Zihinlerimizi Teslim Alan BÜYÜK YANILGILAR – 2

Zihinlerimizi Teslim Alan BÜYÜK YANILGILAR – 2

V.

İnsanlarda bir "kurtuluş" özlemi olduğu düşünülür genellikle; ama "kurtulurken" cehenneme düşmüş olduklarını gören toplumlar saymakla bitmez. Bu, kişiler için de geçerlidir. Öncelikle, "kurtuluş" diye bir şeyin olup olmadığı şüphelidir. Toplumlar, içerisinde bulundukları koşulları mucizevi bir şekilde aşamaz. Bir iktidar değişikliği ile toplumlar sorunlarını çözemez. Ayrıca, kurtulacak şeylerin sonu asla gelmez. Yani "mutlak kurtuluş" veya "mutlu son" diye bir şey yoktur. Kainatın düzeni içerisinde böyle bir şey olamaz. Balığın içinde yaşadığı gölden kurtulması olanaksızdır; fakat suyun neresinde yaşayacağını tercih edebilir. İnsanlar da elbette, daha çok tercih yapabilecekleri, gezinebilecekleri, istedikleri gibi eşinebilecekleri şekilde yaşamak isterler, ama tercihlerin bedeli onları kısıtlar. İkinci konu tam da bununla ilgilidir, insanların -en azından bir kısmının- gerçekten "kurtulmak" isteyip istemedikleridir. "Kurtuluşun" -bu her neyse- büyük bir bedeli vardır. Geçmişte, "kurtulmak" için toptan ölümü seçen kavimler olduğu gibi, "kurtulmamak" için köleliği, serfliği veya bağımlılığı kabul eden topluluklar çoktu. Günümüzde de farklı şekillerde vardır. "Kurtulmak" çok riskli bir şeydir. Her neyse, biz yanılgılarımıza dönelim:

.....

● Politikanın illa çözüm üreteceği yanılgısı. Politikada herkes için çözüm yoktur. Her çözüm başkaları için çözümsüzlük üretir. Kendi çözümünü dayatan için de yaratır, ama gene de kendi çözümüm en iyisidir, tabii becerebilirsem.

● Çözümlerin gerçekten çözüm olduğu yanılgısı. Neyi çözüyor, nasıl, ne süreyle? Çözümler genellikle kaynakları tüketir. Kendi kaynağını üreten çözüm azdır. Kaynak dengelerini kuramayan çözümlerin yıkıma yol açtığı çok görülmüştür.

● İdeallerin yalana dönüşmesinin engellenebileceği yanılgısı. İdealler elde edilemez hale dönüştükten çok sonra da yalanlarla idame ettirilmeye çalışılır. Elde edildiği sanılan idealler ise artık ilk halinden çok farklı hale gelmiş, bir yalanlar âlemi yaratmış olur. Bunu liberalizmden Marksizme kadar bütün idealler için söylemek mümkündür. İnançlar için de söylemek mümkündür. Bağışlayıcı İsa, kendi adına yapılan engizisyonu görse acaba ne derdi?

● Demokrasinin yozlaşmayabileceği yanılgısı. Demokrasinin iyi olduğu için değil, en az kötü olduğu için tercih edilmesi gerektiği çok söylenmiştir. En az kötü olan da yozlaşır. Her topluluk, ne kadar iyi niyetli olursa olsun zamanla güce sahip olan grupların denetimine girer ve kurallar aynı kalsa da, demokrasi güç sahiplerine hizmet etmeye başlar. Demokrasi bir kurallar sistemidir, ama kurallar tek başına yetmez. Yetseydi, her şey daha iyi olurdu. Ayrıca, insanın tüm şeytanlıklarını önlemeye yetecek kadar kural asla bulunamaz, bulunsa dahi uygulanamaz.

● Gerçekleri değil, görmek istediklerimizi görmekten kurtulabileceğimiz yanılgısı. Bunu aşmak çok zordur. Algılarımız seçici, akıl yürütmemiz ise koşullanmıştır. Bazen gerçekleri görmeyi başarabiliriz ama o zamana kadar da ya iş işten geçmiş olur ya da gecikme nedeniyle ödenecek bedel çok ağırlaşmıştır.

● Gençliğinde devrimci (illa sol olması gerekmez) olanların ileri yaşlarında da devrimci olabilecekleri yanılgısı. Olamazlar. Öncelikle enerjileri ve istekleri kalmaz. Bunun bedelleri gözlerinde büyür, sonuçlarından ise haklı olarak kuşku duymaya başlamışlardır. Büyük devrimlerin ahaliye büyük acılar getiren birer kaos olduğunu öğrenmişlerdir. Yapılabilirse, makul değişimlerle hayatı iyileştirmek daha iyidir diye düşünmeye başlarlar. Zaman devrimci romantizmi öldürür; çünkü insan tabiatını ve güvenilmezliğini biraz daha anlamış olurlar. Kimileri de hâlâ devrimciymiş gibi poz yapar ama, içi boştur.

● Devrimciler dahil, siyasetçilerin samimi olabileceği yanılgısı. Bu siyasetin tabiatına aykırıdır. Güç, kontrol edilmesi olanaksız bir şeydir. Her an her yönden gelen baskıların altındadır. Samimi olanlar, entrikacılar karşısında en kısa sürede ezilip giderler. Bu, siyasetin önlenemez, değiştirilemez, eğilemez, bükülemez kesin kuralıdır.

● İnsanların eleştiriden hoşnut olabileceği yanılgısı. Genellikle olmazlar. Eleştiriye değer verseler dahi, en azından hata yapmış olmanın sıkıntısını yaşarlar; ancak kimseden beklentisi olmayan kişiler eleştiriye karşı daha hoşgörülü yaklaşabilir.

● Eleştirilerin işleri düzeltebileceği yanılgısı. Belki nadiren düzeltebilir, ama genellikle düşman kazandırır. Ne yazık ki öyle. Siyasette eleştiriye gelince, durum daha da kötüdür. Bu iş, iyi niyetle değil pazarlıkla yapılıyor. Üzgünüm.

