Birkaç Farklı Konu... Dil, Oda-TV, Tabip Odası vb.

Birkaç Farklı Konu... Dil, Oda-TV, Tabip Odası vb.

Son facebook yayınlarımız…

Bir kişi Atatürkçü değilse Atatürk çizgisine yakın olma ihtimali Atatürkçülere göre daha fazladır. Bir kişi eğer solcu değilse eski sol çizgiye yakın olma ihtimali solculara göre daha fazladır. Çünkü günümüzde Atatürk’ün düşüncelerine en uzak kesim Atatürkçüler. İhmal edilebilir istisnalar dışında. Sol ideallere en uzak kesim de sol kesim.

 

İSTANBUL TABİP ODASI ÖDÜLÜ DİYARBAKIR ANNELERİNE VERİLDİ!.. Yalan haber… Ben uydurdum. Tabii ki böyle bir şey olmaz. HDP yandaşı İstanbul Tabip Odası ödülü bu sene de HDP’lilere verdi… Barış, Demokrasi ve İnsan Hakları Ödülü, Suruçlu HDP’li aile Şenyaşar’a ve “Boğaziçi Direnişi Bileşenleri”ne verildi.

2018’de seçim çalışmaları sırasında Suruç’da AKP’lilerle HDP’liler arasında silahlı  çatışma çıkmış, Şenyaşar ailesinden 3 kişiyle, AKP milletvekilinin kardeşi ölmüştü. İTO BARIŞ ödülünü silahlı çatışmanın taraflarından birine verdi. Anladıkları “barış” tam da budur. Üstelik Suruç nere, İstanbul nere? 18 milyonluk İstanbul’da BARIŞ ödülü verecek kimse bulamamışlar demek ki! İstanbullular utansın… Bir de zaten bu ödül niye var? Tabip odalarının pis siyaset dışında yaptığı bir şey yok, ondan var.

Boğaziçi direnişi belki özde haklıydı. Ama hareketin başını HDP ve LGBT çekince ne öz kaldı, ne haklılık. Bu iki gücün Boğaziçi sorununun özüyle ne ilgisi var? Kirletmekten başka hiç… İşte Türkiye muhalefeti en haklı olduğu konularda bile haklılığı bu şekilde AKP’ye teslim ediyor.

Bunun baş sorumlusu kim? Tabandan tepeye Atatürk’ün partisini HDP’ye ve Amerika’ya peşkeş çeken CHP’liler. Meslek odalarında, sendikalarda on yıllardır PKK-HDP yanlılarıyla ortak liste çıkarıyorlar. 2. sorumlu AKP iktidarı. Bu rezalete yıllardır planlı ve maksatlı biçimde göz yumuyorlar. Sonra suç sıralamasında öteki muhalif partiler, ilgisiz hekimler ve bunlarla baş edemeyen bizler geliyoruz.

 

ODATV'de ÇIKAN YAZIM... KURAN'DAKİ TÜRKÇE SÖZCÜKLERDEN HABERİNİZ VAR MI? KOLONYALİSTLERDE PANİK ATAĞA YOL AÇIYOR!..  Batı dillerinde İbranice Arapça kökler, İbranice Arapça içinde Türkçe kökler… Kutsal kitapların, Kuran’ın adında bile Türkçe kökler…

Son çalışmamda Hint-Avrupa dillerinde İbranice ve Arapça kökleri gösterdim. Hayli yoğunlar. Bunu yabancı bilim sitesinde İngilizce olarak yayımladım. İşin ilginç yanı, bu İbranice ve Arapça köklerin birçoğu Türkçe köklerle uyumlu. Batı dillerinde ez az yüzde 20 oranında Türkik kökler bulunduğunu önceki çalışmalarımızla gösterdik. Tahminen Arapça ve İbranice kökler bu oranda değiller, ama yadsınamaz orandalar. Çıkan sonuçlar şaşırtıcı bulunmamalı. Çünkü böyle bir sonuç çıkmasa şaşırtıcı olurdu. Çünkü bahsettiğimiz diller çok eski ortak kök dillerin uzantısıdır. Hint-Avrupa denilen sözde aile uydurulmadan önce bu diller vardı. Bu diller o coğrafyalarda çok daha eskiden beri vardı. Dolayısıyla ortak kökleri temsil eden bu dillerin Hint-Avrupa denilen dilleri oluşturması normaldir.

