç değilse fikren devrimci olmak istiyorsanız, kafanıza format atacaksınız. Bir format atın, sonra her şeyi sil baştan buradaki bilgilerle karşılaştırın. Ne kadarı doğru, ne kadarı yanlış, siz de ayırabileceksiniz. Yeni olan ve bence işin daha temeli, burada anlatılanlardır, burada bahsettiğimiz kaynaklardır. Anayasa budur.
Mehmet Harma
Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.
mehmet harma 29.09.2016
Sayın Rıdvan Binici, hemen bir düzeltme yapayım müsaadenizle. Buradaki sorular da cevaplar da Kaan Arslanoğlu'na aittir ve Evrimci Açıdan Din, Psikoloji, Siyaset kitabında yer almaktadır. Ben sadece sadeleştirerek yukarıdaki metin haline getirdim.
Rıdvan Binici 29.09.2016
Kafaya format atmak ve yeni bir temel kurmak konusunda Sayın Mehmet Harma'nın kullandığı "anayasa budur." ifadesi anayasa kelimesinin ingilizcedeki karşılığı olan "constitution" bilindiğinde daha yerinde duracaktır. Ki bu kelime karakter, yapı anlamına gelmektedir.