● İnsanların hoşgörü konusunda samimi oldukları yanılgısı. Zaten samimi olsalar hoşgörü diye bir şey söz konusu olmaz, her şey doğal addedilirdi. Hoşgörü riyakârlık ima eder. Herkesi farklılığıyla birlikte eşit görüyorum, o halde niçin hoşgörüye ihtiyacım olsun ki. Farklı olmak hoşgörüye mi tabi? Herkese aynı saygıyı zaten gösteriyorum, ama şunu derseniz haklısınız: “Aslında herkesi eşit görmüyorlar, ama hiç değilse hoşgörülü olsunlar.” Eyvallah.

● Anlık veya konjonktürel başarı veya başarısızlıkların genel olduğunu düşünme yanılgısı. Bu duyguların aklı bastırdığını gösterir. Her başarıda “artık önümüz açıldı,” her başarısızlıkta “mahvolduk” diye düşünenler lütfen kenara çekilsin. Herhangi bir başarı veya başarısızlık her şeyin sonu değildir.

● Her şey iyi veya her şey çok kötü olacak yanılgıları. Zihin abartıya çok yatkındır. Gerçekçi tutum iyiye yönelmek ve gereklerini yerine getirmeye çalışmaktır. Böylece iyi olmayanların hiç değilse bir kısmıyla başa çıkabiliriz.

VI.

Bunların arasında bilgiyle ilgili yanılgıların büyük bir yeri vardır. Bilgiye nasıl ulaştığımızı ve zihnimizde verileri nasıl algılayıp nasıl işlemden geçirdiğimizi sorgulamalıyız, ama bu çok zor ve yorucu bir iştir. Öncelikle iyi bir gözlemci olmak kolay değildir; çünkü (kendimize veya dünyaya) bakarken bile koşullanmışızdır. Zihin seçici algılama yapar, bazı sesleri, görüntüleri, durumları, hareketleri, hatta haberleri, bilgileri vs hemen her şeyi elemeden geçirir ya da en azından farklı yerlere koyar. Yani hiçbir durumda boş sayfadan başlamayız. Önyargılar ve alışkanlıklar çoktan devreye girmiştir. Bu yargı ve alışkanlıklarımızı sorgularken (tabii şayet böyle bir şeyi yaparsak) canımız sıkılır ve bundan hemen kaçarız. Böylece akılcılıktan (ki bunun tanımlanması da ayrı bir tartışma yaratır) uzaklaşırız. Esasen mutlak akılcılık (rasyonellik) mümkün değildir; çünkü bunun aracı olan insan beyni hem dış etkilerin ve koşullanmaların, hem de güçlü hormonların (adrenalin veya seratonin vs.) etkisi altındadır. Bunları değil, ancak yarattıkları etkileri kısmen kontrol edebilir ya da başa çıkabiliriz. Çok bastırırsak da başka sorunlar çıkar.

Binaenaleyh,

Paleolotik ve neolitik geçmişimizi ve o çağların zihniyetlerini anlamadan insanın anlaşılabileceği yanılgısı. Zihnimiz ve organlarımız yüz binlerce yıl boyunca yaşadıklarımızla şekillenmiş, atalarımızın yaşadıkları genlerimize işlenmiştir. Nerede tehlikeyle yüzleşiriz, nerede kaçarız, aynı durumda kim savaşır, kim kaçar, kim inanır, kim inanmaz? Bunları anlamak kolay değilse de, kendimizi ancak geçmişimizi anladığımız ölçüde tanıyabiliriz. Ayrıca ortak olanların yanı sıra, farklı özellikler de vardır.

● Bilgi yanılgılarının başında, bilginin (nötr, saf, hilesiz, halis, artık her ne ise) kendi başına ve arındırılabilir bir şey olabileceği gelir. Böyle bilgiler olabilir belki, ama insan çevremizle ilgili bilgiler çoğu zaman art niyetle yüklü olarak gönderilmiştir. Bunları sezmek, ayıklamak kolay değildir.

Dolayısıyla,

● Denetimsiz, kontrolsüz, incelenmemiş vs. bilgilere güvenme yanılgıları. Zihin, en azından ilk anda, söylenen her şeye inanma eğilimindedir. İlk anda "hadi ya!" deriz, sonra "yok ya olamaz" diye aklımız devreye girer veya girmeyebilir de. Zihin, inanmış olduklarımızla çelişen bilgileri geri plana atar. Sonra karışıklık ve yeniden düzenleme aşaması gelebilir. İnşallah gelir.

Dolayısıyla,

● İnsanın kendisini tanıyabileceği yanılgısı, ama ben sizin yerinizde olsam iddiaya girmem. Bu konuda bir miktar mesafe almış istisnalarla karşılaşabilirsiniz, ama bilinmeyen çok şey var. Daha moleküler düzeye yeni iniyoruz. Sonra atomik düzey, sonra atom altı düzeyler var. Yolun başında bile sayılmayız.

● Bilginin her şeyi çözebileceği yanılgısı. Bilgi çoğu zaman çözümsüzlüğü gösterir. Ne mutlu bunu görüp ona göre davranabilenlere. Çözümsüzlüğü görüp kabul etmek, yeni ve başka çözümler aramanın ilk adımıdır. Eski çözümlerde ısrar eden bataklıkta kalır.

● Bilginin çıkmaz yollarında kaybolmanın önlenebileceği yanılgısı. Bazen bilgiler içinden çıkılmaz karmaşıklıklara yöneltir. Göründüğünden basit olan durumlar olabileceği gibi, çoğu basit görünen durum da aslında çok karmaşıktır. Hayat zor ve zihnimiz çoğu zaman bunu kolaylaştıracak yerde daha da zorlaştırır.

● Benzer şeyleri aynı kabul etme yanılgısı. Bunu aşabilmek için şeyleri ölçebilmek gerekir. Göz kararı çoğu zaman yanıltır, Ama ölçebilmek için de sağlam ve doğru referanslar gerekir. Ayrıca bazı şeyler ölçülemez, hatta karşılaştırılamaz ya da sadece bir açıdan karşılaştırılabilir, diğer açılardan mümkün değildir.

