Felsefe
SAYMANLIK TERİMLERİNİ ÖZLEŞTİRME DENEMESİ
Bu yazı ilk kez, Dil Derneği’nin dergisi Çağdaş Türk Dili’nin Şubat 2008 tarihli 240. sayısında yayımlandı. Kaan Arslanoğlu’nun Türkçeye verdiği bilimsel emeği görünce, hem işlevsel bir yazı olması nedeniyle insanbu.com’dan daha çok insana ulaşmasında yarar gördüm, hem de bu tür dil çalışmalarının insanbu.com’da yer bulabileceğinden umutlandım.. (H.Y.)
Mustafa Kemal’in Geometri adlı yapıtı, inanılmaz bir başarıdır. Tıpkı, önderliğini ettiği öteki alanlardaki kurtuluşumuzu hazırlayan başarılarının inanılmazlığı ölçüsünde.
Mustafa Kemal’in o yapıtından önce biz, üçgene ‘müselles’ diyorduk. İçters açıların adı ise şöyleymiş: ‘Zaviyetan-ı mütekabiletan-ı dahiletan.’
‘Zaviye’ açı, ‘mütekabiletan’ karşıtlar demek; ‘dahiletan’ da, ‘içinde’nin çoğul söylenişi.
Bir askeri, siyasal ve toplumsal önder, onca işinin arasında, henüz kurtarılmadığımız alanlardan birinde, ulusal dil için geometri kitabı da yazıyor!..
Uzay, yüzey, kesit, yay, teğet, açı, açıortay, yatay, düşey, dikey, yöndeş, konum, dörtgen, beşgen, köşegen, artı, eksi, çarpı, bölü, eşit, toplam, türev, varsayı, gerekçe... gibi şimdi hemen anladığımız daha başka sözcükler de, bize onun armağanı.
Ben bu sözcükleri kullandıkça, adına şimdilik ‘muhasebe’ dediğimiz ve üyesi bulunduğum meslek adına, doğrusu utanıyorum. Her şeyi önderden mi beklemeliydik? İş alanımızdaki o anlaşılmaz sözcükler yerine, anlaşılır olan Türkçelerini bulmak için de mi onu bekleyecektik? Şu pek ünlü “izindeyiz” sözümüzün anlamı bu muydu?
Çocukluğumda, sınava ‘imtihan’ denirdi. Denirdi deyişim sözün gelişi; işin gerçeği ise, denemezdi. Çünkü ‘intaam’ diyeni mi ararsınız, ‘imtaam’ diyeni mi?.. Doğru dürüst ‘imtihan’ diyebilenler, öğretmenlerimizdi. Onlar da, ulusal bayramlarımızda sorarlardı: “İzindeyiz,” derdik.
Kimin, neyin izindeydik?
*
Parasal değerleri sayıp ayrıştırma işine 1983’te, yirmi iki yaşımdayken başladım. Başlar başlamaz, iki nedenle, duygusal bir uyuşmazlık yaşadım işimle. Birinci neden, sayılan kazançtan ayrılıp toplanan verginin, toplumsalcı bir anlayışla dağıtılmadığını biliyor oluşumdu. İkinci neden de, işimde kullandığım sözcük ve terimleri anlamayışım, o sözcüklerle düşünce yürütemeyişimdi.
Toplanan verginin ve tüm toplumsal kazançların, çağdaş ve toplumsalcı bir anlayışla dağıtılması savaşımının hep içinde olmak istedim, olabildiğimce oldum. 12 Eylül felaketinden sonra, sayılıp toplanan verginin ve öteki toplumsal kazançlarımızın dağıtımı daha da bozulmuştu. Bugün ise, sosyal devleti yaratan tüm kurumların, devletin içinden çökertilişini seyrediyoruz.
Demek, benim meslek gündemimin bu birincisinde başarılı değiliz. Ya satıcıyız, ya seyirci.
