Marksistlerin Bu Hallerinden Marx Ne Kadar Sorumlu? Aydınlar Sosyalizmi..

Marksistlerin Bu Hallerinden Marx Ne Kadar Sorumlu? Aydınlar Sosyalizmi..

Bu yazıda, önce “Aydınlar Sosyalizmi” kitabı hakkında facebook’da yaptığım iki paylaşımı aktaracağım. Birkaç yorum eki ile birlikte ve pek az düzelterek. Sonrasında da Marksizmin bu hallerinde Marx ne kadar suçlu, sorunsalı üstüne bazı görüşlerimi anlatacağım.  

MARKSİZM MEĞER BAŞINDAN BERİ BURJUVA İDEOLOJİSİYMİŞ… Adam tam bir deha. Benim, solun ve Marksistlerin geldiği nokta üstüne saptamalarımı, 110-120 yıl önce yapmış. Hem de boş nihilist bir tahminle atıp tutturmamış. Sınıfsal ve iktisadi köklerini çözümleyip, bir bir ayrıntılı göstererek. Marx’ın eserlerini didik didik ederek, Marx sonrası Marksistleri de adam akıllı irdeleyerek. Marksizmin iktisadi ve sınıfsal eleştirisinde, 110 yıl evvel, benden, bizden, Avrupalı gelmiş geçmiş teorisyenlerinden ileri. 

Makhayski, yaşamı boyunca pratik devrimci mücadeleden kopmamış, yıllarca hapislerde, sürgünlerde ömür geçirmiş, Ekim Devrimi’ne de katılmış bir önder. Anarşistler onu kendilerine yakın saysa da anarşist değil. Gerçek proleterlerin, beden işçilerinin önderliğinde bir devrimi, sosyalizmi savunuyor. Asıl eleştiri okları tüm yaşamı boyunca egemen olan Marksistlere yöneliyor. Gençliğinde o da bir Marksist.

Onu farklı kılan, sosyalist örgütlerde küçük burjuva, aydın, orta sınıf hakimiyeti bulunduğunu saptaması ve buna karşı üstün teorik donanımlı pratik bir mücadele yürütmesi. Marksistleri aydın sosyalizminin temsilcisi sayıyor. Aslında anarşistler de bu bakımdan aynıdır. Aydınları proletaryanın sömürücüsü, düşmanı sayıyor. Marksistleri, işçi sınıfını sömüren ve kullanan bu ara sınıfın temsilcisi sayıyor.

Marx ve Marksistler neyi iddia ediyordu? Temel çelişme işçi sınıfı ile bir avuç asalak büyük burjuva arasındaki çelişmedir. Aradaki sınıflar daralacak, yok olacaktır. Aydınlar “yüksek nitelikli emek gücüne” sahip emekçilerdir aslında. Giderek daha da proleterleşeceklerdir. (Bugün bile her gün yinelenen bıktırıcı terane.) Bunların sosyalist-komünist örgütlerde bolca yer alması, hatta yönetim kadrolarındaki mutlak ağırlıkları doğaldır. Çünkü aydınlar sonuçta emekçidir, işçi sınıfı davasını savunmalarıyla daha bir emekçi haline gelirler ve işçi sınıfının temsilcileridirler.

Makhayski, sınıfsal ve iktisadi temellerini en altta Marx ve Kapital’e dayandırarak, bunun koca bir yalan olduğunu gösteriyor. Orta sınıflar, ki bugün girdiğimiz tüm tartışmalara, bugün yaşıyor gibi daha o yıllarda girmiş, Makhayski’ye göre daralmıyor, genişliyor. Ve bunların yüksek ücretleri doğrudan işçi sınıfının üretiminden, artı değerinden karşılanıyor. Bunların en solda olanları bile işçilerin değil, kendi sınıflarının temsilcisi. Sosyalist devrim gerçekleşip bu kesimlerin önderliğinde sosyalist devlet kurulsa, bu bir işçi sosyalizmi olmayacak… Aydınlar sosyalizmi olacak. Marksistler eserlerinde zaten bunu sürekli açık ediyorlar. Sayısız örnek veriyor. Tezlerini 1898’de, 1900’de, 1905’de ileri sürüyor. Ve öngörüleri kendi katıldığı Ekim Devrimi sırasında ve sonrasında bire bir gerçekleşiyor.