● Yeni bilgilerin çoğu zaman eski şablonları doldurduğunu, hatta bunlara uydurulduğunu yanılgısı. Bu takdirde yeni bilgilerden yeterince istifade etmek mümkün değildir, ama günün birinde işe yarayacaktır.

● Nicelik ve nitelik konusunda fuzuli yanılgılar. Örneğin kimi zaman niceliğin önemi inkâr edilir ya da nitelikler küçümsenir (veya bunların tersi olur). Bir eski yanılgı da nicelik artışının nitelik değişimine yol açacağı şeklindeki ilkel görüştür (su-buhar örneği). Ayrıca bunların dağılımı konusunda da yanılgılar çoktur. Benzer görünen iki şey arasındaki nicelik ve nitelik farkları gözden kaçırılabilir.

Çok önemli,

● Genelleme yanılgıları. Gördüğümüz birkaç örnekten genelleme yaparız. Hatta şu lafı çok duymuşuzdur: "Dedem 96 yaşına kadar her gün sigara içti." Eee, senin deden sigara risklerini ortadan kaldırıyor mu ya da her içen o yaşa geliyor mu; veya "Zurdovalılar kötüdür." Niçin, sana kötüsü rastladığı için mi?

● İnsanların rasyonel olduğu yanılgısı. Bu zor bir mesele, çünkü hangi durumda hangi davranışın veya planın rasyonel olup olmadığını kestirmek kolay değildir. Çoğu olmayabilir, ama esas sorun ne zaman rasyonel olabileceklerinin garantisinin olmamasıdır. Bilmediğin kişinin rasyonel olmadığını varsayma, akıllı hasımlara çatıp perişan olursun. Bu nedenle, rasyonelliği artıracak ve tecrübeleri aktaracak kurumlar oluşturulmuştur, bunlar garantili olmasa da.

● İnsanların bir gün daha rasyonel olabileceği ise yanılgı payı olan, ancak riskli bir varsayımdır. Olabilir veya olmayabilir. Kriz durumlarında veya baskı altında irrasyonel davranışlarda artış çok muhtemeldir. İnsanların üçte ikisinin astrolojiye, büyüye vs inandığı, uğursuzlara biat ettiği bir dünyada yaşıyoruz. Neyi konuşacağız?

VII.

Özgürlük yanılgıları üzerinde düşünürken yoruldum. Beş dakika kestireyim, dedim. Aklıma üşüşen şeylerin çokluğu uykumu kaçırdı ki, bu hayatım boyunca sayılıdır. Gençken, gözaltında bile gocuğuma sarılır, deliksiz uyurdum. Her halükârda bunları tek yazıya sığdırmam imkânsız olur.

● Özgürlük hiç düşünmeden istediğimiz bir şey olmakla birlikte, bundan ne anlaşıldığı her zaman net değildir. Bu nispi bir şeydir. Mutlak özgürlük olamaz. İnsan sonuçta temel gereksinimleriyle sınırlı olduğu gibi, ayrıca aileden başlayarak her düzeyde sosyal çevresiyle, üretim yaptığı ortamla ve nihayet siyasi otoritenin durumuyla sınırlıdır. Her gün bazı yükümlülüklerini yerine getirmek ve kurallara uymak zorundadır. Bu mükellefiyet kimisi için doğal bir şeyken, kimileri için boğucu bir kısıtlama olabilir. Bunlar elbette ki kölelik veya serflikle mukayese kabul etmez, ama sonuçta modern toplum da insanlara birçok kısıtlama getirir.

● Özgürlük, her ne kadar genellikle toplumsal boyutta düşünülse de, nihayetinde bireyseldir ve insanın zihninde çözülür. Neyi kabul etmek ve nasıl yaşamak istediğinize karar vermelisiniz. Her tercihin bir bedeli vardır. En başta, doğal durumlar olan karanlıktan, soğuktan ve açlıktan kurtulmak için bazı sosyal kuralları kabul etmeniz ve size bunlardan kurtuluş sağlayan topluma bir katkı yapmanız gerekir. Bunu kabul etmeden yaşıyorsanız, bazı yaptırımlarını göğüslemek zorundasınız. Ne var ki, mülkiyet düzeni, bazı insanlara, topluma katkı yapmadan, onlara miras kalan veya karşılıksız verilen varlık karşılığında büyük olanaklar sunar. Dünyanın adaletli bir yer olduğunu kim söylemiş?

● Özgürlük aynı zamanda eşitsizlik anlamına da gelebilir. Herkese kanun karşısında eşitlik ve üstüne bir de fırsat eşitliği sağlasanız bile, bazıları bunları kullanmayacaktır. İşte, özgürlüğün getirdiği yükümlülüklerden kaçanların bireysel plandaki sıkıntılarına üzülmek gerekmez. Her toplumda tembelliği ve sorumsuzluğu tercih ederek bunun bedelini kabul edenler oluyor. Tarih boyunca hiçbir toplum asalak insanlardan kurtulamamıştır. Eski Roma'da ayaklanmasınlar diye bunları gladyatör oyunlarına götürüp oyalarken arenada bedava ekmek dağıtırlardı. Faşizm ve komünizm gibi rejimler bunları inkâr etti, ama onlar da başa çıkamadı. Bunlar her dönemde insanlığın ayrılmaz bir parçasıdır, nasıl bakacağınız size kalmış. Asalaklık bir özgürlük sayılabilir mi? Doğada, mikroplardan kurtlara, balıklara ve insanlara kadar asalaklığın binlerce türü var. “Nerede beleş oraya yerleş” ilkesi doğadan geliyor. Buna rağmen asalaklara asla tahammül edemem, onların emekten kaçmalarını asla kabul edemem, çevremde barındırmam, ama en azından asalak kalmak için gösterdikleri inanılmaz direnişe hayran olabilirsiniz.

● Her toplum düzeni özgürlükleri kısıtlar. Ne kadar özgürlükten vazgeçip karşılığında ne alacağınızın hesabını ve pazarlığını yapmanız gerekir. Bu arada, demokrasi mi? Evet, bazılarının bundan söz ettiklerini duydum gerçekten, ama ne anlama geldiğini bilene rastlamadım. O, özgürlükten bile daha muğlak bir kavramdır.

