Felsefe
Gençlik ve de Kadın Hakları Üstüne Notlar..

8 Mart’a dek gençlik ve kadın üstüne hemen her gün facebook’da bazı notlar yayımlayıp, alt alta buraya koyacağım…
BÖLÜM 14
Bir noktacık siyasi zekamız vardı. Onu da Sözcü, Cumhuriyet, Birgün okuyarak; Fox, Tele1, HalkTV seyrederek harcadık. Oraya buraya bomba koyan mı bizden, bombayı etkisizleştiren mi düşman? İçsavaşa kalkışanlar can dostumuz da, o ateşi kendi kanlarıyla söndürenlere mi faşist diyeceğiz? OdaTV okurları hepten bitkisel zekada. Aynı anda birbirine zıt üçer beşer uyaran almaktan beyin konnektomları dağılmış, o boyuttan bu boyuta kenevir gibi yaşayıp gidiyorlar. Bu yayınlar hain birer bomba. Bu yayınların hepsinin göbeğinde PKK çörekli. Hepsi aynı patronun şirketi.
Umut gençlikte diyoruz da, hangi gençlik? Yalnızca kendi geleceğini düşünüp gerisini boş verenler mi; işinde, gücünde, okulunda, dersinde titizlenenler mi; kafeleri, barları dolduranlar mı; alnını seccadeden kaldırmayanlar mı; üçte bir siyasi üçte iki lümpen sol özentili muhalifler mi? Asker, polis olup, kimine göre pırıl pırıl yüzleriyle vatan hizmeti yapan, kimine göre de AKP’ye zorbaca muhafızlık eden, o çocuklar da genç… Hangi kesimdir geleceğimizin garantisi?
Olguya tam da sistemin istediği, oligarşik üst aklın istediği gibi güncel politikanın kısır tiyatrosundan bakarsak herkes yine kendine en yakın olanını seçecektir. İşte bizi kurtaracak gençlik bu, diyecektir.
Bence gelecekte iyi bir şeyler olacaksa tüm bu saydığım gençlik kesimlerinin gayretiyle olacaktır. Hepsinden olumlu unsurlar çıkacaktır. Ancak gidiş onu gösteriyor ki geleceğin iyiliği, geleceğin olumlu güçleri bugünkü “muhalif” akla ters köşe yapacak, en beklenmedik yönlerden sökün edecektir.
Ya kötü senaryo gerçekleşirse? Kötü senaryonun pek çok değişik taslağı mevcut. Büyük güçlerin birçok ülkede yaptıkları gibi bizi de parçalamak istedikleri açık. İçsavaş çıkarmak için defalarca kalkıştılar. Olmadı. Fakat bir gün başarabilirler.
Öyle bir durumda bu halk Türkü-Kürdü-Çerkezi-Laz’ı ile kandan ve şiddetten beslenenlere yine dersini verir, ama. Dileriz ki bunu görmeyelim. Tüm çabamız öncelikle böyle bir çılgınlığın önlenmesi içindir.
Esma Çevik. Bomba imha uzmanı. 2019’un son günlerinde Şırnak’ta PKK’nın yerleştirdiği bombayı etkisiz hale getirmeye çalışırken tim arkadaşı Kemal Sayar ile birlikte şehit oldu. Başka canlar ölmesin diye bombaya canını kapayan Esma üstçavuş! Sen ve senin gibi Cumhuriyet kızları barışlı geleceğimizin vicdanlarısınız. 8 Mart’ların gerçek sahiplerisiniz. Şan olsun tükenmeyen büyük ruha! SON.
BÖLÜM 13
Fotoğrafta sağda örgüt içi infaza uğramış yüzlerce PKK’lı kızdan sadece beşini görüyorsunuz. Gelmiş geçmiş en Kürt düşmanı akımdır PKK-HDP. 2000’den fazla örgüt içi infaz yapıldığı, bunlardan en az dörtte birinin kadın olduğu biliniyor. Binlercesi de ön saflara gönderilerek, intihar eylemlerine yollanarak yok edildi. 18 yaş altı kız ve erkek çocuklardan PKK saflarında savaştırılarak binlercesinin ölümüne yol açıldı. Cinsel istismar öykülerine hiç girmeyeceğim. Fotoğrafta solda ayrı ayrı “özgürlük şehidi” diye iftiharla teşhir ettikleri kız çocuklarından dördü…
Bu çocukların canları üzerinden solculuk, “kahramanlık” yapan, bu canların çektiklerine karşı beton gibi katı şehir entellerini olmayan vicdanlarıyla baş başa bırakalım.
Apo’nun Kürtler hakkındaki aşağılamalarını alt alta dizsek “kim bu ırkçı, Kürt düşmanı faşist” diye isyan eder, Avrupa mahkemelerine koşarsınız. Sadece Kürtleri değil, yaşayan hiçbir şeyi sevmiyorlar.
Tablonun çok küçük bir bölümünü hatırlattığımızda mantıkları bittiği için diyecekleri birkaç laf vardır: “Faşist propaganda!” Ya da daha geçerli bir başka kalıp: “AKP yalakası!”
AKP’nin kendiliğinden yıkılacağı varsa da bunlar sayesinde yıkılmadığı ortada. AKP’nin yaptığı çok büyük haksızlıklara muhalefet daha büyük haksızlıklarla cevap vererek iktidarı aklamakta, ona arayıp da bulamadığı haklı zemini sürekli döşemekte.
