Çin sosyalist bir devlet midir?

Çin sosyalist bir devlet midir?

Daha önce birçok yazımızda sağından solundan konuyu ele almıştık. 15 Yıl Sonra Kongresi yazı dizimizde Alper Levent Yakış’ın makalesi gelip buraya vurunca geçmiş sosyalizm deneyleriyle birlikte sorunu kısa da olsa ele almak iyice gerekli hale geldi. Böylece son haftalarda aynı konuda birkaç arkadaşımızın yönelttiği soruları da cevaplayacağız. 

Konuyu üç başlıkta ele alacağım. 1- Çin sosyalistse geçmişteki “sovyet sosyal emperyalizmi” tezimiz sadece sosyalizme bir ihanetten ibaret miydi? 2- Kamucu devletçilik ya da halktan yana devletçilik sosyalizm için yeterli ölçüt müdür? 3- Sosyalizmin kaybetmesinde “insanlık için çekim odağı” etmeni.

Şimdi ilk maddeyi ele alalım. 80 öncesinde içinde bulunduğum hareket Çin-Arnavutluk ekseni doğrultusunda Sovyetlerdeki rejimi bürokratik devlet kapitalizmi olarak görüyor ve SSCB’yi dünya halklarının iki büyük düşmanından biri, iki süper güçten biri olarak görüyordu. Onun hesabına çalışanlar da “sosyal faşist”ti doğal olarak. Sovyetler’in neden kapitalist olduğu güçlü dayanaklara sahipti gözümüzde. Ülkede ayrıcalıklı ve despotik bir yönetici sınıfın varlığı, siyasal irade gücü ve gelir dağılımı eşitsizliği, komünizm-sosyalizm ideal ve ilkelerinden uzaklaşılması. Sonuç: Burada işçi sınıfı iktidarda falan değildi, ezilen sınıftı.

Arnavutluk-Çin ayrışmasının başlamasıyla bizim kanat bu görüşte ısrar ederken, Çin tarafını seçen Aydınlık kısa bir zaman içinde SSCB’yi en büyük ve en tehlikeli düşman saymaya, ona karşı ABD-NATO’yla işbirliği yapılabileceğini savunmaya başladı.

Bugünden baktığımda biz taklitçi Türkiye sosyalistlerinin birkaç küçük grup ve akil adam dışında uluslararası kamplaşmaların aleti olduğumuzu, karşılıklı olarak Türkiye’ye özgü kuram değil, piyon teorileri ürettiğimizi düşünüyorum. Kendi aramızda sürekli çatıştık ve çok ölümler yaşadık. Akılcı ve çok yönlü baksak ne bunlar yaşanırdı, ne de faşizmin ağır saldırılarından bu kadar çok etkilenirdik.

Ama öte yandan Sovyetler için söylediklerimiz de basbayağı doğruydu bugün bile baktığımızda. Yine de onu bir ABD’ye eşdeğer görmemiz son derece yanlıştı. Bu da hayatta ispatlandı. Değil mi ya, 1 numaralı düşman 8-9 yıl sonra dağıldı gitti. Peki, Sovyetler’de işçi sınıfının ve halkın başta eğitim ve sağlık alanındaki kimi kazanımları ve bazı kamucu yaklaşımlar sosyalist kabul edilmek için yeterli mi? Bu ikinci maddedeki konumuz.

Ne var ki geçmişte Sovyetler için bunları söyleyen çevrelerin kapitalizme dönme ölçütlerini Sovyetler’e göre haydi haydi aşan Çin’i yere göğe sığdıramamaları ilginç. Ya geçmişte korkunç ölçüde yanıldık, onca zarara sebep olduk, diye itiraf etmeliler ya da Sovyet bürokratik kapitalizminden daha farklı ne gibi özelliklere sahip Çin, anlatıp bizi ikna etmeliler.

Bu arada Çin’e nefretle bakmıyorum, birçok karakterini takdir ediyor, bravo diyorum, yine de bir sosyalist ülke gibi sevemiyorum. Sadece bu eğer sosyalizm ise nasıl bir sosyalizm, anlamaya çalışıyorum. 2. bölümde oraya geleceğim.

Not: “Sovyetler neden kapitalist oldu” konusunda geliştirilen 9-10 maddeden oluşan son derece net ölçütler DOĞRUDAN ÇİN KAYNAKLIYDI. Ve o ölçütlere göre ÇİN bugün Sovyetler'den çok daha yoğun kapitalisttir. Bu ölçütler yanlış ise eğer, demek ki ÇİN ve bizler Sovyetler'e büyük haksızlık ettik, belki de yıkılmasına yol açtık..

