Faşist Komünistler: Solun, İşçi Sınıfı ve Marksizmi Tamamen Gözden Çıkarması

Faşist Komünistler: Solun, İşçi Sınıfı ve Marksizmi Tamamen Gözden Çıkarması

Proudhon, işçilerin gücünü göz ardı etmemekle birlikte, sosyalist devrimin, küçük burjuvaziye dayanarak gerçekleşeceğini tasarlıyor, buna göre hareket ediyordu. Marx ise bunu, gerçeğe, gelişmeye, “bilime” aykırı buluyor, stratejiyi bütünüyle işçi sınıfına dayandırıyordu. Belli başlı üç gerekçe gösteriyordu tezine: 1- Küçük burjuvazi ara bir sınıftır, kapitalizm geliştikçe daralacak, sonra tümüyle kaybolacaktır. Yok oluşa giden bir sınıfa bel bağlanamaz. İlerde saflaşma ve çatışma, tüm mülkiyete sahip olan bir avuç patron ve onların devletiyle, zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri kalmayan işçiler arasında yaşanacaktır. 2- Küçük burjuvazi bilinç ve siyasi tutum açısından da ara bir sınıftır. Küçük de olsa mülkiyet sahibidirler. Gelirleri genelde işçilerden yüksektir. Az kazansalar bile gelirlerinin artacağı beklentisindedirler. Çünkü “bağımsız” çalışırlar. Düzenden aldıkları, alacakları ve kaybedecekleri vardır. Oysa işçilerin kaybedecek bir şeyi yoktur. 3- Yine aynı nedenle, küçük burjuvazi, örgütlenmeye ve birlikte eyleme daha zor ikna edilir. İşçiler ise zaten grev deneyimleriyle toplu harekete yatkındır. Örgütlenmeye yatkındır. Ayrıca eyleme geçtiklerinde üretimi durdurarak, güçlerini katlarlar.

Marx’ın zamanında, işçiler gerçekten çok yoksuldu ve sık sık da isyan ederlerdi.  Küçük burjuvalar da zaman zaman topluca isyan ediyorlardı ama, 1848 devrimi ve Paris Komünü’nün gösterdiği gibi, işçiler olaya el koymaya başlamıştı. Marx, sosyalist devrimin, kapitalizmin en geliştiği ülkelerden başlayacağını, enternasyonal bir karakter göstereceğini ve birkaç ülkede parlayan ihtilalin, tüm Avrupa’ya kolayca yayılacağını kuruyordu.

1917’ye kadar bu öngörü gerçekleşmedi. Hatta işçi sınıfının komünist örgütleri, 1. Dünya Savaşı başlayınca, her ülkede kendi devletlerinin yanında yer aldılar. Bu, Marx’a gerçekten inananlar açısından tam bir hayal kırıklığıydı. Lenin beklemedi, “tek ülkede sosyalizm” tezini ortaya koydu ve devrimi başlattı. Devrim, başta hiç de sosyalist devrim gibi değildi. Temel hedef: Ekmek-Barış-Özgürlük.. her şeye rağmen savaşı bitirmek, barışa kavuşmaktı. Halk açısından ana güdü hayatta kalmaktı. Belli bir aşamadan sonra “Bütün İktidar Sovyetlere” sloganı ile sosyalist devrim rengini belli etti.

Devrime katılanlar ağırlıklı olarak askerler, köylüler, aydınlardı. Rusya, sanayisi gelişmiş bir ülke değildi. Çekirdek bir işçi kitlesi devrime damga vurmakla birlikte… Devrimi başarıya götüren şeyler, sıkı örgütlenmiş Bolşevik parti ile kitlelerin açlığa ve bitmeyen savaşa karşı öfkesiydi.

Aslında olaylar sınıfsal bakımdan daha çok Proudhon’un öngördüğü doğrultuda gelişiyordu, ama bir farkla. Sıkı örgütlenmiş Marksistler ipleri ellerinde tutuyor, her olguya Marksist bir yorum getiriyorlardı. Federatif gevşek bir yapı yerine, militarist bir sosyalist devlet kurulmuştu. Koşullar farklı bir şeye de izin vermiyordu. Proudhon da bu konuda haksız çıkmıştı.

İşçilerin kendiliğinden sınıf bilincine kavuşmayacağı, çok önceden Lenince saptanmış ve buna karşı, “bilinç, işçi sınıfına dışardan verilir” tezi ortaya atılmıştı. Bolşevik Parti, işçi sınıfını ve onun bilincini temsil ediyordu. Parti’nin  üst kademesi “profesyonel devrimci”ydi. Pek azının kökeni işçiydi, alt kademelerde işçi oranı artıyordu, ama bir o kadar asker, köylü, aydın, öğrenci vb. de bulunuyordu.

İktidar hangi sınıfın iktidarıydı? “İşçi sınıfı iktidarı” deniyordu. Zaten üretim araçları üstündeki özel mülkiyet kaldırılmış, patronlar yok edilmişti. Başka ne denebilirdi? Bu iktidar, tarihte görülmemiş ölçüde işçiden ve halktan yana bir sistem kurmuştu. Sağlıktan, konuta, ulaşımdan, eğitime, ücret dengesine vb.. Ama gerçekten işçi miydi partinin ve devletin başındakiler?

Bunu kitaplarımda çok işledim ve hep aynı soruyu sorup, aynı teşhise vardım: Fabrikasından alıp yönetici yaptığınız zaman bir işçiyi, o kişi, işçi olmaktan çıkıyordu. İsterse üç göbek işçi çocuğu olsun, ister daha geçen hafta fabrikayı terk etsin, o ayrı bir sınıfın mensubuydu artık. Sıradan işçiden farklı maddi ayrıcalıklar kazanmaya (ister istemez), onlardan ayrı yaşamaya, onlardan farklı yetkiler kazanmaya, onlardan farklı düşünmeye başlıyordu.

Sosyalist sistem, bu şekilde bürokratik sosyalizme, oradan da bürokratik kapitalizme dönüştü. 89’da duvar yıkıldığında sadece isimler ve tabelalar değiştirildi. İnanmak istemeyen zat, bugün Çin Komünist Partisi’nin yönettiği devasa Çin kapitalizmine canlı örnek olarak bakabilir. Sonuç olarak, insan doğası, yani “dip yapı”dan kaynaklanan çok daha güçlü dinamikler nedeniyle, Marx’ın öngörüsü çöktüğü gibi, Lenin’inki de iflas etti.

Çin ve Güneydoğu Asya ülkelerindeki sosyalist devrimler, keza Marx’ın hiç öngörmediği, Sovyetler’in açıkça küçümsediği biçimde, köylü ağırlıklı olarak gerçekleşti. Bunlardan bazılarında işçi sınıfı yok denecek kadar cılızdı. Ana itki,  sosyalizmden çok emperyalizme karşı yurtseverlikti. Bu damar zaten Paris Komünü’nün de ana damarıydı, ama o zaman bu gerçek görülemedi. Şimdi görüldü mü?

Doğu Avrupa devrimleri, Arnavutluk ve Yugoslavya dışında, Kızıl Ordu işgali ve Batı’yla pazarlık devrimleriydi. Örneğin Yunanistan’da komünist güç, Polonya veya Romanya’dakinden üstündü, ama Yunan komünistleri, haritaya ve Roostahill’e kurban gittiler. Keza İspanyollar. Buralarda işçi sınıfı fazla güçlü değildi ve sosyalist devrim gerçekleşseydi, yurtsever cephe devrimlerinden birkaçına daha tanıklık edecektik. (Aydınlar, küçük burjuvazi, köylüler, işçiler). Arnavutluk ve Yugoslavya devrimleri, keza Küba devrimi, yurtsever damarı belirgin ölçüde ağır basmak suretiyle, Marksist öngörüye ters kendi klasiğini yarattılar.

Soğuk savaş ve sonrası yumuşama devrinde ne oldu? Kapitalizm, Marx’a göre kaçınılmaz olarak krizlere girecek, işçileri doyuramayacak, gerçeği yaşayarak fark eden proletarya, örgütlü ve bilinçli kardeşlerinin önderliğinde ayaklanıp, sosyalizmi kuracaktı. Kapitalizm birçok krize girdi, ama her birinden güçlenerek çıktı. Krizler kapitalizme kuvvet macunu gibi geliyordu, savaşlar da öyle.. İşçi sınıfı kapitalizmden bezmek bir yana, ona daha çok bağlanıyordu, çünkü refah seviyesi çok yükselmişti, ortalama ömür Marx’ın zamanına göre 30 yıldan fazla artmıştı. Batılı işçi Sovyetlerdeki işçiden daha rahat yaşıyordu. Bunu Batılı işçi görüyordu, Sovyet işçisi fark ediyordu ve o tarafa özenmeye başlamıştı.

İki rejim arasında demir perde çekin. Halk, hangi tarafa kaçmaya çalışıyorsa, öteki taraftaki rejimin sonu yaklaşmış demektir. Brejnev dönemindeki görülmemiş ölçüde artan refaha karşın hem de… Maddi ve psikolojik açık kapatılamıyordu.

Marx’ın zamanında, işçi ve büyük patronlar dışında hangi sınıflar vardı? Devlet bürokrasisi, aristokrasi.. Bunlar büyük burjuva sınıftan kabul ediliyordu. Profesyonel askerler ve subaylar. Bunlar da burjuvazi hanesindeydi. Polisler keza… Büyük tüccarlar, banka yöneticileri.. keza.. Başka? Gerçek küçük burjuvazi. Üretim aracına sahip küçük burjuvazi: Küçük üreticiler, esnaf, küçük tüccarlar, küçük tarla sahipleri, serbest meslek erbabı.. Avukatlar, doktorlar, özel öğretmenler, sanatçılar vb. Marx’ın kaybolacağını öngördüğü ara küçük burjuva sınıfı buydu. Öğrenciler de buna dahil edilirdi.

Tablo tamam mı? Eksik kaldı. Fabrikalardaki ustabaşılar, işçiyle çalışan teknik personel vb.. Marx’ın işçiden kastettiği sınıf, üretimi bizzat yapan ve üretim aracına sahip olmayıp, kaybedecek şeyi bulunmayan kol işçileriydi, beden işçileri. Ya da üstünden artı değer üretilen, ama ürettiği metada, verilen ücret dışında hiçbir hakkı bulunmayan kesim. Teknik adamlar veya ustabaşılar da ara bir sınıftı ama işçi kabul edilirdi, genelde, Marx ve sonrası literatürde.