BÖLÜM 12
“Sol”un aşırı sağcılaşması diyoruz ya... Hala “sol” gibi gördüklerimizin en iyilerinden biri TKP. Denize düştük, o yılana sarılacağız da, yılan suyun altında, bizi dibe çekiyor. Komünistlik diye yaptıkları hazır potansiyel Alevi tepkiselliğini CHP ve HDP’ye nasıl tam bırakmayız, oradan nasıl adam tırtıklarız derdi. O da bir şey elbette, hiç yoktan iyidir. Fakat komünistlikle ilgisi bulunmayan birkaç Alevi starı devamlı kadroya almalar, onları vitrine taşımalar. Dünyaya sınıflar penceresinden değil, mezhep mağduriyetinden bakmalar. PKK’dan korkmalar, HDP kafalı genel sol kitlenin aforozundan çekinmeler. Onları devamlı aşağı çekiyor.
İlerici Kadınlar Dermeği’nin son 8 Mart bildirisini okuyorum: Kadın cinayetlerinden bahsediyor, AKP iktidarının kadını ezdiğinden bahsediyor, gericilik, cinsel istismarlar, şu bu.. hepsi var… Güzel, doğru. Fakat kadına şiddetin en büyük odağı, kadın istismarcısı PKK’dan yine bahsedilmiyor. Sonra da “PKK-HDP’yi destekliyorsunuz” dediğimizde küplere biniyorlar. “Eleştiriyoruz, nasıl destekliyoruz!” PKK’yı böyle destekliyorsunuz işte! Çifte standartlı, subliminal yanıltıcı mesajlı, fırsatçı söylemlerle. Belki yanlış düşünüyorum, belki komünistleri idealleştiriyorum; belki komünistler hep böyleydi: İnsan bu.
BÖLÜM 11
CHP tabanı tüm bu pisliği bal gibi görüyor, görmezden geliyor. Hesapta HDP desteği ile kritik eşiği atlayacaklar, AKP’den kurtulacaklar. HDP’nin kanlı bir kanca olduğunu, o eşiğe takılıp durduğunu anlayamıyorlar. HDP ile bir kurtuluş olmaz. Olursa eşiği de parçalayan, ortalığı dağıtan bir kargaşa olur.
CHP kurmayları ise bağımsız düşünemiyorlar zaten. Yönlendiriliyorlar. Onlar ve efendileri halkın AKP’ye karşı haklı tepkisini bir yandan ülkeyi zayıflatmak, toplumu ahlaken çökertmek, öte yandan HDP’ye sempatiyi artırmak için kullanıyorlar. Bir yandan da adeta iktidardalar, sistemin tüm nimetlerinden yararlanıyorlar.
Zırva üretici çakma sol teorisyenlerin PKK’nın “birçok olumsuz yanlarına karşın kadınları özgürleştirdiği” yalanına gelince… Öldürülen binlerce kadın, ölüme yollanan binlerce kadın, zorla tutulan kadınlar, işkence ve örgüt içi infazlar, cinsel istismarlar… Anladıkları özgürlük “cehennem” özgürlüğü.
BÖLÜM 10
MHP’lilere ikide bir “faşist” derler.. Gezi’de yer almak, ABD’ye kafa tutmak bile kurtaramadı onları. Aydınlıkçılara bile durmadan “faşist” diyorlar. PKK için faşist dediklerini bir kere bile duydunuz mu? Kimin faşist olduğu ortada. Fakat “faşist” gibi terimler gerçekten tanımlayamıyor bu insanları. 20’li yaşlarında öğretmenleri sadece ve sadece öğretmen oldukları için çocukları, babaları, eşleriyle birlikte kurşunlayanlara “özgürlük hareketi” diyen kafaları hangi psikolojik terim betimleyebilir? Bunlarla seçimlerde, mitinglerde, cüce sendikalarda, meslek odalarında birlikte hareket edenlere hangi sağlıklı kafa dayanabilir?
Nasıl bir sahte sol yobazlıktır bu, dinci tarikatçı yobazlığın bile yetişemediği… Bu solculuk, bu mağdur edebiyatı, bu muhaliflik… Altta yatan güçlü gaddarlığı, iflah olmaz bağnazlığı örtmeye yarayan kirli bir çuvaldır artık.
Şu anki iktidar bize gerçekten fazla! Kendimize “solcu” diyorsak hala, bu iktidarı hak etmiyoruz! Çok, ama çok daha kötüsünü hak ediyoruz, yatıp kalkıp şükredelim. Onca eleştirimize karşın şu anki durumda bulunabiliyorsak eğer… Onca ülkeyi bölme, iç savaş çıkartma, ırkçı katliamlara rağmen… En başta Türkü-Kürdüyle bu ülke halkının geniş sağduyusuna ve özverisine borçluyuz bunu.
BÖLÜM 9
Marksistlerin, komünistlerin güya “kutsalı” “işçi sınıfı” değil mi? PKK sürekli işçi öldürüyor, gık yok. Her ortamda HDP ile birlikteler, onları gücendirmek en büyük korkuları. TÜPRAŞ saldırısında 4 işçi öldürüldü, lanetlediler mi PKK’yı? Hayır. Hadi onlar Türk işçi, Türklere alerjileri var. PKK Kürt işçileri de ikide bir havaya uçuruyor? Hani sizin “işçi sınıfınız”, hani “Kürt özgürlük” davanız?
Daha önceki bölümde sıradan liberalin HDP sempatisini psikolojik olarak çözümledik. Bunların ileri gelenlerine, yazarlarına gelince işin rengi psikolojiden çıkıyor. Doğrudan siyasi ve maddi çıkara gelip dayanıyor. Biliyorsunuz 80 sonrası radikal solcularımız ülkeden kaçmış, ama sosyalist ülkelere değil, nedense zengin kapitalist ülkelere sığınmışlardı. Orada tabii karşılıksız beslenmediler. Gizli servisler, açık servisler, dünyanın fonu girdi devreye, uydu bir radikal sol çıktı ortaya. Çoktandır ektiklerini biçiyorlar. Besleme devam ediyor.