● Özgürlük tanımıyla birlikte gelmelidir. Ne özgürlüğü? Siyasi özgürlükler, seçme seçilme, ifade özgürlükleri. Doğru habere ulaşma, kamu yönetimini eleştirme özgürlükleri. Temiz doğada yaşama özgürlüğü, hatta temiz hava alabilme özgürlüğü. Günümüzde dünya nüfusunun ezici çoğunluğu seyahat özgürlüğüne sahip olmuştur, ama temiz bir doğada yaşama özgürlüğünü yitirmiştir. Haber alma özgürlüğüne sahiptir, ama ona servis edilen şeylerin çoğu çöptür. Kırk katlı apartman bloklarının yirmi yedinci katındaki en pahalı dairede yaşayan, en pahalısından arabasıyla günde dört buçuk saat trafikte kalan, en yüksek maaş karşılığında bin bir yalana alet olan bir insanın özgürlüğüne kargalar bile şey eder. Dediğimiz gibi, özgürlük, en başta, özgür olabilmek için neleri feda edebileceğinizle ölçülmesi gereken bir kavramdır.

● Özgürlüğün (soyut) mümkün olduğu yanılgısı. Mutlak özgürlük diye bir şeyden söz etmek mümkün değildir. Her özgürlük fiziki ve/veya sosyal kısıtlamalarla gelir, ancak zihinlerde özgür olunabilir, ama o da sürekli saldırı altındadır. Sizi, bebeklikten itibaren koşullamaya çalışırlar. Bunu aşmak kolay değildir. Çoğu zaman aykırı olmanın bedelini ödemek kolay değildir.

● Kimsenin özgürlükten kaçmayacağı yanılgısı. Bu, çoğu insan için özgürlüğün karşısında ne elde edeceğine bağlıdır. Özgürlükten ve/veya her türlü sorumluluktan kaçıp manastırlara, dergâhlara, tekkelere sığınanlar, hatta askere (Batı'da beş yıllık lejyon hizmetine) yazılanlar az değildir. Hatta çoktur. Bazen, Karadeniz'de köle gemileri durdurulur, cariye olmak üzere İstanbul'a götürülen kızlara kurtuluş olanağı verilirdi. Kızlar bunu kabul etmez, fakir bir çobanın karısı olarak ömür boyu keçi sağmak yerine, İstanbul'da zengin bir paşanın haremine kapağı atmak isterlerdi.

● Özgürlüğün ve mutluluğun yolunun bilindiği yanılgısı. Bu da bazı bireyler için mümkün olmakla birlikte toplumlar için mümkün olmayan bir şeydir; çünkü toplumların hayat biçimleri uzun zaman içinde şekillenmiş olup köklü değişimler olanaksızdır. Siyasi özgürlükler dahi onlara bu olanağı sağlamaz. Kaldı ki siyasi özgürlükler de sonuçta pazarlığa tabidir. Bedava özgürlük olmaz. Bununla birlikte bazı bireyler kendi yollarını bulabilirler.

● Özgürlüğü ve mutluluğu ideal koşullar içerisinde arama yanılgısı. Bunun ideal koşulları olamaz. Hangi koşullarda yaşanırsa yaşansın, insanların kendilerine yaratabilecekleri özgürlük alanları bulunabilir; ancak dünyada bunu bulamayacak olanların sayısı da çoktur. Çocuk işçilerin, çocuk yaşta feodal zihniyetli ailelere satılan gelinlerin, boğaz tokluğuna on iki saat çalıştırılanların, tek odada on kişi yaşayan teneke mahallesi ahalisinin olduğu bir dünyada onların özgürlük alanları çok kısıtlıdır ama onların varlığı, vicdanı olan herkesin özgürlüğünü ve mutluluğunu kısıtlar. Tabii, o cehennemde yaşayanlarla, onlara üzülenlerin ara sıra vah! vah! demesinin anlamsızlığı, mukayese bile edilemez.

● Özgürlüklerin olmazsa olmaz koşulu sorumluluktur. Sorumluluk yoksa, özgürlükten değil, olsa olsa başıbozukluktan söz edilebilir. Öte yandan, gerçek anlamda sorumluluk da özgürlük gerektirir. Özgür olmayanlara sorumluluk ve belli oranda salahiyet verilebilir, ama onlar bunu kullanırken kötü sonuçların ortaya çıkması muhtemel, hatta kaçınılmazdır; fakat her yetki mutlaka bir yerde kötüye kullanılabilir. Sorumluluk kişilerin olgunluğundan gelirse daha makbuldür, ama bu da belli ölçülerde eğitimin kalitesiyle bağlantılıdır ve garantisi de yoktur. Toplum çok farklı bireylerden oluşur ve bu kadar yüksek düzeyde bir sorumluluk kesinlikle olanaksızdır. Hatta ve bu nedenle özgürlükler de kanunla korunur ama yaptırımlara rağmen sürekli ihlal edilir (istisnalar?). Buna karşı, her kanunun özgürlükleri kısıtladığı da söylenebilir (istisnalar?). Her halükârda özgürlük kısıtlıdır. Aksi olamaz; çünkü toplum, özgürlüklerin kısıtlanması üzerine kurulmuştur.

