Felsefe
"Muhaliflerin" Paralel Evreni
PARALEL EVREN…
Güya 35 yıllık yazarım. 15 yaşımdan beri radikal solcuyum. On binlerce politik figürle tanıştım. Fakat bunlarla, bu tür şahıslarla caddede bile rastlaşmadım şimdiye dek. 7 dönemdir CHP milletvekili Erdoğan Toprak mesela… Sokakta görsem tanımam. Ama onlar bir şekilde birbirlerini ne kolay buluyorlar… Ne kadar güzel dost, kanka, yoldaş oluyorlar. Adam İstanbul HDP milletvekili adayı ama İzmir CHP belediyesinden kolayca ihale alabiliyor…
CHP ile PKK ilişkisini gösteren yüzlerce kanıt, belge var. Halk bunu zaten biliyor. Halk bunu söyleyince “kanıtı mı var” diyorlar… Kanıt gösterince MONTAJ diyorlar. Yahu hayat bu hayat… Yaşanan hayatta göstere göstere PKK ile birsiniz. Dünyanın, hayatın montajı mı olur! Onu öyle sözüm ona geçiştiriyorlar ya, kendi aralarındaki konuşmalara tanık oluyoruz: Pek çoğu seçimi bir kazanalım yeter ki.. PKK da gelsin, FETÖ de gelsin.. diyorlar. Bunu yüzlerine vurunca, bu sefer “asıl sen, asıl sen PKK’yla birsin” diyorlar.
Yok… Hayır… Bunlarla iletişim kuramıyoruz, hiçbir şekilde bir akıl teması sağlayamıyoruz. Bu hali zombileşmeyle açıklamaya çalıştım, olmadı; akıl hastalığı dedim, işe yaramadı… Paralel evren. Evet paralel evren… Aynı ülkede, aynı şehirde, aynı mekanlarda yaşıyoruz sözde… Ama aslında farklı paralel dünyalarda dolaşıyoruz.
Karşı Devrim, 1945-1950, Prof. Dr. Çetin Yetkin
AMERİKAN MANDASI TARAFTARI İSMET İNÖNÜ, bakın Kazım Karabekir’e bir mektubunda neler diyor:
“Korkulur ki bütün Asya'yı ele geçirmiş olan İngilizler, yegane kabiliyet-i harbiyye ve ihtilaliyyesi olan Türkiye'yi elinde bulundurarak tamamen çürütüp mahvetmek isteyeceklerdir. Eğer Amerika'nın gelmesi suya düşerse, İngilizler için bugünkü taksim vaziyetini belgelemekten başka yapılacak bir şey yok gibidir ki, İngilizlere diğerleri bu hususta yardım edecekler, muhalefet etmeyeceklerdir.
Eğer Anadolu'da halkın Amerikalıları herkese tercih ettikleri zemininde, Amerika milletine müracaat edilse pek ziyade faydası olacaktır, deniyor ki ben de tamamıyla bu kanaattayım. Bütün memleketi parçalamadan Amerika'nın murakabesine (yönetimine, denetimine) vermek, yaşayabilmek için yegane ehven çare gibidir. (…)
Sen Erzurum'a giderken, korkuyorum ki seni bir şeye karıştıracaklar, demiştin. Evimden dışarı çıkmadım ve hiçbir şeye karışmadım. Anadolu'ya silah ve cephane giderse ben gönderirmişim, hep ben idare edermişim… Adil Bey'in kanaati bu. Merhumun her bildiği böyle ise, vay milletin başına. (…)
Duadan başka elimizden bir şey gelmez.”
Atatürk ise Nutuk’ta İngiliz ve Amerikan mandacılarını nasıl yeriyor? DURUM TAM DA BUGÜNKÜ GİBİ…
“Bu iki nevi karar sahipleri Osmanlı Devleti'nin bütün olarak muhafazasını düşünenlerdir. Osmanlı memalikinin muhtelif devletler arasında taksimindense, onu bir bütün halinde bir devletin koruması altında bulundurmayı tercih edenlerdir. Esas olan Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu esas ancak tam bağımsızlıkla temin olunabilir. Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun istiklalden mahrum bir millet, insanlık ve uygarlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye hak kazanamaz. Ecnebi bir devletin himaye ve sahipliğini kabul etmek, insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlüğü ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir. Filhakika bu derekeye düşmemiş olanların isteyerek başlarına bir ecnebi efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez.”