Orta sınıftan ve yine bu sınıfı temsil eden radikal “sol”cularımız havaalanlarını güzel gezilerinin konforlu uğrağı olarak görürler sadece. Orada üç kuruş için köle gibi çalışan emekçileri geçerken pek görmezler. Gariplerim mesai bitecek de evlerine koşacaklar, çocuklarına analık edecekler. Bir de iyi ve mutlu görünmeye çalışacaklar. Belki birçoğu bizden mutludur, o da ayrı konu. Kafelerine, kültür merkezlerine dönen iş bu Marksistlerimiz çıkardıkları “sol” yayınlarda yinelemeleri gereken sözcükler anlamında “emekçi”den bahsetseler de… Bu “emekçi” kitaplardaki emekçidir, kendilerine hizmet eden insanlar değil. O yüzden işçi ölümlerinin acılarına empati yapamazlar.
BÖLÜM 8
Solcumsulardaki, bu okumuş “seçkin” kesimdeki HDP sempatisinin psikolojik düzeneği nedir? PKK onca aydını, solcuyu, devrimciyi, işçiyi, kadını, çocuğu öldürürken nasıl böyle taş yürekli kalabiliyorlar? Az sıkıştırıldıklarında “HDP ayrı PKK ayrı” gibi ucuz bir yalanla kolayca kendilerini nasıl kandırıyorlar? Pek çok arkadaşım, tanıdığım var içlerinde. Birçoğu başka bakımlardan gerçekten iyi insan.
Normal insan oldukları için… Normal insan hemen bir taraf seçer ve kendi tarafının duygularına, güdülerine göre düşünür. Evrimle oluşmuş insan tabiatı böyledir. İnsan çoğunluğu ancak böyle düşünüp davrandığı için yaşamda kalabilir, yaşamın acılarına katlanır, türünü böyle devam ettirir.
Normal insan eğer kendi tarafındaysa canilere kolayca aşık olur. Kendi tarafını çok basit nedenlerin oluşturduğu aidiyet duygularıyla seçer. Burada konformizm ve çıkar ön plandadır. Konformizm makro ve mikro çevreye uyumlu davranma tutumudur. Bu da zaten hem manevi hem maddi menfaat duygusu ile iç içedir.
Bir kez taraf seçtikten sonra iş kolaydır. O taraf her konuda yüzde yüz haklı, karşı taraf yüzde yüz haksızdır. Kendi tarafının bütün günahları unutulur ya da akla uydurulur. Karşı taraf ise sadece küfrü hak eder. Normal insanlar özellikle siyasi konularda nesnel ve dürüst bakamaz, adeta YASAKTIR. Örneğin şu an Suriye meselesindeki tartışmalara göz atın. Herkes bir yanın fanatiği olmak zorundadır. Yoksa kimse sizi dinlemez. Nesnel bakmaya, dürüst olmaya çalışanları ise iki taraf da sevmez.
Bir de şu var tabii: Birileri can alacak, can verecek; sizse bedavadan onların açtığı siyasal alanda “ilerici, aydın, solcu bilmem ne..” olacaksınız. Zamanın ruhu içinizde, rüzgar arkanızda kendinizi iyi hissedeceksiniz. Uluslararası entelijansiya sizi takdir edecek, siz onları takdir edeceksiniz, Avrupalı olacak, elit olacaksınız.
10 bin yıllık “uygar” insan halleridir. Bu halleri “faşizm ya da kapitalizmin insanı” gibi siyasi terimlerle anlatmak hem gereksiz, hem yanlış.
BÖLÜM 7
Sonnur Atalay: işçi. Yeni evliydi. PKK’nın 1999’da İstanbul Göztepe Mavi Çarşı’ya yaptığı molotoflu saldırı sonucu öteki 12 kurbanla birlikte yanarak öldü. Ölenlerin 8’i kadındı ve çoğu mağaza çalışanıydı. PKK’nın katlettiği yüzlerce işçi ve köylü kadının fotoğrafları bile yok. Bazıları görüntüsü silik, yerde yatan şalvarlı kurbanlar, kimisi üstüne gazete kağıdı örtülmüş belirsiz yığınlar olarak kayda geçiyor. Anlayacağınız PKK kurbanlarını tanıma ve anma konusunda bile sınıf ayrımı var. Bu arada belirteyim: Sonnur kardeşimizi yakanlardan biri de kadındı.
Madımak katliamını içimiz acıyarak anmıyor muyuz her yıl! Her yıl dönümü değil, her fırsatta failleri ve azmettiricileri lanetlemiyor muyuz! PKK’nın yaktığı canların ne sayısı belli, ne hikayeleri… Ne de fotoğrafları kalıyor bize.
Siyasi anlamda taraf olabilirsiniz. Ama dürüstlüğün, vicdanın tarafı olmaz. Eğer tarafı olursa siz doğrudan Nazi müsveddesi olursunuz. İşin püf noktası buradadır.
AKP’den kurtulmak istiyoruz, tamam. Niye? Taraf duygusuyla vicdansız ve hakkaniyetsiz davrandığı için. Muhalefet cephesi çifte standartta, vicdansızlıkta daha berbat bir durumdaysa, sivil katliamında ise kıyaslanmayacak oranda öndeyse… o kanat nasıl iktidara gelecek? Mesele budur. Zordur… Gerçekleşse bile durumun daha da kötüleşme ihtimali büyüktür. CHP ipleri tümden içindeki HDP’lilere vermekle meşruiyetini kaybetti, AKP’den kurtulma umutlarını sattı.