Bu durumda Marksizm eleştirilerime yeni eklemeler yapmam gerekecek. Solun neden Marksizmden uzaklaştığını ve işçi sınıfına neden sırtını döndüğünü irdeleyen son yazımı tekrar gözden geçirmem gerekecek: http://www.insanbu.com/Felsefe-Haberleri/541-fasist-komunistler-solun-isci-sinifi-ve-marksizmi-tamamen-gozden-cikarmasi--

Bugünkü solun Marksizme ve işçi sınıfına ihanet ettiği çok açık bir gerçek, ama bu ihanetin tohumları aslında Marksizmin teori ve pratiğinde zaten içkin. Ortada yepyeni bir durum yok. 150 yıldır tartışılan çok temel problemlerin sadece kangrenleşmiş hali söz konusu.

Aydınlar Sosyalizmi’ni, İnsan Bu’da daha önce tanıtmıştık: Aysel Sağır arkadaşımız yazmıştı: http://www.insanbu.com/Kitap-Haberleri/337-komunizm-cenneti-nerede-

Ama ben yeni okudum. Tabii ki, 120 yıl sonrasında, deneyim ve bilgi birikimi açısından Makhayski’den çok daha avantajlıyız. Kitabı bazı noktalardan eksik bulup, eleştirebiliriz. Bazıları temel önemde eleştiridir. Ama tüm bunların daha o zamandan yazılması ve yineliyorum “sınıf ve iktisat konusunda” bugünden ileri oluşu gerçekten şaşırtıcı.

Solla, Marksizmle ciddi ilgilenen, kuramsal bakımdan ilgilenen herkesin mutlaka okuması gereken, hiç sevmediğim yalama olmuş lafla: Gerçekten ezber bozan bir eser.

Eleştiriler: * Buraya kadar çok doğru görünüyor. Makhayski, işçilerin fabrikaları ve ülkeyi bizzat yönetme hakkından mahrum bırakıldığını, çünkü bu yönde eğitim olanaklarından uzak tutulduklarını söylüyor. Makhayski’nin kuramsal boşluğu işte burada başlıyor. Eğitilen ve yönetmeye başlayan işçi ne hale gelecek? İşçi olarak kalacak mı? Kalmadığı milyonlarca deneyle görüldü. Onlar da beyaz yakalıya dönüşüyor ve ayrı bir sınıf haline geliyor. Aslında daha devrime gelmeden, kapitalist düzende Makhayski’nin “bilinçli işçisi” işçilerden farklılaşıyor. Hem olumlu, hem olumsuz anlamda.

* Sonuç ve çözüm: Çözüm yok. Bence yok. Bu bir mücadele ve daha iyi için çabalama sürecidir. Daha iyi tanımı ve buna giden yol sürekli değişir ve tartışılmalıdır. Bilimsel yaklaşım budur.

Ne ki, bu yolda işçiler ve aydınlar sürekli bir dine gereksinim duyarlar. Doğamız gereği bu kaçınılmaz. Marksizm bunlardan biri. Dine mi kapılacağız, başka bir din mi bulacağız, yoksa başka ne? Bilimsellik falan en doğrusu ama, dinsel bir yaklaşım olmadan kitleleri iyi bir şeye sürüklemek de pek mümkün değil.

* Makhayski, geliyor geliyor, çözümde çuvallıyor: Genel iktisadi mücadele! İşçi ücretlerini yükseltmeyi hedefleyen yaygın, tüm ülkelerde grevler... Böylece işçi ücretleri yükselince, aydın sınıfına aktarılan pay azalacak, eşitlik sağlanacak !!!!

İşçileri ayrı, aydınları ve büyük burjuvaları ayrı bir insan türü olarak görüyor adeta. Arada geçişler olabileceğini, bunların tek tek veya yığınsal olarak birbirine dönüşebileceğini göremiyor.

* Oooof, “eğitim şart”a geldi dayandı. İşçiler grev yapacak, ücretleri yükselecek, aydınlarınki düşecek, her iki sınıf da eğitimde eşitlenecek ve sınıf farklılığı ortadan kalkacak. Çok yüksek zeka + Çok yüksek alkol galiba bu sonuca yol açıyor.

