Felsefe
Recep Tayyip Erdoğan - Liderlik Psikolojisi
Mavi Vatan’a birileri “masal” diyor. FETÖ tehdidi bitti mi bitmedi mi? PKK kilidi kapanıyor mu, yoksa tehlike büyüyor mu? Gündem yoğun… Başka pek çok maddedeki yoğunluğun yanı sıra ülke bu kez de sahipsiz köpek yasasıyla bölündü. Öte yandan İsrail pervasızlığı, soykırıma Batının alçak desteği vicdanları sızlatıyor, tedirginlik artıyor.
Tüm bu hengâme içinde Recep Tayyip Erdoğan’ın liderlik psikolojisi nedir, yönetme kişiliği nasıldır, kısaca inceleme zamanı geldi.
Erdoğan çağa damga vuran birkaç liderden biridir. Kimi çok sever, kimi nefret eder, olumlu ve olumsuz yanlarıyla biz ele almayacağız da kim ele alacak? Öte yandan bu köpek yasası ve İsrail belası konuyu tekrar güncel hale getirdi. Devir kapanmadan sözü söylemek gerek. Gerçi şimdiye dek çok söyledik. Ama bunu tam bilimsel anlamda yine yapmak gerek.
Tayyip Erdoğan kriz zamanı lideri tipindedir. Psikiyatrist yazar Nassir Ghaemi “Birinci Sınıf Delilik” adlı kitabında Lincoln, Martin Luther, Gandhi, Roosevelt, Churhill, Hitler, Stalin, John Kennedy gibi büyük liderlerin ruhsal durumlarını inceliyor. Ona göre liderler kriz zamanlarının liderleri ve normal zamanların liderleri olmak üzere iki gruba ayrılır.
Tarihte iz bırakmış liderlerin büyük çoğunluğu kriz zamanı liderleridir. Bunlar görece sakin zamanlarda pek o kadar başarılı değildirler. Işıltıları, becerileri azalır. Kimseyle karşılaştırmam ve haksızlık etmek istemem ama aklımıza Atatürk geliyor. Devrimlerini tamamlamak istedi, lakin hassas dönemler geride kalmış, devrimci durum yatışmıştı, başaramadı. Normal zamanların başarılı liderlerinin çoğu da kriz çıktığında yönetemez.
Ghaemi’nin incelediği “iyi ünlü”, “kötü ünlü” liderler ciddi psikopatoloji içindeki kişilerdir. Manik-depresif kişilik en yaygın olanı… Zaman zaman aşırı coşkuya kapılanlar, zaman zaman gizli depresyona girip bunu telafi etmek için farklı arayışlara girenler… Alkol ve psikoaktif madde bağımlılığı, bazılarında paranoid kişilik sıktır.
Kriz lideri tipi sabah kalkıp çevresini olağan akışında gördüğünde adeta paniğe kapılır, “Aman Allah’ım, her şey normal, bana ne gerek kaldı artık” diye hayıflanır. Akşama kadar bir kriz çıkmamışsa kendi çıkarır.
DİKKAT EKSİKLİĞİ – HİPERAKTİVİTE SENDROMU
Bir de çağımızın hastalığı “Dikkat Eksikliği - Hiperaktivite” sendromu, tabloyu iyice karıştırıyor. Giderek artan, siyaseti, liderleri de esir alan bir hastalık. Buradaki “dikkat eksikliği”nden kasıt, ilgisizleşme, uyuşma değil. Tam tersi. Dikkat o kadar artmıştır ki, her şeye karşı dikkat o kadar hızlanmıştır ki tek bir konuya yoğunlaşma iyice zorlaşır, ilgi daldan dala atlar. Aynı anda her şeye bakma ve hiçbirine gereken ilgiyi gösterememe. Her şeyi yalapşap yapma. Çağımızın sağanak gibi üstümüze yağan gündemi insanları buna zorluyor. Bu aynı zamanda manik hastalığın bir belirtisi. Neredeyse herkes manik hasta gibi davranıyor.
