Felsefe
TACİZ, TECAVÜZ, LGBT VE CİNSELLİK ÜZERİNE NOTLAR..

Birinci Bölüm
Konuya giyimden başlayalım. Sizin de dikkatinizi muhakkak çekmiştir. Kadın ve erkek giysileri arasındaki açıklık-kapalılık farkı. İster günlük yaşamda çevrenize bakın, isterseniz filmlerde gözlemleyin. Sırtları, omuzları, bağırları, belleri, bacakları açık kadınlar (en küçük yaştan, orta yaşa kadar); yanlarında boğazlarına dek üç kat giyinmiş erkekler. Sanki dişi nesil soğuk ve üşümek nedir bilmiyor… Erkeklerin ise yaz ortasında dipleri donuyor. Avrupa, Amerika ve Asya’nın gelişmiş ülkelerindeki giyim alışkanlıklarından bahsediyoruz. Daha az gelişmiş ve veya tropikal ülkelerde giyimde cinsiyet farkları azalıyor. Londra’yı ya da New-York’u düşünün. Genç bir kız ve genç bir oğlan caddede yürüyor. Erkeğin ayağında kışlık botlar, üstünde kalın kumaştan pantolon (ve belki de altta içlik), montun fermuarı çeneye kadar çekik. Kızda ise ayağı varla yok arası kavrayan topuklu bir ayakkabı, donuna yakın yere kadar kısa bir etek, bağrı açıkta bırakan mini bir mont… Yazın akşam yemeğine gelir benzer bir çift. Erkek göğsü az çok açıksa da bir gömlek giymiş, üstüne ceket. Dişi kişi yine neredeyse çıplak. Bizde bu kadın mağduriyetine karşı garsondan şal isteme müessesi mevcut, oralarda genelde böyle bir şey de yok…
Nedir şimdi bu sizce? Kadınlar bir üst insan türü mü acaba? Soğuğa çok daha dirençli. Hayır, mesele farklı. Uygar dünya, kadını ve erkeği ile dişiyi hala esas olarak bir güzellik ve bir süs unsuru gibi görüyor ve onun bu güzelliğinin giderek daha fazla teşhirinden yana. Yaklaşık 80-90 yıldır kadınlar giderek daha da açılıyor. Erkek giyiminde pek o kadar bir değişiklik yok. Ünlü ressam Manet, benzer bir Rönesans resmindeki tuhaflıktan esinlenerek yukarıdaki bu tabloyu yapmış. Gerçi tablo doğrudan kendilerini hedef aldığı için Paris sosyetesince uzun yıllar aşağılanmış. Sergilere bile almamışlar resmi. Ama çok komik değil mi?
Bu teşhirde alan memnun, satan memnun. Açık giyinmek kadınlara bazen daha bir rahatlık sağlarken bazen de tam tersi hissedilmeli. Dar giysiler sıkıntı yaratır, soğuksa üşütür. Tüm rahatsızlığına karşın birçok kadın böyle giyinmeyi yeğlediğine göre demek ki memnunlar. Erkekler de bunu çok daha güzel bulmasalar herhalde itiraz ederler, onlar da memnun. Peki bu giyim alışkanlıklarında cinsellik ne kadar baskın? Bazıları hemen itiraz edecektir. Eğer daha fazla çıplaklık daha bir rahatlık verecekse bu tercihte cinsellik yoktur!.. Güneş altında ve sıcakta çıplak dolaşmak her zaman konfor anlamına gelmese de sıcak ülkeler ve mevsimler için hadi bunu kabul edelim. Dünya giyimine yön veren ABD ve Avrupa hiç de sıcak memleketler sayılamazlar tüm mevsimler itibariyle. O halde bu çıplaklaşma niye? Kaldı ki, dedik ya… Olgu çıplaklık ve kapalılıkla sınırlı değil. Bir de cinselliği karşı tarafın gözüne sokacak ölçüde giysi daralmaları var. Dar giysilerin daha rahat hissettirdiğini herhalde kimse iddia edemez. Ya o yüksek topuklu ayakkabılar!.. 21. Yüzyıldayız ve sex uğruna kadınlar Çin işkencesine katlanmaya devam ediyor.