****

Kitabın 2/3’ünü okumuş, önceki paylaşımı yapmıştım. Şimdi bitirdim, SONUÇ: İlk yargım değişmedi, ancak eleştirilerimi de sıralayayım.

Önce Makhayski’nin görüşleri özet halinde: Marksizm bir dindir. Cennet vaat eder. Komünizm ve sosyalizm. Kapitalizm “iktisadi yasalar” nedeniyle muhakkak yıkılacaktır. İktisadi yasalar gereği kolayca, kendiliğinden yıkılacaktır. Yakın zamanda yıkılacaktır. Bu iktisadi yasalar sosyalistlerin incilidir. Yıkımı tamamlamak için elbette zor da gerekir. Bunun için elbette proleterler kanlarını dökecektir. İsa nasıl döktüyse. Her cennetin bir bedeli var. Fakat ne için, kimin için? Cennet için, yani devleti ele geçirmek için. Sözde devlet yıkılacaktır, düzen yıkılacaktır, ama aynısı başka adla yerine konacaktır. Neden? Çünkü işçi aynı şekilde çalışmaya devam edecektir. İşçinin ürettiğine aynı şekilde el konacaktır. Üretim araçlarına sözde hiçbir zaman sahip olmamış, “sosyalist” düzende de sözde sahip olmayan aydın sınıfı tarafından el konacaktır. Marksizmin, düşmanı, ısrarla “bir avuç burjuva” diye göstermesi bunun içindir. Beyaz yakalıları gizlemek için. Bunların sayısının giderek azalacağı masalını yinelemesi bundandır. Kendileri bunlardan geldiği, bunların temsilcisi oldukları için.

Anarşistler de Marksistler gibi konuya dinsel yaklaşırlar. Onların çözümü de asalak aydın sınıfını dışlamaz. Kapitalist devlette işçiyi sömüren bu ara tabaka, sosyalist devlette başta olacaktır. Bir şey daha: Marksizm ve hatta anarşist kuramcılar, burjuvazinin artık yönetemediğini durmadan yineler. Bunun yanlış olması bir yana, neredeyse sorunu bu "yönetme"ye indirgerler. Ekonomiyi yönetemiyorlar, batırıyorlar, toplumu yönetemiyorlar, batırıyorlar. Biz gelirsek daha iyi yöneteceğiz. Sorun adeta krize girmiş kapitalist sistemin kurtarılması olarak gösterilir. Kurtardıkları zaman işçiler açısından sonuç farklı olmayacaktır zaten. Bunun çözümü “bilinçli” işçilerin önderliğinde gerçek emekçilerin, kol işçilerinin örgütlenmesi, uluslararası birliği ve grevleridir.

GENEL SONUÇ: Çok iyi bir kitap. Yazar çok önemli saptamalar yapıyor. Saptamalarının %95’i doğru çıktı ve bence dahice. Ama çözüm için önerdiği tam bir zırva. Çünkü insan doğasını hesaba katmadan düşünüyor. Gerçek işçi iktidarında (ki bu mümkün değil) işçilerin iktidarda oldukları için iyi eğitileceklerini, aydın sınıfını ortadan kaldıracaklarını ve her yönetsel, bilimsel işi kendileri yapacaklarını kuruyor. Herkes birden bu aşamaya gelirse, evet, sorun çözülür. Bu mümkün mü? Herkesin birden yönetici olması, bilgin, mühendis olması? Makhayski, tamamen ütopik olarak “komünizm” ideasını çok erkene çekiyor, teorik fark, sonuçta bu.

Devrim yapmak ve ülke yönetmek bu kadar kolay mı? Zor ötesi. O halde Lenin ve arkadaşları (Marx değil) bu tartışmada çok daha haklı duruyor. Hiç değilse olabiliri denemiş, başarmış ve insanlık adına büyük kazanımlar elde etmişler. En son sonuç yine Makyaski’yi doğruluyor. Ama kendi zamanının koşulları içinde haklı olan Lenin bence. O dönemde yaşasam Lenin’e katılırdım. İşin tuhafı pratikte Makyaski de Lenin’i destekliyor. Yoksa onca eleştirilerinden sonra öteki muhalifler gibi ya öldürülür ya da sürülürdü. 1926’da ölene dek Sovyetler’de çalışmış.

