Felsefe
ODA-TV, RUS BİLİM İNSANI, UKRAYNA TARTIŞMASI, ÇİN ve TALKIMDAKİ SUÇU
Sanki Stalin dönemi Kırım’ında yaşıyoruz. “Batı dillerinin kökünde Türkçe var” dediğimiz an sansür başlıyor. Atatürkçüsü, Atatürk’ü sevmeyeni, sözde sosyalisti, sosyalizme karşı olanı, millicisi, yerlicisi, ABD’cisi, Rusçusu, Çincisi… Bazıları da aleni hakaret ediyor. 8 yıldır bu konuyu yazıyorum, koskoca Türkiye’de, binlerce popüler yazar, yüzlerce medya kuruluşu içinde bunları haber yapan Soner Yalçın’dan başka kimse çıkmadı. Son üç haberimi de sağ olsun onun ve haber müdürü Fethi Yılmaz’ın sayesinde ODA-TV’ye koydurabildik. Fikir biraz kitle yüzü görebildi.
Çok mu önemli!.. Türkçe Batı dillerindeymiş ya da değilmiş! Bir açıdan bakarsak hiçbir şey önemli değil. Ekmeğini ye ve Azrail kapına gelene dek mutlu yaşa ve öl. O da bir mantık. Fakat konu dil meselesi değil. Konu Türkiye’de ve dünyada bağımsız düşünebilen insanlar yaratabilecek miyiz, yaratamayacak mıyız... Düşünen son insanları da gömecek miyiz, gömmeyecek miyiz? Ukrayna meselesiyle bağlantılı. Tıp ve sağlık meselesiyle doğrudan bağlantılı. Son yıllarda dünyayı kasıp kavuran talkımla bağlantılı. Ekonomiyle bağlantılı, işçiyle bağlantılı, gerçekten milli olup olmamakla, gerçekten sosyalist olup olmamakla ve her şeyle bağlantılı.
Emperyal kaplanların kavgasında bir yana yamanıp sonra kendi aklımızla düşündüğümüzü falan mı zannedeceğiz… Yoksa zihnimizi, fikri bağımsızlığımızı her şeye karşın koruyabilecek miyiz? Düşünen insanın beş bin yıllık problemi.
Bu konuların ayrıntılarıyla ilgili birçoğunuzu çok rahatsız edecek şeyler söyleyeceğim yine. Önce ODA-TV de ne yazmışım, bu kısa haberi size aktarayım.
Dünyaca ünlü bilim adamı Anatole Klyosov: Bundan 3 bin yıl öncesine kadar Avrupa nüfusunun çok büyük bölümü Proto-Türkçe konuşuyordu.
(VEYA kısaca Avrupalıların eski dili Proto-Türkçeydi / diyebilirsiniz )
Kaan Arslanoğlu
Sovyetler Birliği’nin parlak bilim insanlarından Anatole Klyosov ülkesinde interneti ilk kullanan kişi olarak biliniyor. 1989’dan beri ABD’de çalışıyor. Klyosov ününü kimya alanındaki çalışmalarıyla elde etti. Sonra genetik biliminin önemli isimlerinden biri oldu. Onunla academia.edu adlı uluslararası bilim sitesine gönderdiğim makaleler dolayısıyla tanıştık. Daha önce tanıttığım aynı görüşteki bağımsız Türkolog Norm Kisamov’la karıştırmayın. Bu haber yeni. İşte o yazışmalarımızdan Türkçeyle ilgili bazı satır başları:
“Proto-Türkçe 19 bin yıl önce ortaya çıktı, hatta kökleri dikkate alınırsa 64 bin yıl önce belirdiği söylenebilir. Bunu DNA genealogy verilerine dayanarak belirtiyorum.”
“19 bin yıl önce Altay bölgesinde ve Güney-Sibirya’da ortaya çıkan ve Proto-Türkçe konuşan R1b haplogrubu tüm Avrupa’ya yayıldı. Arkeolojik kültürler oluşturdu. Avrupa erkek nüfusunun yüzde 60’ı şu an bu gruptandır.”
“Bundan 3 bin yıl öncesine kadar Avrupa nüfusunun çok büyük bölümü Proto-Türkçe konuşuyordu. Ben buna “Arbin” dili diyorum. Şu an bu dilden binlerce sözcük Avrupa dillerinde yaşamakta.”