Deniyor ki, gelişmiş batı toplumlarında kadın veya erkek çıplaklığı tahrik edici ve tacize zorlayıcı olmaktan çıkmıştır. Hadiiiii! Bizdekine kıyasla büyük ölçüde bir kanıksama, alışma, geç tahrik durumu gerçek… Tamam.. Ama bunlar neresinden baksanız kadın erkek çıplak, yarı çıplak gezmeye alışmış Afrika, Güney Amerika kabileleri değiller ki… Gelişmiş Batı, taciz ve tecavüzün hiç de seyrek yaşanmadığı toplumlar. Fuhuş ve porno sektörü buralarda da çok güçlü. Yani bu toplumlar cinsel yönden doyuma ulaşmışlar da… böyle şeylerden tahrik olmuyor, olay ise hiç çıkartmıyorlar lafı tam bir şehir efsanesi. Doyumsuzluğun tillahi orada da var. Doyumsuzluk adı üstünde doyumsuzluktur zaten. Paraya en doyumsuz olanlar kimlerdir büyük çoğunlukla? En zenginler, en çok parası olanlar. Cinsellikte belli karakter tipleri için doyum diye bir şey yoktur ve bunun oranı üç aşağı beş yukarı her toplumda aynıdır.
Bu konuya yani işin esasına tekrar geleceğiz, ama biz giyimden devam edelim. Göğsünü bağrını açıp duran, kolyesini, kıllarını gösteren ya da kas yapmışsa kollarını, omzunu özellikle teşhir eden bir erkek bunu niye yapar? Beğenilmek için, bir erkek obje olarak beğenilmek için. Bu kişi erkekler tarafından da beğenilmek, takdir görmek ister amma, şayet eşcinsel değilse yani büyük çoğunluğu açısından, esas hitap ettiği kesim karşı cinstir, yani kadınlardır. Kadınlar da açık saçık giyiniyor ve bunu son derece normal ve son derece masum gösteriyorlarsa da asıl niyet bellidir. Yanlış anlaşılmasın, burada tek tek kimseyi suçlamıyoruz. Ele alışımız bireysel değil, toplumsal eğilimler açısından irdelemeye çalışıyoruz. Ve aynı toplumların her alandaki iki yüzlüğü ve çifte standardına yaklaşmaya çalışıyoruz.
Cinselliği ve cinsel güzelliği sapına kadar herkesin gözüne sokmak çağdaş uygar toplumun en önemli “trend”lerinden, ona can veren, ruh veren trendlerinden biridir. Dondurma reklamları örneğin, sürekli biçimde “oral sex”i hatırlatır, kimse de “Bu kadarı da olmaz artık, bunu çoluk çocuk yiyecek!” diye isyan etmez… En ciddi gazetelerde, TV kanallarında, filmlerde en olmadık noktalarda cinsel parçalar konur.. okur, izleyici artırmak veya başka gayelerle.. Kadın ve erkek cinselliği ve de fetişleştirilmiş kadın ve erkek güzelliği kapitalist ekonominin, tüketim ve mal pazarlamanın adeta motorudur.
Peki taciz nerede başlar.. ne zaman tecavüze dönüşür? Konunun başka bir alt başlığına girdik. Ama giyim ve cinsellik bahsinden henüz çıkmadık. Taciz ve tecavüzün giyimle ya da cinsel yönden rahat yaşam alışkanlıklarıyla bire bir, doğrudan bir ilgisi yoktur. En kapalı, cinsel yönden en yasakçı toplumlarda da taciz ve tecavüz sıklıkla görülür. Ama ne kadar sık? Adı üstünde “kapalı” toplumlarda bunun gerçek rakamlarına, oranlarına ulaşmak neredeyse mümkün değil. Ancak bazı tahminler, hesaplamalar yapılabilir. Kapalı toplumların, yasakçı toplumların bu işi çözdüğü, en alt düzeye indirdiği ne kadar yalansa… Esas o toplumlarda sex suçlarının volkanlar gibi patladığı da önyargılı bir abartıdır. Bunca yıllık gözlemlerim, bilgilerim, okumalarım ışığında Batı toplumları cinsel suçları nasıl doyumla, eğitimle, cezayla azaltmaya çalışıyorlarsa… Kapalı Doğu toplumları da bunu uyaranı azaltmakla, yasakla ve cezayla halletmeye çalışıyor. Oranlar sonuçta büyük ölçüde, yani uçurum yaratacak kadar değişmiyor.
