Felsefe
MUHALİF TABANDA SİYASİ IQ ÇOK DÜŞÜK… UZMAN GÖRÜŞÜ…

Son derece basit, herkesin gördüğü, her gün gördüğü için anlamasını umduğumuz bir gerçek… Buradan da kaç kez yazdık… Duvarlar anlıyor, bunlar anlamıyor:
Ülkede bir savaş var. PKK-HDP bu millete (Kürtlere ve Türklere) karşı kanlı bir savaş yürütüyor. Karşılıklı sürekli kan akıyor. Kan ve candan bahsediyoruz… Herkes sizin kadar duyarsız olmayabilir! Siz muhalefet olarak…….. Bu savaşın taraflarından birine dost iseniz, ona yakınsanız, onunla ittifak içindeyseniz…….. Bu savaş bitmediği sürece iktidara gelemezsiniz……. Seçimde çoğunluk sağlamanız çok zordur…….. HDP ile birlik olan düşer. İktidar tarafı az buçuk yüzde ellinin altına inse bile, son seçimlerde olduğu gibi allem eder kallem eder, yine size hükümeti vermez…….. Siz de bunu bilirsiniz ama, liderleriniz ve yazarlarınız bunu açıklamaya bile cesaret edemez…… Her seçim dönemi büyük hayaller yaratır, seçim akşamı o hayalleri satıp ortadan kaybolurlar. Sonra yine çıkar, yine liderlik ederler. Başkanlar, kadrolar, yazarlar… Muhalefeti gütmeye hiçbir şey olmamış gibi devam ederler.
Bu benim fikrim değil. Benim duygum değil. Bu benim şahsi siyasi görüşüm değil… TC bayrağının kırmızı beyaz olduğunu söylemek kadar açık bir gerçek. Nesnel, reel bir olgu. “Bu senin fikrin” diye anlamazdan gelseniz de hayat gerçek olanı doğrular, sizi yanlışlar. Ama sizin zihniniz mühürlenmiştir bir kere. Gerçeğe hayal, hayalinize gerçek diye bakarsınız.
Peki muhalefet olarak ne yapmanız gerekir: PKK’yı her türlü baskıyla silah bırakmaya zorlamak, zorlamayanı da HDP ve CHP en başta olmak üzere yalnız bırakmak. Suratlarına bile bakmamak. Utanır hale getirmek. Def etmek. Her türlü sol, “demokratik” faşizan örgütü terk etmek. Bunu yaparken de “ulusalcı”, “Perinçekçi” gibi suçlamalara aldırış etmemek. Çünkü bir kesim ulusalcının AKP’ye desteği muhalefete 1 zarar veriyorsa, Amerikan güdümlü HDCHP çizgisi 100 zarar veriyor. CHP HDP ile stratejik ortaklık kurarak tüm değerlerimizi satmıyor sadece, her hassas dönemeçte de gönüllü gönülsüz AKP’ye destek veriyor.
Özellikle MUHALEFET TABANINDA bir IQ düşüklüğü var, diyorum. Muhalefetin liderleri, yazarları, kanaat önderleri ise aksine cin gibidir. Onlarda kişisel bir zeka düşüklüğü yok. Kendi çıkarlarını gayet iyi biliyorlar. Benden çok daha zekiler. Muhalefette bulunan tuzu kuru kitleyi de kast etmiyorum. Liderleri ve onlar bir tür iktidar içindedir. Bir tür saltanat sürmektedirler. Daha ne olsun.
Siyasi IQ düşüklüğü gösteren ve hem de çok ciddi “siyasi geri zekalı” olan muhalif tabandaki çoğunluk, orta kesim ve gariban takımıdır. Onlar bu yönetimle, alkışladıkları bu yayınlar ve yazarlarla gün yüzü görmeyeceklerinin farkında bile değiller. Anlatsak da anlamıyorlar.
Bozkurt selamlı, ülkücü kitleyi kazanmaya çalışan Meral Akşener bile HDP’ye yaklaşıyorsa ve sırf bu yüzden duvara toslamışsa, tosladığı halde tabanı bu kadar açık gerçeği göremiyorsa bu işte bir iş vardır.
Nasıl AKP tüm milleti koyun gibi güdüyorsa, muhalefet liderleri ve yazarları da muhalefet tabanını koyun gibi dürtüyor.