BÖLÜM 6
PKK’nın öldürdüğü binlerce kadın… 8 Mart’a kadar çok az sayıda örneği tek tek size anımsatacağım. Amaç ne acıları kanatmak, ne belli bir kesime karşı nefret uyandırmak. Amaç: ANLAMAYA ÇALIŞMAK. PKK kadınları, çocukları, emekçileri pırasa gibi doğrarken bu ülkenin solu nasıl PKK hayranı kesildi? PKK-HDP sempatisi kendine solcu, sosyalist, komünist diyen grupların nasıl olmazsa olmazı haline getirildi? Bu katliamcı zihniyet en son neden CHP’yi de ele geçirdi? Bunun psikolojik mekanizması nedir?
“Yok öyle değil, biz ayrıyız, PKK’yı eleştiriyoruz” yalanını nasıl bu kadar rahat söyleyebiliyorlar? Seçimlerde, mitinglerde, her saflaşmada birlikteler. DİSK’te, KESK’te, meslek odalarında birlikteler. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü öldürdükleri binlerce emekçi kadının ruhunu sızlatarak yine birlikte kutlayacaklar. Katliamlarını ve yeni planlarını kutlayacaklar.
Bu çok alışılmış ama korkunç olguyu hangi yolla ve nasıl açıklayabiliriz? “Kürtlerin zorunlu özgürlük mücadelesi” diyerek aklayabilir miyiz? Nasıl bir özgürlük bu? Öldürerek cennette ve cehenemde mi özgürlük? Öldürülenlerin büyük bölümü Kürt. Nasıl bir Kürt davası? Marksizmle açıklayabilir miyiz? Emekçi ve kadın öldürmeyi vaaz eden nasıl bir Marksizm bu? Ya sosyal demokrasiyle, liberalizmle açıklayabilir miyiz?
Örnekler üzerinden yavaş yavaş asıl gerçeğe yaklaşmaya çalışacağız.
NE YAPACAZ LAN BU LÜMPEN GENÇLİKLE? (BU BİR FELSEFE YAZISIDIR!)
BÖLÜM 1
Genç çoğunluğun gerçek sorunlara ilgisini nasıl çekeceğiz? Yoksa gerçek onlar da, biz sadece sorun muyuz?
Gençler öyle uçucu akıllı ki, ciddi bir soruna dikkatlerini toplayana kadar ihtiyarlıyorlar!
Gençliğimizde gençliği altı ana kategoride sınıflardık. Devrimciler, demokratlar, enteller, faşistler, gericiler ve lümpenler… Bilin bakalım en kalabalık grup hangisiydi. Bilemezsiniz: lümpenler. “Lümpen” sözlüklerde “sınıfı olmayan alt tabaka, bir tür serseri” gibi açıklanıyorsa da biz onun anlamını fevkalade genişleterek kullanırdık. Devrimci politikayla ilgilenmeyip, gençlik hallerini yaşayan, zevkine, eğlencesine de düşkün anlamında. Yani biz normal gençleri, büyük çoğunluğu lümpen olarak görür ve aşağılardık. Zerre kadar kadar kıymetleri yoktu gözümüzde, çatıştığımız faşistlerin bile bir değeri vardı, onların yoktu. Şöyle diyaloglar geçerdi örneğin aramızda: “Ayşe pek dağınık görünüyor bu son günlerde…” “Ya sorma, galiba bir lümpene duygusal yakınlık içinde.” Biraz Türk filmi senaryosu gibi yapay bulabilirsiniz bu lafları, ama bizim ciddi konuşmalarımız, “mavra” yaptığımız, yani normal konuştuğumuz zamanlar haricinde bu minvalde seyrederdi. “Uyarmak gerek… Kimmiş bu lümpen?” “Ahmet, yahu! Şu üçüncü sınıftan şişman bir tip var ya.. inek takımından…” Ahmet’e sorsan ne büyük saygınlığı vardı okulda, kendi arkadaş çevresinde, neşeli, gezip tozan, esprili, üstelik çalışkan ve başarılı bir öğrenci. Ama önünde sonunda bir lümpendi işte…
Bazen sınıf veya okul arkadaşlarıma rastlıyorum orada burada ya da sosyal medyada. Bazıları tanımıyor beni. “Sen hangi sınıftandın ya? Ben seni çıkaramadım” diyorlar mesela. Tanıyamazsın tabii, sen Allahın lümpeni… diyemiyorum tabii. “Bir dönem okula pek az geldim, ondandır” falan diyorum. Bereket böyle yerlerde yazdıklarımı da okumuyorlar. Şimdi çoğu aşırı ölçüde politik. Bana ve benim gibilere politika dersi veriyorlar. Sonradan anlıyorum ki o lümpen denilen kitle o zamanlar CHP’ye ya da AP’ye oy atmış, hiçbir yere atmamış olsalar fark etmez… Şu anda büyük çoğunluk itibariyle CHDP’li olmuşlar. Meğer ne büyük bir devrimci potansiyeli heba etmişiz.