“Avrupa’da sadece Keltler R1a haplogrubuyla Hint-Avrupa dili konuşuyordu. Fakat sonra onlar da hızla Proto-Türkçeyi benimsediler.”
“Proto-Türkçe konuşanların büyük bölümü R1b ve Q haplogruplarındandır. Bu kavimler Amerika’ya geçtiler. Bugün yerli Amerikalıların dillerinde Türkçeye benzer sözcükler bulunmasının nedeni budur.”
“R1a haplogrubundan bazı kavimler de sonradan Avrupa’dan Altay bölgesine geldiler. Bunlardan bir bölümü Proto-Türkçe konuşmaya başladı.”
“Hint-Avrupa kaynaklarında adları çok geçen İskitler, Sarmatlar çoğunluk itibariyle Proto-Türkçe konuşuyordu.”
Klyosov ile tartışmalarımızı aynı sitede ayrı bir makale olarak yayınladım. Dileyenler şu bağlantıdan yazıyı okuyabilirler… Batı dillerinin kökündeki Proto-Türkçe ile ilgili bir makale üzerine Anatole Klyosov ile tartışma: https://www.academia.edu/72572431/Discussion_with_Anatole_Klyosov_on_an_article_I_wrote_about_Proto_Turkish_at_the_root_of_Western_languages
Amerikalı bağımsız Türkolog Norm Kisamov’a göre Anatole Klyosov’un bu görüşleri herhangi bir eski Türk devleti tarihinden çok daha önemli.
Bence de öyle. Atatürk’ün dil ve tarih tezi Türk devletlerinin tüm tarihi kadar önemli. Bu yönde çalışmalar yapan az sayıda insanın çabaları da öyle. Örneğin Güneş-Dil Kuramı çalışmaları yapan Adnan Atabek’in gayretleri.
Anatole Klyosov bilim çevrelerinde kimya alanındaki araştırmaları ve buluşlarıyla iyi bilinen ve saygın bir bilim insanıyken, genetik ve dilbilim çalışmalarına ağırlık vermeye başlar. Başlangıçta o alanda da ünü iyi gider. Fakat kendi kurup adlandırdığı “DNA Genealogy” alanında ilerledikçe “bilim dışı” ve “milliyetçi” ilan edilmeye başlar. Yaptığı şey aslında tamamıyla nesnel bir iştir: İnsan fosil bulgularının DNA verilerini değerlendirmek ve basitçe yorumlamak. Bu veriler zaten pek çok çevre tarafından yapılmış ve yayınlanmış DNA araştırmalarının sonuçlarıdır. Klyosov bu bulguları tarihlerine göre sınıflandırıyor ve gerçeklere adını koyuyor. Milletlerin ve dillerin DNA’ya göre şeceresini çıkarıyor. Bu da pek çoklarının işine gelmiyor. Batı hegemonyasını savunan Anglo-Saxon bakışlı bilim çevrelerinin hakim ideolojisiyle uzlaşmaz bir çelişkiye düşüyor.
Onu aşırı Slav milliyetçisi olmakla suçluyorlar ama, söyleyip yazdıkları aslında Türkçeyi öne çıkarıyor. Bu da ona karşı kampanyalar üstünde derin bir soru işareti bırakıyor. Amaç acaba yine Türkü, Türkçeyi gizlemek mi? Çok büyük olasılıkla öyle.
Burada son olarak önemli bir tarihçimizin Cambridge yayınlarından İngilizce olarak yeni çıkan kitabını duyurayım: The Genesis of the Turks: An Ethno-Linguistic Inquiry into the Prehistory of Central Eurasia, Cambridge Scholars Publishing, 2022. Türklerin Doğuşu: Orta Avrasya'nın Tarihöncesine Etno-Dilsel Bir Araştırma. Yazarı Osman Karatay
EVEEET… Haber bu kadar… İsteyen yukarıdaki bağlantıdan bu yabancı bilim sitesinde kimlerle ne tartışmışım, bakar, okur.
ŞİMDİ UKRAYNA MESELESİNE GELELİM… O da uzun olmayacak. Çünkü ayrıntılı bir çözümleme yapmak istemiyorum. Zaten herkes her şeyi biliyor. Beni ırgalayan Türkiye’de gerçekten nesnel ve bağımsız düşünebilen kaç insan kalmış ve bu sayı artırılabilir mi… O yüzden burada sadece facebook’daki bazı yorumlarımı aktaracağım.