İsrail’in dünyanın gözü önünde uyguladığı soykırıma karşı Erdoğan ve Bahçeli’nin aşırı tepki verdiği söyleniyor. Oysa hiperaktivite, dikkat eksikliği sendromundan aklı yitmiş, vicdanı uçuşan insanların yorumudur bu. Gerçi başka çağlarda insanlık nasıldı sanki derseniz, o da doğru. Ama burada sorunu çerçevelemeye çalışıyoruz.
İnsanlığın vicdanı niteliğinde bu çıkışlar bize biraz umut veriyor da, “Öldürmeye gelince… Siz öldürmeyi iyi bilirsiniz” söyleminden, bir anda itlaf odalarına nasıl geldik? Bir yandan kriz tipi liderliğin yansıması, öte yandan hiperaktivite sendromunun.
HİSTERİ VE KUTUPLAŞMA
Gayet yeterli bir yasanın gereğini 22 yıldır yapmamış bir iktidar ve çeşitli partilerden belediyeler başka bir yasa çıkınca mı gereğini yapacak? Kimse fazla endişe etmesin, ama biraz da etsin… Bu yeni yasayla iş yine pek çok alanda olduğu gibi üstünkörü yürüyecek. Her görüşe göre bazı olumluluklar yaşanacak ve herkese göre yine birçok acıya tanıklık edeceğiz. Umarız bu karşılıklı histeri olabildiğince az vahşet manzarasıyla yatışsın.
Histeri demişken, işte bir toplumsal hastalık daha. Histeri duygulanımları aşırı yaşama, aklı bir kenara atıp abartılı hislerle tepki vermedir. Ülkede çok iyi giden bir şey yok, ama felaketin ortasında da değiliz. Fakat şu karşılıklı atışmaların mantık düzeyine bakınız.
Bu ulus belli bir yurtsever damarın gücüyle, Erdoğan ve Bahçeli liderliğinde iyi şeyler de yapıyor. PKK’ya, FETÖ’ye karşı mücadele; arkasındaki ABD’ye, Avrupa’ya net bir biçimde kafa tutma, ülkenin kara ve denizde sınır çıkarlarının korunması, savunma sanayisi… (Bunlarda bile tam başarı yok, ama bu kadarı da yüzümüzü ağartıyor.) Öteki işler vasat gidiyor, bazıları kötü, bazıları çok kötü.
Ülke histerik biçimde Erdoğan’dan nefret edenler ve Erdoğan’ı sevenler olmak üzere ikiye ayrılmış durumda. Erdoğan’ı sevmeyen çok geniş bir kesim, “O gitsin de kim gelirse gelsin” şiarında birleşmiş durumda. Yeniden ABD maskarası olalım, Avrupa’nın oyuncağıyız zaten, daha fazla olalım. PKK devlet kursun, buraya da dişlerini geçirsin… FETÖ tekrar gelsin, ne olacak, şimdikinden kötü mü… Bu kesimdeki düşüş etikle, siyasetle açıklanabilecek boyutu aştı, kötücül bir delilik halini aldı.
Ama bundan sorumlu kim? AKP ve onun liderlik anlayışı… Erdoğan’ın liderlik tarzı kutuplaşmayla güçlenen liderlik tarzı. Kutuplaşmak için zaten kaçınılmaz gerekçeler var, ama bundan üzüntü değil garip bir keyif duyuluyor. Zıtlaşma hafiflediğinde sanki karşılıklı bir mutsuzluk… Kim daha güçlüyse bu tabloyu değiştirmek esas olarak ona düşer. Fakat böyle bir güç anlayışı görmüyoruz. Böylece ülkedeki insan düzeyi sürekli aşağı çekiliyor.
İDEALLER Mİ PRAGMATİZM Mİ?