Ya fabrikanın masa başı memurları, devletin küçük memurları, bankaların küçük memurları vb.. Bunlar genellikle patronun adamı olarak geçerdi ya da ara sınıf. Toplam sayıları ve siyasi etkinlikleri pek yüksek değildi, o yüzden üstlerine pek fazla şey düşünülmemiş, yazılmamış kesimler. Devlet memurlarının direniş yaptığı, greve kalktığı yakın on yıllara kadar pek bir yerde görülmemişti. İlla herkesi bir sınıfa sokmak icap ettiğinde küçük burjuva diye anılabilirler. İşçi sayılmamalarının nedeni, üretim aracına sahip olmamakla birlikte, görece ayrıcalıklı konumları, yetkileri, daha rahat çalışmaları, görece fazla ücret almaları, patronla veya devletle bireysel sözleşmeleri, işçiye göre daha bağımsız hareket etme pratiğinde olmaları, patrona veya devlete daha yakın konumda bulunmaları, bazılarının ev vb. gibi mülkiyetlere, emekli olma hakkına sahiplikleri… Kaybedecekleri bir şeylerinin bulunması idi. Devlet hizmetindeki avukat, öğretmen, doktorların, keza küçük memurlara göre de üstünlükleri bulunmaktaydı.

Sanırım bu konuda püf noktalarından biri de şu: Bir kişi salt ücretle çalışıyor bile olsa, ürettiği şeyden (mal veya hizmet), aldığı ücretin dışında da bir şeyler kazanabiliyor mu? Bir ayrıcalık, bir yetke. İşte o zaman, o kişi, işçilikten uzaklaşıyor, ara sınıf oluyor.  

İşte, bitecek denen o ara sınıfların bitmemesi, aksine büyümesi, Marksizmin dünya çapında yenilgisinin ana birkaç nedeninden biridir. Siyasal liberalizmin, Marksizm dışı solun, bu denli güçlenmesi de, o ara sınıfların gücünden kaynaklanır.

GELDİK GÜNÜMÜZE

Marksist yazılar yazmak, söylevler çekmek, hala para, bir miktar ün ve hatta küçücük partilerde siyasi liderlik konumu getirebiliyor. Bu anlamda Marksizm ölmedi.

Ama işçi sınıfını temel alan tek parti bile kalmadı artık. Ne üyelerinin, hiç değilse çeyreğinin, beden işçisi olması anlamında, ne ideolojik bakımdan. Dünyanın reel siyasetine (tüm Marksistler inkar etse de) Marksizm uymadı, ama başarıya ulaşmış “Marksist” Lenin var, Mao var, Castro ve hatta Chavez var. Bizde bu çizgide parti var mı, bunun şartı var mı? Şimdi onu tartışacağız.

Türkiye’deki durum aslında Avrupa’dan pek farklı değil. Farklılık, sınıf dağılımları bakımından büyük ölçüde kapandı, az bir şey kaldı. Bu durumda, Türkiye sınıflar dağılımına göz atmak, Dünya ortalamasına ve hatta Avrupa’ya göz atmak gibi sayılmalı. Dağılım oranları birbirine çok yaklaştı, ama gelir farklılığı (o da azaldı gerçi) hala belirgin.

Türkiye’de kaç çeşit işçi, kaç çeşit işçi sınıfı var?

Teknolojinin ilerlemesi ve yaygınlaşması ile birlikte, işçi sınıfı içinde salt beden emeği ile çalışanların oranı hayli azaldı. Kabaca, Marx zamanında, işçilerin yüzde 90-95’i beden işçisiyken, şimdi yarı yarıya diyebiliriz. Diyebiliriz diyorum, çünkü kol ve kafa işi arasındaki fark iyice belirsizleşti. Bugün sanayide ve hizmet sektöründe birçok işçi, hem kol, hem kafa işi yapıyor. İşçilerin eğitim düzeyi de arttı. Yakında işçilerin çoğu üniversite ve lise mezunu düzeyinde olacak. Belki olmuştur bile. Yakın gelecekte birçok işi aletler yapacak. İşsizlik daha da artacak. Belki nüfusun çoğunluğu işsizlik parasıyla geçinecek. Bu da ayrı konu. Şimdiye bakalım.

Marx’ın klasik tanımına uyan küçük burjuvazinin oranı biraz azaldı, ama toplam sayıları yine büyük yekun tutuyor. Köylülük de bitmedi. Ama öteki ara sınıflar azalacağına arttı. Çünkü masa başı işler Marx’ın tahmin edemeyeceği ölçüde, onlarca kat arttı. “Beyaz yakalılar” diye bir sınıf çıktı ortaya. İyi eğitimli, az veya çok yüksek maaşlı, sınıfsal anlamda kuş mu deve mi olduğu tartışılır bir meslekler yığını. Kimi “orta sınıf” dedi onlara. Kimi, işçi saymak istiyor. Şirket çalışanları, banka çalışanları, özel okul öğretmenleri, akademisyenler, doktorlar, avukatlar, yüksek maaşlı memurlar…

Herkes işçi! Üretim aracı, sermaye, şirket sahibi olmayan herkes işçi midir?

Gezi’yi bunlar yaptı deniyor. AKP’ye karşı laik cumhuriyet direnişinin sınıfsal temeli budur deniyor. Bunlar emekçi, emekçiler çok değişti, bunları işçi sınıfı kabul edebiliriz deniyor. Marksizmden de vazgeçmeyecekler illa ki! Gerçek işçilerin büyük çoğunluğu AKP’yi destekliyor. Bizim sol liderler, yazarlar sıradan işçiye yaklaşamıyor, yaklaşmak istemiyor. O zaman işçilik payesini onlardan alırız, eşimize dostumuza dağıtırız. İşçi değilsiniz siz! İşçi, Moda’da, Bağdat Caddesi’nde, Çankaya’da, Alsancak’ta oturan beyaz yakadır.  

Şimdi bu tüm grupları işçi sınıfı kabul etsek… Kabaca on milyon kadar emekçi, asgari ücretle ve bunun altında ücretle çalışıyor. Bunlar bile tek kategori değil. İçinde devletten yardım alan var, almayan var. Ailesinden destek alan var, almayan var. Evi olan, olmayan; bahçesi, köyü olan, olmayan… Geri kalan büyük yığın kabaca 1600 TL ile 16 bin TL arasında kazanıyor ayda. Hepsi işçi mi? 1600 TL’ye çalışan çöpçü, 1600 TL’ye çalışan avukat, 8 bin kazanan ofis çalışanı, 12 bin alan doktor… Hepsi işçi mi? Yılda 4-6 yurtdışı seyahat yapan mühendisle, aynı fabrikada 3000 alan tornacı aynı sınıftan mı? Milyonların tek ulaşım aracı belediye vasıtaları, bunlar, evinin önünde 2 arabası kullanılma sırasını bekleyen banka şefiyle aynı sosyal kategoriden mi? Bir evi olan öğretmen, iki evi iki yazlığı olan öğretmen ve hiç evi bulunmayan okulun taşeron işçisi… aynı sendikada, neyin kavgasını verebilir?

Marx, teoride tümden mi açık düşmüş? Hayır, isterseniz Marx’a dönelim. Yine ona göre işçi nedir, Marx bu sınıfa neden güveniyordu, o bilgiyi hatırlayalım:

Gerçek işçiliğin ölçüsü, Marx’ın, çözümlemeleri ve beklentisi doğrultusunda, sadece üretim aracına sahip olmak veya olmamak değildir. Eğer öyle olsaydı polisleri, askerleri de işçi kabul ederdi Marx. Marx’ın işçisi, hiçbir ayrıcalığı, başkaları üstünde yetkisi bulunmayan, tek güçlerini toplu direnişten alan, toplu çalışan, kaybedecek pek az şeyleri bulunan çalışanlardır. O devirde bunlar beden işçileriydi çok büyük çoğunluk itibariyle. Şimdi yetkisiz, ayrıcalıksız, görece daha düşük ücret alan tüm çalışanları bu kategoride değerlendirebiliriz. İşteki kafa emeği oranı arttıkça, genelde yetki de artıyor ve bu bir ayrıcalık, işçilikten uzaklaşma getiriyor… Dikkat.

Bence gerisi ara sınıftır. İlla Marksist terminolojiyi kullanacaksak bunlar “küçük burjuvazi”dir. Bazıları “orta burjuva” yerine geçer.

Kendine “Marksist” diyenlere tüm bunları hatırlatmaya zorunluyuz. Ya Marksizmi terk edin, içerden veya dışardan onu eleştirip yeni bir düşünce sistemi kurun, ya da Marksizme, hiç değilse sonraki liderlerinin ilkelerine uygun hareket edin.

Ben şahsen sosyalizm mücadelesinde tek bir sınıfa, işçi sınıfına dayanılmasını, bilimsel gerçeklerden uzak görüyorum. İşçi sınıfı önderliği ise, hem ideolojik, hem pratik bakımdan bir masal.   

İşçi sınıfı çok değiştiğinden, onun önderliği ve esas alınması sorunu tartışmalı olduğundan ve yukardaki tüm nedenlerden ötürü, çalışan tüm sınıfların, adına ister ara sınıf, ister beyaz yaka, ister küçük burjuva diyelim, önemsenmesinden, bunlar içinde çalışılmasından, bunların ilerici potansiyelinin değerlendirilmesinden yanayım. Bu kategorileri ve zaman zaman gösterdikleri  olumlu tepkileri, tutumları küçümsemiyorum.   

Ne var ki, o noktada başka büyük bir sorun veya ölçüt kendini dayatıyor: Diyelim bunlar, Laik Cumhuriyet’in savunulmasında, siyasal dinciliğe karşı görece bilimi, rasyonel aklı öne çıkarmada bir değerdirler. Ama asıl değerleri, karakterleri nedir? Bu konularda yazan az sayıda sol yazar ve liderin, bazen görüp, çok kez görmedikleri şey nedir?