Çetin Yetkin bu kitabında daha çok 1945 sonrası değişimi inceliyor. Fakat öncesinden de kısaca söz ediyor. Son yıllarında Atatürk’le arası hiç iyi olmadığı herkesçe bilinen İnönü’nün başa geçer geçmez ilk icraatı: Devlet yönetiminden Atatürk’ün neredeyse tüm yakın arkadaşlarını uzaklaştırmak.
Bence de karşı devrim 11 Kasım’da başladı. Ve en sinsi, en zararlı hamlesi Atatürk’ün dil ve tarih tezini yasaklamak, mecazen değil fiilen onu gömmek oldu. Bugünkü Batı budalası ideoloji o tarihten sonra her yanı sardı, köklendi, dallandı, budaklandı.
Kaan Arslanoğlu
Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.
Cengiz Gürler 19.06.2023
Paralel evrenlere girmeden Fizikte ısı ve sıcaklık konusu var. Hal değişimi. Örneğin belli bir miktar suyun sıcaklığını 20C dereceden 40C dereceye çıkarmak için verilmesi gereken enerji, aynı miktardaki 100C derecedeki suyu buharlaştırmak için verilmesi gereken ısı enerjisinden kat kat azdır. Yani hal değiştirmek çok zordur. Su buharlaşırken fokurdama sesi ya da buz suya dönerken çıtırdama sesi duyarız. Bu bağların kopmasıdır. Biz onu fokurdama ya da çıtırdama olarak duyarız. Bu oldukça fazla enerji gerektiren zor bir durumdur. Hatta bu hal değişimi sırasında sıcaklıkta sabit kalır değişmez. Örneğin ağzı açık su dolu plastik şişeyi 300C de ateşe attığımızda şişe eğilir bükülür ancak içindeki su bitmediği sürece erimez. Çünkü suyun kaynama noktasında sıcaklığı tamamen buharlaşıncaya kadar sabit kalır ve daha yüksek sıcaklıkta eriyen plastiğin erimemesini sağlar. Yani muhalif kitleye oldukça çok enerji harcanması gerekiyor. Zordur ancak imkansız değildir.
fahri kumbul 19.06.2023
...Osmanlı Devleti'nde 1918 Kasım ile 1919 Eylül tarihleri arasında tartışılmış ve bu tarihten sonra gündemden düşmüş. Amerikan mandasını İttihat ve Terakki Partisine yakın ‘milliyetçi’ kanattan Halide Edip, Rauf Bey, Kara Vasıf, Yunus Nadi (Abalıoğlu) adları geçiyor. Ve üstelik Aralık 1918'de Mustafa Kemal'in ortağı ve başyazarı olduğu Minber gazetesi de Amerikan arkalamasını savunmuş. Biliniyor ki bu isimler daha sonra Milli Mücadele'nin düşünsel ve örgütsel önderleri arasındaydı. Gerekçeleri “perişanlık, mali borç”, dolayısıyla geleceğe güvensizlik. Örneğin Kara Vasıf “.. istiklalimizi kurtarsak bile, olduğumuz yerde sayarak bir adım ilerleyemez ve günün birinde, bizden kuvvetli olanların hükmü altına girmeye, ister istemez mecbur oluruz. İşte bu sebeplerden dolayı, İngiltere'yi kendimize ebedi düşman ve Amerika'yı şerrin ehveni saymalıyız." Demiş. Atatürk’ten sonraki ve özellikle şimdiki halimize bakılırsa haksız da sayılmaz..) Saygılar.
fahri kumbul 19.06.2023
Manda kavramı, 32 devletin temsilcilerinin katıldığı I. Dünya Savaşı'nı sona erdiren antlaşmaların hazırlandığı bir konferansta(Paris’te); İngiltere, Fransa, ABD ve İtalya hâkimiyeti altında 18 Ocak 1919-21 Ocak 1920 tarihleri arasında (Bir yıl süreyle) gündeme gelmiş; Haziran 1919'da Milletler Cemiyeti Sözleşmesi'nde resmen tanımlanmış. Sonuçta, Fransızlara Urfa, Antep ve Maraş verilmiş, İzmir' başta olmak üzere batı Anadolu’nun Yunan işgaline neden olmuş. Mandaya giren öteki ülkeler olarak; Irak, Filistin, Suriye, Afrika’da Tanganika, Ruanda, Kamerun, Togoland; Okyanusta bazı adalar İngiltere, Fransa, Belçika arasında bölüşülmüş.