Liderleri başka bir sınıflamayla tekrar ikiye ayırabiliriz. İdeolojileri baskın liderler, ideolojisi zayıf günü birlik pragmatik liderler. Erdoğan ilk grupta görünüyor, kendini öyle tanımlıyor, öyle göstermek istiyor… Fakat ideolojik alt yapı tok değil. Soner Yalçın’ın Tağut’ta iyi anlattığı gibi, dinsel alt yapı öze değil, biçime dayanıyor. Ekonomik bakış üretime, tutuma değil; tüketime, israfa dayanıyor.
Sosyolojinin babalarından Charles Tilly başarılı liderlik için gereken en önemli koşullardan biri olarak “sorunu çerçevelemekteki başarı”yı öne çıkarır. Erdoğan sorunu çerçevelemede çok başarılı bir liderdir. Bu aslında demin yakındığımız “kutuplaştırma siyaseti”yle aynı şeydir: En önemli sorun şudur ve bu sorunda biz ve onlar tamamen ayrı kutuplardayız!..
Ancak bu başarı genelden özele, tek tek alanlara, tekil sorunlara gelince zayıflamaya başlar. Çünkü o alanlarda genellikle kesimler, bireyler arasındaki farklar bulanıklaşır.
Örneğin kabaca bir bakışla ülkede Batı’ya kafa tutan, PKK’yla, FETÖ’yle mücadele eden yerli ve milli bir iktidar vardır. Karşı tarafsa yabancı yancısıdır büyük çoğunlukça. Bu genel haklılıktır zaten iktidarı bunca kötü yönetimine rağmen ayakta tutan. Ancak yaşamın alanlarına geldiğimizde… Ekonomi, para, ticaret, tüketim, asayiş hukuku, kültür, tıp, sağlık, futbol… Kim yerli kim milli, kim yabancı kim işbirlikçi… Her şey karışır, herkes her şeydir.
Sağlam çerçeveyi her alanda korumak için sağlam, tutarlı bir dünya görüşü gerekir. O eksikse duygusal tepkilerle gün kurtarılmaya çalışılır. Duygular öne çıkınca geçmiş travmalar uç verir. Bir türlü aşamadıkları “Laik güçler bizi çok ezdi” mağduriyet edebiyatı. O laik kesim esas devrimcileri ezdi, yerlerde sürükleyip çiğnedi. Hala buna mı feryat edeceğiz?
Şu Gezi Hareketi travması da hiç geçmedi. Evet, o aylarda aşkla sarılmasak da içinde yer aldığımız, biraz da gözümüzde büyüttüğümüz o direniş ne devrimdi, ne darbeydi, ne iktidara gelebilirdi. Birçok olumsuz yanı da vardı. Ama Erdoğan ve AKP liderleri şunu hiç mi sormuyorlar kendilerine: Yukarda aktardığım genel kaba saflaşma o gün için neydi? Amerika’nın desteklediği bir iktidar, HDP-PKK ile uzlaşma masasında bir hükümet… Karşı tarafta yüz binlerce ABD karşıtı, PKK karşıtı, FETÖ mağduru… FETÖ’cü polisler ayaklanmanın içindeydi, zaten kitleyi onlar kışkırttı, diyenler soruyor mu, o polis şefleri oralara muhalefetçe mi yoksa iktidarca mı yerleştirildi? Bunda suçlu kimdi?
Sonuç olarak Recep Tayyip Erdoğan kriz dönemi tipi lideri olmasına karşın maceracı, çılgın bir lider değil. O yüzden onun İsrail karşıtı haklı söylemlerinden endişe duymaya gerek yok. Bu konuda korkunun ecele de faydası yok. Çünkü bela belasını aramak için söylemlere bakmıyor.
Köpek konusunda da böyle bir sorun hiç yokmuş, insanlar hiç zarar görmüyormuş, sahipsiz hayvanlar da keyif içinde yaşıyormuş gibi davranmayalım. Hayvancağızların pek azı iyi durumda. Öte yandan, insan sevmez, insanı asıl tehlike olan insana karşı korumaz, ağaç sevmez, hayvandan anlamaz çevrelerin insafına bırakmayalım işi.
Kaan Arslanoğlu