Bu sınıflar, kapitalizmi üreten, seven, ondan hoşlanan sınıflardır. On yıllardır böyleler, şimdi de öyleler. Sosyalizm düşüncesine yakınlıkları yoktur. Kendi rahat yaşam biçimlerini tehlikeye sokacak etkinliklerden, grevden, hatta tüketim boykotundan bile uzak dururlar. Kapitalizme bu kadar meftun sınıflar ne kadar ilericidir? Mevcut üretim ve tüketim kalıplarını bu denli benimsedikleri, her bakımdan, yaşam biçimsel, estetik, edebi, etik… boyutlarda sistemi sağlamlaştırdıkları için, ne kadar dost sayılabilirler? O kalıplar, o üretim ve tüketim biçimi, o okudukları, o dolaştıkları… aynı zamanda emperyalizme bağımlılık kaynağıdır. Zaten birçoğu emperyalizmin kadrosuz ajanıdır. Siyasal İslam’ı, bu ülkede ve Dünya’da, hem dolaylı, hem doğrudan güçlendirenler de aynı sınıflar… Neresi dost?

Dolayısıyla, ara sınıfları, Marx’ın tarif ettiği işçi sınıfı yerine koyan sol siyasal liderler ve yazarlar, bu ara sınıfları temsil yarışındadır.   

Kanımca adını ne koyarsa koysun, (sosyalist, özgürlükçü, komünist, anarşist, cumhuriyetçi…) ilerici, solcu bir parti, gerçek işçi sınıfının, yoksulların, halkın hiç değilse etkide bulunabilecek, örnek gösterilebilecek bir kısmının gönlünü, desteğini, katılımını kazanmalıdır. Tüm politikalarını, onları kazanacak yönde kökten değiştirmelidir ve onlar içinde çalışmayı lafta değil, cidden önemsemelidir. “İşçi sınıfına bilinç dışardan götürülür” gibi geçerliliği kalmamış anlayışları terk etmelidir. Çünkü işçilerin siyasi bilinci, AKP’ye bile oy atsalar, aydınlarınkinden geri değildir. Dedik ya, birçoğu lise, üniversite mezunudur, interneti, televizyonları, gazeteleri, ortalama bir beyaz yaka kadar izlemektedir önemli bir kısmı. Dolayısıyla sözde solcuların, hem işçilere, hem de ülkeye hıyanetlerini pek ala değerlendirebilmektedir.

Hayır, yayınlarımıza bakın, işçileri önemsiyoruz diyeceklerdir hemen. Kendilerini kandırabilirler bu yalanla,  aklı başında insanları, hayır. Kürtçü politikalarla ekseni tamamen kaydıran ve emekçi sınıfların açık nefretini kazanan, işçi düşmanı DİSK, KESK gibi örgütlerden çıkmadan bu işe yeltenmeleri dahi mümkün değildir.

PKK ve onun legal örgütü HDP, yalnızca sosyalizm ve işçi davasını siyasi anlamda gündemden düşürüp, etnik kavgayı körükleyen örgütler değildir. Bunlar yalnızca emperyalizmin işbirlikçisi değildir. Bunlar aynı zamanda işçi katilleridir. 30 küsur yılda 105 öğretmeni, çok sayıda sağlık çalışanı ve doktoru öldürdüler. Kökeni Kürt veya Türk yüzlerce işçiyi hedef gözeterek öldürdüler. Örgüt içi ‘bin’e yakın infaz yaptılar. Başka örgütlerden, çoğu Kürt, yüzlerce “solcu” öldürdüler. Böyle faşistleri hala solda gören, onlarla aynı çatı altında ortak mücadeleyi savunan ÖDP-Halk Evleri-Birgün-HTKP-İleri Haber-Cumhuriyet vb. bu yüzden faşizmle işbirliği yapan aşırı sağ örgütler, yayınlardır. Hafif sıklet faşist örgütlerdir. PKK’yı kınar veya eleştiririz, ama HDP ayrıdır, diyenler de basbayağı faşisttir. Sıradan işçi bunun böyle olmadığını görürken, okumuşlar neden yalan söyler! Katilsever ve faşist oldukları için. CHP ve TKP de faşistlerle bağlarını koparmadıkları, değişik derecelerde koltuk temasını sürdürdükleri için faşizm sempatizanı örgütlerdir.

Faşist kavramını rahatça kullanırken, nefret saçtığımı, kin kustuğumu düşünmeyin. Ajan derken de öyle. Bu ülkede artık faşistin ve ajanın öyle çok çeşidini gördük ki, bunların taraftarları o kadar ezici çoğunluk ki, duygularımız da yalama oldu. Bazen kızıyorum, ama nefret edemiyorum. Hatta gül gibi geçinip gittiklerim de az değil. Dimitrov ne demişti: Faşizmin her yanı sardığı ülkelerde, faşist kitle örgütlerine girmek, oralarda çalışmak lazım!

Öyle mi yapmak gerek? Belki. Kişisel tercihe kalmış. Ama o da ayrı bir çıkmaz. Keşke bu sözde solcular, hıyanet içinde kendi kötülükleriyle kalsalar! Bu sözde sol yapılarla birlikte, AKP’ye karşı mücadele etmek, sadece ve sadece onu haklı çıkarmaya yarıyor ve yıllardır onu güçlendiriyor. ÖDP artı HDP artı CHP demek… Daha yıllarca AKP iktidarı demek.

Sonuç: Bugün solcu gibi görünen, ama mevcut rejimi güçlendiren sınıfların gerçekten ilerici bir rol üstlenmesi, koşulların köklü bir değişimine bağlıdır. Ağır bir ekonomik kriz veya hiç istenmeyecek bir savaş durumu… Şu anda bilinç ve örgütlülük düzeyi pek geri. Ağır bir krizde bile bu ülkeden ilerici bir hamle çıkması, yüksek olasılık değildir. Gerçek işçilerin önemli bir bölümünü kazanmak şarttır. Bunun için, şu anda yapılması gereken şey, dipsiz çukura düşmüş bilinç seviyesini ve ahlaki düzeyi bir parça yükseltmeye çalışmaktır.      

Son sözde tekrarlayalım: İşçi sınıfı bu aydınlardan akıllı. İşçi sınıfı, sol liderlerin, işçi katillerinin dostu olduğunu görüyor. AKP de korkunç büyüme ve para hırsıyla, her yıl iş kazalarında rekorlar kırdırıyor, binlerce işçinin ölümüne neden oluyor. Ama hiç değilse hedef gözetip işçi vurmuyor. O yüzden işçi sınıfı sola güvenmiyor.

Kaan Arslanoğlu         


  • Yusuf Güngören

    Yusuf Güngören 29.12.2017

    dünyanın en boş yazısı. disk kesk bilmem ne'nin aslında kime hizmet ettiğini 'cahil işçiler' biliyormuş da kendine aydın diyenler nasıl bilmiyormuşmuş. o işçilere sadece bunu değil başka şeyleri de soralım acaba ne düşünüyorlar. mesela aralarından yüzde kaçı atatürk'e beton kemal diye sesleniyor veya ne kadarının 'kürt' dendiğinde tüyleri diken diken oluyor. bir işçinin düşünce dünyasına bakarak o sendikaların niteliğini belirleyemezsiniz.

  • Mete Demirtürk

    Mete Demirtürk 17.09.2017

    Atlamışım Hocam, yazdıklarınız yalnızca ülkemizin değil, bütün bir dünyanın sorunu. Ve çözümsüzlüğü. Saygılar..

  • Mete Demirtürk

    Mete Demirtürk 16.09.2017

    Yazınız ve şu son yorumunuzla, harikasınız be Kaan Hocam. (elbet her daim) Şiddetin ölüm kusan yanını unutup neler döktürüyorlar... Kimselerin söyleyemeyeceğini, önce büyük bir cesaretle ve ardından bilgiyle, yaklaşamadıkları us'unla tıkır tıkır söylüyorsun. Bizler için önemli bir değersin. Hiç kimsenin, çalışmalarına engel olmasına ve seni üzmelerine izin verme! İçtenliğimi bağışla! Böyle döküldü sözler içimden bugün. Saygılar...

  • Kaan Arslanoğlu

    Kaan Arslanoğlu 16.09.2017

    DEVAM: Birkaç savaş ağasının keyfi, ABD teşvikiyle. Bir “sol” lider onca ölümden kendini sorumlu tutmuyor, kışkırtmaya devam ediyor. Cizre halkına bir gün bile sorulmuş mu, özerklik istiyor musunuz, hendekler kazalım mı, yollarınızı kapatalım mı, diye. Demokratikmiş! Böyle yığınla lider, yazar…. Radyasyonlu ellerinin değdiği muhalefet iflah olmuyor. Ne diyelim şimdi bu çevrelere. Ne ad verelim? Anketimize katılmak için bir önceki paylaşımımıza bakınız.

  • Kaan Arslanoğlu

    Kaan Arslanoğlu 16.09.2017

    Devam: Şırnak Milletvekili Aycan İrmez’e göre ‘90’lı yılların Cizre’si tarih oldu, 2015’lerin Cizre’sini yaşıyoruz.’ Hiçbir şey kaldığı yerden basitçe devam etmiyor. Ne Sarayın savaşı ne de kulübelerin direnişi… Top atışına, keskin nişancıların silahına, helikopterlerden açılan ateşe karşı hendeklerle, barikatlarla sürdürülen bir direniş! Cizre’de yaşananlar üzerine çok şey yazıldı, konuşuldu. Ama esas konuşulması gereken uzun zamandan bu yana Kürt siyasi hareketi tarafından tartışılan demokratik özerkliğin savaş konjonktüründe kent merkezlerinde silahlı bir eylem çizgisi üzerinden ilan edilmesidir. Kürt siyasi hareketinin Sarayın savaşına karşı verdiği yanıt kentlerde silahlı öz-savunmayı içeren Demokratik Özerklik ilanı oluyor.” Baştan başa sol düşünceyi, muhalefeti, rezil rüsva eden yalan dolu bir bilinç. Binlerce Kürt genci öldü o hendeklerde. Yüzlerce alakasız sivil öldü. Yüzlerce gencecik asker, polis. Devam edecek