TKP’nin AHMAK YAZARI
İşte o da benim. Şimdi şöyle söyleyeyim: Zeka katman katman bölüm bölümdür. Sosyal zeka katmanlardan biridir. Siyasal zeka o katman içinde bir bölümdür. Bir de her zeka türünün bireysel olanı ve toplumsal olanı bulunur. Birçok insanın sosyal ve siyasal zekası kişisel çıkarları için son derece yüksektir. Toplumsal çıkarlar için ise embesildir. Bendeki biraz tersi. Sosyal ve siyasal zekam gerçekleri görme ve göstermede hiç fena değil. (Aslında yukarda açıkladığım gerçekler vasat bir aklın bile görebileceği, anlatabileceği şeyler. Bunlar bile görülmüyor ve anlaşılmıyorsa toplum düzeyini siz düşünün.)
Ama bende bir yazar olarak kendi çıkarını gözetme zekası “idiot” düzeyinde.
Bir yazar idiyotsa ne yapar: Kendi yazdığı yayın organını, sırtını yasladığı çevreyi bile eleştirir. Kendini eleştirirken, dost ve arkadaşlarını da eleştirir. O zaman “başarıya”, geniş okur kesimine hiçbir zaman kavuşamaz.
İşte aşağıda iki yazı örneği veriyorum.
Biri soL Portal’daki ilk yazım. TKP’yi övüyorum. Niye onu desteklediğimi anlatmaya çalışıyorum. Bu arada siyasette çok yalan söylendiğini, solcuların da çok yalan söylediğini açıkça beyan ediyorum. Bu konuda TKP’ye güvendiğimi belirtiyor, ama baştan uyarıyorum gerçekçilik konusunda. Bu tür etkilerle mi bilinmez, sonradan soL günlük gazeteyi çıkarırken “Halka Yalan Söylemek Suçtur” diye bir slogan benimsemişlerdi. Kendileri uydu mu bu bu mottoya, suç işlemediler mi?
Sonraki yazı ise bir seçim sonrası TKP’nin seçim taktiklerini eleştiriyor. Hatta eni konu dalga geçiyor. Tek yanlı bir yayında olabilecek en üst düzeyde ağır eleştiri. Görüyor musunuz şu ahmaklığı. TKP’li oldum diye zaten birçok kişi ve çevrenin düşmanlığını kazanmışım, popülerlik elde edeceğim tek mecraya da kendim işiyorum.
Ahmak bir yazar olarak benim kadar ahmağına pek rastlamadım. Kendi yayın organını da eleştiren, kendi okur kitlesini de sorgudan geçiren. Bakın tek tek yazarlara. Çok cesur olanlarına bakın. Kalemi, dili en sivrileri inceleyin! Kendi yazar arkadaşları ile, kendi yayınında çıkan haberle, kendi yayın organının çizgisiyle, kendi okurlarının ters eğilimleriyle didişen, didişmek şöyle dursun, ara sıra birkaç laf eden kimse bulamazsınız. Çünkü akıllıdırlar.
Onlar akıllıysa peki siz okurları ne oluyor?
Bir dahaki bölümde TKP’li olduğum dönemde TKP çizgisine ters yazılarımdan başka birkaç örnek daha vereceğim.
20.06.2008
SOL SİYASET!.. YALANSIZ OLSUN!
Düzce SES Temsilciliği 15-16 Haziran'ı anmak için Kocaeli SES salonunda bir etkinlik gerçekleştirdi. Toplantıda konuşan dönemin işçi liderlerinden Remzi Çakar, o günlerde ve sonrasında yaşananları ayrıntılarıyla anlattı. Son söz olarak söyledikleri bugünkü solun sorunlarını çözme doğrultusunda anahtar niteliğindeydi. Çakar, devrin işçi önderlerinin birçok fabrikada binlerce kişiye birkaç saat içinde seslendiklerini ve hepsini ikna ettiklerini belirtti. "Çünkü" dedi; "konuştuklarımıza inanıyorduk, çok inanıyorduk! On binlerce arkadaşımızı da inandırmamız, o yüzden hiç zor olmamıştı."
