Felsefe
Türkçülük Devrimciliktir
Milli Kimliğe ve Türkçülüğe Dair
Cumhuriyet'in kurucu ideolojisi anlamında "Türkçülük" bugün giderek devrimci bir tavıra dönüşmektedir. Sol'un ve sosyalistlerin, "aman milliyetçi oluveririz, bize ırkçı derler" korkusuyla Türk kelimesine ve kimliğine mesafeli durmaktan vazgeçmesi gerekiyor. Zaten Cumhuriyet Devrimi’ne olumlu bakmak bile belirli bir kesim tarafından ırkçılıkla, faşistlikle damgalanmak için yeterli. Şu an asıl ırkçılık yapanlar, hem de faşizan bir tutumla, farklı düşünenleri damgalayıp linç eden bir tavırla ırkçılık yapanlar, Türk’e ve Türk kelimesine alerjisi olan bu kesim zaten. Karikatürize ederek söylemek gerekirse aslında üç kesim; Liboşlar, dinciler ve bölücüler. Cumhuriyet ve Mustafa Kemal düşmanlığı söz konusu olunca; kavmiyetçiliği reddeden şeriatçılar, etnik milliyetçiler ve ömründe namaz kılmamış tipler anında bir araya geliveriyor. İçlerinden bazıları Nazilerin Yahudi düşmanlığını aratmayacak bir Türk karşıtlığı içerisinde. Ben hayatım boyunca hiç kimseyi Türk olmayışı nedeniyle asla küçümseyip aşağılamadığım halde, Türk kelimesine ve Türk “Millî Kimliği”ne sahip çıktığım hemen her zeminde söz konusu kesimlerden gelen ırkçı saldırılarla karşılaştım.
“Millî Kimlik” derken ne demek istiyoruz? Bilindiği üzere Marksizm’in (benim de bilimsel bir yaklaşım olarak benimsediğim) tarih anlayışında; altyapı (ekonomik üretim ilişkileri), üstyapıyı (kültür, siyaset, hukuk v.b.) belirler. Bazen üstyapının da altyapıyı kısa dönemli etkilediği olur ama “son tahlilde” altyapı belirleyicidir. Akıl ve bilimi rehber edinmişsek ve Marks’ın eserlerine “hadis kitabı” muamelesi yapmayacaksak, soru sormaya ve sorgulamaya devam etmemiz gerekiyor. İlahiyat Fakültelerinde bile “Hadis kritiği” yapılır ama bizim “Türkiyeli” Marksistler el kitabı formülasyonlarını aşma girişiminde bulunmaz. Bulunanları da aforoz eder.
Burada sorulabilecek birçok sorunun içerisinde, şu an üzerinde durmak istediğim şudur: Tamam altyapı üstyapıyı belirler. Peki, altyapıyı ne belirler? Başka bir deyişle altyapının altyapısı nedir? El Cevap: COĞRAFYA. Buna coğrafya ve atmosferin bileşiminden ortaya çıkan İKLİM olgusunu da ekleyebiliriz. Burada iklim, Fernand Braudel’in “Longue dureé” dediği uzun dönemli bir değişken olmakla birlikte yine de coğrafyaya göre daha kısa sürede değişebilmektedir. Coğrafya ise değişimi milyon yıllara yayılması nedeniyle, Braudel’in deyişini geliştirecek olursak “Longue longue longue dureé” çok çok çok uzun dönemli, neredeyse değişmeyen bir değişkendir. Tarihteki oyuncuların sırayla gelip kendi rollerini oynadıkları ve yerlerini sıradaki oyunculara bıraktıkları, adeta değişmeyen bir sahnedir coğrafya. Dağlar, denizler, ırmaklar, çöller de bu sahnenin dekorlarıdır.