Hint-Avrupa kolonyalist ırkçı teorisini izleyenlerin çoğu için Türk, Yahudi, Arap dillerinden bahsetmek panik atağa yol açıyor. Şu ana dek onlarla ciddi bir tartışmaya giremedik. Birçoğu görmezden gelmeye çalışıyor. Onları temsil edenler ise sadece küfür ediyor, aşağılamaya çalışıyor. Kullandıkları sözcükler çok sınırlı. Aşağılamaları bile kopyala yapıştır ve yaratıcılıktan uzak. Zaten bu Hint-Avrupa teorisi bunun için var. İlgi büyük, ama çoğu bu yayınlarımızı telaş ve korku içinde izliyor. Fakat onlar korkacak diye apaçık gerçekleri, önümüze adeta fırlayan sonuçları görmezden gelecek değiliz.

Bu vesileyle şunu bir kez daha gördüm: Kolaycı bir yaklaşımla Arapça köklü Türkçe sözcük olarak bilinen sözcüklerin, böyle gösterilen sözcüklerin de önemli bir bölümü Türkçe kökler taşıyor. Yani bu sözcüklerin bazıları öncel olarak Türkçe olabilir. Bazılarında hangisi öncel saptamak mümkün değil. Bazıları gerçekten öncel olarak Arapça köklü gibi duruyor.

Kutsal kitapların adları Türkçe köklerle uyum gösteriyor. Kuran, Torah (Tevrat) > töre, Bible… Örneğin Kuran ile ilgili madde şöyle: Kuran adının başlıca üç açıklaması var. Biri tamamen kendine özgü has isim olması. Bu yönden Türkçe “Kuran – Kurucu” ile tam uyumlu. Öteki iddia “kıraat, ikra > oku” dan gelmesi. Bu da Türkçeyle uyumlu. 3. iddia “karn”dan gelmesi. Toplama, birleştirme… “Karma”. O da uyumlu. Tüm bunlar Latince ve İngilizce Crea, creation: kurma, yaratma ile uyumlu…

Batı dillerine geçmiş ve aynı zamanda Türkçe köklü Arapça sözcüklere 100’den fazla örnek verdim. Sadece birkaç günlük çalışma sonucu. Bunlardan bazıları: Acker > akar > karık; aim > emel > umaç; air > hava > aviation; ban > men > ban; beg > bahis > bağış; body > beden > bod; bright > berrak > parlak; call > kelam > küle; cut > kat > kes, kat; fertile > bereket > verim; four > arbaea > dört > tetra; God > Hüda > Kutay; lack > noksan > eksik; migrate > hicret > göç; sense > zan > san; sound > seda > ün… Ayrıntılar ve tüm liste için asıl makaleyi okumanız gerek.

BAŞLICA ÜÇ NEDEN

İbranice için bir sözlük kullandım. Context.reverso.net. O da iki günümü aldı sadece. Ve burada da şunu gördüm: İbranice içinde Türkçe kökler tahmin ettiğimden fazla. Konu batı dilleri, Hint-Avrupa olduğu için her İbranice-Türkçe uyumunu listeye eklemedim. Birkaç örnekle yetindim.

Listelerdeki benzerliklerin bazıları rastlantı olabilir. Fakat büyük çoğunluğunun dil ortaklığından kaynaklandığını düşünüyorum. Neden? Başlıca üç nedenden ötürü.

Bir- Bu sözcüklerin hemen hepsi çok eski sözcükler, kavramlardır. Eski sözcüklerde ortaklık olasılığı kuramsal gerçeğe de bağlı olarak çok daha yüksektir.

İki- Bunların çoğu belli bir olgu örgüsü, kavram ağı içinde bulunmakta. Belli gerçeklikleri temsil eden; işle, yaşamla ilgili ve kendi içinde bağlantılı kavramlardır.

Bazıları temel gramere doğrudan bağlıdır. Böyle sözcüklerde hata yapma olasılığı düşüktür.

 Üç- Birçoğu üçlü, dörtlü, beşli ve çoklu ortaklık gösterirler. Bu çoklu ortaklıklarda hata yapma olasılığı çok çok düşüktür.