Makhayski doğru, Lenin haklı. Fakat geldiğimiz bu noktada Marksistler veya Leninciler bize aynı masalı yutturamazlar. Akıl var, mantık var. Aynı masala kanmak zor. Birilerinin çıkıp (Chavez gibi) daha farklı masal kurması gerek. Halkları ikna için. O zaman hepimiz katılırız, biraz ilerleme, biraz daha iyi için. Bizim gibiler masal olduğunu bildiği halde katılır, kitleler masal için katılır.

MARKSİSTLERİN KÖTÜ HALLERİNDEN MARX NE KADAR SORUMLU?

Bu tartışmayla ilgili birbirine bağlı birkaç soruyu yeniden sormak ve tekrar açımlamak zorundayız. Neden bu kadar çok Marksist var? Neden dünyada ve Türkiye’de geçmişte ve bugün Marksistlerin görüşleri bu kadar taban tabana zıt olabiliyor? Neden bunca karşıt görüşlü Marksist savlarına Marx’ta ve ardıllarında kanıt bulabiliyor?

Sorunun temel cevabı bence şudur: 1- İnsan işine geldiği gibi okumakta ve okuduğunu işine geldiği gibi yorumlamakta çok mahir bir zekaya sahiptir. 2- Siyaset, doğası gereği oportünisttir (çıkarcı ve fırsatçıdır) ve hemen her kafa siyasi düşünür ve dolayısıyla siyasi çıkar, siyasi hedef doğrultusunda neyi görüyor, göstermek istiyorsa, onu söyler.

Ancak olgunun temel doğasıyla ilgili bu gerçek, şu anki konumuz değildir. Burada sormamız gerek şey, birbirine karşıt bunca akımın Marx’ta kendilerini destekleyecek ifadeler bulmasında, Marx’ın bir suçu var mıdır?

İşi bilenler Engels’in bile belli noktalarda Marx’tan saptığını kabul ederler. Sonrakiler, onca düşünür ve akım, binlerce fraksiyon, elbette ki daha da ayrılmıştır temel tezlerden. Ancak yalnızca Marx’ın yazdıklarını esas alırsak, bu çelişik fikirlerin, birtakım yol ve yöntemlerdeki bulanıklıkların,  Marx’tan kaynaklandığını rahatlıkla söyleyebiliriz.   

Belli başlı ve çok önemli yedi kafa karışıklığı:

Bir- Marx yurtseverliği lanetliyor mu -komünistler açısından-, yoksa destekliyor ya da ona açık kapı bırakıyor mu? Marx, esasen milliyetçiliğe karşı olduğunu, işçi sınıfı enternasyonalizmini savunduğunu, bütün ülkelerin işçilerinin sınıf dayanışması içinde kendi devletlerini yıkması gerektiğini her fırsatta belirtiyor. İşçilerin vatanı yoktur, diyor. Ama tam da bunu söylediği paragraflardan birinde: “İşçilerin vatanı yoktur. Onlardan sahip olmadıkları bir şeyi alamayız. Proletarya, her şeyden önce, siyasal gücü ele geçirmek, ulusun önder sınıfı durumuna gelmek, bizzat ulusu oluşturmak zorunda olduğuna göre, kendisi, bu ölçüde, ulusaldır, ama sözcüğün burjuva anlamında değil.” de diyor. Nitekim aslen yurtsever bir refleksle başlayan Paris Komünü’nü de heyecanla desteklemiştir. Ama onun bu yönünü pek öne çıkarmadan. Ama Marx sonrası tüm sosyalist devrimler, yurtsever damarla başarıya ulaşmıştır. Neredeyse istisnası yoktur bunun. Dolayısıyla Marx, kuramının uygulayıcılarının kendinden sonraki çıkış yollarını öngörememiştir. Bugün emperyalizmin güdümündeki Marksistler de kendi ülkeleri, kendi halkları aleyhine faailiyet gösterirken, Marx’ın bu enternasyonal söylemlerinden yararlanıyorlar. Ne var ki şu andaki emperyalizmin maşası Marksistlerden tamamen farklı olarak Marx, devrim istiyordu, uluslararası patronların hizmetinde çalışmak değil. Onun vatanı önemsememesi devrimi her şeyden çok önemsemesinden kaynaklıydı. Devrim düşmanı bugünkü Marksistler onun devrimci kuram ve pratiğini kötüye kullanıyorlar.