Evet, cinsel etkileşimlerim nereye kadarı “uygar”, romantik, teşvik edilecek, hatta güzelleme yapılacak kadar, sanatlaştırılacak kadar insani flörtleşmedir, nereden sonrası tacizdir? Nereye kadarı “uygar cinsel ilişki” olup nerede tecavüz başlar? İkinci soru, yani tecavüz konusu ilkine göre çok daha net bile görülse… Kimi zaman en usta hakimleri, en işinin erbabı bilirkişileri bile zorlayacak, yanlış yaptıracak kadar karmaşık seyredebilir. Ama tabii.. pek az vakada. Ama taciz konusu çok.. ama çok karmaşıktır.
İster külotuna kadar açık giyinsin, ister gözleri bile görünmesin, kadının hangi davranışları, konuşma tarzı veya hal hareketi normaldir, yani cinsellikten tam arınmıştır karşı cinse karşı (böyle bir şey yüzde yüz mümkün olmayabilse de) ve bir cinsellik çağrısı değildir? Erkek için de çok benzeri söz konusu kadına karşı… Ve karşı tarafın hangi tavrı, konuşması, davranışı… Hangi sınıra kadar “istenir ve estetiktir”, hangi çizgiden sonra tacize girer?
Burada da normali saldırganlıktan ayıran şey tecavüzde olduğu gibi “rıza” ve karşılık verme, “karşılıklılık” ilkesidir. Birçok durum ve vakada tacizi normal ve veya istenir davranıştan ayırmak gayet kolaydır bu ilkeyle bakıldığında. Karşılıklılık ilkesi. Ama bazen tacizci veya tacize uğrayan “kurban” bile farkı ayrımsayamaz. Bazen suçlayacak, suçlanacak yönde, bazense hoşgörüyle bakılacak yönde görebilirler aynı olayı.
İlkel kabilelerde ve de hayvanlarda olduğu gibi cinselliğin tüm boyutlarıyla açık yaşandığı bir aşamaya geldik tüm toplumlar olarak. Cinsellik tüm zamanlarda insanlığın sürekli kaynayan ateşiydi, ama bazı çağlarda olabildiğince gizlenmeye çalışılır, bazı çağlarda yasaklar getirilirdi. Şimdi de yasaklar var, hatta sanılanın ötesinde büyük ketlemeler söz konusu bazı toplumlarda ya da açık toplumların geniş bir kesiminde. Ama aynı toplumların başka bir yanı hayvan özüne ya da kabile yaşamına dönmeye cinsellik açısından sadece bir tık uzaklıkta. Olgu çok yönlü ve çok karmaşık… O yüzden biraz uzatacağız. Endişe şuradan: İlkel kabile toplumunda cinsellik çok daha açık yaşanırken, bunu düzenleyen son derece katı kurallar, alışkanlıklar da vardı. Belli bir düzen ve disiplin içinde bir açıklık söz konusuydu. Acaba ilkel toplumda bu olgu en güzel şekilde yaşanıyordu da yakın bir gelecekte insanlık tarihinin en kötü deneyimlerine mi şahitlik edilecek? Hayvanlaşacak mıyız? Bakın bu son soruya peşinen hayır diyebiliriz. Endişe hayvandan da beter olacağımız yönünde. Çünkü hayvanlar tüm yaşamlarını son derece işlevsel biçimde baştan düzenlenmiş içgüdülerine göre ayarlarlar… Onların davranış kalıplarına ister “mükemmel”, “çok güzel” deyin, isterseniz çok kötü, çok vahşi bulun. Pek fazla değişmez. Neyse odur… Bu anlamda doğal ve masumdur. Ama insanda kaynağını oluşturan üreme içgüdüsünü çoktan aşmış bir çok boyutlu cinsellik kavramı, pratiği vardır kii.. Buradaki kötülüğün dibi yoktur..