Dünyada pek çok dilbilgini Proto-Türkçe sözcüklerin başka dillere geçişindeki ses değişim kurallarını bilmemekte. Buna rağmen katı yorumlar yapmakta inatçıdırlar. Aynı aileden kabul edilen diller arasında pek çok ses değişimi görülmekte. Buna ilişkin bazı kurallar saptanmış, bazıları da uydurulmuştur. Ama kelime dönüşümlerindeki büyük oranda sapmaları hepsi normal bulmaktalar. Eğer değişim aynı aile içindeyse. Söz konusu olan aile dışı bir dilden ses değişimi ise hemen reddedici itirazlar yükselmekte. “Bu harf nereye gitti?” “Şu harf nereden çıktı?” Benzerlik tam ise bu kez söyledikleri belli: “Rastlantı!” Rastlantıların sayısı çok fazla ise son çareleri: “Kelime benzerlikleri bir şeyi ispat etmez.”

Oysa bir şeyi ispat etmeleri gereken kişiler kendileridir. Tarihsel ve antropolojik olarak dillerin bir veya birkaç ortak kökten geldiği zaten ispatlıdır. Türkçe, Proto-Türkçe gibi diller çok eski diller olarak zaten bu kökleri oluşturur veya bu köklerin bileşenidir. O yüzden biz sözcükler arasında benzerlikleri gösterdiğimizde sorulacak soru şu değildir: “Ne kadar zorlayarak bu benzerliği buldun?” Sorulacak soru şu olmalıdır: “Zaten olması gereken benzerlik bu kadar belliyken bu güne dek nasıl göremedik?” Nasıl göremiyorlar? İdeolojik ve ırkçı saplantılardan ötürü. Yine de görebilenlerin sayısı giderek artıyor.

MAKALENİN ASLINI VE AYRINTILI LİSTEYİ OKUMAK İÇİN: https://www.academia.edu/79220909/Hebrew_and_Arabic_roots_ignored_in_Indo_European_look_pretty_intense

 

KENDİME TELKİNLER (1)

Türkçenin Batı dillerinin kökünü oluşturduğunu bu toplum kabul etse ne olur? Toplum bu haliyle bu gerçeği kabul etse değişen hiçbir şey olmaz. Zaten toplum bu halde olduğu için konuya ilgi göstermiyor. Her şey birbirine bağlıdır ve toplumların düzeyi her alanda aşağı yukarı aynıdır. İktidar yöneticileri, akilleri ikbal derdinde, sözde muhalefet yöneticileri, akilleri yine ikbal peşinde, “Bugün Allah için ne hainlik yaptım” peşinde… Durum böyleyken hangi konuya adam akıllı kafa yoruluyor ki. Ahali de onların peşinde. Genel olarak çoğunluğu “iyi”, ama 3-4 olumlu değere karşı 7-8 kötülüğün esiri her biri.

O yüzden yok Türkçe şöyleymiş, yok tıp böyleymiş, yok sağlığa aslında şöyle bakılması lazımmış, yok gelecek kuşaklara ne doğa bırakacakmışız, kimsenin umurunda değil, herkes yaşam gailesinde, hayat zevkinde.

Ve yine o yüzden Türkçe için de kendinizi yırtmayın. Hiç de yırtmıyorsunuz zaten, biliyorum… 🙂 🙂 Bu nedenle ben de “Yavaş düzgündür düzgünse hızlı” şiarıyla elimden geleni yapayım, zaten istediğimden de çok iş yapıyorum. Destek olmaya çalışanlara da teşekkür ederim, zaten fazlasını yapamazlar, kimse yapamaz. Böylesi iyi.

DAHA ÖNCE İZLEMEYENLER İÇİN… Güneş-Dil ve Atatürk’ün dil-tarih tezini anlattığım kısa videoyu bu kez İnsan BU hesabına koyduk: https://www.youtube.com/watch?v=vtav0RbymuA&t=1233s

 

KENDİME TELKİNLER (2)

“Kendime telkinler” başlığıyla bir dizi mesaj vermek istiyordum. Kendime telkin ettim ve bundan vazgeçtim. Diyelim tıbbı ele alıyoruz, sağlığı ele alıyoruz. Sadece bu konuda 100’den fazla makale yazmışım, birkaç kitap yazmışım… Neyi değiştirebilmişim? On yıllardır ne anlattığımı birkaç cümlede özetleyeyim, siz karar verin.

