Felsefe
TÜRKİYE’DE “SOL” ULUSAL KÜLTÜRÜN VE BİLİMİN GELİŞMESİ ÖNÜNDE ENGEL

“Sol” ve “sağ” kavramları fiilen geçersizleştiği halde anlatma kolaylığı açısından ve geçmişe dönük olarak da konuştuğumuz için “sol” diyorum. Tabii ilk akla gelen soru şu olur: “Sağ ulusal kültürün ve bilimin gelişmesi önünde engel değil mi?”
Sağ zaten engeldi, engel olmaya devam ediyor. Üstelik ülkeyi büyük çoğunlukla sağ iktidarlar yönettiği için bu engelleme belki de daha ağır sonuçlara yol açtı. Bu ülkede sağ millilikten, yerlilikten, mukaddesattan çok söz ettiği, siyasetini buna oturttuğu halde milli kültürün ve bilimin gelişmesi için hiçbir şey yapmadı değil, bazı şeyler yaptı, ama pek az yaptı. Yapanların da kıymetini bilmedi. Engelleyici yönü çok daha ağır bastı. Bugünkü konumuz bu değil, ayrıntılara girmeyeceğim.
Türkiye’de sol yerel yönetimlerdeki uzun süreli iktidarları saymazsak ülke iktidarında pek az ve kısa dönemlerle yer aldı. Fakat ne yerel yönetimlerdeyken kayda değer bir ilerleme sağladı ne de iktidarları döneminde. Ancak sol engellemeler resmi iktidarlıkla sınırlı değil. Sol yarım yüzyıldan fazla zamandır yazar, çizer, aydın, sanatçı, akademisyen vb. camiasında iktidar. Ve bu güne dek olumlu üretimi pek az düzeydedir, ayak bağları ise her yerde.
Geçmişten bugüne bakalım.
Atatürk milli bir kültür ve milli bir bilim yaratmaya çalıştı. Büyük çabaları çevresindekilerce yeterince desteklenmedi ve yarım kaldı. O ölünce tam bir karşı devrim yaşandı. Bunun ilk sonuçları bilim ve kültürde görüldü. Atatürk’ün kültürümüzü “muasır medeniyetin üstüne çıkarma” ülküsü değiştirildi, muasır medeniyet budalalığına dönüştürüldü. İlk yasaklanan Atatürk’ün dil ve tarih teziydi. Batı işbirlikçiliği, Batı hayranlığı birkaç yıl içinde bir kökleşti, bir daha bu ülkeden pis kokusu çıkmadı.
Atatürk’ten sonrasını ne kadar “sol” sayacağız? O günün CHP’si tıpkı bugünkü CHP gibi sağ bir partiye dönüştü, ama büyük çoğunluk CHP geleneğini “sol” kabul ettiği için biz de ona “sol” diyoruz mecburen. Keza onun güdümündeki aydınlar, yazarlar, bilim insanları da üretim yeteneklerini büyük ölçüde kaybettiler, üretilenleri engellemeye başladılar.
CHP gerçek sol değil, gerçek soldan bahset diyenler için “gerçek” soldan da söz edeyim. “Gerçek sol” içinde Cumhuriyetin ilk yıllarından beri üç akım sürekli çekişti durdu. Bir milli damar vardı, hiçbir zaman ötekilerden daha kuvvetli hale geçemedi. Bir Sovyet taraftarlığı. Bu akım sosyalizm hayranlığından giderek Sovyet işbirlikçiliğine evrildi. Bir de en radikal sol kesimlerde bile gördüğümüz belki de özellikle onlarda gördüğümüz Batı hayranlığı… Birçok bilim insanı veya yazarda son ikisi birlikte görülüyordu, hatta üç eğilimi birlikte taşıyan kişilerin sayısı da az değildi. Oradan nerelere geleceğiz, bakın.