İnanma ve inandırıcılık sorunu. Sağ politikacılar kitleleri aldatarak peşlerinden sürüklerler, ama sol doğruya, haklıya dayanmak zorundadır. Sol siyasetin olmazsa olmazı yalansızlıktır. Söylemine yalan karıştığında sol, ya kitleler gözünde inandırıcılığını hızla yitirir ya da sol görünümlü sağa dönüşür. Türkiye'de sol, 1980 darbesine dek esas olarak doğruları savunduğu için iyi kötü işi götürdü. Hayli de yalan söylemesine karşın. Ne ki darbeden sonra ibre baskın biçimde yalana doğru kaydı.
Solcular emperyalizme karşıyız dediler, AB'yle ABD'yle işbirliğine girdiler. Enternasyonalistiz dediler, milliyetçiliği kışkırttılar. Barış dediler, kirli savaşı kızıştırdılar. Halkın kardeşliği dediler, bir taraf Türkçülük güzellemesi üstünden Kürt düşmanlığı yaptı, öbür taraf yurtseverliği ayıp saydı. Sosyalistiz dediler, bulundukları her alanda kapitalizmi övdüler, örgütlediler. Halkçıyız dediler, her iktidara geldiklerinde halk düşmanlığı yaptılar. Devrimciyiz dediler, orduyu göreve davet ettiler. Kirliliğe karşıyız dediler, yolsuzluklara bulaştılar. İnsan hakları dediler, canilerle kol kola gezdiler. Düşünce özgürlüğü dediler, düşünceyi yasaklayan seçkinci şebekeler kurdular. Halk, çirkin sol propaganda altında "yalan manyağına" döndü.
Siyaset solda da yapılsa insanı bozma tehlikesi yaratır. Umut vermek, ikna etmek için abartmak zorundasınızdır. Düşman çok güçlüdür, ittifaklara girme gereği hissedersiniz. Girilen ve bozulan her birlik aldatılma duygularını beraberinde getirir. Öte yandan siyasette saf idealist, zayıflıklarından tam arınmış insan bulmak zordur. En gelişkin sol partilerde bile çiğliklere, insan kötüye kullanımlarına, bencilliklere, haksızlıklara sıklıkla rastlanır. O yüzden "doğru" bir genel çizgi altında bile yalandan tümüyle kaçınmak olanaksızdır.
Ancak hayat, yaşayan ve düşünen her insana siyasete şu veya bu ölçüde bulaşma sorumluluğu yükler. O zaman da insan siyasi gruplar arasında seçim yapma ihtiyacı duyar.
Bugün Türkiye'de yalan üstünden siyaset yapmayan, politikanın çirkinliklerine mazur görülebilecek ölçülerde en az bulaşmış siyasi hareket olarak TKP görünmektedir. Hatta "İnandıkları, savundukları ve yaptıkları arasında tutarlılık bulunan tek siyasi hareket TKP'dir" desek yüksekten atmış olmayız. Bu nedenle de onu desteklemek tüm solcuların boynunun borcudur. Destek ona katılarak sağlanabilir, ama şart değildir, değişik düzeylerde dışarıdan da verilebilir.
Sosyalist, komünist olmak, yurtsever olmak, kapitalizme ve emperyalizme karşı durmak, halkın birliğini savunmak, hiçbir milliyetin başka bir milliyetten üstün olmadığını savunmak... Tüm bunları birlikte olmak ve savunmak, ancak yalandan arınmış tutarlı bir çizgide yürümekle olanaklıdır. Halk da ancak konuştuklarına sonuna dek inanan, ama sosyopatlığından ötürü değil, tam bir tutarlılık içinde düşündüğü ve davrandığı için inanan hatiplerle, siyasetçilerle, yazarlarla sola inanacaktır.
24 Haziran 2011
TKP SEÇİMDE HATA YAPTI
Yüzde 50’lerin ülkesi olduk. Bu yazının da yarısı ciddi, yarısı şaka. Neresi ciddi, neresi şaka, değerlendirmesi size kalmış.
TKP seçimde soyut kaçtı. Sloganları soyut kaçtı. “Boyun Eğme” örneğin. Boyun denen organ eğilmek içindir, aksi takdirde kazık gibi durur, zorlanınca kırılır. Üstelik vatandaş kafaya koymuş bir kere, onu eğecek. Ama parti, daha somut hedef gösterebilirdi, “Boynunuzu şu yöne, şu açıda eğin!” Böyle bir slogan somut mesaj verirdi, anlaşılırdı.