Freud büyüktür, ama sorun bir “niye büyük”tür! Büyük keşifleri nedeniyle büyüktür ve en büyük keşfi de insan cinselliğinin insan psikolojisindeki başat rolüdür. Ya da bunu çokları ondan önce düşünse de cinselliği felsefenin, psikolojinin, günlük yaşamın, hatta siyasetin temeline oturtmaya ilk kez o cesaret etmiştir. Öteki büyük keşfi de “bilinçaltı” kuramıdır ki, o da ilkiyle yakından bağlantılı. Gerçi Freud cinselliğin ana gücünü de, bilinçaltını da karikatür gibi kavradı ve kavrattı. Tıpkı ilkçağ Yunan filozoflarının çağlar sonra bulunacak birçok önemli gerçeğe çarpıtılmış ve basit şemalar halinde ta o devirlerde değindikleri gibi. Freud’a göre insan psikolojisi demek çok büyük oranda gizli ve açık insan cinselliği demekti. Sonradan bu görüşünde bazı geri adımlar attı. Takipçilerinden Wilhelm Reich da onu en çok bu konuda suçladı. Kendi kuramına ihanet etmekle.
Freud’a göre tüm nevrozlar ve akıl hastalıkları, tüm sorunlar ve karmaşa… uygarlık denen modern ve modern öncesi gelişmiş toplumun cinsellik üstüne yasaklamalar getirmesinden doğmuştu. Ancak bunun olumlu yanları da vardı. İnsanlık uygarlık, düzen, yasalar, modern toplum adına ne üretmişse, nevrozları da doğuran bu yasaklarla ortaya çıkarmıştı. Libido aynı zamanda iktidarın, aynı zamanda aşkın, sevginin, sanatın… güzel olan her şeyin kaynağında bulunuyordu.
Sosyalist düşünürler Freud’u eleştirirken en çok da bunun üstünde durdular. Cinsel yasaklar sadece nevrozları değil, toplumu ve uygarlığı da oluşturuyordu. Gerçi Freud’un kuramında zaten demin söylediğimiz gibi bu da vardı, ama Marksist kurama daha bağlı sosyalistler cinsel baskılamadan ağırlıklı olarak hastalık doğmasını, kötülük doğmasını kabul edemiyorlardı. Wilhelm Reich, Marcuse vb. gibiler ise tam tersine… Toplumdaki her kötülüğün cinsel baskılamadan çıktığını söylüyorlar, cinsellik yönünden tam özgür toplumun her bir şeyi çok daha kolay çözeceğine inanıyorlardı. Freud teorisini buraya vardırmaktan korkmuştu onlara göre.
68 hareketi Batı’daki özüyle, biçimiyle bir bakıma bunun deneyi oldu. “Savaşma seviş!” sloganı her şeyi çözecekti. 68 hareketi birçok bakımdan yenilgiye uğradıysa da, sönümlense de ABD ve Avrupa’da özgür sex giderek daha yaygınlaştı. İnsanların daha çok seviştiği, ama savaşmaktan da hiç geri kalmadığı anlaşıldı. Sevişmek yanlarına sadece kâr kalıyordu.. O da güzel elbette… Ancak ne toplumlar, devletler daha barışçıl oldu.. Ne bu deneyimleri yaşayan toplumsal kesimler kendi içlerinde saldırganlığın üstesinden gelebildi. Deney “yaşandı bitti saygısızca…”
Şahsımın görüşünü soracak olursanız, siz sormasanız da zaten söyleyeceğim: İnsan, hayvan doğasının sınırlarını asla aşamayacak bir canlıdır. Ya da yakın dönemlerde, yüzyıllarda aşacağının hiçbir belirtisi yoktur. Bu hayvan doğasının en temel iskeleti de cinselliğidir. Bu cinsellik temel anlamda hayvani bir cinselliktir hem iyi, hem kötü yönde. Ancak hayvandan farklı olarak insan, kendi doğasının az çok (tam olmasa da) farkındadır ve bununla yer yer, zaman zaman mücadele halindedir. Sürekli bir mücadele. Hatta bu mücadele bazen ağır çatışmaya dönüşmektedir. Aklı ve kültürü nedeniyle böyle bir çatışma yaşamaktadır insan.