26.2.2022: SAVAŞ ÇOK KÖTÜ BİR ŞEY.. PEKİ KİM HAKLI? Savaş başlamadan önce tam haklı olan taraf Rusya’ydı. Ukrayna’yı topyekun işgale kalkınca haksız konuma düştü. Daha doğrusu bazı savları hala haklı ama, karşı tarafa vatan savunması haklılığı verdi. Ülkeniz işgale uğruyorsa, iktidarda kim olursa olsun vatan savunmasından başka şey aklınıza gelebilir mi? Rusya’yı hala savunanlar bu noktayı gözden kaçırıyor ki, konunun en önemli parçası haline gelmiştir. Hiç sevmediğim Ukrayna yönetimine bu haklılığı Rusya verdi.
Tabii şu da var. Haklılık başka güç ve güçlenmek başka. Rusya bu olaydan güçlenerek de çıkabilir zayıflayarak da. Olaya sadece Rusya’nın haklılığı açısından bakanlar bence Türkiye’nin çıkarları ve kendi haklılığımız açısından bakmıyor. ABD’ye kafa tuttuğu ve bize de sık sık destek verdiği için Putin’e büyük sempatim var. Ama bunlar babamızın oğlu da değil. Bize karşı tutumları da az değildir.
Peki Erdoğan ve Hükumet doğru mu yapıyor? İki ülke ile ilişkiler iyiyken işgale karşı çıkmak normal. Başka seçenek zaten yok. Ama onların ve AKP medyasının son birkaç gündür NATO’culuk dozunu fazla kaçırdıklarını düşünüyorum.
Kendilerini şöyle savunabilirler: NATO’yu biz kurduk, şimdi bize karşı çalışıyor diye hemen çıkamayız. Aslına bakılırsa Avrupa Birliğini de biz kurduk. Sonra dağdaki bir sürü devleti aldılar kurucu bağcıyı içeri almıyorlar. Bir süre bakarsın, eğer bir umut görüyorsan kalırsın. Görmüyorsan çıkarsın. Umut görmediğini her gün söylediğin halde orada kalıyorsan bu büyük bir zayıflık belirtisi. Ve Avrupalısı, Amerikalısı bu zayıflığı gayet iyi görüyor.
Her şeyden önemlisi sen Hükumet olarak her gün her ağzını açtığında darbelerden yakınmıyor musun? FETO darbesi dahil Türkiye’deki bütün darbeler NATO darbesi. Bunu gayet iyi biliyorsun ve hala “NATO daha fazla şey yapmalı” diyorsun. Ukrayna’daki Sorozcuları savunmada fazla hevesli görünüyorsun, NATO yalanlarını yaymada yarışa kalkıyorsun.
Kendi iktidarın o kadar garanti mi? Seni düşürmek isteyen bu ABD, bu Fransa, İngiltere değil mi? Bu NATO değil mi? Sözün özü gerçekten Türkiye için düşünen, düşünebilen pek az insan var bu ülkede. İyi kötü nasıl idare edip gidiyoruz bilemiyorum.
En önde gelen dileğim öyle ya da böyle savaşın bir an önce durması ve en az kayıpla atlatılması…
2.3.2022: Amerikan tezgahı her zaman göstere göstere gelir. Ve en radikal Amerikan karşıtları bile çok zaman bu tezgaha gelir. Birileri ABD'yi küçümsüyor, Avrupa'yı küçümsüyor... Bunların inişte olduğunu söyler dururlar. Doğruluk payı var, zaten hep iniştedirler. İnerken yine egemendirler, çıkarken de egemen. Hala medyayı, sanatı, entelijansiyayı, bilimi, sosyal bilimi, politika sahnesini, iletişimi mutlak biçimde bunlar yönetiyor. Karşıt güçler kafaca çıkışta değil ki!
Sovyetler en parlak zamanlarında bile bu alanlarda büyük güç olamamıştı. Asıl belirleyenin ideoloji olduğunu anlayamamıştı. Çin daha da geriydi, hala korkunç geri. Gramsci'nin dedikleri bir kulaklarından girmiş öte kulaklarından çıkmıştı. Sanıyorlar ki kaba bir haklılık, kaba siyaset ve olmadı kaba kuvvet her şeyi çözecek. Haksızı haklı kılan işte bu kaba siyaset, haklılık kisvesi altında yontulmamış hırslar...