  • Kaan Arslanoğlu

    Kaan Arslanoğlu 16.09.2017

    Devam: Oysa AKP için, böyle düşmanlar oldukça başka dosta gerek yok. Her yapıp dedikleri iktidarı haklı çıkarıyor, onu güçlendiriyor. Taş’ın şu demecine bakın örneğin: “14 Eylül Pazartesi günü Cizre’deydik. Sekiz günlük yoğun kuşatmanın, ablukanın, ambargonun ardından Cizre halkına başsağlığı, geçmiş olsun dileklerimizi ve dayanışma duygularımızı ilettik. Zulmü lanetledik, direnişi ve onuru alkışladık. Sarayın kulübelere açtığı iflah olmaz savaşın bütün şiddetini, zalimliğini, acımasızlığını gördük. Sarayın savaşına karşı kulübelerin onurlu direnişine de tanıklık ettik. “Saraydan değil, yerelden kendi demokrasimizle yaşamak istiyoruz” diyen Cizre halkının taleplerini dinledik. Bütün baskıya ve devlet terörüne rağmen Cizre halkı yaralı kalplerinde sevgiyi büyütüyor. Sadece kendileri için değil bütün halklar için sevgi üretiyor. Sekiz gün boyunca halkın deyişiyle Cizre’de bir irade savaşı yaşanmış. Halk irademizi kıramazlar diyor. Devam edecek

  • Kaan Arslanoğlu

    Kaan Arslanoğlu 16.09.2017

    Konuyla ilgili Fesbuk paylaşımlarımızdan birini daha buraya kaydediyorum: Perinçek’i, Ergenekon’dan içerde olduğu birkaç yıl dışında hiç desteklemedim. 1977’den beri öfkelenip dururum kendisine. Bir teorik bahane bulur, muhakkak devleti ve iktidarı destekler. Şimdi de AKP’yi destekliyor. Tahliyelerden beri böyle. Fakat hiç değilse referandumda “hayır” dedi. Ve fakat ne yaparsa, açıktan yapar, açıktan söyler. Bu durumda bizim soyut zeka yoksunu solcularımız, ne yaptığını, ne dediğini hemen anlar. O yüzden de muhalefet için diğerleri kadar tehlike arz etmez. Alper Taş gibiler, bilumum sosyalistlerimiz, komünistlerimiz, liberallerimiz öyle midir. Sözde en keskin AKP karşıtlarıdır. Her yaptıkları, dedikleri müthiş muhalefet diye alkışlanır. Alper Taş “Adalet Kurultayı”na da katılmış, konuşması pek beğenilmiş. CHP’ye akıl öğretmiş. Soyut zeka yoksunu solumuz bunu muhalefet, bunu direniş sayıyor. Oysa AKP için, böyle Devam Edecek...

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 14.09.2017

    Komünistlik, sosyalistlik, devrimcilik kültür, bilinç, gelişmiş bir vicdan ve eşitlik, adalet duygu ve iradesinin varlığını kişiliğinde billurlaştırmış insanların işidir. Size bize düşen düşündüğün gibi inanmak ve inandığın gibi yaşamaktır. Düşünce va inançların bu ilkeler üzerinedir. Saygılarımla...

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 14.09.2017

    Sanat-edebiyat kültür alanın piyasalaştırılmasının en büyük alıcısı ve taşıyıcısı bu kesimlerdir. Vicdan ve adaletten yalıtılmış piyasa kültür diğer yoksul sınıflarında ufkunu karartır. Bu kesim bununda taşıyıcısıdır. Orta sınıfların pür-ü meali kısaca budur.Bu sınıf sosyalizme kapalıdır. Özgürlük eşitlik adalet, laiklik, hukuk, hukukun üstünlüğü ve evrensel insan hakları temelli ve hedefli mücadelelerde de eklektik tutum takınır zamanın yükselen ruhuna uygun tavır alır. Kılıçdaroğlunun yaptığı adalet mitinginde yüksek katılımla yer alması, plebisitteki İradi kararı ve içeriği de bu minvaldedir. Türkiye’nin, Klasik Marksist komünist, sosyalist ve egemen millet ulusalcılığın savunucusu entilijensiyası da küçük burjuva orta sınıfın ta göbeğinden çıkanlardır. +++

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 14.09.2017

    Gelişmekte olan geç dönem kapitalistleşmiş ülkelerde de aynı manzara görülüyor. Bu ülkeler yılda tüketim % 5-6 oranında artıyor. Büyümelerde bazen farklılıklar olsa da aşağı yukarı bu oranlarda gerçekleşiyor. Daha yüksek satın alma ve tüketme güçleri, daha fazla eğitimleri, ayrıcalıkları taşıyan yetkeleri ve statükoları bulunan bu kesim devlet ve yönetimleri üzerinde sürekli bir algı baskısı yaratır. Eğitilmiş meslek sahibi, orta ve üzeri gelir sahibi, orta sınıfları memnun etmek zordur. Memnuniyetsizlikleri yüksektir. Sürekli sarkaçları bir oyana bir buyana sallanır. Varlıklarının ve statükolarının devamı riske girdiğinde mevcut olan veya yeni gelişen güce yaslanırlar. Bedel ödemek yerine hep kazanın yanındadırlar. Demokrasi, özürlük, eşitlik, adalet, hukuk ve rejim meselelerinde zamanın ruhuna ve konjonktüre göre tutum alırlar. +++

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 14.09.2017

    Bugün bahse konu alana ait analiz verilerinde dünyanın 3.2 milyar nüfusu, günde 15 ila 110 dolar günlük kazancı olanlar orta sınıf kategorisinde tanımlanıyor. 5-6 yılsonunda 1 milyar insanın bu guruba katılacağı bunun % 88’nin Asya ülkelerinde olacağı ileri sürülüyor. Bu durum siyaset düşüncenin ve siyaset oluşturucularının üzerinde önemle durması ve sorular sorulmasını gerektiren çok önemli bir vakıadır. Gelişmiş ülkeler orta sınıfları, ortadan kaldırılan sosyal devlet, emek yoğun ve orta teknoloji üretim üretimlerin rekabet ve daha fazla kar için yeni üretim coğrafyalarına kayması, kaybedilen işler, sabit kalan veya düşen gelirler, teknoloji nedeniyle daralan iş imkânları sonucunda aşırı sağda sesini bulan isyan dalgalarına destek veriyor. Kıta Avrupa’sında ve ABD’de realite bu. +++

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 14.09.2017

    Orta sınıflaşma ve siyasi tutumları meselesi üzerinde itina ile durulması gereken bir konudur. Orta sınıflara tek yönlü toplumsal, siyasi işlev, tutum ve aidiyet atfetmek doğru değildir. Ara sınıf olarak eklektik yapıları öne çıkar. Ekonomik siyasi konjonktürel durumlara göre tutum değiştirirler. Klasik liberaller orta sınıfların varlığını ve gelişmişlik düzeyini burjuva demokrasisinin ön koşulu sayar. Ancak bu izafi bir tamlamadır. Orta sınıfların Faşizmin potansiyel tabanı ve destekçisi olduğu yaşanmışlıklarla sabit çıplak bir realitedir. Bu sınıfın bu tutumunun yegâne sebebi sınıfsal konumlarını, gelirlerini, servetlerini ve toplumsal konumlarını kaybetme korkularıdır. O korkuyu hissetmeye başladığında kitlesel olarak kendilerini koruyacağına inandıkları gücün arkasında saf alırlar. Korku rasyonel aklı bozar. Otoriter, totaliter ve Faşist rejimlerin toplumsal desteği artar ve önü açılır.+++

  • Süleyman Sırrı Kazdal

    Süleyman Sırrı Kazdal 14.09.2017

    ahan da söylüyorum,"biji obamagiller".

  • Kaan Arslanoğlu

    Kaan Arslanoğlu 14.09.2017

    ANKET DEVAM: Ama başka sözcük de bulamıyorsun. Ortak bir dil kullanman lazım. Siyasi anlamda ona can düşmanı olduğunu belirtmen gerek. Ortak dilde böyle bir kavram yok. Bunların bu zombiliğini anlatacak başka sözcük yok. Bu sözcük ortaya çıkacaksa biz bulacağız. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir sorun, böyle bir saçmalık yok. Solcu faşistseverlerin bu kadar bolluğu yok. Ellerinde Cumhuriyet, Birgün gazetesi, bir yığın Radikal tayfası vampir gibi çevremizde dolaşıyor. Tanıdık, arkadaş, dost… Bunlar aynı zamanda emperyalizmin amatör ajanı. Aralarında profesyoneller de bol. “Ajan” diyorsun, o da artık bir şey ifade etmiyor. Eskiden bir solcuya “ajan” demek en katlanılmaz hakaretti. Şimdi iltifat kabul ediliyor. Nasıl bir kavramla tanımlayalım biz bu arkadaşlarımızı? Cevaplarınızı bekliyorum. En güzel ve işe yarar yorum ve öneri yapanlardan 10 kişiye “halkların kardeşliği” için değil, insan kardeşliği için GÜNEŞ-DİL kitabımızdan göndereceğiz.

  • Kaan Arslanoğlu

    Kaan Arslanoğlu 14.09.2017

    ANKET: Konuyla ilgili bir anket koydum fesbuka. Buradan da cevap verebilirsiniz: ANKET: Kişi solcu. Kişi HDP’yi de solcu görüyor, onu hiç aklından çıkaramıyor. 30 yıldır insan doğrayan PKK gibi bir güç var. “Ama onların davası haklı” diyor, bu cinayetlere bir koyun kadar bile duyarlı değil. Sıkışınca PKK ayrı HDP ayrı diyor. Devlet’in cinayetlerini gösteriyor. Mağduru oynuyor. Devletin hukuksuz cinayetlerine senin de karşı olman önemli değil, PKK’yı gösterdin mi “sen faşistsin” diyor. Hukuksuz cinayetler dışında devletin bu konuda meşru, kendi tarafının savaş çıkartan olduğunu kabul etmiyor. Ama halk bunu görüyor. Çünkü her gün canı yanıyor. Ve bunlar yüzünden sol, 30 yıldır belini doğrultamıyor. Kişi, defalarca anlatılmasına karşın bunu bile göremiyor. Solun sol olma, toparlanma ihtimali bile olmadığını göremiyor. Bunların birçoğu arkadaşın, dostun. Mesafe koymak istiyorsun, olmuyor. Sen faşistsin, diyorsun, “sensin asıl faşist” diyor. “Faşist” kavramı yalama olmuş. DEVAM EDECEK

  • CEMAL ÖZTÜRK

    CEMAL ÖZTÜRK 14.09.2017

    Süleyman Demirel, sanırım 1980 öncesinde şöyle demişti. "Bana milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz." Yıl 2017 Ak-parti başkanı+ cumhur- reis RTE aynı şeyi tekrarladi: " Islamla terör bagdasmaz. Hiç bir imam hatipli teröre bulaşmaz. " yani bana Müslümanlar dünyada cinayet işliyor dedirtemezsiniz demeye getirdi Şimdi gelelim HDP markalı sola: Ben ne zaman PKK cinayetlerinin hangi demokratik mücadele ile bağdaştırdığıni sorsam bu cenahtan da yukarıdaki gibi bir tepki verdiklerini rahatlıklıkla söyleyebilirim. " Siz onca devlet zülmüne uğramış mazlum bir halkın hakkını savunan bir örgüte terörist diyemezsiniz." " Çünkü onlar özgürlük savaşçısıdır." Ben de cevap veriyorum ÖSO nün da başına özgür kelimesi geldi diye onun emperyalizmin bir vekalet savaşçısı olmasını inler mi" Sevgili Kaan Bey, Ben bu zevata sadece " felsefesiz kafirler" diyorum.