Az okunan yazarların en önemli üstünlüğü istedikleri her şeyi yazabilmeleridir. Belki sebep sonuç ilişkisi tersinedir. Orayı pek incelemedim. Belki de okudukları için tanıyamıyorlardır…
Şimdi o dönem devrimcilerinden biri örneğin kırk yıllık komadan uyansa ve aramıza dönse bizleri nasıl görür? "Bu nasıl iş! Olamaz böyle bir şey! Hepiniz lümpen olmuşsunuz yahu!" diye feryadı basar. Şu anda yapılan politikayı, en politik hallerimizi bile devrimciliğe bir hakaret sayarak isyan eder. O mu yanlış, şimdiki halimiz mi? Yoksa ikisinin ortasını mu tutturmak gerek?
Fakat, lümpen olduk ya da normal olduk… Siyasal açmazımız buradadır. Karşımızda dev bir siyasal İslam, onu destekleyen organize bir ülkücü kitle var… Cumhur ittifakını kast ediyorum. Gerçi o zamana kıyasla onlar bile hayli lümpenleşmişler. Olsun biz "lümpenlikte" tavan yapmış vaziyetteyiz. Ve zafer bekliyoruz! Biz biz diyorum, empati yapmak için, ama aslında bu lümpen kitleyi hiç de kendimden göremiyorum artık. 80’lerin ruhu hala içimde psikopatlık çıkarıyor.
BÖLÜM 2
Seyrek görüştüğüm bazı arkadaşlar “Bırak artık şu siyasi yazıları. Ne toplumu adam edebilirsin, ne oradan düzgün bir iş çıkarabilirsin” falan diyorlar. Ee, peki ne yapayım?.. Kimi edebiyat damarı varisli kesimdekiler “Roman yaz yahu, en büyük eserini ver!” yollu konuşuyor… Kimi de “Felsefeden git, derin yaz, senin yazdıklarını başkası yazmaz, yazamaz. Kitap yaz.. bırak gündelik siyaseti..” diye buyuruyorlar. Gerçi çoğu, son yazdığım kitaplardan tekini bile okumadıklarını azıcık deşince itiraf ediyorlar ama, felsefe veya edebiyat sözcüklerinde ilahi bir titreşim hissettiklerini biliyorum. Beni düşündüklerinden, benim iyiliğimi ve de felsefenin, edebiyatın geleceğini düşündüklerinden eminim…
Telepati yoluyla insanlara roman ve felsefe okutma deneylerimde henüz tatmin edici bir düzeye ulaşamadım ve yüz yüze konuşmalarda öğreten değil öğretilen konumum iyice sabitlenmiş durumda. Bu bağlamda yine aynı seçenekler duruyor önümde. Kitap yazmak, basılı veya internet ortamında makale yazmak…
İyi de onları kim okuyacak, okuyup kim tartışacak ve toplumu değiştirme uğraşısında kimler kullanacak?
Kendi kuşağımızda ve daha alt orta genç kuşaklarda herkes birbirini isminden tanımasa sezgisel ve feyssel anlamda tanıyor artık, kendinden kabul etmiyorsa ekranına düşmüyorsunuz bile.
O zaman gelecek gençlerindir diyerek, demesek de zaten onlarındır, fakat gençken birden ihtiyarlıyorlar, o ayrı sorun… En genç gençlere, hatta çocuklara yönelmemiz gerekiyor. Nasıl? Bilemiyorum. Yazılı haberleşmeden tekrar piktogramlara yani emojilere ve anlaşılmaz şifreli kısa kelimelere dönen bu kuşaklara biz de duman işaretleriyle mi seslensek? Gökdelenler ve hava kirliliği ona da izin vermeyecektir.
Sonuçta her ne yumurtlayacaksak bu kendi yararımıza ya da belki toplumun yararına her ne nane ise.. önce okur oluşturmamız, alan açmamız gerekiyor.
İçinde debelendiğimiz siyasal idiosi kaosunda siyasal alan açmadan evrenin sırrını ifşa etseniz okutamazsınız. Bu Allahın cezası politikayla bu kadar ilgilenmemizin nedenlerinden biri de budur.
BÖLÜM 3
Bakın Türkiye’de en çok okunan edebiyatçılara, yazarlara. Büyük çoğunluğu 2014-15’e kadar AKP ve HDP’yi destekleyen Batı işbirlikçisi yazarlardı. Şimdi de aşağı yukarı aynı kişiler, ufak tefek kayma ve değişmelerle Batı-mandacısı, CHP ve HDP’yi destekleyen yazarlardır. Sanatın, edebiyatın, ideolojinin iktidarında değişmeyen şey Batı mandacılığı ve HDP’cilikir. Zamanın ruhu ya da rüzgar denilen şeyden yararlanmak için oraya yelken açmak şarttır.
Bizim gibiler bunu onurlarına, vicdanlarına yediremezler. Bir okur kitlesi oluşturacak, alan açacaksak eğer, aklı çölleştiren bu ideolojik ablukayı delmemiz gerekmektedir.
O bakımdan bilimde, felsefede, edebiyatta sanatta sözde liberalizm karşıtı, sözde safsata karşıtı kimi eski dostun çabaları belki kendilerince anlamlı ama bizce iktidar yanlısıdır. Siyasal alanda Batı mandacıcısı, HDP-CHP’ci, İmamcı - Selocu çizgide durmak. Bu siyasal hattın ideolojik önderleri açık biçimde Pamuk, Dündar, Altan, Şafak, Belgeler olduğu bilinirken, Kılıçdar’ı, bilumum lideri herkesin gözü önünde onlardan kanaat alırken… Bu siyasal hatta karşı mücadele etmeksizin edebiyatta, bilimde, felsefede liberalizmin karşısında durduğunu sanmak… Sürünün içinde bağımsız numarası yapmak. İktidara dahil olup muhalifmiş gibi davranmak… Ön kapısını taşlayıp durduğun saray yavrusunun arka kapısından girip ziyafetten çöplenmeye çalışmaktır. Böyle birçok grup, çevre, dergi hayli zamanımızı aldı geçmişte. Birbirimizi kandırıp durduk, hala birileri birilerini kandırıp duruyor. O da ayrı bir küçük piyasadır. Sahte radikalizm diyebiliriz buna. En son örneği Yeni Gelen dergisi… Bu işlerde daha önce bir kere bile “gelemedik” de şimdi yeni mi “geleceğiz”?