İbn-i Haldun’a atfedilen “Coğrafya kaderdir.” sözünü, son yıllarda ülkemizin yetiştirdiği en kıymetli tarihçilerden biri olan Osman Karatay, “Coğrafya emreder.” şeklinde söylüyor. Ki bence bu söyleyiş tarihsel gerçeklikle daha fazla örtüşmektedir. Coğrafya kaderdir sözünde coğrafya pasif ve edilgen bir konumdadır. Coğrafya emreder söyleyişinde ise coğrafya aktif ve etken bir roldedir ve tarihin akışını belirlemektedir. Sibirya’daki, Sahra Çölü’ndeki, tropikal Amazon ormanlarındaki, Aydın Ovası’ndaki, Fransa kırsalındaki ekonomik üretim ilişkilerinin ne kadar farklı olduğu ve hepsinin aynı modelle ve aynı zamandizinsel çerçeve ile açıklanamayacağı ortadadır.
Marks’ın yöntemi ve bakış açısı doğru ve bilimsel olmakla birlikte, ortaya koyduğu model ve zamandizinsel çerçeve bütün dünya için geçerli olmayıp sadece Batı Avrupa tarihi için geçerlidir. Esasen Marks da bunu fark ettiği için Asya’da tarihin başka türlü aktığını görüp Asya Üretim Tarzı adı altında, o gün için erişebildiği (ve son derece yetersiz) kaynaklara dayanarak bir model geliştirmeye çabalamıştı. Aradan geçen 170 yılda özellikle de son 60-70 yılda Avrasya coğrafyası hakkındaki bilgilerimiz katlanarak artmıştır ve artmaktadır. Her gün bir yenisiyle karşılaştığımız kazıbilim ve soybilim(genetik)in bulguları bile devasa bir boyuttadır.
Kısacası Coğrafya, altyapı dolayımıyla üstyapıyı ve bir üstyapı unsuru olan “Millî Kimliği” de belirlemektedir.
Bundan 700 yıl önceki İngilizce bir metni bugünkü İngilizlerin anlaması mümkün olmadığı gibi İngilizce olduğunu bile tahmin etmeleri zordur. Oysa Karacaoğlan’ın türküleri bugün yazılmış gibi anlaşılabilmektedir. Bundan 1.200 yıl önce Kral Alfred’in yazdığı bir metnin İngilizce olduğunu bugün bir İngiliz anlayamaz fakat bin yıl önceki bir Türkçe metni sözgelimi Kaşgarlı Mahmut’un Divan-ı Lugat-it Türk’ündeki bir şiiri ya da Kutadgu Bilig’i rahatlıkla anlayabilmekteyiz. Bundan 1.500 yıl önce, bugünkü Avrupa dillerinin hemen hiçbiri yokken yazılmış bir Türkçe metin olan Göktürk Yazıtlarını da bütün kelimeleriyle olmasa bile bugün anlayabilmekteyiz. En azından ilkokul öğrencisine bile okutsak Türkçe olduğunu söyler.
Dolayısıyla Türk Kimliği öyle Fransız İhtilaliyle ortaya çıkmış bir kimlik değildir. Sakaları düşünürsek 3bin yıla, Andronovo ve Sintaşta kültürlerini de hesaba katarsak 4bin yıla uzanan bir kimlikten söz ediyoruz. Andronovo’yu bir Rus yazarı, Sintaşta’yı da bir çeşit börülce yemeği zannedebilecek tipler bize tarih dersi vermeye kalkıyor. Hadi hiçbirini kabul etmeseler bile 1.500 yıl önce yazılı eser veren bir milletten söz ediyoruz. Bu yazı da herhalde birkaç günde oluşmadı. Türk yazısı dememek için Runik yazı diyorlar.
Askeri tarih üzerine yazılmış bir eserde “Moğollar ve diğer göçebe bozkır halkları”nın 18. Yüzyıla gelene kadar en gelişmiş ordulara sahip olduğu yazıyordu. Adamlar yine o dört harfi söylememek için 4 kelime kullanmış. “Diğer göçebe bozkır halkları” kimdi?!