● Tarih boyunca özgürlüklerin mülkiyet ve güçle ilişkisi net bir şekilde görülür. Liberal düşünürler 18. yüzyılda sivil toplum tezini geliştirirken burada kastedilen şey, devletin merkantilist regülasyonlarla sermayeye engel koymamasıydı. Piyasanın görünmez eli her şeyi düzenleyecekti. Onlar için sivil toplum ancak piyasayla mümkündü ve bu toplumun demokratik olması asla gerekmezdi. Ne var ki dünyanın büyük kısmı bunu gerçek özgürlük olarak yuttu; çünkü üretici güçlerdeki muazzam artış belli bir refahı ve serbestiyi mümkün kılmaktaydı. Hastalık, açlık, yoksulluk azalıp insanların ortalama ömrü ciddi bir şekilde uzayınca özgürlükler ister istemez artmış oldu, ama buna karşı yeni sosyal kısıtlamalar geldi. Doğaya karşı kazanılan özgürlük artışlarının bedeli daima topluma karşı özgürlük kaybı mıdır? Ortalama ömrü 30 yılın altında olan insanın, kozmik zamana göre bir anda sıçrayarak, şimdi 90'a yaklaşan ortalama ömür için yitirdiği diğer şeylere bir ölçü bulunabilir mi ya da bu süreçlerde önemli dönüm noktaları olmalarına rağmen, yüz milyonlarca insanın liderlerin peşinde savaşarak ölüme sürüklenmeleri özgürlük müdür ya da ne özgürlüğüdür?

● Özgürlükler iyiye olduğu gibi kötüye de kullanılır. Diktatörlükler, özgürlükleri kısıtlamak için iktidara yürürken tam da özgürlüklerden yararlanır. Onlar yararlanacaklar diye biz özgürlüklerden vazgeçemeyiz gerçi ve tam tersine özgürlük alanlarını genişletmek isteriz. Ne var ki özgürlüklerin kurallar ve hukuk anlayışı içerisinde kısıtlanmasını gönüllü olarak kabul ederiz. Başkalarını tehdit eden, zarar veren ve onların haklarını hiçe sayan tutumlara özgürlük tanınamaz. Tabii, bunu söylemek kolay, yerine getirmek zordur. Girişim özgürlüğü, basın özgürlüğü gibi konularda sınırlanmalar sürekli mücadele konusudur. 1929 büyük bunalımından sonra mali sermayeye ciddi kontroller getirilmişti. Sonra, bunları kaldırmak için 50 yıl uğraştılar, hâlâ da devamı için aralıksız çalışıyorlar. Mali sermaye, girişim ve kazanç özgürlüğünün sınırlandığını ileri sürüyor. Emekli fonlarını hortumlama özgürlüğü, küçük tasarrufları iç etme özgürlüğü, borsa balonları yaratma özgürlüğü, tasarruf fonlarını riskli işlere yatırma özgürlüğü vs vs. Bunlar özgürlük değildir, ama Reagan ve Thatcher'ın muhafazakâr rejimleri rüzgârı arkalarına alıp regülasyonları kaldırdı ve mali sermayeyi dünyayı yiyip bitirmek üzere serbest bıraktı. Hak arama özgürlüğünün kısıtlanması ise çok farklı yollardan gerçekleşti. Zengin Batı ülkelerinde bu teorik olarak serbesttir, ama pratikte yollar tıkanmıştır. Birçok ülkelerde ise bu doğrudan yasaklamalarla engellenmiştir.

● Basın özgürlüğü de çok sorunlu bir şeydir. Her türlü uğursuz amaç için kullanılır. Atatürk bunu çok iyi bilirdi, ama “Basın özgürlüğünün mahzurlarını gidermenin tek yolu gene basın özgürlüğünün kendisidir” diyerek bu konuda son noktayı koymuştur. Gene de bu özgürlüklerin çok çirkin şekilde kullanıldığını görüyoruz. Sansür değil, ama asgari bir edep kuralları gerekir, her ne kadar bunun tayini her zaman kolay olmasa da. Herkesin hassasiyetleri farklıdır. Bizde eskiden "matbuat, mevzuat çerçevesinde serbesttir" gibi bir laf vardı.

● Çok görülen yanılgılardan biri, özgürlüklerin siyasi tercihleri değiştireceği şeklindedir. Pratikte tam tersi olur. Özgürlükler için mücadelenin sonucunda oluşacak dengeleri insanların siyasi tercihleri belirler. Bir başka sonuç da (ki buna çok rastlanmıştır) özgürlüklerin insanların siyasi tercihlerini hiç de beklenmeyen bir yönde değiştirmesidir.

● Mega kentlerde insanın özgür olabileceği yanılgısı. Büyük kentlerin on milyonlarca insanı beton cangılda özgürlüğü belki de sadece imaj olarak yaşıyor. Özgürsün, istersen motorsikletine atla dünyayı gez. Hadi bakalım. Saatte ortalama 8.5 km hızla akan trafiğin içindeki motorlu tenekelerde zehirli gazları solurken gezini hayal et. Ne var büyük kentlerden uzakta yaşayan bizler de, her yıl havalar düzelince beton cangılların kustuğu kitleler tarafından istila çilesini yaşıyoruz. Üstelik kendi motorlu tenekeleriyle geliyorlar. Aramızdan bazıları onlardan para kazanıyor, ama bu artık çıkışı olmayan bir çukurdur. Aykırı olmak bile paraya bağlı.

● Dünyayı özgürlük mü öldürüyor yoksa özgürlüklerin olmaması mı ya da bunların özgürlükle alakası yok, başka faktörler mi öne çıkıyor, ya da her ülkede fanatizmin artmasıyla bunun arasında bir münasebet var mı? Bu soruların yanıtını bilen varsa lütfen bizi tenvir etsin. Özgürlük bir insanlık rüyası haline gelmişken niçin bazı dönemlerde özgürlük arzusu hızla azalır, yerini otorite isteğine bırakır?

● Dünyada her üç kişiden ikisi astrolojiye inanıyormuş. Büyüye, fala, muskaya, uzaydan gelen mesajlara, her türlü püsüre inanlarla birlikte (büyük ölçüde çakışan setler) bunlar insanlığın onda dokuzunu oluşturuyor. Onda sekizi olsa ne yazar. İşte böyle bir dünyada özgürlüğün bunlar için manası, hayatını yıldızlara ve fala göre tayin etme özgürlüğü müdür?

● Özgürlük bir amaç mıdır yoksa araç mıdır? Yoksa ikisi birden midir? Özgürlüğü ne için kullanacaksınız, özgür olmak için mi? Eee! sonra ne olacak.