Bu ÇİN kaynaklı ölçütlerden bazıları şunlardı: İhtiyaca değil kara dayalı üretim, gelir farklılıklarının artması, küçük burjuvazinin büyümesi, ayrıcalıklı sınıf oluşması, üretimde ideolojik ideallerin değil prim sisteminin motivasyon kaynağı olarak saptanması, dışarıya sermaye ihracı, dışarıya kredi verilmesi, yatırım yapılması...

2. BÖLÜM : PLANLI EKONOMİ ve KAMUCULUK (halk için çalışan, kazancı değil toplum yararını öne alan devlet) sosyalizm için yeterli ölçüt müdür? 

Bence olabilir. Mümkündür. Kafamızdaki ideal sosyalizm (yani işçi sınıfının bilfiil iktidarda olduğu sosyalizm) büyük olasılıkla hiç gerçekleşmeyecek. Şimdiye kadar da gerçekleşmedi. Ütopyamız insan tabiatı duvarına tosladı. İnsanlar hiçbir zaman eşitlenmeyecek. Sınıflar belki hiç ortadan kalkmayacak. Bugünkü sınıflar ortadan kalksa bile insanlar farklı ve eşitsiz olmaya devam edecek. Marx ve Lenin’in tarif ettiği sosyalizm olmayacak.

Belki optimal (yani olabilirler içinde en iyisi olan) sistemin adı da sosyalizm olmayacak. Atatürk dönemindeki kadar bir kamuculuk, halkçılık belki de daha ötesine geçilemeyeceği için kabul görecek. Venezuela’daki örnek gibi rejimler tüm dünyaya yayıldığında belki de yeterli gelecek.

Bu bakımdan Çin takdir edilmeli. Onca nüfusu doyuruyor, yaşatıyor, dahası nüfusun önemli bölümünü bayağı Avrupalılara yakın standartta yaşatıyor. Büyük bir ekonomi, yüksek tekmoloji kurmuş. Süperlerle rekabet ediyor. Daha ne isteyelim?

Fakat sorular bitmiyor, belki de cevabı yok. Yine aynı sorular: İşçi sınıfı iktidarda değilse buna sosyalizm diyebilir miyiz? Rejimin kendini ne olarak adlandırdığı gerçekler karşısında propagandadan öteye geçmez. Çin’e sosyalist diyorsak Atatürk dönemine de sosyalist mi diyeceğiz? Bence sakıncası yok. Ancak isimler değil, yaşanan olgular önemlidir. Çin’i takdir edelim ama, çok da abartmayalım. Çin’e çok yakın nüfusla Hindistan daha az toprak üzerinde halkını iyi kötü yaşatıyor. Üstelik dışarıdan bakıldığında Hintliler daha güleryüzlü, daha mutlu görünüyor. Çin’de çalışma saatleri çok mu ağır geçiyor? Çocuk işçi çok mu kullanılıyor?

Sonuç olarak eşitliğe, toplum yararına, insan mutluluğuna en yakın sistem adı ne olursa olsun, kafamızdaki kalıplara ne kadar az uyarsa uysun, optimal rejimdir. Bir de tabii dünya üzerinde dünyayı tamamen bitirmeden insan soyunu sağlıklı yaşatacak… Bu anlamda Küba en iyi konumda gibi, ama ölçeği küçük, örnek olma kapasitesi, etkisi düşük. Çin yine de fena değil. Peki tüm dünya Çinleşse daha mı iyi olur? Hangi bakımlardan? Gerçi buna biz karar vermeyeceğiz. Gelecek kuşaklar verecek. Ve gelecek kuşaklar da neyi neden seçtiğini pek de bilmeyecek. Bugünkü gibi. İyi ve kötünün kavgasında, herkesin içindeki iyi ve kötünün kavgasında bir orta yol bulunacak. İnsanlık o zamana dek bitmezse tabii. “Son” da yaklaştı. Belki de optimal çözüme insanlığı bu “son” zorlayacak.

Not: Facebook sayfamda hararetli ve verimli tartışmalar devam ediyor. Birkaç arkadaş Çin’in sosylalizm konusunda iddialı olmadığı, bunun sonraki bir sürece ertelendiğini, dolayısıyla Çin sosyalist mi değil mi tartışmasının pek de anlamlı olmadığı yönünde fikirler belirtti. Zaten görüyorsunuz, bizim tartıştığımız sadece kavramlar, isimler değil, daha çok içerikler. Hangi sistemin insanlık açısından yararlı ve tercih edilebilir olduğu.