3.3.2022: İnsanlar aklını kullanarak ve önce Türkiye'den yana durarak düşünmeyi zayıflık sanıyor. Oysa taraf olmak zayıflık. Atatürk'ten sonra siyasi çizgimiz maalesef bu oldu. Aklını kullanmadan, Türkiye'nin ve halkın çıkarlarını gözetmeden illa ki bir tarafa yamanmak. En kolayı bu. Aklı da durduruyor. Çekim alanları karşısında, iki tarafın çekim gücü karşısında dayanamıyor insanlar. Bağımsız düşünmek çok zor geliyor. Ortada duranın böğrüne gelen rüzgar onu hemen üşütüyor, korkutuyor. İki duvardan birine hemen sığınma ihtiyacı duyuyor. Tartıştığımız konu hangi konu olursa olsun. Ya bu ya o. Ya Fener ya Cimbom... İnsan BU
3.3.2022: Ben çevremdeki insanlara BAĞIMSIZ DÜŞÜNÜN; AKLINIZLA VE BİLGİNİZLE DÜŞÜNÜN diyorum. Bu insanlara çok zor geliyor. Bir süre sonra bahane aramaya başlıyorlar. “Ne yani hep senin gibi mi düşünelim..” Evet, tam bir bahane bu. BENİM GİBİ DÜŞÜNMEYİN, BAĞIMSIZ DÜŞÜNÜN, KENDİNİZE KARŞI DÜRÜST DÜŞÜNÜN... İlk zorlukta kapağı taraflardan birine atmayın... En kolayı bu.. Bağımsız düşünebilmek ise en zoru.. Ben insanları buna davet ediyorum.. Bunu benim kişisel meselem sanıyorlar. Oysa bunun böyle olmadığını biliyorlar.. Zor geldiği için kendilerini bir tarafın müritleri arasına atıveriyorlar... Ne yapalım. İnsan BU… Biz elimizden geleni yapalım da.. Çok da mesele değil.. çok da umurumda değil artık…
NOTLARIM BU KADAR… Daha fazla bir şeyler de demişim, başkaları da çok şey söylemiş, merak edenler face paylaşımlarından okur. ÖZETLE: İnsanız ve taraf seçmeye evrimsel, genetik bir zorunluluğumuz bulunmakta. Ben bile çok zaman taraf oldum, taraf olmanın erdemini savundum, bunun gerçekten doğru ve yararlı yanları var. Ama her zaman ve her şeyde değil. Ben bile kendimi hiç olmayacak konularda kendi kendimi taraf seçmeye zorlarken buldum. Dedim ya, hayatta kalma amaçlı insani bir içgüdü bu. Ama bazı güdülerimizi yendiğimiz kadar gelişmiş insanız. Bunu yapamıyorsak sıradan bir organik canlıyız.
Hiçbir tartışmada öncelikle bu ülke ne olacak diye tartışıldığını göremiyorum. Çok mu ilkel, bir ülkenin vatandaşlarının önce kendi ülkesini düşünmesi. Bunu ancak karşı siyasi cepheyi zayıflatacaksa samimiyetsiz ve iki yüzlü bir mantıkla dile getiriyorlar. Hadi insanın kendi ülkesini düşünmesi ilkelliktir diyelim. Genel olarak insanlığı da mı düşünmeyelim, insanın geleceğini de mi, dünyayı da mı düşünmeyelim.
ABD ve Batı emperyalizminden inanıyorum ki ona karşıt görünenlerin büyük çoğunluğundan daha fazla nefret ediyorum. Bu nefreti göstermenin yolu büyük bir ülkeyi topyekun işgal edip halkını kovmak mı? Bu yolla ancak Batı’ya hizmet edersiniz.
Hadi yanıldım diyeyim, keşke yanılsam, göreceğiz. Batı çöktü diyelim. Çin-Rusya bloğu dünyaya hakim oldu diyelim. Amerikalılardan fazla Amerikalılaşmış, Batıdan daha fazla kapitalistleşmiş Çin insanı dünyaya hükmetse ne değişecek? Belki daha da görgüsüz bir kapitalizm, daha kaba bir emperyalizm gelmeyecek mi? Keşke bu konuda da yanılsam. Samimiyetle diliyorum. Ama gerçek veriler pek de yanılacağımı göstermiyor. Maalesef.