Mesleğimizin uygulaması bilimcilerin yönlendirmesine girince, işdilimizde birdenbire bir düzelme oldu son yıllarda. Sabit kıymetlere artık ‘duran varlıklar’ diyorduk. ‘Dönen varlıklar’ dendiğinde, ne denmek istendiğini anlıyorduk. ‘Borçlar’ın da, ‘alacaklar’ın da ne demek olduğunu, daha okur okumaz anlayabiliyorduk. Oysa ben, Türk olduğu halde, iş yaşamı boyunca, borç yerine ‘zimmet,’ alacak yerine de ‘matlup’ demek zorunda kalmış bir yönetici ile birlikte çalışıyordum. Ne zimmeti anlıyordum ne de matlubu. Benim dağarcığımda zimmet, suç çağrışımı yapardı, matlubun ise, çağrışımı bile yoktu.
Peki ya muhasebe?
Muhasebe ‘sayım’ demekti, bunu sezebiliyordum. Her şeyin sayımı demek değildi bir de; o ayrımı da sezebiliyordum. Parasal değerlerin sayımıydı muhasebe; hepsinin, konularına, niteliklerine göre ayrıştırılarak sayılması... Bu ayrıştırmalı sayımdan giderlerin, gelirlerin toplamı bulunurdu, dağıtılacak kazançlar, ödenecek vergiler bulunurdu... Ama öyle bir Arapça, Farsça etkisi altındaydı ki işdilimiz, dilekçe yazmak bile içimden gelmezdi.
Dilekçeler görürdüm, bugünün dilinden yüz yıl, yüz elli yıl öncesinin ağdalı Osmanlıcasıyla, anlamadan, bilmeden yazılmış gülünç şeyler... Bakmayın görürdüm dediğime. Şimdi de görebilirsiniz onları. Osmanlıcadan içimize işlemiş ağda düşkünlüğü, bugün bile bozmaktadır dilekçelerimizi, yazışmalarımızdaki işdilimizi.
Türkçenin duruluğunun, yalınlığının sağladığı anlaşılırlıktan yoksundur dilekçelerimiz. Çoğu, “... hususunu emir ve müsaadelerinize arz ederim,” diye biter.
Arayan bulurmuş. Ben, “dilerim” diye bir çözüm buldum buna. Hem saygıda kusur etmemiş oldum bu değişikliği yaparken hem de o Türkçe sözcük (‘dilerim’ sözcüğü) tek başına yetti tüm dilekçeyi sondan başa doğru yabancı sözcüklerden yavaş yavaş temizleme isteği vermeye. Kuşkusuz, bu çağrışımı yaratan da, ‘istida’nın yerini dilekçenin almış olmasıdır.
İşdilimizin sözcükleri bizim kendi dilimizden değilse, o işin halka yayılması, o iş alanında doğan düşüncelerin ilerleyerek yeni ufuklar yaratması olanaksızdır; çünkü işdilimizi iyi anlamayız, işdilimizi iyi anlayamayınca da işimizi iyi anlayamayız.
İyi anlamadığımız işi iyi yapmamız olanaksızdır.
Sizce Türkiye’de muhasebe denen iş, iyi yapılıyor mu?
İyi yapılabilseydi, dünyanın en eski mesleklerinden olan bu iş, 1989 yılına değin kendine özel bir yasası bile olmadan kalır mıydı?
İyi yapılabilseydi, bugün ülkemizde yaratılan kazançların büyük bölümü yazılmadan, sayılmadan, vergisi ödenmeden, şimdinin modası deyişle söylersek, ‘kayıt dışı’ kalabilir miydi?
Ulusal dilden bunca uzak bir işin, ulus için iyi yapılması olanaklı mıdır?
Açın işimizin yasalarını, açın genel bildirileri (genel tebliğleri), üçüncü tümceden sonra ilginiz dağılmadan okuyabiliyor musunuz, bir deneyin.