500 bin oy istemek! Ne yapacaksın 500 bini? Bir eksik kalsa ne olacak? Bir fazlası ne gibi bir zarar doğuracak? Bir kota mı var bilmediğimiz? Halkımız Picasso resimlerine bakar gibi baktı afişlerimize.
Oysa somutluk gerek. Anlatamadık galiba, tür olarak 150 bin yıl önce evrimini tamamlamış taş devri aklına sahibiz hâlâ. Öyle ince soyutlamalar bize gelmez. Netlik bulunmalı: Bak bu oy, bunlar birleşince ne oluyor, milletvekili oluyor. Seçimin gayesi ne? Milletvekili çıkarmak, parlamento oluşturmak! Olay bundan ibaret. Bunun ötesi? Oy toplayalım ki, güçlü görünelim, mücadelemiz güçlensin...
Hangi mücadele? Bizim aydınımız, sosyalistimiz bile böyle soyut şeyleri kavrayamaz. “Bile” kelimesi fazla aslında, burada tersine bir “bile” söz konusu. Somut düşünenler bu seçimde de kazandı, soyut düşünenler kaybetti. Ampule basacaksın; soldan şununcuya basacaksın; al şu ipi, ölçüp basacaksın! Sonunda milletvekili çıkaracaksın. Bu kadar somut olmalı.
Toplumun cahil dediğimiz büyük çoğunluğu gidip oylarını kafalarındaki partilere başarıyla verdiler. Bizim pek soyut, pek siyasi, pek bilmiş okumuşlarımız ne yaptılar peki? Sevmedikleri, yanlış buldukları partilere kitleler halinde oy verdiler. Hatta on binlercesi hem bağımsızlara hem partilerden birine mühür basarak oy vermeyi bile beceremedi. Hangi taraf daha aptal?
Somut tek sloganımız “TKP’ye oy verme!” idi. Bakın nasıl rahat anlaşıldı. (Arkadaşımız C…’dan aktarım.)
“Mücadele” dedik de, kim istiyor mücadeleyi? Mücadele etmek isteyen eder zaten. Bizim aydınlarımızın, “sosyalistlerimizin” büyük bölümü mücadele etmek, kavga etmek istemiyor, bu açık. Kendileri yerine mücadele edecek birilerini desteklerler daha çok. Bu geçmişte orduydu, Kürt başkaldırısıydı, CHP’ydi. Şimdi ordu gitti, diğer ikisi kaldı. Tablo aynı tablo.
“Sosyalistlerimiz” sosyalizmi istiyorlar mı peki? Açıkça söyleyeyim, iddia edeyim: Kendine sosyalist diyenler arasında samimi bir anket yapılsa. “Yarın bu ülkenin yarısında sosyalizm kurulacak, hangi tarafta yaşamak istersin?” sorulsa; büyük çoğunluğu kapitalist tarafta yaşamayı tercih edecektir.
AKP’ye oy veren yüzde 50, eğer oy vermeyen yüzde 50’den daha yoksulsa, zaten işin temelinde, sağ-sol dengesinde ciddi bir sorun bulunmuyor mu?
Türkiye sosyalistlerinin kafasındaki “devrim” hayali cinsel fantezilere benziyor. (Arkadaşımız S…’ın yorumu.) Her bireyin kendine özel, tam anlaşılmaz ve kısmen gizli… Öyle ki, önüne hangi devrim fikrini getirseniz, o fanteziyle karşılaştırıyor ve burun kıvırıyor.
Bu seçime sosyalizm bayrağı ile giren tek partiydi TKP. Dost örgütlerden veya bağımsız sosyalistlerden gelen destek yok kadar az. Biz az oy almaktan utanalım, ama onlar da utanmayacak mı?
“Ortada bir komünizm düşmanlığı hayaleti dolaşıyor!” Korkunç boyutta bir TKP düşmanlığı. Bunu en iyi kendimden izleyebiliyorum. Yazdıklarım nedeniyle TKP’li olmadan önce birçok düşmanım vardı, şimdi düşmanlık ikiye katlandı. Hani voodoo inanışı gerçek olsa, bu düşmanlıkla saniyesinde erimem gerekirdi. Yoksa iktidarda mıyız?