Onlara şöyle cevaplar verdim örneğin: Yönetimde komünist partinin olması ve sosyalizmin, komünizmin figürlerini propaganda maksadıyla kullanması (tabii takipçilerinin de) kafaları karıştırıyor ve çifte standart yaratıyor. Yani bu ekol istediği zaman biz sosyalist değiliz zaten, diyebiliyor, bazen de sosyalizmin kalesi olarak kendilerini gösterebiliyor. Eğer bu dediğiniz gibiyse Rusya da aynı kategoride değerlendirilebilir. İtirazım yok. Ama o zaman Rusya gibi Çin'in de sosyalizmin daha ileri bir aşamasından geriye, kapitalizme döndüğünü de kabul etmek gerekir. Bu durumda Rusya ve Çin'e, hatta İran'a ABD öncülüğündeki kampa karşı milli kapitalist büyük devletler diyebilir miyiz? Eğer bunu diyeceksek Türkiye'nin hem bunlarla dayanışma içinde olması hem de bunların milli çıkarlarına karşı kendini koruması, biraz mesafe bırakması gerekmez mi? Aynı şekilde Türkiye'deki muhalif partilerin de bunlara uydu gibi durmaması gerek.

Keza Marksizm-Leninizm-Mao Zedung düşüncesi denerek gerine gerine yapılan savunularda önemli yanlışlar barındığını da kabul etmek gerek. Açıklık ve samimiyet bunu gerektirir.      .

 

3. BÖLÜM / Sosyalizmin “İnsanlığa Çekim Odağı Oluşturma” sorunu… Bence işin kilit noktası bu. Çoktandır yineliyorum: Sınırları kaldırsak… Geçmişte veya bugün.. İnsanlar kitleler halinde hangi ülkelerden hangilerine akın ederdi? Bugüne kadar şu yaşandı: Her türlü ülkeden ABD’ye ve Batı Avrupa’ya göç baskısı var. Tersi yok. Kim ne derse desin sosyalizm bundan kaybetti. Ya da sosyalizmin kaybedişinin en önemli göstergesi budur.

80 darbesinden sonra değişik gruplardan en radikal devrimcilerimiz hangi ülkelere sığındılar? İstisna bile oluşturmayacak tek tük örnekler dışında hep Batı’ya. Onları suçlamıyorum. Bu insanlığın genel eğilimidir. Ben bile en keskin zamanlarımda acaba yüksek öğrenim ya da lisans üstü için yurt dışına gitsem mi, diye kafamda kurardım. Hangi ülkeler aklıma gelirdi ilk: İngiltere ve ABD. Sovyetler, Çin, Arnavutluk.. asla değil. Batı kapitalizmi dün ve bugün solculardan yediği onca küfre karşı insanlığı kuvvetle cezbetmektedir. Dincisi, ulusalcısı, Atatürkçüsü, solcusu, komünisti… Aklının bir köşesinde hep Batı’ya yerleşmek var. Ya da çocuklarını oraya gönderiyorlar. Başka her şeyi bir yana bırakın, Batı hala insanlığın merkezidir. İnsanlığın merkezinde duranlar kaybetmezler, kaybettirirler.

Bugüne kadar kesin kural buydu diye bu kural değişmez diye bir şey de yok elbette. Çok çeşitli dinamikler söz konusu, bazı etmenler büyük oranda değişirse bu da değişebilir, fakat şu an ki anayasa budur. Ve bu dediğimiz sosyal bir olgudur, ekonomi ile bağlantısı uzak ve dolaylıdır.

Peki buna neden ne? Sosyal yaşam zenginliği açısından sosyalist ülkeler Batı ile hiçbir zaman aşık atamadı. Kültürde bir fark yaratamadı. Yeni insan yaratamadı. Eğlence sektöründe zaten pek geride kaldı. İlk yıllarındaki kıpırdanmalar dışında sanatta, edebiyatta, filmde, propagandada hep Batı’nın nallarını topladı. En üstün eserler sosyalist ülkelerden pek nadir, genellikle Batı’nın muhalif, sol, sosyalist çevrelerinden geldi. Çünkü buralarda çelişki vardı, tartışma vardı, tüm baskılara karşı görece özgürlük vardı. Sosyalist devletlerde “her şeyin en mükemmeline erişildiği için” yaşam durmuş, tartışma bitmiş, özgürlük ihtiyacı sıfırlanmıştı.