  • Akif Akalın

    Akif Akalın 14.09.2017

    Sevgili Kaan, daha önce anlattım ikinci baskı olacak kusura bakma. Geçen sene Çanakkale'de Aşırı Teşhis, tıpsallaştırma eksenli bir sunum yaptım. Aslında yaptığım şey camiada olan biteni bir tür KAVRAMSALLAŞTIRMAK. Toplantının sonunda genç bir doçent arkadaş söz istedi ve bana "hocam sizin bu anlattıklarınız NAMUSSUZLUK" dedi. Düşündüm, gerçekten haklıydı. Yani bir hekimin hastasında olmayan bir durumu varmış gibi göstermesi NAMUSSUZLUK değildir de nedir. Aslında biz aşırı teşhis falan diyerek belki istemeden namussuzluğu bir şekilde gizlemeye hizmet ediyoruz. Senin sorun da aynı. Şimdi HDP'nin peşine takılan bir "solcuya" ne denir? Bilmem anlatabildim mi?

  • Kaan Arslanoğlu

    Kaan Arslanoğlu 14.09.2017

    Sayın Arslanoğlu, kendi sorduğu ve konuyla ilgili sorulara cevap bekliyor.

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 14.09.2017

    Sayın B.Ö. size cevap vermeyeyim , diyorum ama yangına körükle gidiyorsunuz. 1. Benim sanal bir dünýa yaratıp o dünya içinde yaşadığım algısını yorumunuzda betimleme çabanız, şahsımı ince alaya almaya çalışma uğraşı, bana yapılmış bir hakarettir. Bu her şeyden önce büyük bir ayıptır. 2. Yorumunuzda yaptığınız absürt işçi tanımlarına cevap vermeme kararımda kendimi zor tutuyorum. Grev sorusu siyasi bir soru, ona herhalde Sayın Arslanoğlu cevap verir.

  • Kaan Arslanoğlu

    Kaan Arslanoğlu 14.09.2017

    Bu tür "solcular" için "faşist" kavramını kullanalım mı? Değerli Ali Rıza Özkan ve M.K. Adatepe ile face sayfasında bu konuyu konuştuk. Faşist demem kışkırtma için değil. Taktik icabı değil. Faşist kavramının yalama olduğunu ve kimse için artık bir şey ifade etmediğini de biliyorum. Zaten amacım hakaret de değil. Farkımızı ortaya koymak ve biz aslında siyasi düşmanız mesajını hem onlara vermek hem kamuya vermek. Bunu anlatacak başka bir kavram bulamadığım için mecburen böyle diyorum. Ama onların, yani birçok arkadaşımın bu akımlara uymak suretiyle faşist olduğundan da eminim. Sadece bir terminoloji sorunu var. Bu konuda bir anket çalışması yapacağım sanırım. Sadece Türkiye'de görülen bu olguya bir ad bulmamız lazım. Bu adı biz bulacağız. Bir de HKP hakkında bilgi sormuştum. Kimseden (ilk başta yazan Özgür bey dışında) bu konuda bir bilgi, görüş gelmedi.

  • Bahadır Özdemir

    Bahadır Özdemir 14.09.2017

    H Ünsal derin bilgi ve kültürüyle bana gereken dersi verdi ve kimyamı bozdu. Kendisini kutluyor ve özür diliyorum. Peki bu bağlamda Kaan Arslanoğlu'na sorayım. Ürettiği ürüne yabancilastirilmis işçilerin grev yapma hakkı ve gücü ne kadardır? Yani örneklerde verdiğimiz gibi adam otomobil fabrikasındaki kalifiye (aslında tabi kalifiye değil, gerçekte taşeron ya da işte patronun adamı) işçiler dışındaki bütün herkesi işten atıp, B sınıfı ehliyet şartıyla yerine yeni eleman alır ve bir kaç ay içinde de aynı işi yaptırmaya başlar. Ya da işçinin grev yapabilme hakkı, soğuk savaş donemine ve Sovyetler birliğinin ülkeleri işgal etme ihtimaline karşı alınmış bir tedbir miydi ki bunlar ortadan kalkınca sendika ve grev kavramları bugünkü duruma getirildi? (B.Ö.)

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 13.09.2017

    Sayın Akalın, benim sözüm sizin düşüncelerinize değil o önderin edimlerinedir. O zatı muhteremi çok dikkatli takip etmeye çalışıyorum. Komünist bir partinin kadroları ve propagandistleri sizin tanımladığınız dili siyasi gerçekleri açıklama faaliyetlerinde kullanmalıdır. Yaşanmış gerçekler bunun kanıtıdır. Yakın geçmişin teçrübelerinden bunun zorunluluğunu ve sonuçlarını iyi biliyorum. Birçok somut metodolojik örnekle sizi destekleyebilirim de şimdilik kalsın. Daha önce ifade ettiğim gibi bir strateji kurmak gerekir. Ama partinin bu stratejiyi bilfiil uygulayacak kadroları yoksa ya da var olanların böyle bir sorumluluk duyguları, inanç ve enerjileri yoksa işler nafiledir. İnsan inancı ve ruhu ile yaşar. Bir ideale inancı olan hiçbir şey yapamıyorsa sizin yaptığınız yapar ve sonuç alır.

  • Akif Akalın

    Akif Akalın 13.09.2017

    Bence mesele ÖNCELİKLE adına mücadele ettiğin insanlara DERDİNİ anlatabilmekte. Bunun için DİLİN önemli olduğunu düşünüyorum. Birçoklarının benimle DALGA GEÇMESİ riskini göze alarak iddia ediyorum ki Türkiyeli KOL EMEKÇİLERİNİN yüzde 1'i dahi kapitalizm, emperyalizm, sosyalizm gibi sözcükleri anlamıyor. Ama bu sözcükleri hiç kullanmadan da eşitlik için mücadele edildiği anlatılabilir. Bunu hasbelkader ben yaptım ve oldu. Tıp Fakültesi'nde dersin adına SOSYALİST TIP deseydim, CHP iktidarında bile ders müfredata giremezdi. Ben de TOPLUMCU TIP dedim, kabul ettiler. Ben emekli oldum ama ders hala devam ediyor. Şimdi SOSYALİST sözcüğünü kullanmamakla ne kaybettik? TOPLUMCU sözcüğünü kullanarak belki 8 yılda yüzlerce öğrenci SOSYALİST TIBBIN ne olduğunu öğrendi, fena mı oldu? Toplumcu sözcüğünün de sosyalistin Türkçesi olduğunu derste öğrendiler. Milletimiz gariptir, her lafi kaldırmaz diye başlayan bir deyiş boşuna çıkmamıştır. Mesele bazen basitlik olabilir. Saygılar.

  • Kaan Arslanoğlu

    Kaan Arslanoğlu 13.09.2017

    Arkadaşlar, hiç yere koptu yine bir kavga. Bağırma çağırma. Sakin olun lütfen. Yazıya odaklanın. H. Ünsal dostum, bana attığın mailde yazının ne kadar üst nitelikli, ufuk açıcı olduğunu söylüyordun, buraya yorum yazacağım dedin, bir baktım uzun uzun Rusya tahlilleri... :) Burada bazıları yazıyı küçümsemeye kalkıyor, onlara da bir cevap yok. :) Neyse, B.Ö'ye bir şey diyeyim. Marksizm Ford sistemi çıkınca iflas etti diyor. Ford sistemi de önemli tabii, hiçbir şeyi göz ardı etmemek lazım. Ama o çıkmadan da manifaktürden fabrikaya geçişle otomasyon başlamıştı daha basit şekliyle. Marx'ta var bu. Ayrıca Marx'ın teorisinin temeli, en çok ele aldığı konulardan biri, işçinin ürettiği ürüne yabancılaşmasıdır. Burada kendimce bir katkı, yorum yaptım, kavga sırasında güme gidiyor. Marx'ın kaybolacağını öngördüğü orta sınıfın büyümesi. Liberalizmin ve liberal faşizmin sınıfsal kaynağıdır. Buna bir şey deyiniz bir de. Saygılar.

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 13.09.2017

    Sayın B.Ö. siz hangi gerekçelerle benim büyülü bir dünyada yaşadığımı söylüyorsunuz. Haddinizi bilin. Bir zamanlar öncesine kadar bu sitede her şeye nane molla Dizel Borsa mahlaslı megoleman bir zat vardı. Yorularınızla aynen ona benzemeye başlıyorsunuz. Bana ne siz nede başka bir zevat o ettiğiniz büyülü müyülü laflarla ithamda, eleştiride bulunamaz. ADAMIN KİMYASINI BOZARIM. DİKKATLİ LAF EDİN, HADDINİZİ BİLİN.