Peki kendi hatam yok mu bunda? Üstten bakan tutumlarımın, küçümseyici ifadelerimin, başkalarının verdiği tavizlere acımasız yaklaşımlarımın? Haklılık payı esasta ve ağırlıkta da bulunsa, böyle tutumlarım beni bazen güçlendiriyor, çoğu zamansa işimi bozuyor. Bazen inadına öyle davranmaya devam etmeliyim desem de, kaç kez “Ne olacak, sevmesinler beni, milletvekili adayı mı olacağım!” demiş bulunsam da (son adaylığımdan sonra onu da diyemiyorum artık!) bir partinin böyle bir şansı yok. Dolayısıyla bu düşmanlıkta, güçlenmemizin yarattığı kıskançlık kadar, olgun sayılmayacak tutumlarımız da rol oynuyor.
Sonuçta pek çok “sosyalist” sosyalizmi bir ana yemek olarak kabul etmiyor. Başka yemeklerle birlikte yenebilecek bir “sos”tur onlara göre sosyalizm. Sosyalizmin “izm”ini birileri yapar, “sos”unu birileri yer, bize daima “yal”ı kalır.
Ne zaman ortaya bir “sos” gelse otuz yıldır, kırk yıldır denenmemiş gibi birileri yeniden CHP’yi keşfeder, başka birileri de Kürt hareketini.
Yine de bu seçim çok güzel kazanımlarımız oldu. Eski EMEP’li C… B… , A… Ç…; eski TKP’li E… D… ; şimdiki EDP’li U… D… yakın çevremden bize oy verenlerden adlarını sayabildiğim çok değerli insanlar.
Bursa’da yılların sosyalisti eski CHP yöneticisi C… E… , oy vermenin ötesinde partinin seçim çalışmalarına çok ciddi bir katkı sundu, Bursa’da birçok sosyalist aydının TKP’ye oy vermesinin yolunu açtı .
Böyle böyle gidersek bir gün olur mu? Umarım.
Bunun yolu sosyalistlerin sosyalist olmayan partileri desteklemesiyse onu da sonuna dek zorlamalı. Başta AKP desteklenmeli. DSİP (AKP-ML deniyormuş bu partiye – C… ’den aktarım) doğruyu tam görmüş. Fakat pek cılız bir grup bu, taktiğe hakkını veremiyorlar.
Ve AKP’ye verilecek desteğin AKP’yi imha edecek ince bir noktası bulunuyor. Öyle 40-50 kişiyle değil de, (500 bin de çok fazla) 500 kişiyle AKP’ye girsek sosyalistler olarak… (İşin en zor, belki de imkansız yanı burası, bir “sosyalist”i ikna etmek bir faşisti devrimci yapmaktan kesinlikle çok daha zordur), samimiyetle AKP için çalışsak… Nasıl hızlı bir inişe geçeceklerini o zaman görün.
Kaan Arslanoğlu
Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.
Neo Paladyum 05.02.2019
meslek odamızda, işyeri çevremizde, yeni medya dolayısıyla.. ilişkiye devam ettiğimiz entel- dantel eski arkadaş çevremizde, bu makaledeki yanılsamaların örneklerini her gün yaşamaktayız. işin en enteresan tarafı ! ! sağcı, cahil, yobaz kesim siyasi temsilcileri, yazar çizer takımından '-fetö bizi gandırdı - ameriga o dönem bizi aldattı - biz de sonradan öğrendik..' gibi arada bi daha gerçekçi değerlendirmeler yapıldığını, kendi durumlarını bilerek yedikleri haltları ikrar ettiklerini gördüğümüz halde ! bizim çok bilmiş, evrensel sistemi çözmüş, 19. y.y. dönemi materyalizm felsefelerini okumuş yalamış yutmuş ilerici- lââyik cemaatimizden.. koskoca müendiz, mimar, doktor teknisyen kalabalıklardan asla bir özeleştiri gelmez. kilitlendikleri, boyunduruğa geçirildikleri halkaların farkında olmadan.. bıraktığımız yerden devam ederler. Einstein'ı severler, aforizmalarını söylerler, ama ! insan önyargılarını değiştirmek, atomu parçalamaktan zordur' sözünü aynanın karşısında hiç söylemezler.