Yine başka bir grup eski dostun CHP’ciliği, İmamcılığı da aynı “yarı yolda bırakıcılık”ın devamıdır. AKP muhalefeti boğmak istiyor, büyük oranda boğuyor… Bizi ise hem AKP hem muhalefet birlikte boğuyor… Medyaları, sosyal medyalarıyla. Bunu gayet iyi bildikleri, bunu eskiden bizden önce savundukları halde birçok arkadaş sözde umut, sözde AKP karşıtlığı adına en temel değerlerini harcıyor. Sürü içinde sıradan bir piyona dönüşmeyi yeğliyorlar, bilmem ki hangi manevi kazanımlar için? Biz salağız ya, bir yazar olarak hep rüzgardan yana yelken açmayı bilmiyoruz ya… Yalnız bırakın, siz de yalnız bırakın bizi, bunun sonucu sadece kendi mutsuzluğunuz olur.
BÖLÜM 4
Hayatta birçok şey ilk göründüğü gibi değildir, tam tersidir. Bazı şeylerse basittir ve ilk göründüğü gibidir. Bu ikisini birbirinden ayıracak şey ahlakımız ve karakterimizle denetlenen zekamızdır. Buna kısaca samimi akılcılık diyebiliriz, hatta sadece samimiyet diyebiliriz.
AKP despotik ve samimiyetsiz dinciliği ile halkı dinden soğuttu. Muhalefet de yine samimiyetsiz, bencil, ülke ve halk düşmanı karakteriyle halkı siyasal dinciliğe yaklaştırdı. Bu iki karşıt akım birbirinin tamamlayıcısı. İkisi de birbirini güçlendiriyor, manevi yıkımı artırıyor. Bu vektör hesabında hangisi baskın çıkacak? Bu sosyal bilimcilerin değil fizikçilerin konusu.
Söz gelimi günümüzün feminist kadın hareketi… Bir yandan HDP-PKK sempatizanı duruşu, öte yandan sorumsuz düşük düzeyli söylemleri, bir yandan da saldırgan hal ve hareketleriyle kadına şiddeti azaltmaya mı hizmet ediyor, yoksa tam tersine mi? En son numaraları Las Tesis gösterileri. Bir şeyi de siz bulun canım kardeşim, bir şeyi de taklit etmeyin, kurban olayım. O ayrı konu… Dans estetik anlamda uzaktan bakınca güzel… Yakından bakınca, yüz ifadelerini görünce, bir de sözlerini işitince… Erkek libidosunu azaltmaksa amaç.. gayet başarılı. Şiddeti önlemekse… şiddet kışkırtıcısı!
BÖLÜM 5
Dedik ya bu bir felsefe yazısıdır. Nasıl felsefe yazısı diye soracaktır felsefeciliği en tepe noktasından İoanna Kuçuradi tarzı akademisyenlik, yani bir tür felsefe öğretmenliği sanan birçokları. İlber Ortaylı’yı tarih teorisyeni sanan kitleyle aynı kitledir o soruyu soracak kitle. Onlara göre felsefe, ünlü felsefecilerden alıntılarla süslü ne işe yaradığı belirsiz bir retoriğin tekrarıdır.
Onu yapmak basit, istesem tüm yazılarımı bildik düşünürlerin hazır popülerliği ile süslerim… Örneğin: Darwin’in şu ünlü sözüyle girerim: “Maymunun şeytandan olma çocuğu insan… Bu cümleyi yazdım yazdım sildim. Şimdi artık şu son günlerimde defterime kaydetmeye cesaret edebiliyorum.” Ya da: “Sadece ‘bilinç’ deseydim kimse dönüp bakmazdı. ’Bilinç altı” deyince herkes merak edip altına bakıyor. Ne görüyorlar derseniz, ben bir şey göremedim ki siz göresiniz.” Freud. “Pek çok önermede bulundum, sonuçlarına vardırdım, hep hani kanıt, hani kanıt, dediler!” Bilin bakalım bunu kim demiş? Emanuel Kristel. Yok Sylvia Kristel miydi? Hayır, Julia Kristeva mıydı? O kadın… Benim dediğim erkek.. Neyse bulurum bir yerden. Başka bir ustaya “He gel lan buraya, felsefenin ağzına komuşsun!” demeden Marx’ın şu sözünü anımsayalım: “Olgulara sınıfsal bakan bir tek Marksist göremeyecek miyim?” Görürsün üstadım, dünyada tek bir tane var. O da bizde: Akif Akalın hoca…
Reklamın kötüsü, kitap tanıtımının ahlaksızı olmaz… Olur da idare edin biraz: Felsefecilerden alıntı, bilinenin on bininci tekrarı değil, farklı bir bakış istiyorsanız “Evrimci Açıdan Din Psikoloji Siyaset” kitabını okuyun, tartışalım. Vaktim yok diyorsanız, ki vakit gerçekten yok böyle şeylere, unutun gitsin. Bunu kısa ve anlamsız bir narsizm gösterisi sayın, las tesis’e katlanıyorsunuz, buna da bir saniye izin verin.