İki- Marx, kapitalist gelişme içinde orta sınıfların giderek daralacağını ve yok olacağını öngörmüştü. Dolayısıyla bu sınıflar üstüne pek kafa yormamıştı. Onun yok olacağını söylediği üretim aracı sahibi küçük burjuvazi, gerçi biraz daraldı, ama onlar bile yok olmadı. Ya patronun altında ücretli çalışan yöneticiler, memurlar, mühendisler vb… ? Bunlar ücretli oldukları için kendi tanımlaması içinde işçi gibi görünüyordu. Onların gerçek işçi olmadığını, bunlara güvenilemeyeceğini işlemedi Marx. Elimizdeki kitabın konusu da budur. Gerçi birçok metninde işçi olarak, gelişmiş, örgütlü sanayi işçilerini, kol emekçilerini kast eder gibiydi, ama tam bir netlik yoktu eserlerinde. Marx sonrası Marksistler, büyük çoğunluğu itibariyle bu sınıfları “ara sınıf” olarak ve “küçük burjuva” olarak tanımladılar. Küçük burjuvaziye durmadan hakaret ettiler. Ancak her dönem, devrimi yapanların ve parti üyelerinin önemli bir kısmını küçük burjuvalar oluşturdu, yönetimde ise küçük burjuva “kökenliler” ezici çoğunluktu. Fakat yönetici partili, kökeni ne olursa olsun küçük burjuva değil, proleter sayılırdı. Onların “küçük burjuvalığı” ancak ihanetle suçlanıp, idam edilecekleri zaman akla gelirdi.

Üç- İleri kapitalizm, kolonyalist ekonomi, geri ülkelerde ilerici ve geliştirici midir, tahrip eden ve gerici midir? Marx’ın metinleri tüm dünyaya kapitalizmi yaydığı, feodalizmi parçalayıp işçi sınıfını geliştirdiği için, kapitalizm övgüleriyle doludur. Ne yazık ki emperyalizmin hizmetindeki sol, bu anlayıştan kendine çok pay çıkarıyor. Marx aynı zamanda Avrupa Merkezci, Batı’ya hakim önem veren bir düşünürdür. Bu denli ajan Marksistin çıkmasında, onun kuramındaki bu boşluklar, zayıflıklar kuşkusuz büyük rol oynuyor.

Dört: Marx, volontarist miydi, determinist mi? Marx durmadan örgütlenmekten, mücadeleden, devrimden, hatta devrim sonrası proletarya diktatörlüğünden bahsetse de, bulduğu iktisat yasalarını öyle mutlaklaştırdı ki, kapitalizm zaten kendi iç çelişkileri sonunda yıkılacak, sosyalizm zaten ekonomik yasalar nedeniyle kurulacaktı neredeyse. Hem de yakın gelecekte. O zaman niye kanlarımız boşa aksın diye düşündü pek çok Marksist, yan gelip yatmayı da mücadele olarak görenler kalabalıklaştı. Kimisi onun devrimci yönünü, kimi iktisatçı yönünü kendine rehber bildi, dünya sosyalist hareketinde.    

Beş, Altı, Yedi: Daha fazla madde de sıralayabiliriz, ama uzatmamak için toparlayalım. Marx ahlakçı mıydı, ahlak karşıtı mı? ; Doğayı savunur muydu, yoksa umrunda bile değil miydi tabiat? ; Din düşmanı mıydı, Dine açık kapı mı bırakıyordu? Marx’da böyle konularda da çelişik veya çelişik gibi gelen görüşler bulmak mümkün.

Bunların hepsinin kabahatini Marx’a yüklemiyorum. Gelmiş geçmiş düşünürler içinde bilime en yakın, en bilimsel düşünmeye çalışan filozof, siyasetçiydi. Bazı öngörüleri tuttu, bazıları tutmadı, bir kahin olamazdı tabii. Çelişik fikirlerinin bazıları değişik zamanlarda farklı düşünmesinden kaynaklanabilir, bazıları tutarsızlık olarak değerlendirilebilir. Birçoğu da hayatın karmaşıklığından kaynaklıdır. Üç boyutlu düşünen herkes, ki artık dört boyutta düşünmek gerekiyor, hata daha fazla boyutta, bir şeyi görürken ve gördüğünü anlatırken, olgunun birbirine karşıt yönlerini de anlatmak zorunda. O zaman tüm gerçeği dört boyutuyla göremeyenler, sadece kafa karışıklığı görürler. Bu son cümlemle Marx’ı tamamen aklamayayım, ama durumun ağırlıklı bir yönüne işaret edeyim ve yine de bağlarken şunu söyleyeyim: Marx bir siyasetçiydi ve her siyasetçi gibi oportünistti. Bazen gördüğünü farklı anlatabiliyor, bazen de olguyu niyetlerine ve duygularına kapılıp farklı görebiliyordu.     