Ne var ki kendi doğasıyla mücadele eden (bunun zararlı ve kötü gördüğü yönleriyle) insan, o mücadelesini sadece aklı ve kültürüyle yapmamaktadır. Bu aklın ve kültürün de temelinde, kendi doğasındaki bazı yönlere karşı mücadele eden yine kendi içgüdüleri vardır. Bu içgüdüleri de doğal seçilim yasaları gereği evrimce belirlenmiş özelliklerdir. İç güdülere karşı içgüdüler. Saldırganlığa karşı merhamet… Hayvani sexe karşı aşk, dostluk, sevgi… Rekabete karşı dayanışma… Kıskanmaya karşı takdir… Ve başka birçok şey… Hepsi evrimsel kaynaklı ve genetik özlü biyolojik davranış örüntüleri… Uzun konu, burada ancak bu kadar kısa ve basitleştirilmiş anlatabiliyorum. (Daha geniş okumak isteyenler bu konudaki kitaplarımdan birine, örneğin sonuncusuna “Evrimci Açıdan Din, Psikoloji, Siyaset”e başvurabilirler)
Başka bir örnek vermek gerekirse “ensest yasağı” da kültürel olmaktan çok, o kültürü yaratan içgüdülerden kaynaklıdır ve o içgüdüler doğal seçilim sonucu oluşmuştur. Ensest yasağı insanın üremesi ve bir toplum olarak ayakta kalması için olumlu bir yasak işlevi gördüğünden bu içgüdüyü taşıyanlar daha çok hayatta kalmış ve insanda bu yönde bir kültür oluşturmuştur. (Tabii bu içgüdüyü taşımayan azınlıkta bir grup insan da hep aramızda kalacak, dolaşacaktır.) Başka deyişle üreme içgüdüsü, bunun yarattığı cinsel arzu, bunun doyurulması ne kadar doğalsa, bu konudaki yasaklar ve tabular da hayvanda ve insanda bir bütündür ve birbirinden ayrılamaz. Bunlar hep bir arada var olacak ve hep çatışacak, o çatışma içinde tek tek bireylerde ve genelde toplumlarda bir orta yolda çözüme ulaşılacak etkenlerdir. Sorunun tam bir çözümü, tam bir doğrusu asla yoktur, olmadığı için de bulunamaz.
Dolayısıyla cinsel özgürlükçülerin dediği gibi “Çek bir cinsellik… Yasaksız olsun!” demek… işin doğasına aykırıdır. “Çek bir döner.. Çiğ olsun!” demek gibidir. “Çek bir kuru.. Fasulyesiz olsun…” demek gibidir… Cinsellik olsun.. ama kurallar yasalar içinde son derece muntazam olsun.. demek de aynı ölçüde saçmadır. Her insan kendi karakteri, kaderi içinde çeşitli rastlantılar, iradeler ve iradesizlikler içinde yaşayacaktır deneyimleri ve tam bir kuralına, doğrusuna ulaşamayacaktır. Her ne kadar ben şahsen daha ileri kurallar, yasaklar getirme anlayışında olan gruptaysam da… Böyle bir düzenin başarıya ulaşmayacağının da farkında olanlardanım. Ancak toplumu belli bir yere kadar çekebilirsek, fayda faydadır, diye düşünmekteyim. En çok o kadar.
Akıl hastaları hastanede itiş kakış bir kapının anahtar deliğinden öteki tarafa bakmaya çalışıyorlarmış. Oradan geçen bir doktorun dikkatini çekmiş. “Nereye bakıyorsunuz öyle? Ne var karşı tarafta? “diye sormuş. Hastalar kem küm etmişler, net bir şey söylememişler. “Açılın" demiş doktor, “Bir de ben bakayım.” Bakmış delikten.. Bakmış. Bakmış.. Bir şey görememiş. “Ben bir şey göremedim burada” demiş arkasındaki kalabalığa. Hastalar hep bir ağızdan kahkahayı basmışlar. “Biz haftalardır bakıyoruz, bir şey göremiyoruz, sen bir bakışta mı göreceksin!”
Binlerce yıldır onca düşünür, bilim insanı, din adamı konu üstünde araştırma yapar, düşünür, kurallar koyar… Hepsinin yaptığı, yapmak istediği şey, genel kabul görecek normlar oluşturmaya çalışmaktır. Ancak normlar oluştukça anormali de mutlaka bulunacaktır. Ne var ki bence bu konuda da en ileri görüş (tabii ki her şeyi açıklamıyor ve tam bir çözüm vermiyor) sosyo-biyolojik, evrimci görüştür.