Sosyalizmin yarattığı kağıt üzerinde muazzam olanaklara karşı bilimde bile geri kaldı sosyalist devletler cephesi.

Bugün de sorun budur: Çin’in ya da Küba’nın veya pek revaçta Kuzey Kore’nin olumlu birçok yanını biliyoruz. Ama bunu geniş halk yığınlarına anlatamıyorlar. Çünkü çekim güçleri yok. Çünkü buralardan Batı ile yarışacak felsefe, düşünce, sanat, edebiyat, film çıkmıyor. Kaldı ki Batı sosyalliği, düşüncesi, sanatı şu an en geri noktada. “Bizim cephe” buna bile alternatif sunamıyorsa, halini siz düşünün. Çin’deki insanlığın ya da Kübalıların bize göre daha üst değerler taşıdığına, oradaki insanların bunları yaşayıp, bunları konuştuğuna dair hiçbir veri yok. Bir ışık yok. Bu belki sosyalizmin kabahati değil, insanlığın kabahati. Ama düşünce üretememek, bunları etkili, ikna edici ve her şeyden öncesi sıcak yöntemlerle aktaramamak sosyalist denen ülkelerin en büyük sorunu.

Batı buralarda demokrasi bulunmadığı propagandasını pompalayıp duruyor. Oralardaki hakim güçlerden bunu yalanlayacak bir tavır görülmüyor. Demek ki Batı’nın dediğinde doğruluk payı güçlü. Anlatmaz, tartışmaz, tek yönlü, konuşmaz, gülmez robot gibi siyasi önderler. Batı yanlısı diktatörlerde bile sıcak bir hava, bir açıklık görebiliyorsunuz. Bunlarda buz gibi bir kapalılık. Sanki bu dünyadan değiller.

Umarız önümüzdeki yıllarda bu dediklerimizin hepsi değişir. Değişmez ise insanlık için (bizim gibiler için değil, insanlık için) ha öyle yönetimler, ha böylesi.. Fark eden bir şey olmaz. Hatta tercihini Batı’dan yana yapmaya devam eder.  SON.

Kaan Arslanoğlu


  • Ramazan Bozkurt

    Ramazan Bozkurt 31.03.2020

    Sonucta sosyalizm denemeleri ,halk icin egitim ,saglik ve kadin erkek esitligi kazanimlarinda kismi basarilar saglamis ama halkin temel ihtiyaclarini karsilamayan statik bir rejim yaratmistir..Hak,hukuk ve ozgurluk konusunda tamamen otoriter bir rejim haline donmustur.Uretim irrasyoneldir.... Fazladan ..Dusunulmesi gereken:Bizim illerin aydinlarinin ,yazarinin ,cizerinin , aktorunun neden dunyada caplari yoktur?Teorilerin yasamda (pratikte))karsiligi yoksa yanlismidirlar? Beyinlerinizi ozgurlestirmekten kormayin..Kendiniz olun

  • Ramazan Bozkur

    Ramazan Bozkur 31.03.2020

    Kuzey kore tam bir diktatorluk. Girilmesi cikilmasi dahi ozel izne bagli,resim cekme hakkiniz bile yok.. Artilari kendilerini komunist yaa sosyalist diye tanimlayan diktatorlerin ;ozellikle devrimlerinin baslangic donemlerinde egitimde ve saglikta cok olumlu calismalari olmus birde irrasyonel sanayi yada agir sanayi yatirimlari... Kuba sovyet yardimlarinin durmasiyla birlikte agir agir libarellesmekteir.Nedeniyse halkin en temel ihtiyaclarini karsilayamaz olusudur.En insani sosyalizme denemesidir.. devam edelim...