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 13.09.2017

    Sayın Akalın, komünistlerin toplum hayatına yön vermek ve dünyayı değiştirmek, dönüştürmek gibi bir dertleri, idealleri varsa; özgürlük, eşitlik, adalet, hukuk, hukukun üstünlüğü, evrensel insan hakları için mücadelelerini salonlarda değil, o önderi oldukları sınıfların içinde çalışarak; bu umdeleri sosyalizm hedefi ile bütünlük içinde ideolojik ve siyasi faaliyet yürütmelidirler. Oysa onlar bu tür faaliyetleri düzeni onarmak olarak görüyorlar ve “sosyalizm her zamankinden daha yakın” başlıklı makaleler yazmakla ve söylemlerle okyanusun beyaz dalgalarında kendi kendilerine yüzüp, kendi deryalarının derinliklerine dalıyorlar. Sonrada “basit anlatım” üzerinden enginleri fethetmeye çalışıyorlar. Mesel basitlik- derinlik değil, doğru siyasi strateji kurmak ve onun amaç ve araçlarını doğru yönetebilmektir. Size ciddi olarak saygı duyarım. Bu vesile ile en içten saygılarımla düşüncemi ifade etmiş olayım...

  • Bahadır Özdemir

    Bahadır Özdemir 13.09.2017

    Sayın H. Ünsal. Büyülü bir dünyada yasadiginizdan dolayı duyduğunuz heyecan nedeniyle coşku kelimesini kullandım. Bu teknoloji ne kadar büyüleyici bir şey değil mi? Geçen bir radikal İslamcı da videosunda "Yarın öbür gün belki de ışınlanmayı da icad edecekler. Ondan da istifade edeceğiz inşallah" diyordu. Ama biz maalesef sizin yaşadığınız dünyadan farklı bir dünyada yaşıyoruz. Bizim yaşadığımız dünyada 55-60 yaşlardan 40 li yaşlara düşmüş kalp damar hastalıkları, 65-70 yaşlardan 50 li yaşlara düşmüş kanserler, antidepresan ilaç kullanan yuzbinlerce insan, uyuşturucu bağımlısı gençler, istedikleri yerde ameliyat olmak için para bulamayan insanlar gibi şeyler var. Bilgisayar kullanımı nedeniyle insanlarda kaç yaşında katarakt gelişeceğini biz de ileriki yıllarda gözlemleyecegiz inşallah. Yani tabii biz, ölümü bekleyen insanlara "ileride bu hastalığın tedavisi icat edilecek. İnşallah siz de istifade edersiniz diyemiyoruz. Bu nedenle sizin yaşadığınız muhteşem dünyayı kıskandım. (B.Ö.)

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 13.09.2017

    sorun küresel pazarlar için 3-4 segment oto ile rekabetçi olabilmektir. Otomobilden daha önemlisi tank üretebilmektir. Bugün o da motoru hariç üretiliyor. Motoru da yerli olarak üretilir. Sorun degildir. Devasa bir dizel motor. senede kaç tank üretilecek? fabrika yatar. Mesele üretememek değil kapitalizmin doğasıdır. Ayrıca bu ifade etmeye çalıştığım üretim teknolojisi orta teknoloji gurubuna girer. Önemli olan mikro elektronik teknolojisine ve üretim üslerine sahip olmaktır. Siz galiba doktorsunuz mesela siemens ameliyet yapan çerrah robot üzerinde çalışıyor mesele orada olup olmamaktır. 30 yıl sonra o robot senin meslegini elinden alaçak. Sevin şairliğini elinden almayaçak ama hatalı operasyon sonrası yaptığı hatalarını analiz ederek kendini hemen yenileyecek.Nereye gidiyoruz, neler olacak diye düşünmek lazım...

  • Akif Akalın

    Akif Akalın 13.09.2017

    10 Eylül'de TKP'nin kuruluş yıldönümünde Kemal Okuyan bir konuşma yaptı. İlk kez bir solcu liderin sosyalizmi çok ama inanılmayacak kadar çok basitlikte anlattığını ve aynı basitlik ve anlaşılırlıkta örnekler verdiğini gördüm. Mesela memlekette binlerce insan sokaklarda yatarken bir kişinin 10 tane evi varsa o evleri elinden alacağız dedi. Buna benzer birçok örnek verdi. Partililere de insanlarla böyle konuşun, sosyalizmi böyle anlatın dedi. Düşünüyorum da eğer sol örgütler topluma sosyalizmi Kemal Okuyan gibi anlatmaya başlarlarsa üyelerinin BÜYÜK bir kısmını yitirebilirler, fakat bunların yerine çok daha fazla GERÇEKTEN SOSYALİZMDEN ÇIKARI OLABİLECEK insan kazanabilirler. Bu durumu sol örgütlerin YAPISINI değiştirebilir. Ben hala sol örgütler EŞİTLİĞE vurgu yapar ve bunda SAMİMİ olurlarsa solun bir şansı olabileceğine inanıyorum.

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 13.09.2017

    Sayın Özdemir, "H. Ünsal sizin düşüncelerinizi bayağı bir coşkulu gördüm." şimdi bu ne demek? Düşüncelerimde çoşku değil göz nuru, emek ve gözlem vardır. Otomobil üertmek nedir ki? hiçten de az bir şey. Türkkiye'nin mühendisleri, teknisyenleri ve de o sadece cıvata sıkmaktan mutevellit malları ortada olan işçileri tamamı yerli-tek tek saymayayım bazı elemenları her oto üreticisi o işte uzmanlaşmış ve teknoloji geliştiren küresel tekellerden alır. Mesela bocsh mamulleri. Bunları onlardan alırsın- otomobil üretebilir. Burada herhangi bir sorun yoktur. Devam

  • Özgün Ulusoy

    Özgün Ulusoy 13.09.2017

    Sayın Arslanoğlu, Öncelikle insanları 2 kilometre kaçıracak olan sizin "...işçi sınıfını temel alan tek parti bile kalmadı artık." cümlenizdir. Bu cümle biz HKP'lilere haksızlıktır. Gecesini gündüzüne katan yoldaşlarımıza haksızlıktır. Çok uzağa gitmenize gerek yok, size yazılarını gönderen yoldaşımıza sormanız yeterli HKP'nin etkinliğini açıklayan olaylar için. Şu da doğrudur, bu eylemler yaygın değil. Çünkü bizim küçük burjuva tabakamız "yaşam alanını korumayı" tercih ediyor. İşçi sınıfımızın ise girişim ruhu, üzerine yüklenen yüklerle zedelenmiş durumda. Dolayısıyla insan gücü bakımından yeterli değiliz. Yine bahsettiğiniz gibi parti şovenizmi ile kendimize söz söyletmemek için de yazmadık. Ancak hakkımızı da yedirmeyiz kusura bakmayın. Yine bilincin dışarıdan verileceği meselesinde yanılıyorsunuz. Tüm insanlar bilincine dışarıdan sahip olur ve olayın içinde olarak kavrar. Kıvılcımlı'yı takip ettiğinizi biliyorum. Bence konu üzerine yine buradan "suyu içebilirsiniz"

  • Kaan Arslanoğlu

    Kaan Arslanoğlu 13.09.2017

    HKP hakkında bilgisi olan da lütfen yazsın. Kitle eylemlerinde her yana ve en görünür yerlere en başarılı parti bayrağını asan grup olarak dikkatimi çekmişti. Bir tek başkanlarını tanıyordum medyadan. Söylemleri çok harbi ve doğru görünüyor, öyle ki sanki en yakın olduğum grup. Ama bir o kadar da altı doldurulmamış ve kaba geliyor. Daha sonra uzaktan tanıdığım ve olumlu bir karakter olarak bildiğim bir doktor arkadaşım hergün onların bildirisini göndermeye başladı. Şimdi de altta yorumunu yazan bir vatandaş. Ama bu sonuncusu parti temsili açısından feci. Bu yaklaşımı gören HKP'den iki kilometre kaçar. Bilgisi olan lütfen yazsın. Gerçekten bunların ciddi işçi çalışmaları var mı? Güçleri nedir? Güçlü olsunlar, işçiler arasında çalışsınlar bu bizi ancak memnun eder. Yeter ki artık bıktığımız, aklı başında yüzbinlerce solcunun artık tiksinme noktasına geldiği örgüt çakallığı yapmasınlar. Olumlu herkesi, her işi destekleriz.

  • Kaan Arslanoğlu

    Kaan Arslanoğlu 13.09.2017

    Yazıda konuyla ilgili işlemediğimiz birkaç şey var. Bir arkadaş yorum yazdı: "Solu işçiler yozlaştırıyor" Sol işçilere pek bulaşmıyor ki yozlaştırsın. Ama işçilerin öneminden bahsettik, hiç mi olumsuz yanları yok siyaset açısından. Beyaz yakalılar için sistemi hergün üretimleri ve tüketimleriyle üretiyorlar dedim. Ve bunun karşılığında maddi ve yetkesel belirgin bir kazanım elde ediyorlar. İşçiler de aynı şeyi yapmıyor mu? Ciddi bir sorun. Her ne kadar onların kazanımları pek az olsa da. Sistemin tüm kirliliğini onlar üretmiyor mu? İnşaatları, yolları, betonlaşmayı, otomobilleri, HES'leri, silahları. Ağaç katliamını bunlar yapmıyor mu? Çevrecilerin karşısına bunlar çıkmıyor mu ellerinde sopalar! Gezi'de ağaç kesen, çadırları söken bunlar değil mi? Bir de EMEKLİ SINIFI var. Marx zamanında yoktu böyle şey. Üretmeden sadece tüketen, her ay devletten maaş alan kesim. Hangi sınıftan ve bunun artması ne sonuç getirir. İşsizlik parası alanlara yazıda dokunduk. İncelemeyi tartışmayı bekler.

  • Bahadır Özdemir

    Bahadır Özdemir 13.09.2017

    Söylediklerimin pek kolay anlaşılmadığını herkes söylüyor. Bazen ben de ne dediğimi anlamıyorum. Talebiniz üzerine ilk yazdığım yorumu kamus falan açarak yeniden inceledim ve şöyle bir sonuç ortaya çıktı. Şair her ne kadar değişik bir şeyler söylüyor gibi gözükse de gerçekte demek istediği şey şu: "Abi işçi falan diyorsun ama mal ortada. Heriflere neyi nasıl anlatabilirsin ki?" Dolayısıyla yorumumda hem bir soru, hem serzeniş hem de dinazorlara yönelik eleştiri var. Sayın H. Ünsal sizin düşüncelerinizi bayağı bir coşkulu gördüm. Ama yine de anlattığımız otomobil işçileri benim ilk yorumumu destekler nitelikte. Bana fabrika göstermek şimdilik kalsın. Ama kalifiye iscileriniz ve robotlarınızla yerli otomobil üretmeyi deneyebilirsiniz mesela.(B.Ö.)