Türkiye’de “gerçek sol”da ilk büyük kitlesellleşmiş ulusalcılık Aybar ile, Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş ile yaşandı, ama çok kısa sürdü. 70 darbesinden sonra toparlanan ve daha da kitleselleşen radikal solda “millilik” artık gerilerde bir kavramdı. Uluslararası sosyalizme, Marksizm-Leninizme yakın durmak dönemin ruhuydu. 80 öncesi kitleselleşmiş radikal solda en milli gibi duran Dev-Yol’du. O da el yordamıyla, rastlantılarla. Benim içinde bulunduğum Halkın Kurtuluşu hareketi de milli gibi duruyordu, çünkü hem Amerika’ya, hem de Rusya’ya militanca karşıydı. Ama anlaşıldı ki bu daha çok önce Çin sonra Arnavutluk taraftarlığına bağlıydı, büyük ölçüde uluslararası saflaşmaların eseriydi. Zaten öyle olmasa bu hareket 80 sonrasında Avrupacılığın ve etnikçiliğin güdümünde kolayca tam karşı uca savrulmazdı. 80 öncesinde Çin politikalarını kendine tek rehber alan Aydınlık hareketi büyük Sovyet tehdidine karşı birkaç yıl kendini paralarcasına ABD ve NATO safında yer aldı. Çin politikasının değişmez rehberliği onda hala devam etmekte. Yine aynı politikanın devamı olarak Aydınlık 90’lı yıllara doğru ve o yılların başında liberallerle birlikte 3-4 yıl kadar PKK’yı destekledi.
Şimdi bu milli olmayan sol kültür politikalarının bugünkü sonuçlarına, bizi fazlasıyla inciten sonuçlarına geçelim. Ona geçmeden önce bir başka noktaya değineyim. Ulusal bir kültür oluşturmak çok mu önemli? Evet, çok önemli. Ulusal bir kültürünüz yoksa, daha doğrusu gelişmiş değilse, ekonominiz de güçlenmez, devletiniz de size yeterince hizmet etmez, halkınız da huzurlu, mutlu olmaz. En çok ne kadarı olur? İşte bu kadarı olur. Çok kötü değil, ama hiç de istenen düzeyde sayılmaz.
Ayrıca ulusal kültürünüzün, biliminizin gelişmesi bu ülkede kendini Türk saymayan ya da Türk saysa da aynı zamanda başka etnik gruplardan aidiyet hisseden kişilerin, grupların zararına değildir, yararınadır. Söz gelimi ulusal kültürümüz gelişse Kürt kültürü de kaçınılmaz olarak ve kesinlikle gelişecektir. Çerkez kültürü, Laz kültürü… Sanılanın aksine gerilik her kültürde gerileme yaratır, bir ülkede genel kültürel ilerleme her alanda kültürü ilerletir. Şu en basit örnek unutulmasın: Bu ülkede Kürt kültürüne en ufak faydaları olmadığı gibi ona en çok zarar veren PKK-HDP’dir ve onu dost gören başta CHP topyekun sol hareketlerdir.
Evet, dedik ki bu sol milli olmadığı için milli kültür geliştiremiyor, bilimi geliştiremiyor, uluslararası oligarşinin bilimini bilim kabul ediyor, o bilimi bize zorla bilim diye onaylattırmaya çalışıyor. Yakın dönem tarihimizden bizi en çok ilgilendiren ve en çok bildiğimiz konulardan birkaç örnek vereyim.
Bir dönem aşağı yukarı aynı zamanlarda bir bilim dergisine ve bir sanat-kültür dergisine düzenli yazmaya başladım. İki ayrı siyasi grubun yönetimindeydi bu dergiler, ikisinde de maceram kısa sürdü. Çünkü insan bilimlerinde genetiğin öneminden, belirleyiciliğinden söz ediyordum. Hemen tepki göstermeye, sansürlemeye kalktılar. Çünkü bu görüş bilimsel değildi, Marksizme de aykırıydı. Şimdi üstünden 30 yıla yakın zaman geçiyor. Çin, Rusya, Avrupa devletleri ve ABD insan bilimlerinde büyük bir genetik araştırma yarışına girmiş durumda. Dil, kültür ve sosyal bilimde kendi uluslarını yeni bir yere oturtacak, baş rolü oynatacak bir kavgaya girmiş durumdalar. Bizim Marksistler ise burada birkaç bin kişi kendi aralarında kavga edip dursunlar. O zaman Marksizmi bilmiyorlardı şimdi hiçbirinde Marksizmden eser kalmadı.