Victor Hugo Fransız yazarıdır, Fransalı demeyiz. Tolstoy Rus yazarıdır, Rusyalı denmez. Beethoven Alman bestecisidir, kimse Almanyalı besteci demez. Fakat ne hikmetse sıra Türk yazarlarına gelince, aman! sakın ha! şimdi Türk dersek ırkçılık yapmış oluruz, çok ayıp olur.. Eee ne diyelim? Türkiyeli diyelim. Ondan sonra “Türk Edebiyatı mı? Türkçe Edebiyat mı?” tartışması çıkaralım… Hadi canım sende!
Bir insan mesleğini değiştirebilir, eşini değiştirebilir, dinini değiştirebilir hatta cinsiyetini bile değiştirebilir ama “Ben Türklükten sıkıldım, yarından itibaren İspanyol olarak yaşayacağım” diyemez.
Tarihin ve Coğrafyanın belirlediği “Millî Kimlik”, bireysel bir tercih olan dinsel kimlikten de, biyolojik bir unsur olan cinsel kimlikten de daha köklüdür.
Hrant Dink, yıllar önce katıldığı bir TV programında “Ben Ermeni asıllı bir Türk gazetecisiyim.” demişti. 6 Şubat’taki Kahramanmaraş depreminden 2 gün sonra Ermeni Vakıflar Birliği Başkanı Bedros Şirinoğlu, AFAD’a yaptıkları bağışla ilgili basın açıklamasında, hiçbir zorunluluğu olmadığı halde “Biz büyük bir milletiz, bunu da aşarız” demişti. Samimiyetinden hiç şüphe olmayan bu sözlerle Bedros Bey, “Biz Türkiye’deki Ermeniler olarak büyük Ermeni milletiyiz” demek istemiyor. Hepimizi ve kendisini de Türk Milleti’nden sayarak bu sözleri söylüyor. Ve bunu söylerken de Ermeni kimliğinden vazgeçmiyor. Vazgeçmesin de zaten. Kimseyi zorla Türk yapmaya çalışmıyoruz. Hrant Dink ve Bedros Bey, Milli Kimlik ile Etnik Kimlik arasındaki farkı çok iyi anlamış ve Etnik kimliklerinden vazgeçmeden Milli Kimliği benimsemişlerdir. Ne yazık ki yukarıda sözü geçen kesimlerden ırkçılar bunu anlamıyor, daha doğrusu anlamak istemiyorlar.
Bugünkü kavram kargaşasının ve kafa karışıklığının temel sebeplerinden biri de 1980’li yıllardan itibaren teröre karşı iyiniyetle tekrarlanagelen “Türk, Kürt, Laz, Çerkes, Arnavut, Boşnak v.s.” hepimiz kardeşiz, etle tırnak gibiyiz benzeri söylemler olmuştur. Kardeşlik söyleminde elbette bir sorun yok. Sorun, Türkiye’deki etnik kimlikleri sayıp dökmeye TÜRK ile başlamaktan kaynaklanmaktadır. Türk, bu ülkede yaşayan 28 etnik kimlikten bir tanesinin adı DEĞİLDİR! Bunların tümünün toplamının, eski deyimle mecmuunun adıdır.
Bu anlamda Türkçülük, Cumhuriyet’in kurucu ideolojisidir ve Türk Milleti de bu Cumhuriyet’in kurucu unsurudur. Gündelik siyasi çıkarlar uğruna bu kavramlarla kafamıza göre oynamaya kalkışmak, dükkânı genişletmek için apartmanın taşıyıcı kolonlarını kırmaya benzer. İlk sarsıntıda binanın çökmesine sebep olur ve bütün etnik kimlikler enkaz altında kalır.
İşte bu yüzden Millî Kimliğe sahip çıkmak, anti-emperyalist ve devrimci bir duruş niteliği kazanmıştır. Unutmayalım ki 1900’lerin başında Türkçüler solcu, solcular Türkçü idi.
Sait Kaya