Gerçi hangi kanadından olursa olsun, Marksistler içindeki et beyinli çoğunluğun bunlara cevabı tek cümledir: “Bunların hiçbirini birbiriyle karşı karşıya getiremezsin, sen Marksizmi kavrayamamışsın.” Sonra kafa karışıklığı bulunmayan horultulu yaşamlarına geri dönerler. Lafımız zaten onlara değil, sorunu anlamak ve çözmek isteyenlere.

Kaan Arslanoğlu


  • Kaan Arslanoğlu

    Kaan Arslanoğlu 08.10.2017

    Kıymetli Mehmet Gökçe, cevabınızın herhalde yarım kalmış ikinci bölümünü epeyce bekledim. Ama baktım geleceği yok, şunu belirteyim. "hiddetlenmenizi anlayamakla beraber" demişsiniz. Bir kez daha şok şok şok!... Bu kez de benim cevabımın neresinde hiddet var??? Keşke yorumlara, o yorumu yazarkenki yüz ifadeleri de eklenebilse fotoğraf olarak. Bir gün o da olur, kısmet! Eğer böyle bir fotomu oraya koyabilsem, o yorumu yazarken ağlamaklı bir yüz ifadesi gösterdiğimi görürdünüz. Şu anki ifade ise gülümsemeye çalışan ağlamaklı bir yüz :) Saygılar, iyi akşamlar.

  • mehmet gökçe

    mehmet gökçe 08.10.2017

    Sayın hocam hiddetlenmenizi anlayamamakla beraber yorumun başında "Yorumlara verdiğiniz cevapları da." diye yazmıştım. Yani yazıda hap dediğinizi kastetmedim zaten. Sizden çözüm istememin sebebi "Fakat illa hap isteyenlere. Her şey sosyalizme samimi inanmış ve bunun üstünde akıllı siyaset yapan liderlikte düğümleniyor. " burada sosyalizme samimiyetle inanmış sosyalist lider kadrodan bahsetmeden önce yine "Fakat illa hap isteyenlere." diye bir cümle var. Belki ben ilk başta orada noktayı görmeyip yanlış bir anlam çıkardım fakat "Dogru teshis bazen tedavinin de kendisidir. Hastaliği bilmek bazen hapa gereksinimi ortadan kaldırır. Fakat illa hap isteyenlere. " burayı bir daha okuduğumda "Fakat illa hap isteyenlere." cümlesi ile ondan önce gelen cümleler arasında bir bağlantı kuramayıp ondan sonraki cümleye yönelik bir söylem olduğunu yani burada samimi derken tariz yaptığınızı düşündüm. Dilinizin bu kadar sert olmasına üzülmekle beraber ülkemizde++

  • Kaan Arslanoğlu

    Kaan Arslanoğlu 08.10.2017

    Ne var ki sayın Mehmet Gökçe, bunları okumamış iseniz, size de bir kez daha özetleriz. Yani bu ülkede kendine sosyalistim diyenlerin 1- Samimiyeti yoktur, çünkü gündemlerinin ilk 10 maddesinde asla sosyalist çalışma ve perspektif yoktur. 2- Hemen hepsi hakim sınıflarla şu veya bu yoldan emperyalizmle şu veya bu yoldan doğrudan veya dolaylı çıkar ilişkisindedir. Dediğim gibi size özel bunları tekrar özetleyebilirim. Saygılar.