● Hazin olan şeylerin birisi de özgürlük için ölen insanlardır. Bunu kutsal bir varlık nedeni haline getirmişlerdir. Bunu göze alabilen, en azından kısa bir süre için özgürlüğe kavuşmuş demektir, ama onların uğruna öldükleri kişilerin çoğu özgürlük için parmaklarını bile kıpırdatmaz. Bu nedir?

 

Mehmet Tanju Akad


  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 07.07.2017

    Sayin Fatih TORUN kardeş, belli ki sizi üzmüşüm. Yorumlarimda sizi üzecek bir yan olmuş. Bu durumu giderecek yöntem sanırım direkt yazışmak. Sayin Nihat ATEŞ 'ten mail'imi isteyin ve bana dönün sizin sorularınıza genis cevap verecegim. Saygılarımla .

  • Fatih Torun

    Fatih Torun 06.07.2017

    İnsanBU, yaşamda gerçeklerden kopmamamı sağlayan en önemli kalelerden biri. Hatta burayı çöldeki vaha olarak tanımlıyorum. Siz dahil bu sitedeki tüm yazar ve yorumcular, düşünce dünyamı ve bakış açımı zenginleştiriyorsunuz. Bunun için herkese teşekkür ederim. Bu sitede bir anlam ve değer bulmamız, birçok konuda benzer düşünceler taşımamızdan kaynaklanıyor. Ama hiç kimse ile her konuda tam bir görüş birliği içerisinde olamayacağımız gerçeğinden yola çıkarak, birbirimize karşı daha özenli ve hoşgörülü olmalıyız diye düşünüyorum. Böyle bir ortamda bile bunu başaramazsak, kime ne anlatabiliriz ki… Her şeye rağmen İnsanBU

  • Fatih Torun

    Fatih Torun 06.07.2017

    Sayın H.Ünsal, Birden bire kendimi ağır bir saldırı altında hissettim. Ben yukarıda yazılan yazıyla ilgili görüş ve eleştirilerinizin nedenini öğrenmek isterken, siz bana yazarın, bu yazı dışında başka yazılarından aldığınız örneklerle dersimi ve hatta ağzımın payını vermişsiniz. Şöyle bir etiketlemeyi yapmakta sakınca görmemişsiniz; “Düşünce dimağınız antikapitalizmi içermeyen, ne olduğu müphem bir emperyalizm karşıtlığından ibaret milliyetçiliğin yeni doğum “Ulusalcılık” ağı ile örülü olduğundan anlamakta zorlansanız da biraz düşüneceğinizi var sayıyorum.” Bu sitenin herhangi bir izleyicisinin, bu kadar kolay harcanmaması gerektiğini düşünüyorum. En azından umuyorum. ++

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 23.06.2017

    Sayın Kaan Arslanoğlu, Meseleyi çok hafiften almışsın. Bu "sıradışı bir zeka ve yüksek bilgi birikimli" hoca bilgilerini fasulyeye, bibere, patlıcana anlatsın, yazsın. Yada adam gibi yorumlarıma(ZERZEVATÇI KAMİL'İN yorumu dahil) cevap versin. Ama cevabi yazısı çok sevdiği küçümseyici, aşağılayıcı "hııı" "hiii"li cümlelerle yapmaya özel itina göstersin. Sonrasına bakacağız....

  • Kaan Arslanoğlu

    Kaan Arslanoğlu 23.06.2017

    DEVAM: Yani ister darbeyi ister başka şeyi konuşun AKP'den farklı düşünüyorsanız FETÖ-PKK'sınız. Böyle ortamlarda adalet duygusu olan aydınlar biraz temkinli, ölçülü yazar konuşur. Ulusalcılarımızın çoğu bu etik düzeyde değil. İktidarı arkalarına alıp "korkanlara" vurmaya bayılıyorlar. Ve son 3- Bir aydın bir şeyi çok savunuyor, teşvik ediyorsa kendi de yapmalı. Tankların üstüne çıkmalı diyorsa kendi de çıkmalı, kendi de Ankara'da İstanbul'da sokakta olmalı. Saygılar.

  • Kaan Arslanoğlu

    Kaan Arslanoğlu 23.06.2017

    MTA Hoca, Hoca velev ki dediklerinde haklı.. O zaman ortada 3 büyük sorun var. 1- Darbe gecesi Millet Meclisi'ne giderek sokakta ilk tepkiyi verenlerden biri CHP. O halde neden daha sonrasında CHP'nin arkasında durmadı, ona yönelik pek çok yalan ve haksız suçlamaya karşı CHP'yi savunmadı. 2- Bu konularda konuşmak o günlerde doğrudan tutuklama nedeni olabiliyordu. Halen de aynı tehlike geçmiş değil. Yani bir yönde konuşmak iktidarca vatanseverlik aksini söylemek vatan hainliği olarak nitelendiriliyordu, o kampanya hala devam etmekte. Devam edecek

  • Kaan Arslanoğlu

    Kaan Arslanoğlu 23.06.2017

    Hele şu ucube darbe girişimi ve sonrasındaki karşı darbe hakkında Temmuz'un o sıcak günlerinde yazdıkları var ki.. "O gece ve sonraki her gece meydanlara çıksanız, "Kahrolsun yabancı darbeler," Bağımsız Türkiye," Yaşasın Hürriyet" diye bağırsanız ne olurdu. Ama korkudan diliniz dolandı, ayaklarınız titredi. Bittiniz oğlum bittiniz. Niye orada değildiniz. Bir yanıtınız olabilir mi? Olamaz. Elbette olamaz. Kıvırtmaya çalışsanız da kimse yemez. Siyaset cesurların hakkıdır. Size yaraşmaz." Buna benzer birçok şey.. Hepsini saklıyorum. Yine aynı şekilde darbenin ne olduğunu anlamaya çalışanlara açık aşağılayıcı suçlamalar. O gün bayrak elde meydana çıkmayana hakaretler ve siyaset yasaklamalar. Oysa daha o günlerde anlaşılmıştı ki bu olayı iktidar haftalar öncesinden biliyormuş ve başka pek çok kuşkulu işler... ABD'nin ikili oynadığına dair veriler vb.. Devam Edecek...