TEK BİR ÖRNEK VEREYİM… Şu talkım meselesinde ÇİN’in büyük suçu ve dünya kapitalizminin başta ABD bu suçu gizlemesi… “Talkım.. talkım” diyorum, çünkü doğrusunu yazsam sansür geliyor, ceza geliyor. O konuda da taraf olmadığım halde… Yani talkım yoktur, tası da yaptırmayın diyenlerden değilim. Ancak on yıllardır “bilimsel tıp” diye tezgahlananın şarlatanlık olduğunu, dünya oligarşisine, para kazanmaya hizmet ettiğini göstermeye çalışanlardan biriyim. Bu konudaki kanıtlı belgeli kitaplarımız, yazılarımız yine aynı çevreler tarafından sansüre uğratıldı. Aynı çevreler, dünyanın bütün egemen kaplanları ABD, AB, Çin, Rusya, Hindistan ve tabii Türkiye… O kaplanların siyasi, medyacı, doktor vb. müritleri tarafından engellendi gerçek bilimsel yaklaşımlar. Her çevreden her meşrepten, sağcısı solcusu bu konuda da fikir birliği içinde… Bir halk sağlığı sorunu haline gelmiş günümüz sahte bilimini bilim diye kutsallaştırma yarışı içinde… Oradan nereye geleceğiz…
İşte bu Talkım meselesi… Dünyanın başına bu belayı ama bilerek ama kazara ama ilkelliğinden ötürü Çin sarmadı mı? Sonra da tası yapıp tüm dünyaya satmadı mı? Sonra en az yüzlerce kişiyi öldüren işe yaramaz ve tehlikeli ilacını yine biz dahil herkese pazarlamadı mı? Karşılığında ne gördü? Sadece övgü: Çin sosyalistmiş ve aldığı radikal önlemlerle kendi ülkesinde hastalığı ne kadar güzel yenmiş! Peki suçları? ABD dahil bütün kapitalistler işin orasını kapatma derdinde. Bazı baskılarla soruşturma açıyor sonra yine kendileri kapatıyorlar. Çünkü bu global bir tezgah. Müthiş büyük bir ekonomik tezgah. Çin-ABD ortak yapımı bir kabus senaryosu. Talkımdan ve kasıtlı yayılan panikten on milyonlarca kişi öldü.
Sonra da Ukrayna’da şu yense böyle olacakmış, bu yense şöyle olacakmış? Kim yense olan zavallı insanlara olacak, yoksullara olacak, ölene, sakat kalana, yerinden yurdundan edilene olacak. Kim yense azgın kapitalizm galip gelecek. İnsanı değiştirme gayretimiz yoksa İNSAN BU, SONUÇ BU.
Kaan Arslanoğlu
Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.
Nâzım Erkan Yürük 6.03.2022
Tamamen katıldığım bir değerlendirme bu. İçinde kısaca yapılan özeleştiri çabası da takdire değer. Hiç ümitsiz olmadım bu aşamaya gelinebileceğine ilişkin. Ve oldu işte. Nedeni şu ki pek tanımadığım Değerli Kaan Arslanoğlu'nun iyi niyetli çabalarından , çırpınışlarından hep ümitvar oldum. Emeğinize sağlık. Bir de insan yola çıkarken başlıbaşına güzel bir varlıktır ve ne oluyorsa "Maya" değil o sonraki evre, "Bozuk Düzen"den ötürü oluyor. Teşekkürler ...
Deniz Can 4.03.2022
Kaan Bey Türkçe lafını telaffuz etmeleri bile başarı ancak bunu çaresiz kaldıkları için yapıyorlar. Dilleri tamamen Türkçe üzerine kurulmuş ve bunun farkına yeni varmış değiller, dün de farkındalardı ve bu ilişkiyi İran, Hindistan dilleri ile açıklayabileceklerini sandılar. Başaramayınca şimdi geçmişlerini Kafkaslarda arıyorlar ve Amerika’ya bile Türkçeyi taşıyanın kendileri olduğunu iddia ediyorlar. Yakında Avrupalıların Japon, Çin hatta Afrika dilleri üzerindeki etkilerini de araştırır ve bizi bile ikna ederler.