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 13.09.2017

    Sonra da imkânlar bulup üretim faaliyetlerinin gerçekleştirilmesini çıplak gözle gözlemeniz, ayrıca buna ilişkin de sorular sorup cevaplar alıp vermeniz gerekir. O sitede her şeyi bilen ve yapan kalifiye işçi 9 saatte bir arabayı ürettiği yazıyor. Zırvalık. Araba üretimi ilk üretildiği dönem dahil kollektif bir iştir, üretimdir. Bugün otomobil üreten fabrikada çalışan her işçi 1914'te arabayı üreten o kalifiye işçiden teknik olarak da, beşeri olarak da daha bilgili ve bilinçli. Size buradan söz veriyorum: “Fordist” üretim bandının çok daha gelişmişi robotlarla işçilerin birlikte üretim yaptığı bir fabrikayı gezmenizi sağlayacağım. Siz sadece zaman ayırın. Belki o zaman gerçeği arama merakınız farklılaşır. Saygılarımla…

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 13.09.2017

    Sayın Özdemir, Kaan’ın yazısına ilk yorum yapanlardansınız. Ben sizin bu “fordist” üretim modeli üzerine düşüncenize karşı yorum yazmayı düşünüyordum işim çıkınca vazgeçmiştim. Zati muhterem, Kaan'ın yazısını doğru anlamışsınız. Kaan tam da dediğiniz gibi “düştüğümüz bu durumdan nasıl çıkarız” diyor. Sorular sorup cevaplar veriyor. Ancak sizin ilk yorumunuz bu tespitinizi söylemiyor. Ne Marksizm ne de kapitalizm ve kapitalist üretim sistemlerinin metodolojisi referans verdiğiniz “uyduruk” sitelerin 2 sayfalık yazılarından öğrenilemez. Bunun için ciddi yoğunlukta literatür sayfalarında göz nuru dökmeniz gerekir. Devam.

  • ismail kaptan

    ismail kaptan 13.09.2017

    safra atmak:birlikte bulunulması zararlı olan, sıkıntı veren bir kimseyi ya da şeyi uzaklaştırmak.insana hiçbir şey katmayan bir türlü kurtulmayı başaramadığımız gereksiz tiplerdir.safraları atınız SOL YUKARI.SOL YUKARI.SOL YUKARI.Denizaltının su yüzüne çıkması gibi solda hayatın tam ortasına böyle çıkacak.Kaan bey safraları atalım diyor.selam ve sevgiyle.

  • Bahadır Özdemir

    Bahadır Özdemir 12.09.2017

    Bu konuya yorum yazarak talihsiz bir şekilde bulaşmış oldum. Bu nedenle maalesef zorunlu olarak tartışmaya katılacağım. Seri halde gelen son 10-12 yorumun konuyla ve yukarıdaki yazıyla ilgisini bir türlü kuramıyorum. Kaan Arslanoğlu herhalde yani ki "Düştüğümüz bu durumdan nasıl çıkarız" türü şeyler söylüyor. Yoksa "Sosyalizm madara oldu sonra da öldü. Artık günümüzün değişen dünyasında küresel emperyalizme ve kapitalizme karşı 'milli dinamiklerimizle' savaşacağız" gibi şeyler demiyor. Yoksa aslında öyle diyor da herkes doğru anlıyor ben mi yanlış anlıyorum? Bilemiyorum.(B.Ö.)

  • Süleyman Sırrı Kazdal

    Süleyman Sırrı Kazdal 12.09.2017

    marx, zamanında büyük bir iş yapmış.insanlık tarihinin mücadele alanındaki en önemli rehber kitaplarından birini insanın hizmetine sunmuştur.ama öngörüler ile yaşanalar ve gelişmeler ,gerçekler belki de bu eserlerin eksik kaldığını,bu mücadelenin daha ileri aşamalara ulaştırılması gerektiğini ortaya koymaktadır.sınıf sınıf diye böğürelim ama sınıfları barlarda konuşalım,kadıköy'de,bahariye'de,beşiktaş'ta elli kişiyle yürüyelim,sonra rakı balık yapalım.yahu benim gördüğüm işçi sınıfıyla,sizin gördüğünüz farklı mı?proleter diye adlandırdığınız bu sevgili sınıfımız,proletarya diktatörlüğünü telaffuz bile edemez.arkadaşlar,marx,lenin,stalin,mao,ho amca,hatta chavez öldü.marx'ın eserleri,lenin'in eserleri tuğla gibi duruyorlar.hadi bunların üstüne suya sabuna dokunan bir şeyler koyalım da geliştirelim.

  • Süleyman Sırrı Kazdal

    Süleyman Sırrı Kazdal 12.09.2017

    bu büyük bir güç ve biz,bunun farkında olanlar diyelim,bu gücü alaşağı etmenin bir yolunu bulamadık.daha önce bulduğumuz yol ve yöntemlerin bu büyük üretim gücünün karşısında yeterli olmadığını görmek zorundayız.öncelikle insanın evrimsel yolda nereden nereye geldiğini bilmeliyiz.bu konuda kaan hoca ve arkadaşlarının ve daha birçok yazarın ortaya koydukları gerçekler önümüzde birer bilimsel rehber olabilecek değerde çalışmalardır.yani ilkin "kendini bil" dememiz gerekmektedir.kim olduğumuzu,nerden gelip nereye gittiğimizi,ne bildiğimizi kesin olarak önümüze koymalıyız.sosyalizm ya da ona yakın bir sistem bir ütopya değildir.insan yerinde durmuyor,gelişiyor ve ilerliyor.toplumlar çok dinamik ve değişen koşullara göre çok farklı tepkiler veriyorlar.insan topluluklarını anlayamadan onlara kafamıza göre don biçmek de neyin nesidir?toplulukları bırakalım,insan teki tek başına bir muamma zaten.önümüzdeki büyük dağları aşmadan sosyalizmimizi kurmak zor değil mi.(devam)

  • Süleyman Sırrı Kazdal

    Süleyman Sırrı Kazdal 12.09.2017

    ancak kapitalizmin bu korkunç üretim mekanizmasının yarattığı görece refahın bir bölümünü proletaryaya verip onu kontrol edebileceğini belki de öngörememişti.üstelik gece sabaha kadar iphone kuyruklarında bekleyeceklerini sanırım hiç tahmin edemezdi.evet,kapitalizm bütün kapitali,malı mülkü,yönetimi kontrol ettiği gibi,insanın bütün hücrelerini de kontrol edebilmenin bir yolunu bulmuştu.bugün artık sınıfa,elinde bulundurduğu araçlardan uzaklaş,tv izleme,bilgisayardan uzak dur,yazlığından çık,çocuğunu dersaneye gönderme diyemezsiniz.bütün bunlar,kapitalizmin size sunduğu bütün bu olanaklar,duble yollar,hızlı araçlar sizi kontrol etmek için üretilen sanal gerçekliklerdir diyemezsiniz.zaten öyle değil.egemen güç yeni bir insan türü yarattı ve ona eğlenebileceği her türlü olanağı da verdi.bu yeni insanın artık proleter olma gibi bir derdi yok.insan olma gibi bir derdi de yok.yaratılan sanal gerçeklikle birlikte nsanlar da sanal insanlara dönüştü.(devam)

  • Süleyman Sırrı Kazdal

    Süleyman Sırrı Kazdal 12.09.2017

    dünyanın geldiği yere bakınca yukarıdaki yazının bu sürecin bir özeti olduğu anlaşılıyor.insanlık tarihi elbette ki büyük bir mücadele tarihidir.bu mücadele her zaman ezen-ezilen arasında geçmiştir ve bugün de sürüyor.kendimizi egemen güçlerin baskı ve zulmünden kurtarabilmek için içimizden bu düzene çomak sokmak isteyenler hep olagelmiştir.bundan sonra da olacak ve hikaye sürecektir.egemen güçlere karşı yürütülen bu mücadele hiç bir zaman başarıya ulaşamamış olsa da,insanlık bu kavgadan her zaman bir sürü şey öğrenmiş,kendini korumanın yollarını geliştirmeye çalışmıştır.ama karşısında aslında kendisinin yarattığı bir güç vardır ve zamanla bu güçle uzlaşmış,rahatına dokunulmadığı sürece sesini çıkarmama yolunda tercih yapmıştır.marx yaşadığı dönemin insanını ve sosyo ekonomik durumu gözlemleyerek bir çare aramaya girişti.bu derin çelişkinin ,yoksulların yoksulluklarının farkına varmasıyla,yoksulların lehine evrileceğini formüle ediyordu.(devam)

  • Cemal Öztürk

    Cemal Öztürk 12.09.2017

    Oysa ki dil ve belli etik değerler birey toplum ilişkisinin kaçınılmaz birliğinden doğmuştu. Komünist topluma geçtiğinizde insan doğasında içgüdüler toptan olumlu bir mutasyona mı uğrayacak. İnsanın egosundan kaynağını alan iyi ve kötü dürtüler yine aklın siyaset kılavuzuyla ketlenmesi gerekecektir. İnsanın kibri sadece üretim araçlarının özel mülkiyetiyle mi açığa çıkar. Etik estetik veya ontolojik yorum bilgisinde insanlar arasında yine çekişmeler sürüp gidecektir. Bilgi ve değer konusu yine ahlaki aklın işlemesini zorunlu kılacaktır.