  • Kaan Arslanoğlu

    Kaan Arslanoğlu 08.10.2017

    Sayın M. Gökçe, sosyalizmi bir hap olarak gördüğümü nerede yazmışım? Bazen bütün bu yazı-çizilerin cidden, hakikaten boş olduğunu düşünüyorum. Bu kısa sayılabilecek yazıda her şeyi gayet açık yazdığımı düşünüyordum, demek ki yine yanılmışım. Bu hap kelimesi ve sosyalizmi hap olarak gördüğümü nerede yazmışım? Aşağıdaki bir yoruma cevap olarak yazdığım, "bu yazının içinde çözüm önerisi gayet açık var, ama siz sanırım tek cümlelik bir hap istiyorsunuz" cevabımdan mı acaba? Şayet bu yorumu okumuş ve "hap"ı orada görmüşseniz demek ki ordaki "hap" çözümü mü de okumuşsunuzdur. Bu çözüm SOSYALİZME SAMİMİYETLE İNANMIŞ SOSYALİST LİDER KADROYA bağlıdır. Ki o kadronun hakim sınıflarla ve emperyalizm ile çıkar ortaklığı bulunmamalıdır. SON bir söz: Demişsiniz ki sosyalistler zaten emperyalizmle hakim güçlerle çıkar bağı gözetmezler. İşte orada anlaşamayız. Bu ülkede kendine sosyalist diyen örgütler, liderler ve kişilerin kahir ekseriyeti bu bağ içindedir. Ve o bağları biz brada defalarca gösterdik

  • mehmet gökçe

    mehmet gökçe 08.10.2017

    marksizmin ana ilkelerinden vazgeçilmemesi gerektiğinin tarafında olarak yazdığımı bilmenizi istemekle beraber. Mümkünse sizin güncel bir çözüm önerisi sunmanızı ve bizi cennet vaat eden marksizmden kurtarmanızı istiyorum. Ama bu sorulara umutsuzluk ve çözümün olmadığı gibi dönütler yapmanızın kabul edilemez olduğunu(öyle bir şey yapmayacak olduğunuzu düşünmekle beraber bir ihtimal diyerek) belirtmek istiyorum.

  • mehmet gökçe

    mehmet gökçe 08.10.2017

    Kendini sosyalist sıfatıyla tanımlayan biri olarak yazınızı pür dikkatle okudum. Yorumlara verdiğiniz cevapları da. Peki sayın hocam günümüz ekonomik sisteminin iktisadi çıkmazları, dünyamızın gittikçe kötüleşen bu iğrenç halini göz önüne alırsak günümüzün çözümü nedir? Sosyalizmi bir hap olarak tanımlıyorken çözüm niteliğinin egemen sınıf ve emperyalizm ile ilişkisi olmaması olduğunu söylüyorsunuz. Peki bu gün egemen sınıflarla ilişkisi olmayan veya ilişkisi olanlarla ilişkisi olmayan tek siyasal yapı sosyalistler değil midir? Türkiye'de veyahut dünyada kapitalizmin dışına çıkmadan yürütülen hangi siyaset egemen sınıflarla bağımsızdır? Yanılmıyorsam marksizmle karşı olmakla beraber sosyalist olarak tanımlıyorsunuz kendinizi. Yanlıyorsam kusura bakmayın. Şuanlık bunun üstünden giderek soracağım. Marksizmin dışında bu gün bizi sosyalizme götürecek yol var mıdır? Bu sorularımı Marx'ın bir çok noktada eksik kaldığı günümüzde bu eksikliklerin doldurulmadan siyaset yapılmayacağını ama++

  • arif yavuz aksoy

    arif yavuz aksoy 08.10.2017

    BÖ, yine uçmuşun. Mumya yaşıyo. Evrim de devam ediyo. Kam oğn. Yani hiç havamda değildim ama sırf şunu demek için geldim. a.y.a. evrimsss tubikontinyutsss

  • Bahadır Özdemir

    Bahadır Özdemir 08.10.2017

    Evrim teorisinin, Marksizmi çürüttüğünü düşünüyorum. Şöyle ki, bugün için biz insan türünün en az 100 bin yıldır evrimleşmediğini biliyoruz. Demek ki bundan binlerce yıl önce de bizimkiyle aynı beyin yapısına sahip adamlar yine vardı. O zaman demek ki emek sömürüsü de ona karşı çıkan kişiler de her zaman var oldu. Ama siz, Karl Marx gibi sınıf mücadelesi tarihini burjuva sınıfıyla başlatır ve sanayi devrimine bağlarsanız, bir yüzyıl sonra Sovyetler Birliği denen bir devletin dağılmasının ardından bütün Marksistlerin neden ortadan kaybolduğuna da şaşmamanız gerekir. (B.Ö.)