Bilge Konfüçyüs, o ünlü sözünde diyor ki: “Dil düzgün olmayınca söylenen, söylenmek istenen değildir. Söylenen, söylenmek istenen olmayınca yapılması gereken yapılmadan kalır. Yapılması gereken yapılmadan kalınca törelerle sanatlar geriler. Törelerle sanatlar gerileyince de adalet yoldan çıkar. Adalet yoldan çıkınca halk çaresizlik içinde kalır. İşte bundan, söylenmesi gereken, boş bırakılamaz. Bu her şeyden önemlidir.”
Ben, bizim işdilimizin –bunca yıl bu işi yaptıktan sonra– anlaşılır olmadığına inanıyorum. Bir dilde, söylenenle dinlenen anlaşılır olmadıktan sonra da, Konfüçyüs’ün dediği gibi, ne söylenen söylenmek istenendir ne de yapılan, yapıldığı söylenendir... Böyle bir işte, adalet de yoldan çıkmıştır.
*
İşdilimizin sözcüklerinin çoğu yabancı sözcükler. Biz onları ancak, okuduğumuzu kendi dilimize, sözcükleri Türkçeye çevirerek anlayabiliyoruz. Bu da bizi ezbere zorluyor. Ezber ise, düşüncenin yürüyüşünün en büyük ayakbağıdır.
Evet, verginin doğru toplanamayışında da, toplananın doğru dağıtılmayışında da, işdilimizin anlaşılmazlığının payını görüyorum Çok önemli bulduğum bu payı ortadan kaldırmak için, işdilimizi Türkçeleştirmek için, elimden geleni yapmak istiyorum.
Önce, en başat sözcüklerin üstesinden gelmeliyiz: ‘Kâr’ gibi, ‘zarar’ gibi, ‘hesap’ gibi... Bulduğumuz sözcüklerin çeşitli türevlerinde ve söz kümelerinde uygun düşüp düşmediğini sorgulamalıyız. Örneğin, ‘kâr-zarar hesabı’ yerine söylendiğinde...
Sonrası, pırıl pırıl, dupduru Türkçe bir saymanlık ve danışmanlık işidir. İşdilimiz halkın dilinden uzak oldukça, halkın ilgisi, desteği, denetimi işimizden uzak olacaktır.
‘Kâr-zarar’değil, ‘artınç-eksinç’
‘-nç’ eki, içte duyumsadığımız kavramların sözcüklerini yaratan bir ek. Bilinç, direnç, ödünç, gülünç, korkunç, basınç, usanç, utanç, sevinç... gibi sözcüklerde hep bu işlevini yerine getirerek aynı özelliğini korumuş.
A’sının şapkasını bırakmaya yanaşmayışıyla tartışmalara da neden olan ‘kâr’ sözcüğü anlam olarak, gelirlerin içinden giderleri düştükten sonra elde kalan geliri karşılıyor. ‘Zarar’ ise, giderler gelirlerden çoksa, gelirlerden sonra kalan gider tutarını gösteriyor.
Gelirin giderlerden çok olduğu durumlarda işletmenin özvarlıklarında bir artış ortaya çıkar. ‘Kazanç’ dediğimiz olumlu değişim, bundan başka bir şey değildir. Ancak kazanç, anlam alanı ‘kâr’ı kapsasa bile, ondan daha geniş bir sözcüktür. Gelirin giderlerden daha az olduğu durumlarda ise özvarlıklarda azalış/eksilme söz konusudur.
Kâr ile zararın bu ‘içten içe artma-eksilme’ özelliği ve ‘–nç’ ekinin içte duyumsanan kavramları karşılayan sözcükler yaratabilme özelliği nedeniyle, kâr kavramını ‘artınç’ sözcüğüyle, zarar kavramını da ‘eksinç’ sözcüğüyle karşılayabiliyoruz.