  • Akif Akalın

    Akif Akalın 20.03.2020

    (DEVAM) Bu durum sadece devrim öncesi değil, devrim "sonrası" süreç için de geçerli. Siz devriminizi yaptınız, üretim araçları üzerinde kolektif mülkiyet kurup patronları devreden çıkarttınız. Peki, bütün bunlar gündelik yaşamda neleri değiştirdi? Yine "en başa" dönelim. Bizim derdimiz neydi? Eşitlik ve özgürlük. Peki, sosyalizm toplumda ne kadar eşitlik sağladı, insanlara ne kadar özgürlük getirdi? Bu sorulara kabul edilebilir yanıtlar vermezseniz, mesela işçi Cem Karaca'nın dediği gibi yine "işçi kaldıysa" patronu aradan çıkartmanın en azından işçi için çok da anlamı olmamış demektir. O zaman devrim kendisini üretim araçlarının mülkiyetini ortaklaştırmakla sınırlamamalı, "gündelik hayatı" değiştirmeli. Öyle ki, günün birinde sermaye bir şekilde yeniden iktidarı almayı başarsa bile, insanların alışkanlıkları karşısında bocalamalı. Mesela aradan 30 yıl geçtikten sonra o ülkeyi ziyaret ettiğinizde, bir zamanlar orada sosyalizmin olduğuna ilişkin izler görebilmelisiniz. Devam edelim mi?

  • Akif Akalın

    Akif Akalın 20.03.2020

    Madem başladık, devam edelim. Bugün gençler çok bilmeyebilir fakat eskiden "somut koşulların somut tahlili" diye bir ilke vardı. Bu kısaca bir devrimcinin dogmalarda boğulmaması, politikasını yaşadığı zamanı tahlil ederek belirlemesi gerektiğini anlatırdı. Tabii burada aslında anahtar sözcük "devrimci". Bugün gerçekten "devrim" yapmak isteyen kaç devrimci kaldı ki, somut koşulların somut tahlili ile uğraşsın diyebilirsiniz. Ben yine de bir umut hala gerçekten devrim yapmaya niyetli potansiyel devrimciler olabileceği varsayımıyla devam ediyorum. Marx ve Engels'in "herhangi" (sözcüğün tam anlamıyla herhangi - rastgele) bir kitabını okursanız, ele aldıkları konu ile ilgili "son" bilimsel ve teknolojik gelişmelerden haberdar olmak bir yana oldukça derin bir bilgiye sahip olduklarını görürsünüz. Tahlillerinde bu bilgiyi kullanırlar. Bugün yaşasalardı, mesela yapay zeka veya biyoteknoloji konularında, bugün ODTÜ'de bu konularda dersi verenler kadar bilgi sahibi olurlardı. (DEVAMI VAR).

  • Gelecekten Gelen

    Gelecekten Gelen 19.03.2020

    Sosyalizm'in en temel sorunlarından biri devrim ve inşaa problemi. Çünkü ikisi için de belirli bir program ve yasası yok. Her ne kadar Lenin, "Devlet ve İhtilal" eserinde bu konuyu döneminin koşullarına göre değerlendirmiş ve anahatları çizmeye çalışmış olsa da, yaşanan deneyimlerden sonra ve bugünden geçmişe bakıldığı zaman bunun ne kadar yetersiz ve olduğunu görebiliriz. Geçmişin sosyalizm teorisi 'Paris Komünü' ekseninde vücut buldu ve o deneyim üzerinden bir program çizilmeye çalışıldı. Türkiye sosyalistleri de aynı yoldan gitti. Paris Komününe ek olarak Ekim Devrimi, Çin ve Küba örnekleri üzerine bir don biçilmeye çalışıldı. Türk soluna yön verenler yıllarca diyalektik deyip durdular ama diyalektikten kopuk bir siyaset izlemeyi de adet edindiler. Oysa ki kendi topraklarının tarihini, genetik alışkanlıklarını ve insan tipini çözümleyip bir program çıkartabilmelilerdi. Bu topraklara en uygun olan Atatürk'ün belirlediği çizgiydi. Onu da anlayamadık. Faşist, burjuva dedik.

  • Akif Akalın

    Akif Akalın 19.03.2020

    (DEVAM) Devrim mücadelesinde işkencede ötmemek, ser verip sır vermemek çok önemli meziyetler, fakat devrimden sonra bunlara çok ihtiyaç kalmıyor, başka meziyetlere ihtiyaç doğuyor. Şimdi ne olacak? Bu insanlara, hizmetleriniz için teşekkür ederiz, artık size ihtiyacımız kalmadı, şimdi "yıkıcı" değil, "yapıcı" insanlara ihtiyacımız var, size madalyanızı verip kenara alalım diyebilecek misiniz? Deseniz ne olacak? Bu insanlar devrimi, devrim sürecinde belki hiç ortada görünmeyen insanları devletin önemli yerlerine getirmek için mi yaptılar? Şimdi devrim "başka" niteliklere sahip insanlar gerektiriyor. Tarihte bu süreci en az hasarla atlatan ülke Küba gibi görünüyor. Devrimin önderleri kısa sürede "yapıcı" meziyetlerini geliştirebildiler. Devrimden sonraki ilk yıl içinde gerçekleştirilen okuma-yazma seferberliği ve polio aşı kampanyası bunun somut kanıtıdır. Küba'da öyle veya böyle sosyalizmin hala ayakta kalabilmesinin sırrı burada. Ne dersiniz, bu konuda konuşmak isteyen olur mu?