Nasrettin Hoca ve Bektaşi fıkralarında derin bir felsefe yatar. Şaka değil. Mantıken baktığımızda tüm bu uğraşımızın anlamı yok. Ama “ya tutarsa” zihniyetiyle ele aldığımızda her şey değişir.
Kaan Arslanoğlu
Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.
Kaan Arslanoğlu 09.03.2020
Fahri bey, benim bildiğim en iyi muhalif sizsiniz. :) Başka da bilmem.. Siz ne derseniz odur.. yolunuzdan gideriz.. Yeter ki yolu gösterin.. atılmaya hazırız.. Şaka bir yana sağolasınız , galiba her yazımızı okuyorsunuz. Muhalefet nasıl yapılmalı, bunu yapan kim, kimler ya da yapmayan kimler bıktırırcasına anlattık.. Anlaşılan bıkmamışsınız, soruyorsunuz tekrar.. Biz de bıkmayız ama, yeteneğimiz bu kadar, demek ki Türkçe bile bilmiyoruz, ifade edemiyoruz. :(
Fahri Kumbul 08.03.2020
Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır. Ve paşa gönlünüz bilir , ev sahibi sizsiniz; ama ben dayanamayıp yazayım yine de: Önerimdir: Böyle nadide bir sitede bari, şu Allah, Kuran, ayet işlerine girmeseniz.. O işi çok iyi yapanlar var: Üç aylar başladı; Ramazana da az kaldı; Nihat Hatipoğlu bu işi güzel yapıyor:)Ayrıca, artık sözde muhalefeti öğrendik; bir de özde muhalefeti yazsanız... Var mıdır; varsa kimler, hangi gruplardır, etkinlikleri nelerdir gibi.. Yoksa bile nasıl olmalı?
Kaan Arslanoğlu 08.03.2020
Nedim bey, Allah'ın 'onlar bakarlar ama görmezler, duyarlar ama işidmezler. boyunduruğa vurulmuş davar gibidirler ya da . 'kâlpleri mühürlenmiş, şuurları kilitlenmiştir" dedikleri hakkında tövbe tövbe eğer bunları Allah mühürlememişse belki birilerinin gözünü açarız, diye deney yapıyoruz. Ama sanırım mühür büyük yerden. Yine de vazfemizi yapalım, Allah da bize böyle kısmet yazmış.. son olarak şöyle bir diyem: Muhalefet tamamına yakın PKK-leş-ti. Bunda en büyük kabahat AKP’nin. 18 yıldır kutuplaştırıyor toplumu, saldıgan siyasetten besleniyor. Halkın neredeyse yarısını PKK’nın kucağına itti, vatana düşman yaptı. Bunu deyince bazı muhalifler için için, bazısı açıktan seviniyor. Kızanlar da var! Hala “ispat et!” falan diye kendini kandıranlar… ALIN İSPATI: 8 Mart ile ilgili CHP’li ve tüm öteki çakma sol medyanın neler yazdığına bakın. Kadına şiddetin en büyük odağı PKK’yı kınayan bir tane ifade görürseniz, hemen haber verin. Birlikte sevinelim.
Nedim Pala 08.03.2020
Kaan bey.. siz uzmanlık dalınızdaki kuramsal kitaplarınızda, insan evrimiyle ilgili bilimsel gerçekleri bizlere aktardığınız özetlenmiş makalelerde .. hep yazdınız ! insan teknolojik akıl modülü, sosyal akıl modülüne göre çok fazla gelişti. bu yüzden; teknolojik medya, sosyal medya .. gibi araçları ellerinde bulunduran emperyalist kapitalist sistem odaklarının ortalama insan aklını manüple etmesi, yönlendirmesi kolaylaştı. bu yüzden.. bu manüplasyonlara uğrayanların, bu oltalara gelenlerin üzerine fazla da gitmemek lââzım, yazıktır.. günahtır ! diye düşünüyorum. zââten evrensel kullanma kılavuzunda bile yazmışlar.. 1450 yıl önce. 'onlar bakarlar ama görmezler, duyarlar ama işidmezler. boyunduruğa vurulmuş davar gibidirler (bakara).. 'kâlpleri mühürlenmiş, şuurları kilitlenmiştir (A'raf) gibi.. çeşitli satırlarda defalarca anlatılmış. kimbilir ? belki de bu durumlar hepimizin içinde yaşadığı tiyatro oyununun ana senaryosundan kaynaklanan.. bizim doğaçlama rol oynadığımızı zannettiğimiz, kaçınılmaz perdelerin sahnelerinden biridir ?
Kaan Arslanoğlu 08.03.2020
Bugün 8 Mart. Kadına şiddetin en büyük odakları, kadınlar gününü kutlamada yine başrolde oynayacak. Kutuplaştırma siyasetini nefes aldırmaksızın sürdüren AKP, muhalefetin bu sapıtmış halinin de asıl sorumlusu. Topyekün PKK haline geldiler, AKP gitsin diye vatanı satma kıvamına getirildiler. Yine de moralinizi bozmayın. İki taraf da bunu derin mutsuzluğundan yapıyor. İktidar onca kötülüğün yanında iyi işler de çıkarıyor, sisteme ortak ettiği muhalefet de göründüğü kadar ileri gitmeyecektir hainlikte. Bir zamanlar Fetolaşmış AKP kitlesine insanlık dersi veren aynı çevreler değil miydi! Önemli bir bölümü yeniden düzelecektir, bugünleri bir zaman sonra atlatacağız. O zamana dek ne iktidar medyası gibi görgüsüzce şişinelim; ne muhalefet medyası, sosyal medyası gibi düştükçe düşelim. Suçlara, sorumluluklara değil biraz da iç açıcı yanlarımıza bakalım. Hiç değilse bugün emekçi kadınlarımızın temiz dünyasına odaklanalım.