Yeni sözcükleri, karşıladıkları kavramların yardımıyla oluşturulmuş olan başka kavramları söylerken eski sözcüklerin yerine koyduğumuzda, anlam yitimi olmaksızın o kavramları da karşılayabiliyoruz. Aşağıda bu uygulamaların örnekleri görülebilir. ‘Kâr’ ve ‘zarar’ sözcüklerinin solunda ya da sağında yer alan öbür sözcüklerin öztürkçe olup olmadıkları, bu dizinde özellikle önemsenmemiştir.
Kâr, zarar, kâr-zarar
“Kâr” karşılığı : artınç
“Zarar” karşılığı : eksinç
“kâr-zarar” karşılığı : artınç-eksinç
Kâr
bilanço kârı : bilanço artıncı
brüt kâr : brüt artınç
çeşitli kârlar : çeşitli artınçlar
dağıtılabilir kâr : dağıtılabilir artınç
dağıtılmayan kârlar : dağıtılmayan artınçlar
dönem kârı : dönem artıncı
faaliyet kârı : faaliyet artıncı
geçmiş yıllar kârları : geçmiş yıllar artınçları
işletme kârı : işletme artıncı
mali kâr : mali artınç
net kâr : net artınç
olağan kâr : olağan artınç
olağandışı kâr : olağandışı artınç
pay başına kâr : pay başına artınç
satış kârı : satış artıncı
ticari kâr : ticari artınç
kâr bırakmak : artınç bırakmak
kâr bildirmek : artınç bildirmek
kâr dağıtım tablosu : artınç dağıtım çizelgesi
kâr dağıtımı : artınç dağıtımı
kâr eklemek : artınç eklemek
kâr etmek : artınmak
kâr ettirmek : artındırmak
kâr haddi : artınç sınırı
kâr koymak : artınç koymak
kâr oranı : artınç oranı
kâr payı : artınç payı
kâr payı kazancı : artınç payı kazancı
kâr paylaşımı : artınç paylaşımı
kâr yedekleri : artınç yedekleri
kâr-zarar hesabı : artınç-eksinç hesabı
kâr-zarar ortaklığı : artınç-eksinç ortaklığı
kâr-zarar tablosu : artınç-eksinç çizelgesi
kâra geçirmek : artınca geçirmek
kâra geçiş noktası : artınca geçiş noktası
kâra geçmek : artınca geçmek
kâra katılım : artınca katılım
kârda : artınçta
kârdan düşmek : artınçtan düşmek
kârdan indirmek : artınçtan indirmek
kârdan zarar etmek : artınçtan eksinmek
kârlı : artınçlı
kârlılık : artınçlılık
kârsız : artınçsız
Zarar
bilanço zararı : bilanço eksinci
brüt zarar : brüt eksinç
çeşitli zararlar : çeşitli eksinçler
dönem zararı : dönem eksinci
faaliyet zararı : faaliyet eksinci
geçmiş yıllar zararları : geçmiş yıllar eksinçleri
işletme zararı : işletme eksinci
mali zarar : mali eksinç
net zarar : net eksinç
olağan zarar : olağan eksinç
olağandışı zarar : olağandışı eksinç
pay başına zarar : pay başına eksinç
satış zararı : satış eksinci
ticari zarar : ticari eksinç
zarar bildirmek : eksinç bildirmek
zarar çekmek : eksinç yüklenmek
zarar etmek : eksinmek
zarar ettirmek : eksindirmek
zarar gelmek : eksinç gelmek
zarar görmek : eksinç görmek
zarar karşılığı : eksinç karşılığı
zarar payı : eksinç payı
zarar vermek : eksinç vermek
zarara düşmek : eksince düşmek
zarara düşürmek : eksince düşürmek
zarara geçirmek : eksince geçirmek
zarara geçmek : eksince geçmek
zarara sokmak : eksince sokmak
zarara uğratmak : eksince uğratmak
zararda : eksinçte
zararı dokunmak : eksinci dokunmak
zararına : eksincine
zararlı : eksinçli
zararsız : eksinçsiz
Hürriyet Yaşar