Sözde tıp bilimi ve sağlık uluslararası büyük sermayenin kazanç alanı. Ve ağır bir sansür, gürültülü bir tek taraflı medya propagandasıyla bunların denetiminde. Devletler sağlığa zarar o çarkın düzenlemesini yapıyor. Bu çark “hastalansınlar, gelsinler, tedavi edelim, para kazanalım” çarkı. En çok okumuşlar en başta olmak üzere vatandaş sağlık konusunda zır cahil. Çünkü öğrenmek istemiyorlar. Çünkü öğrenince doğruyu uygulamak gerek… O yüzden öğrenmekten bilerek kaçıyorlar. Doktorlar işin teknisyeni. Sağlık ve tıp konusunda gerçekten zır cahiller. Sadece kendi alanlarının teknisyenliğinde başarılılar. Öğrenmek istemiyorlar, çünkü aynı şey onlar için de geçerli, öğrenince uygulamak gerek. Hayatın akışına direnmek gerek. İrade gerek. Niye kendilerini zorlasınlar!

Rahmetli Ahmet Aydın hocamız bize bu konularda çok şey öğretmiş, büyük bir mücadele ivmesi kazandırmıştı. Kendimizce doğruları yaymak için adeta kendimizi yırttık… Ne değiştirdik?

Toplamda çok az insanın hayatına çok az oranda dokunabildik. Herkes bildiğini okuyor, hayat kendi mecrasında akıyor.

Ortaya çıkan tablo gizli ama gerçekten korkunç bir felaket gibi yaşansa da yapacak bir şey yok. Diyeceksiniz ki az sayıda insana az bir faydanız dokunmuşsa bu da kazançtır. Doğru. Belki birileri toplumları bir yere doğru çekmeye çalışmasa denge iyice bozulacak ve her şey daha kötü olacak… Bunda da gerçek payı var.

Ancak on yıllar sonra insan geriye bakıyor da… Ne kadar az kazanç ne kadar çok kayıp yaşadığını, doldur boşalt aynı yerde debelendiğini anlayınca ara sıra kendine “dur!” diyor. Her kişi bildiği doğruları yaymaya çalışmalı ama, burada ne kadar faydaya ne kadar yıpranma denkleminde ölçüyü kaçırmadan. Doğrular büyük çoğunluğun işine gelmedikçe çok büyük tepki uyandırıyor. Hemen herkesi kendinize düşman haline getiriyorsunuz. İkna etme ve tepki uyandırma denkleminde de ölçüyü iyi ayarlamak gerek.

Sonuçta meslektaşlarımız, yani doktorlar sağlık alanında aslında skandal bir konumdayken siyasi alanda daha büyük bir skandal içindeler. On yıllardır meslek odalarının yönetimlerine PKK yanlılarını seçiyorlar. Ve bu konudaki açık kanıt ve suçlamalar karşısında da hiçbir ciddi rahatsızlık duymuyorlar. Niye dedim bunu? Sağlık alanında güya en seçkin kesimin durumunu özetlemek için. Ortam böyle bir ortam, insan işte böyle insan…

Sonuç??? Yine bildiklerimizi ısrarlı, sürekli ve küçük darbelerle damlatmaya devam edeceğim. Bazılarına Çin işkencesi gibi gelecek ama hiçbir şey yapmamak da olmaz. Gücümüzü en verimli biçim ve ölçüde kullanmak sanırım herkese daha çok yarar sağlar.

 

SONER YALÇIN ve ODA-TV...

Bunların benim için anlamı nedir? Dil çalışmalarıma Türkiye medyasında açılım sağlayan tek odak olmalarıdır. “Kaan Arslanoğlu kişileri ve çevreleri kendisine karşı tutumuna göre değerlendirir” demişti bir zaman eski bir cin zekalı arkadaşımız. Yok, neye göre değerlendireceğim, Kim Kardaşyan’a karşı tutumlarına göre mi? Neyse ki benim görüşlerime az çok kapı aralayan hiçbir odak yok da.. böylesi ucuz kahramanların boş suçlamalarından da kendiliğinden kurtuluyorum.