Tıp Bu Değil adı altında 3 kitaplık bir seri hazırladık. 70’e yakın yazarla bir dönem ülke gündemine oturduk. Sağlık sisteminin açmazını anlattık. Bu tıbbın bilimsel olmadığını, bilim diye yutturulan şeyin dünya oligarşisinin akademik tıp-piyasa doktorluğu-medikal kartel-medya dörtlü ayağı üstünde pazarladığı bir şarlatanlık olduğunu anlattık. AKP’li yöneticilerin bile bir bölümü ne demek istediğimiz anladı. Sol anlamazdan geldi. Oligarşiyi değil, dönüp bizi suçladı, çalışmalarımıza taş koydu. 8-9 yıl öncesinden bahsediyorum.
Sonra Korona salgını çıktı. Tam bir bilim skandalıydı, aynı rezalet devam ediyor. Bütün sol can derdine düştü, devrimciliği bıraktı (zaten var mıydı?), Marksizmi bıraktı, sosyal sınıf kavramını, sistem kavramını bıraktı… Uluslararası oligarşinin, sermaye medyasının dediklerini tekrarlama, bu sahte bilimi yüceltme yarışına girdi. Aşı karşıtı değilim, bu bir komplodan ibarettir de demiyorum, sadece yaşanan sürece nesnel bakmaya ve gördüğüm pek açık sebep ve sonuçları anlatmaya çalışıyorum. Bu sözde solcular benim gibilerin bile görüşlerine tahammül edemiyor, gazetecilik, aydın olma sorumluluğu gibi kavramları boşlamışlar, tek yanlı ötüp duruyorlar. Papağan gibi sevimlice de değil sevimsizce. En gerçeğinden bir halk sağlığı sorunu bizzat kendileri olmuşlar.
Ve bir başka örnek. Güneş-Dil ile ilgili, Batı dillerinde Türkçe kökleri üstüne çalışmalarımız. Bunların görmezden gelme oyunlarına karşı sağır sultan duydu… Hiçbirinden ses yok… Yüzsüzlük edip doğrudan ve dolaylı kaç kere rica ettik. Tık yok.
Önüme gelene soruyorum, cidden merak içindeyim. Bu kadar büyük boyutta, bu kadar kendi kendini tahrip edici bir aymazlık neden kaynaklanabilir? Ben mi çok iticiyim? Bazılarına pek sempatik geldiğim söylenemez, ama bu benim kişisel bir davam değil ki. Bütün bir halkı hatta insanlığı ilgilendiren sorunlar. Ve üstelik bu tavrı yalnız bana değil kendilerine tam benzemeyen herkese gösteriyorlar.
Bu acaba şu veya bu yurt dışı gücü tedirgin etmemek için gösterilen bilinçli bir tavır mı? Mesela Rusya’yı, Çin’i falan. Bir ara öyle düşünüyordum. Ne de umurlarındadır ya Çin’in, Rusya’nın buradaki birkaç bin okurlu yayınlarda bir şey yazması ya da yazmaması. Ama öyle demeyin, onlar 50 yıl sonrayı hesap ederler, bugün bir kelebeğin uçuşunu bile kayda alırlar, bizimkilerse önündekini göremez. Yine de bugün bu etmen başat etmendir demiyorum. Çünkü değişik siyasi eğilimler bu konularda aynı şeyi söylüyor. Özetlersek topyekun birçok tıp, bilim, kültür meselesinde değişik sol siyasi grupların hepsi Baydın bey ne diyorsa onu diyor.
Sanırım esas sorun şu: Tüm bu “sol” hareketler sıradan vatandaşa, halka değil esas olarak okumuş takımına, hatta onların daha seçkin kesimine, doktorlara, akademisyenlere, beyaz yakalılara, bürokratlara vb. seslenmek istiyorlar. Onlardan kendilerine yeni üye, yeni taraftar edinmeye çalışıyorlar. Var olanları korumaya çalışıyorlar. Çok önem verdikleri gündelik siyasetin gürültülü saflaşmaları dışında başka bir saflaşmaya tahammülleri yok. Büyük siyasette bu seçkinler kendi taraflarında yer alsınlar da kendi alanlarında ister burjuvanın dibi, ister işbirlikçinin feriştahı gibi davransınlar, önemi yok.