  • Mehmet Gökce

    Mehmet Gökce 08.10.2017

    Evet Marksizm bir yaniyla dindir. Cennet vaad eder, melekleri vardir. Kutsal degerleri ve herseyin yaraticisi büyük tanri EMEK olayi vardir. Bu fikirlere katiliyorum. Ama sömürü düzeninden kurtulmak icin toplumda da bir Tanri beklentisi var. Oysa sömürü düzenine karsi mücadele sömürü ortaya ciktigindan beri sürekli devam eden bir sürec. Bunun kücük birikimleri var, büyük sicramalari var. Yazili hukuga gecmek bir sicrama. Calismanin saatle sinirlanmasi bir sicrama. . Aslinda bu mücadelenin marksizm ve sosyalizm adiyla tanimlanmasi mücadeleyi markalastirdi ve zarar verdi. Marksizm sömürü düzenine karsi cikan ama o düzenden kendi mülkünü ve sömürüsünü yaratan , ütopik dinsel ögelerle yeni fikirlerin harmanlandigi bir yol arayisidir. Ancak sömürü düzeniyle mücadele cok daha uzun ve insan varoldukca sürecek bir catismadir. Bu yaniyla bizim dinlere ve tanrilara degil, elinde cirasi olan delilere ihtiyacimiz var.

  • yusuf bodur

    yusuf bodur 08.10.2017

    Harikasınız ; Sosyalizme samimi inanmış ve bunun üstünde akıllı siyaset yapan liderlikte düğümleniyor...Ne denir... Sabırla samimiyetle bu konuyu ilmek ilmek işleyecek yazınızı ve süreci coşku ile bekliyorum ...Saygılar ..

  • Kaan Arslanoğlu

    Kaan Arslanoğlu 07.10.2017

    Kıymetli Harun bey, bu yazının içinde ve başka yazılarımda pek çok çözüm önerim var. Bu yazıda da aksi gibi gayet açık bir şekilde var. Ne yapayım bilmiyorum ki. Çözüm önerileri yerine geçecek cümleleri büyük harfle mi yazsam? Bazı şeyler de çözümsüzdür. Çözülemeyen konularda mevcudun en iyisi tercih edilir. Sanırım siz benden bir çözüm hapı istiyorsunuz. Sihirli bir hap. Tek cümlelik. Onu vereceğim istek üzerine. Fakat önce şunu bilmek lazım. Her konuda önce dogru teşhis yapılır sonra tedavi düşünülür. Doğru teşhisi küçümseyip sen bana ne hap vereceksin doktor diyen vatandaşlarımızla her gün karşılaşırız. Dogru teshis bazen tedavinin de kendisidir. Hastaliği bilmek bazen hapa gereksinimi ortadan kaldırır. Fakat illa hap isteyenlere. Her şey sosyalizme samimi inanmış ve bunun üstünde akıllı siyaset yapan liderlikte düğümleniyor. Yani neymiş: Samimiyet ve akıl. Bu samimi olanların emperyalizmle ülke hakim sınıfları ile çıkar ilişkisi olmaması gerk. Olmazsa olmaz ön koşul.

  • yusuf bodur

    yusuf bodur 07.10.2017

    Partili (Lenin in Bolşevik partilisi) İhanet ettiğinde proleter kökenlide olsa fark etmez. Önemli olan partinin niteliği olduğu sanırım hepimizce kabul edilir. Kişiler evliyalaştırılarak kutsanmalımıdır yoksa çiğ süt emmiş adem oğlu yabancılaşma girdabına her zaman düşer; bubun için derin anelizlere gerk varmı..Kitabın üç te birini okudum parti kelimesi şimdilik yok.Sizin yazınızda idam eden parti olarak geçiyor parti ve partilinin niteliği Lenln açısından mücadelenin her aşaması için tek belirleyici unsur.Bence parti konusu merkeze alınmadan yapılacak değerlendirmeler pek yerine oturmuyor..

  • harun cantürk

    harun cantürk 07.10.2017

    Kaan Bey, sizin bir çözüm öneriniz var mı?

Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.