  • Akif Akalın

    Akif Akalın 19.03.2020

    Sorunun TEK yanıtı yok. Ben burada yanıtlardan yalnızca BİRİNİ ele alacağım. Dünyanın birçok yerinde ve Türkiye'de kapitalist toplumlarda şu veya bu düzeyde sosyalizm mücadelesi veriliyor. Bu mücadele her ülkede farklı koşullarda veriliyor olsa da, emin olun dünyanın en "demokratik" olduğu sanılan ülkelerinde bile kolay değil, belirli fedakarlıklar gerektiriyor. Bu durum bu mücadele için belirli bir "insan tipi" talep ediyor. Bu insanların mücadelede başarılı olabilmek (devrim yapabilmek) için belirli niteliklere sahip olmaları gerekiyor. Örneğin gözü-kara olmalılar. Yerine göre, örneğin faşist diktatörlüklerin egemen olduğu veya emperyalist işgal altındaki coğrafyalarda askeri bilgilere sahip olmaları gerekiyor. Bu yazıyı okuyanların ne demek istediğimi anladığını düşünerek bunu uzatmayacağım. Sonunda devrim olduğunda elimizde devrimi yapan bu "insan tipi" bulunuyor, fakat sosyalizmin "inşası" iyi tabanca kullanmak veya ajitasyon çekmekten başka "nitelikler" talep ediyor. (DEVAMI VAR)

  • Nedim Pala

    Nedim Pala 18.03.2020

    .. devam) ortada aççık seççik bi gerçek var ! Rusya ve Çin.. abd'nin dünya hegemonyasını, tek kutuplu emperyalizmini.. marxizm, leninizm ile geriletmedi. ne zaman ki Rusların yeni nesil savunma ve uzun menzilli füzeleri, silahları uçakları devreye girdi ? Çin'in üretim gücü, ticari rekabeti, kuşak yol projeleri gelişti güncel yaşama girdi, yaygınlaştı ? Kapitalist emperyalist hegemonya geriletildi. Günümüzün belirleyici gücü bunlar. Teknoloji ve bilimi yaygınlaştırıp.. üretim ve insan kalitesini yükselten ulus devletlerin etkinliği .. eskimiş teorilerin geleneklerin uygulanması, devam ettirilmesinden çok daha belirleyici. Yeni çağın problemlerini, düğümlerini, sömürü mekanizma ve pisliklerini temizleme araçları felsefe ve teorilerden çok, teknoloji ve bilimi kullanarak, yeni araçları kullanmak. bunlardan birisi de yeni çağın silahlarından biri olan.. insan aklını, eğilim, yönelim tüketimlerini manüple edip yönlendiren yeni medya ve sosyal medya araçları oldu.

  • Nedim Pala

    Nedim Pala 18.03.2020

    20. y.y. başlarında 'maddenin temel yapı taşı atomdur' diyen materyalizm .. atomla birlikte paramparça oldu ! mezonlar, quarklar.. parçacık frekanslar.. ortalığa saçıldı. patlayıp dağılan bu materyallere göre şekillenmiş yapı diyalektik materyalizm de.. tabiidir ki her şeyi açıklamak kurgulamak için kullanılan insan aklı için de yetersiz kaldı. artık devrimci, ilericiler için, bugüne göre yetersiz kalan kuramlarla insanı, toplumu, dünyayı, evreni, rusya, çin.. temel siyaseti çözümlemek zor. bu yeni gelişmelere hakim olmayan, duyarsız kalan insan ve siyasetlerin yönettiği örgütlere, ülkelere, yapılara bakın ? anlatmaya gerek yok, görüyorsunuz, mal meydanda ! günümüzün sosyal kuramcısı, ilericisi, devrimcisi .. yeni çağın evrensel bilim ve teknolojisiyle oluşan araçları gereçleri, insan sosyal ve teknik akıl yapısını, bu yapıların oluşturabileceği toplum yapısının kapasite yetenek sınırlarını yanılsamalarını tanımlayıp, yeni kuramlar sunacaktır .. diye düşünüyorum.

Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.