  • Kaan Arslanoğlu

    Kaan Arslanoğlu 23.06.2017

    MTA Hocaya şimdi soruyorum: Türkistan'daki Türkler için bir şey hissetmeyen alçaktır da.... Bu ülkenin her gün taşı toprağı oyulup satılıyor. Güzelim dağlarımız, ormanlarımız kemir kemir taş ocaklarıyla bitiriliyor. Her otoyol milyonlarca ağacımızı götürüyor. Derelerimiz kurutuluyor. Araba canavarının, egzos gazının girmediği hiçbir milli parkımız kalmadı. Araplar, Almanlar vb. en güzel sahil bölgelerimizi, Boğaz'ı yağmalıyor. ÜLKE böyle böyle satılmıyor mu? Önce buna mı bakacağız, Türkistan'a mı. İşte burada faşist milliyetçiliğe yaklaşıyor hoca. Bayrak dalgalanıyorsa gerisi önemli değil mantığı. DEVAM EDECEK

  • Kaan Arslanoğlu

    Kaan Arslanoğlu 23.06.2017

    M. Tanju Akad Hoca bence sıradışı bir zeka ve yüksek bilgi birikimli. O yüzden bugüne dek gönderdiği çok sayıda yazının ufak ufak kısımlarının bizde de çıkmasına ön ayak oldum. Değişik bir renk ve bakış. Bazı yerleri oldukça öğretici. Fakat ideolojisi elbette benimkiyle uyuşmuyor. Kendisi neredeyse Atsız'a yakın çizgide bir Turancı gibi. Şu cümlesi örneğin : "Bakın, Karabağ'da, Musul'da, Suriye'de, Batı Trakya'da, Kırım'da, Doğu Türkistan'da işgal altında kalan Türklerin acılarını bilmeyen ve hissetmeyen alçaktır. Hepsinin gözü, gözbebeği Türkiye'dir. " Şimdi herhangi bir insan baskıya uğrayan herhangi bir topluluk için endişe duymalı. Bu topluluk az çok kültür birliği gösteren bir topluluksa belki daha fazla. Ama bu "alçaklıktır" falan söylemleri tam "faşist" dil. O kadar çok ki duyarlılık göstermemiz gereken konular. Neye biraz ilgisiz kalsanız hemen ona ilgili birileri bağırıyor: ALÇAKLAR.. Böyle şeyler bir düşünüre asla yakışmaz. DEVAM EDECEK

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 23.06.2017

    Yazarımız, bahse konu makalesiyle felsefi aklın güzellemeleri üzerine çamsakızı çiğnerken; yukarıda belirtiğim yazısının 4. Maddesinde neye güzelleme yapıyor? Al benden de bir aforizma: Georgi Dimitrov’un Faşizm Teorisi –yanlış, doğru--1930’lar dünyasının analizlerini içerir. Yazarın 4. Maddedeki düşünceleri Faşistçe kök taşımaktadır. Yazısına uzun sayılacak yorum yaptım. M. Tanju Akad tan cevap bekliyorum. Onun adına sizde üzerinize vazife görürseniz sizin de cevabi düşüncelerinizi bekliyorum. Saygılarımla...

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 23.06.2017

    Kapitalizm, emperyalizm, küresel sermaye enternasyonalizmi; BOP, ılımlı İslam, İhvan, Arap karna baharı, eş başkanlık, İslam’ın ümmet enternasyonalizmi, yeni Osmanlının yayılmacılık hüyelası ve Suriye ve KATAR. Ve de siyasi-ekonomik realiteler... KATAR’ın gazı ve petrolü ve Suriye vakıası... Aslında bu kadar lafa da gerek yok. Yukarıdaki esprilerin cevaplarını sitedeki yazılarımda bula bilirsiniz. Ama ben yine de bir iki cümle daha edeyim. Türkiye enerji kaynakları bakımından fakir bir ülkedir. Bugün devam eden doğal gaz anlaşmaları 2026 tarihi itibariyle yenilenmek durumundadır. Türkiye’yi yöneten siyasal İslamcı akılın kurduğu siyasal strateji emperyalizmin payandacılığı üzerinden marjinal faydaya ulaşmaktır. Nasıl, ne yaparak? Cevabını siz bulun. Devam:

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 23.06.2017

    Bu sitede 5-6 yazı yazdım hepsinin birçok paragrafında “emperyalizm dinamiğinin” analizlerini bulabilirsiniz. Biraz derinden incelerseniz muhtevalarının antikapitalizmi- antiemperyalizmi içerdiğini görebilirsiniz. Bir ömürdür Kapitalizmi-Emperyalizmi öğrenmeye çalışıyorum. Daha adil, daha eşitlikçi ve daha toplumcu bir düzen istiyorum ve onun için mücadele ediyorum. Düşünce dimağınız antikapitalizmi içermeyen, ne olduğu müphem bir emperyalizm karşıtlığından ibaret milliyetçiliğin yeni doğum “Ulusalcılık” ağı ile örülü olduğundan anlamakta zorlansanız da biraz düşüneceğinizi var sayıyorum. Devam:

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 23.06.2017

    Siz siyasi realiteyi kavramak istiyorsanız yazarın ortalama Felsefi aforizmaları yerine Facebook sayfasında yazdığı BÜYÜK İKİLEMLER başlıklı yazısının 4. Maddesindeki dedikleri üzerine yoğunlaşın. Yazısını tekrar, tekrar okuyun, düşünün, sorular sorun ve bana önerdiğiniz “Emperyalizm dinamiğini” öğrenmeye ve kavramaya çalışın. Tembellik yapmazsanız düşünce bazında cennete kavuşa bilirsiniz. Yazar bu yazısında savaş çığırtkanlığı ile toplumun bireylerini cehennem zebaniliginin taş döşeyiciliğine hazırlamaya çalışıyor.( tek, tek, cümle, cümle işlemiyorum. Yazar cevap verirse o zaman söze alacağım)Devam:

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 23.06.2017

    Sayın Torun, FRANZ KAFKA “İnsanın belli başlı iki günahı vardır, öbürleri bunlardan çıkar: sabırsızlık ve tembellik. Sabırsız oldukları için Cennet’ten kovuldular, tembelliklerinden geri dönemiyorlar.” Der. Yazar M.Tanju Akad yazısının girişine cehennem den maada bir girişle başlamış biz de Kafka’dan bir alıntıyla cennetten bir giriş yapalım. “Saat günde bilmem kaç kez doğruyu gösterir” le devam edelim. Saatin doğru göstermesi gibi yazarın ortalama bir düşünce dizini sayılabilecek aforizmaları, ancak cennetten kovulan tembelleri rahatlatmaya yarayacak, ağızlarda çam sakızı gibi çiğnenen cümleler. Cehennemden gelenler için kıymet-i Harbiye’si yoktur. Davam:

  • Fatih Torun

    Fatih Torun 22.06.2017

    Sayın Ünsal, müstehzi bir şekilde eleştiri yapmak yerine kendi doğrularınızı yazarsanız biz de aydınlanırız. Sayın Mehmet Tanju Akad'ın değerlendirmelerine ideolojik gözle bakarsanız rahatsızlık duymanız son derece normal. Gerçekten dünyada olan biteni ve emperyalizmin işleyiş dinamiğini, uzun bir tarihsel süreci göz önüne alarak değerlendirirseniz, bu aforizmalara ulaşmanız büyük olasılıktır. Bunların karşısında söyleyeceklerinizi ve bunların dayanaklarını öğrenmek bize yeni ufuklar açacaktır.

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 22.06.2017

    Ulusalcıların Perinçek’ten Özdil’ine cem-i cümlesi siyaset yapıyor, M.TANJU AKAD ise Felsefe. Sitedeki bir yazımda bu toplumun CARL SCHMİTT’ ti kim olacak diye sormuştum. Bu mukaddes topraklar çok bereketli. Bkz. TSK bildiriminde. “Türk Silahlı Kuvvetlerinin Katar’da birlik konuşlandırması sürecinin bir parçası olarak, 22 Haziran 2017 günü saat 08.00’de 5 zırhlı araç ve 23 personelin Doha’ya intikali tamamlanmıştır. Bundan sonra da faaliyetler planlandığı şekilde uygulanmaya devam edilecektir.” Beyanında bulunuyor. Filozofumuz da Mehmetçiklerimizi neye hazırlıyor?

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 22.06.2017

    Barış gelmeyecek. Savaş çabamızı zayıflatmaya kalkan sadece düşmanlarımıza hizmet eder. Birçok yönetici bağımsız düşünmediği için savaşları kötü yönetiyor. Birçok insanımız da başkalarının kuklası, ideoloji esiri olarak bize karşı mücadele ediyor. Bu kez 1922 gibi olmamalı, kesin hesap görülmelidir. Aramızdaki hainleri halletmeden, önümüzde yüz yıl sürecek savaşları düzgün yürütemeyiz. BOP savaşlarını kaynak savaşları, onu da büyük altüst oluşun savaşları izleyecek. Herkes kavramalıdır ki, barış, istemekle elde edilecek bir şey değildir". Diyor. Filozofumuzun derin düşüncelerine yorum yapmak haddimize mi? Sizce bu 4. Maddede ne diyor? Devam

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 22.06.2017

    Bunu sonuna kadar, her ne pahasına olursa olsun savunacağız. Savaşçı nesiller yetiştirmek zorundayız. Bu, barış istemeye engel değildir. Barışı ancak çok iyi savaşarak, tepeden tırnağa silahlanarak elde edebiliriz. Bu bir ikilem gibi görünür ama başka çözümü yoktur. Bunu anlamayan vicdansızdır. Bu, vatan evlatlarının boş yere ölmesine yol açan pasif tutuma yol açar. Savaş ve siyaset sanatlarında uzun süre geri kaldık, boş salamazlardı. Bunu telafi etmeye girişince de içeriden ihanet zinciri harekete geçirildi. Siyasetin yapısı, usulleri ve aktörleri değiştirildi. Hala da devam ediyor. .... Devam

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 22.06.2017

    Madde 4: “ (4) Barış-savaş ikilemi.... Barış istiyoruz elbette. İyi de savaş dışarıdan gelip kapımızı çaldı. Ne yapacağız. Teslimiyet ve köleliğe razı olacak değiliz. Tarih boyunca özgürlük için savaştık. Çinlilerle, Araplarla, Haçlılarla, Moğollarla, Frenklerle, Ruslarla savaştık. Gene savaşacağız. Barış ve özgürlük için savaşacağız. Bakın, Karabağ'da, Musul'da, Suriye'de, Batı Trakya'da, Kırım'da, Doğu Türkistan'da işgal altında kalan Türklerin acılarını bilmeyen ve hissetmeyen alçaktır. Hepsinin gözü, gözbebeği Türkiye'dir. Devam

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 22.06.2017

    İnsan Bu platformunun Allame-i Cihan’ı M. TANJU AKAD ZİHİNLERİMİZ TESLİM ALAN BÜYÜK İKİLEMLER-2 adlı makalesiyle biz okurlara son derece tayin edici ufuklar açıyor. Bu yüce hizmetinden dolayı kendilerine müteşekkirim. Zati alilerinin toplumumuza yol gösteren DERİN FELSEFİ DÜŞÜNCELERİ VE YÜCE TEMALARI olmasaydı halimiz nice olurdu. Yazısını kopyala yapıştır yaptım. Tam 14 A dört sayfa aforizma. Maşallah vatandaş gayet üretken bir düşünce adamı. Pek yüce düşüncelere sahip. Kaan Arslanoğlu’nun “Ulusalcılık iyi bir şey mi? Kötü mü? “makalesine İnsan BU insan Bu mu Face sayfasında yaptığı yorumuna karşılık ZEZEVATÇI KAMİL Abinin yaptığı karşı yorumundan sonra zatı muhteremi Facebook sayfasından takibe başladım. Mübarek folluğuna her gün çok besleyici yumurtalar bırakıyor. Mesela 19.06.2017 tarihli BÜYÜK İKİLEMLER başlıklı yazısı. Devam

Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.