Kaan Arslanoğlu 07.03.2020
Geçen ay Osman Kavala gündemi her şeyi örttü, şimdi OdaTV’nin Barış’ları hararetle tartışılacak. Ne Kavala içeride olsun isterim, ne Barış’lar tutuklansın. Şahsen böyle şeylerin yanlış olduğunu içtenlikle düşünüyorum. AKP hukukuna kimse güvenmiyor. Dünyanın en zalim hukuku değil ama standardı da pek düzgün değil. Siyasetin yargıya müdahalesi de ciddi konu. Ancak güncel ve arkası kesilmeyen kavgalar, büyük gerçeği, acı tabloyu gizlemeye yarıyor. Tüm bu güncel kavga aktörleri genel sistemde ortaklar, temelde büyük bir çatışma yok, yemede birliktelik var. Birilerini bir süre içeride tutup kahraman yapmak iktidarın işine gelmez, niye yapıyorlar diyoruz. Mantıksız gibi geliyor. DEVAMI AŞAĞIDA
Kaan Arslanoğlu 07.03.2020
DEVAM : Ama bu işler sağlam bir mantığa oturuyor. Daha büyük kavgalara girmeye cesaret edemeyen tarafların (aman yine de keşke girmeseler) küçük kavgalarla zaman kazanması ve birliği sürdürmesi. Tutuklamalar belki hukuksuzdur, haksızlık olduğu kesin. Ama bu mağduriyet, sözde muhalif medyanın işbirlikçi ve hain olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Bir kere bunlar muhalefetin iktidarındalar. Dolayısıyla muhalefetin 18 yıllık başarısızlığından birinci derecede suçlular. (Kavala ve liberal çevreler ayrı, onlar 2013’e dek AKP’yi destekledi.) Sorun orada kalsa iyi. DEVAMI AŞAĞIDA
Kaan Arslanoğlu 07.03.2020
DEVAM: Fox, Sözcü, OdaTV, Tele1, HalkTV, Cumhuriyet başta olmak üzere bu yayınlar değişik düzeylerde ve değişik taktiklerle sürekli olarak PKK’nın büyük katliam resmini gizliyor, küçültüyor, “HDP ayrı PKK ayrı” yalanıyla PKKcılık yapıyor. Bir gözaltı, bir tutuklama ile cidden sarsılıyoruz, ancak bu yayınlar coğrafyada 100 binden fazla canımızı almış bir gücü kabul edilebilir, bu sürekli ölümleri normal göstermek için yıllardır planlı ve profesyonel çalışıyor. Bu sözde muhalif gerçekte iktidarda olan medya emperyalizmle açık işbirliği, sürekli dezenformasyon, mantık kaydırma ve yalan haberle kara propaganda yürütüyor. Cumhuriyet'e ve Atatürk’e en sadık kesimlerde bile cumhuriyet ve kurucu ideoloji bilincini sıfırlamayı başarıyor. Ortalık yaşam düşmanı, ülke düşmanı kaynıyor. Suçu ona buna atıp kurban seçmek bu bakımdan da bana ters geliyor. Keşke teröre doğrudan bulaşmayan herkes dışarı çıksa. Terör yandaşlığı ve emperyalizm işbirlikçiliği ise sadece utandırmayla cezalandırılabilse.
Ahmet ozan şen 06.03.2020
13. Bölüme ek, Antalya'daki "kırmızı fularlı Destan"ı da ekleyebiliriz. Doğrudan Murat Karayalçın'ın "hizmetine" alındığı rapor edilmişti. Sonra aniden tehlikeli bir eylemde öldüğü açıklandı. Acaba "Devrim diye geldik adamlar yatağımdan çıkmıyor bu ne biçim iş" diye mi kazan kaldırmıştı ve medyatikliği yüzünden hain diye kurşuna dizilememişti, yoksa onunla "işleri" bitmişti de sırlarını mezara mı götürmesi gerekmişti?
Kaan Arslanoğlu 01.03.2020
Takip edin. hepsinin cevabı bir bir verilecek.. yanıtsız soru kalmayacak.. zombiliğin mr'ı, bt'si, bilumum kan tahlili, genetiği gösterilecek..
Nedim Pala 01.03.2020
benim asıl merak ettiğim ?? pkk/ypg 'nın.. neden niye bööle yaptığı değil. onlar bi yol bulmuş. işid, el kaide,, dünyada benzerleri görülen yüzlercesi gibi.. silah, maaş, toprak, özerklik vaadi gibi oltalar ve cehalet, feodalite, yoksunluk .. gibi girdaplarla bu yolu tercih etmiş, ihaleye taşeron olmuş ! asıl mesele ! ! benim saftirik demokratlarım, üfürükten teyyare devrimcilerim, çevrelerimizde de çok miktarda bulunan trişkadan solcularım gibi .. bedavadan, somut bir çıkarları olmadan.. bu sazan sarmalına nası geldiler ? zokayı nası yuttular ? güncel hayatlarında, ticaret maddi menfaat işlerinde çok kurnaz, çıkarcı ve hesabı kitabı iyi bilen bu kesimin.. son 30 yılın siyaset kerhânesinde üreyen radyasyonlu girdaplara, mok içindeki bu batağa düşüşlerinin psikolojik, maddi, nevrotik altyapısı nedir ? uzmanlardan görüş bekliyorum ?