  • Cemal Öztürk

    Cemal Öztürk 12.09.2017

    . Bu varsayım dediğim gibi 19. yüzyıl kapitalizminin içinden tez- anti tez- sentez bağlamında çıkacak bir sınıfın işleviyle ilgili bir yaklaşımdır. Ama görüldüğü üzere yaşam başka çoklu seçimlere gebedir. Nitekim tarihsel gelişmeler ezilen ulusların emperyalizme karşı organize olması temelinde Sovyet, Türk ve Çin devrimlerini yaratmıştır. Devrimin beyin takımı da her zaman olduğu gibi birikim sahibi olan aydınlar( asker, doktor, mühendis, öğretmen, ve ancak hayatı okuyarak onun üzerinde düşünen ve yazan kesimler) olmuştur. Devrimci dinamoya enerji ya da sinerji verecek kesimler her zaman ille de toplumun belli bir meslek erbabı da değildir. Marksist şemalar, ne yazık ki hem etik konularda hem de ulusal sorunlarda hep toplumu germiştir. Mesela dilin, ahlakın da bir üst yapı kurumu olarak kabul edilmesi içinden çıkılmaz kafa karışıklığı yaratmıştır. Yıllarca insanlar bu alt yapı üst yapı gibi kısır tartışmalar içine girdiler. (devam edecek)

  • Cemal Öztürk

    Cemal Öztürk 12.09.2017

    Burjuva sınıfının öncülük ettiği 1789 Fransız devriminde arkasına taktığı kitleler içinde işçi, köylü, esnaf ve orta sınıftan farklı katmanlar da bulunuyordu. Çünkü “ eşitlik, özgürlük ve kardeşlik” şiarı ruhban ve aristokratlar hariç tüm toplumun benliğinde yer etmişti. Burjuvazinin feodalizmi tasfiye etmesi belki onun tarihsel ilerici bir işlevi sayılabilir. Marksın bu sosyolojik olguya öykünerek işçi sınıfının da sosyalist bir devrimde benze ilerici bir rol üstleneceğini varsaymak tamamen analojiye dayanan bir çıkarımdır. Gelgelim işçi sınıfında bahsedilen böyle yönetici bir önderlik vasfı yoktur. Nitekim gerekli bilincin taşınması; birikim sahibi aydınlar tarafından “taşıma suyla değirmen döndürmeye” benzemiyor mu? Niye aynı bilgiyi diğer köylü, esnaf, bürokrasi, asker gibi orta sınıflara götürünce işler yürümüyor da ille işçi sınıfı sosyalizmin çekirdek sınıfı olarak görülüyor. (devam edecek)

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 12.09.2017

    Devrim bu istasyondan başladı 31 Aralık 1922 de iç savaşı kazanan Bolşevikler Sovyetler birliğini resmen ilan ederek kurdu. Tarihin en büyük iki devriminden biridir. Tüm dünyayı değiştirici ve dönüştürücü etki ve sonuçları olmuştur. Çıkarılacak sonuç bu devrim Marksist teorinin ön gördüğü determinist bir sonuç değil; konjektürel şartların analizi üzerinden kurulan stratejilerin doğru kurulması ve ekonomik sosyal ve hayat şartlarının ve kalkın taleplerinin ve sosyal psikolojisinin doğru yönetilmesi ve liderlik dehasının ilgilidir. “sosyalizm her zamandakinden daha yakın” minvalinde makale yazan Komünist önderler Büyük Ekim devrimini de dünyanın bugünkü konjonktürünü ve gelecek dünyayı bilimsel disiplinlerin yön göstericiliğinde analiz ederek proletaryaya ve halka önderliğe soyunmalıdır. Bu işler “sosyalizm her zamandakinden daha yakın “ demekle olmuyor.

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 12.09.2017

    Geçici hükümet bir prens, orta sınıf ve ılımlı Kerenski karmasıydı. Çarın başlattığı savaşa devam ediyordu. Lenin ve arkadaşları İsviçre’deydi, Troçki ve Buharin İngiltere’de tutukluydu. Lenin bir strateji dehasıydı, Rusya’ya dönmeliydi. Ama tek yol Almaya üzerindendi. Lenin, Menşevik Martov ve 32 yoldaşı Trenle İsviçre, Almanya, İsveç, Finlandiya güzergâhından Almanların güvenliğinde 16 Nisan akşamı Rusya’ya girdiler. İstasyonda ellerinde kızıl bayraklar, pankartlar taşıyan işçiler, askerler, köylüler ve toplanan halk coşkularla karşıladı. Askeri bandolar marşlar çalıyordu. İlk konuşmasını orada yaptı. “Yoldaşlar Aldatıldınız! Bir devrim yaptınız ama meyveleri geçici hükümetin hainlerince sizden çalındı. Bu savaş emperyalizmin savaşı. İnsanları acımasızca katleden bu utanç verici emperyalist kıyımın parçası olmak istemiyoruz.” Diyordu. Devam..

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 12.09.2017

    Lenin “Rusya’da kapitalizmin gelişmesi” adlı eserinde 90 milyonluk Rusya’da işçi sınıfının %10 olduğundan, üretimdeki payının düşüklüğünden bahseder. Bir Marksist olarak stratejisini de işçi sınıfı üzerine kurmuştu. 1. Dünya savaşında savaşa karşı siyasi stratejisinin bir ayağı Çalığın savaştan çekilmesi üzerineydi. Rus Çarlığının 6 milyonluk dev ordusunun silahlı gücü ve donanması zayıftı, Rus- Japon savaşından ve 1905 işçi ayaklanmasından yorgundu. Tannenberg bataklığında Alman ordusuna yenildiler. Bu Almanlar için kesin bir zafer değildi. Ordu savaşmaya devam ediyor, açlık ve sefalet giderek yayılıyordu. Bolşevikler ve Menşevikler içte yer yer ayaklandılar. Orduda ayaklanmalar başladı. Çar devrilmişti. Devam

  • Soldan Umutlu

    Soldan Umutlu 12.09.2017

    Bazı yorumlar yazının sonundaki karakatürü doğrular gibi. Kendiniz mi koyuyosunuz onu anlamadım. :)

  • Bayram Daulu

    Bayram Daulu 12.09.2017

    Teori zayıf, yaslandığı zemin eksik, bakış açısı umutsuz bir yazı. Bu yazıyı okuyunca kaybedenler kulübünü hatırladım ister istemez. Her neyse, bu zayiflikta bir yazıya benzer zayiflikta bir itirazın gelmiş olması da tesadüf değildir elbet. Yahu her şeye deginemeyiz ama hiç değilse dünya solunda çok derin ve tarihsel bir kirilmayi yaratan tartışmayla beraber "tek ülkede sosyalizm tezi" Lenine değil Staline aittir, bunu bilelim bari. Yazıda buna benzer pek çokhata var. Teori yazmak xçocuk oyunu değildir. Lütfen işinizi ciddiye alın sayın Arslanoğlu. Ya da bu umutsuzlukla bence hiç bir şey yazmayın. Güneş dil teorisiyle uğraşın.

  • Kaan Arslanoğlu

    Kaan Arslanoğlu 12.09.2017

    Benim de adı yok yaylasında 100 bin köylüm, adresi yok fabrikalarında 500 bin işçim, benden alacakları bir talimatı bekliyorlar. Bunu olumsuz yazdım ki, nabız yoklayayım, başka destek var mı göreyim. Bayağı bir potansiyel mevcutmuş. Ama pek gizliler. Böyle böyle açığa çıkaracağız. Şaka bir yana, örgüt fanatizmi ve örgütün kendini dünyanın merkezinde görmesi olgusu tavan seviyesini koruyor. Şimdi vaktim kalmadı. Başka ek ve cevaplar vereceğim, zamanı geldikçe.

  • Özgün Ulusoy

    Özgün Ulusoy 12.09.2017

    "Ama işçi sınıfını temel alan tek parti bile kalmadı artık. Ne üyelerinin, hiç değilse çeyreğinin, beden işçisi olması anlamında, ne ideolojik bakımdan." şeklindeki cümleniz tüm yazınızı boşa düşürmektedir. Dolayısıyla görülüyor ki aslında bu yazıda kendinize ayna tutuyorsunuz. Bugün işten atılan 1700 Real işçisine önderlik eden insanlar yok mu? Geçen sene Dünyanın en büyük ikinci kargo şirketinde Türkiye ayağını örgütlemeye çalışan insanlar yok mu? CHP belediyelerinde, HDP belediyelerinde, AKP belediyelerinde taşeronları örgütlemeye çalışan sendikalar yok mu? Bu insanların bağlı olduğu bir işçi sınıfı partisi yok mu? Bağları kopuk olan sizsiniz, üzgünüz... Dolayısıyla masa başı formüllerle uğraşıyorsunuz. Oysa hayat yeşil, yemyeşil. Ağzınıza bir defa dahi proletarya sosyalisti HKP'yi almadan, onu yok sayarak tabii ki haklı olursunuz. Sizin için solcu hala CHP+HDP+ÖDP... Saymayın artık şunları yahu nimetten! Yazıdaki kavram eksiklerine değinmiyorum bile. Belki değinirim sonra.

  • Bahadır Özdemir

    Bahadır Özdemir 12.09.2017

    Bunu daha önce de söylemiş ve tepki almıştım ama yine söyleyeceğim. Marx'ın kafasında olan 18 ve 19 yy. işçi ve işçi devrimi kavramları 1914 de Henry Ford'un montaj bandını bulması sonucu çöp oldu. (1) Yani ürünün tamamını üretme yeteneğine dolayısıyla ürüne hakim bir işçi sınıfı (kalifiye) yerine ürettiği ürünü tanımayan, kullanamayan hatta görmeyen bir işçi sınıfı ortaya çıktı. Dolayısıyla istendiği an bozuk para gibi harcanabilecek duruma düşen işçi sınıfı lümpenleştirildi. Bu olay farklılaşma (uzmanlaşma) olarak bütün mesleklere yansıtıldı. Yani örneğin bir doktor her hastaya bakamaz, her ilacı yazamaz hale getirildi. Şimdi elinizde aslında yalnızca kocaman bir lümpen sınıfı var ve onlara sınıf bilinci aşılamaktan ya da var olan bilinçlerinin açığa çıkmasından bahsediyorsunuz. Kolay gelsin diyorum. (B.Ö.) (1) http://marksist.org/icerik/Tarihte-Bugun/357/14-Ocak-1914:-Henry-Ford,-montaj-bandinda-seri-uretimi-baslatti

  • yusuf bodur

    yusuf bodur 12.09.2017

    Özenle hazırlanmış eren yemeğinde gibi ..Öleni çok seven bir kişi olarak onun ardından dostlarlada olsa yenilen yemekte lokmalar boğazıma dizilmiş gibi oldum..Ama ne yazık ki gerçek bilinçli bir samiyette ifadesini buluyor.. Ve bana hazmetmek düşüyor.. Bıkkınlık ve yılgınlık asla olmayacak güzel insanlarla omuz omuza ...

Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.