Soner Yalçın koskoca Türkiye medyası içinde Güneş-Dil kitabımıza destek veren tek kişiydi. Ortalık Atatürkçü kaynıyor ya! Gerçek durum budur. Hepsini toplasan Atatürk’ün pabucu kadar Atatürk izi sinmemiş bunlara. Ve bu destek sayesinde genişçe bir kitle tekrar dil ve tarihimiz konusunda uyarıldı. 1938’de siyaseten yasaklanan Atatürk’ün dil ve tarih tezi tekrar hatırlanır gibi oldu.

Güneş-Dil kuramı ve Atatürk’ün dil-tarih tezi… Bunlar öyle uğursuz, öyle lanetli konular ki, dokunan yanıyor. Adı konulmamış çok ağır bir gizli sansür olayın en hafif yanı. Bu konulara daldıktan beri başıma gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemiştir. Ondan da cidden bir roman çıkar, o kadar çok malzeme... Belki ilerde yazarım.

Tabii yine bu durum değerli Soner Yalçın ile siyaseten aynı safta bulunduğum anlamına gelmiyor. Orada dil konusu dışında yazamam, onlar yazdırmak istese ben yine fiilen birkaç yazıdan sonra yazamam. Soner Yalçın ile dil konusunda anlaşıyoruz. Atatürk’ün ideolojik duruşu konusunda anlaşıyoruz. Sağlık ve tıbba bakışımız da - ki çok önemli, bizim siyasilerin bir türlü anlayamasa da yaptıkları siyasetten daha önemli- büyük ölçüde örtüşüyor. Ayrıca genelde Soner Yalçın HDP-PKK karşıtlığı ve Anti-Amerikancılıkta bence samimi.

Fakat sonrasında bu çizgi bir şekilde muhalefet destekçiliğiyle kendini sınırlıyor. Bu taktiği doğru buluyor. O muhalefet nasıl bir muhalefet? Tam da doğrudan, göstere göstere ABD güdümünde, doğrudan ve göstere göstere HDP-PKK yancısı bir muhalefet. O yüzden ODA-TV’de ne haber çıkarsa çıksın benim Kılıçdaroğlu’na, İmamoğlu’na, Akşener’e, bilumum AKP eskilerine en ufak bir sempatim olamaz. Vay, diyecekler yine, AKP’li mi olalım o zaman? Kişisel olarak ne bunlardan bir fayda gördüm ne iktidardan, emin olun muhalefet, iktidardan yüzlerce kat daha fazla yararlanıyor. Bağımsız bir yazarın böyle şeylerle işi bulunmaz. 

Ve hatta bu nedenle birkaç kişinin ODA-TV’de yazmasını da eleştirmiştim. Soner Yalçın’a da tarzdan, yöntemden birkaç kez ağır eleştirilerde bulunmuştum.

Buna rağmen Soner Yalçın benim orada dil konusunda yazmamı içten bir heyecanla teşvik ediyor. Bu büyük bir erdemdir ya da belki gazetecilik açısından normal bir mesleki tutumdur. Bu dil yazıları uluslararası alanda ses getiriyor, orada bile heyecan yaratıyor çünkü. Ama Türkiye’de normal bir gazeteci, gazete yöneticisi, tekini bile bulmak mümkün değil artık. Feci durumdayız.

Birileri “orada niye yazıyorsun’ diyor ama, bu heyecan devam ettiği sürece ben orada dil konusunda ara ara yazmaya devam ederim. Soner Yalçın’a, Fethi Yılmaz’a içten teşekkürler…

Kaan Arslanoğlu


  • Cengiz Gürler

    Cengiz Gürler 26.05.2022

    Aşksızlara öğüt verme öğüdünden alır değil Aşksız adem hayvan olur hayvan öğüt bilir değil Boz yapalak devlengece emek yeme erte gece Anın işi gözsüzsepek salıp ördek alır değil Şah balaban şahin doğan zihi övmüş anı öven Doğan zayıf olsa bile doğanlıktan kalır değil Kara taşa su koyarsan elli yıl ıslatırısan Hemen ol gine bayağı hünerli taş olur değil Yunus olma cahillerden ırak olma ehillerden Cahil ne var müminise cahillikten kalır değil

Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.