O yüzden gündelik politikanın kavgalı saflaşmaları dışında tam bir düzen hareketi her biri. Sistemle çatışmaları ya hiç yok, ya laf düzeyinde. Çünkü aidat aldıkları, toplantılarına gelen, onlara bağış veren bu okumuş tayfanın sistem bilimi, sistemin bilimine karşı durmak, emperyalizmin belli alanlarda oluşturduğu kültüre karşı çıkmak gibi bir dertleri yok. Zaten çoğu böyle konularda hemen hemen hiçbir şey bilmiyor. Taraftarımız mı taraftarımız... Doktor işte! Profesör üstelik!.. Ne arıyorsun başka, akademisyen işte… bilim insanı. Ürkütmeyelim. Uyuyan yılanı uyandırmayalım. Zaten savaşımız çetin, saflaşmalarımız pek keskin. Aman susun, o konuya girmeyin, bu konuya dokunmayın.
Oportünizm siyasetin olmazsa olmazı. Oportünizm (siyasi dar çıkarcılık) olmazsa siyaset de olmaz. Uygun dozda oportünizm başarı için mutlak gerekli. Fakat bizim solcular ben bildim bileli dozu çok fazla kaçırıyorlar. Fazla dozda oportünizm daha fazla başarı getirmez siyasette, hele sol siyasette. Bedeni kurutur, küçültür. Dozu ayarlamak da eldedir üstelik. Bizimkilerde artık karakter kemikleşmiş, doz kıskacı kopup düşmüş, isteseler de ayarlayamıyorlar, zaten istemiyorlar.
ULUSLARARASI TIBBİ TERİMLER TÜRKÇENİN BATI DİLLERİNİN KÖKÜNDE OLDUĞUNU GÖSTERİYOR.
TÜRKÇE KÖKLÜ TIBBİ TERİMLER MİNİ SÖZLÜĞÜ
Kaan Arslanoğlu
Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.
Ali Özkal 26.02.2022
Dikkatle okudum ve aydınlandım.Bir kelebeğin uçuşunu dahi kayda almak...
fahri kumbul 24.02.2022
Dünya üzerindeki milyonlarca karmaşık canlıdan bile çok türlü sayıda sol ve solcu vardır. Önemsiz ben, zaten solu hiç anlayamadım. İçtenlikle söylüyorum elimden üzülmek dışında bir şey gelmiyor ve aha işte isyan ediyorum: 'Sağdan soldan herkes; sol tarafından kalkmışçasına sağa sola bakmadan ve burnundan soluyarak hem de sağlı sollu, zaten rengi solmuş sola vuruyor. Ve dahi falsolu vuruyor. Gelgelelim soldan ses soluk çıkmıyor. Zavallı sol, adeta solucana dönmüş. Solvent katılarak çözelti durumuna getirilmiş sola vurmayın artık; bir soluklanın hele... '
Nedim Pala 20.02.2022
Yazıda kısaca bahsedilen; son 2 yılda estirilen abartı pandemi rüzgârında bizim klasik ortodoks ''SOL''un halini gördüm ! Tam bir rezillik, kepâzelik, paçozluk akıyordu. Artık ulus devlet üstü küresel medikal oligarşinin yaptırım aracı olmuş ''DSÖ''ye biât etmiş, Tabipler Birliği denen hdp/pkk zihniyetli yönetimin kıçına takılmış .. aşı ilaç, medikâl kartellerin ayakçısı olmuş.. Pfayzır'cı rotaryen Mehmet Ceyhan, YuTüp'çü Esin, amerikan hospital'den iyne fanatiği Lions'çu Bingür, Medikâl Park'tan Faarettin'in saflarında aynı frekansta sallanıyolardı. Önceleri Sinovak tarikatı, bi süre sonra Biyontek mezhebinin müridi olmuşlar, holding medyalarında .. sosyal medya varoşlarında, ağızlarından tükürük saçarak pandemi politikasına, DSÖ ketenperesine boyun eğmeyen bu ülke insanlarına hönkürüp çemkiriyolardı. Bizim o beğenmediğimiz, gerici dediğimiz .. A.Dilipak'lar, ATV/Sabah yazarları Haşmet.B, Melih.Altınok, C.Barlas ve Akit gasteleri bilem !! DSÖ'nün faşist yaptırımlarına biât etmediler .. bizim paçoz sol'un yanında çok daha ilerici, omurgalı davrandılar.