Biz bu konuya neden geldik, girdik. Öteden beri pek çok yazar arkadaş ve okurum, cinsellik konularında artık daha geniş ve daha güncel bir şeyler yaz diye istemde bulunuyordu. Bir HDP milletvekili hakkında çıkan tecavüz iddiaları, muhalif medyanın bunu örtbas etmeye çalışması, giderek artan LGBT söylemleri, İstanbul Sözleşmesi’nin iptaliydi derken… Artık ertelenemeyecek kadar dayattı…
İkinci Bölüm
Türkiye’nin sağ politikacıları ve din simsarları ülkenin aydınlarını ve sol siyasi güçleri ahlaksız olarak, özellikle cinsel yönden ahlaksız olarak gösterirlerdi 40’lı yıllardan beri. Bu bitmek bilmeyen bel altı kampanya halk katında başarıya ulaşırdı da hani. Alevileri de solun potansiyel insan deposu görürler, onları da öyle aşağılarlardı. Komünist dedin mi, solcu dedin mi kadın erkek alt alta üst üste, nerede akşam orada sabah… sefih bir yaşantı. Fakat eğer bu bir ahlaksızlıksa bu ahlaksızlık kendilerinde en az beş-altı kat fazlaydı. Gerçi sol tarafta sağcıların tarif ettiği türde yaşayanlar az mıydı? Hayır. Yine de büyük çoğunluk mazbut bir yaşam sürerdi. Hatta devrimcilerin bir bölümü 1980’lere kadar bu anlamda adeta keşişlere taş çıkartırdı. Bu da halk katında fark edilmeye başlanmış ve bir şekilde takdir görür hale gelmişti; o kadarı da artık ne kadar iyiydi; tartışılır.
Son yıllarda tablo neredeyse tersine döndü. Gerçi sol mol kalmadı amma, kendini laik Cumhuriyetçi olarak tanımlayan kesimde İzmir Atatürkçü teyzeleri ya da Dikili solcu amcaları türünden on binlerce isim ve onların yetiştirdiği bir kısım sosyal medya gençliği, siyasal dinci kesimi aynı silahla vurmaya başladı. “İzmir teyzesi” falan derken bunlar sosyal medyada tanımlanmış ve kabul gören kategorizasyonlar olduğu için biraz da gırgırına söylüyorum. Yoksa ne İzmirliler buna alınmalı, ne de başka şehirliler kendine pay çıkarmalı.
Neydi: İşte siyasal dinci, tarikatçı, yobaz kesimde cinsel taciz, istismar, çocuk tecavüzü vs. alıp başını gitmiştir, bunlar işte şöyledir, böyledir… Alayı sapıktır vs.. Ağır ol molla desinler, daha ciddi abi sosyalist kesimde bir bakıyorsunuz aynı ağızlar, biraz geriden gelseler de bel altı kampanyaları desteklemeler… Bu bahsedilen kesimde, radikal dinci, tarikatçı, softa, yobaz çevrelerde böyle şeyler yaşanmıyor mu? Yaşanıyor, kuşkusuz adliyeye ve medyaya yansıyandan çok daha fazlası yaşanıyor.
Peki cinsel ahlaka böyle bakan sözde muhalefet (özde ve gerçekte geniş anlamıyla iktidar ortağıdırlar. En başta CHP, sonra sosyalisti, komünisti..), bu geniş kesimler… Sözcü, Cumhuriyet, Birgün vs. okuyanlar Halk-TV, Fox, Tele-1 vb. seyredenler… Cinsel ahlaki normlarında samimi ve tutarlı mıdırlar? Belki yine çoğunluğu kendi yaşamlarında bir hayli ahlaklıdır. Sağ ve dindar, dinci kesimin çoğunluğu ne kadar mazbut, ne kadar ahlaklıysa.. onlar da o kadar. Şunu demek istiyorum: Her iki kampta da cinsel yönden, maddiyat konularında, genel olarak ahlakın tüm yönlerinde üstün nitelikte pek az insan vardır. Ama her iki kampta da büyük çoğunluk eh işte diyebileceğimiz ortalama bir ahlaka sahiptir. Yani her iki tarafta da büyük çoğunluk sapık falan değildir. Buradaki ciddi sorun, birbirine bağlı olarak şudur: Her iki taraf da karşı kampı ahlaksız ve sapık göstermeye çalışıyor. Ve her iki taraf da bel altı vururken son derece samimiyetsiz. Olguya pis siyasetle sınırlı bakıyorlar ve kendi kamplarındaki çirkefi görmüyor, göstermiyorlar.
Eskiden de vardı, varmış… Politikayı cinsel partner bulmak için, sex doyumu için kullanan birçok insan çıkmış CHP’de ve sol, sosyalist camiada. Ama bunlar azınlıkmış… Ya da en azından söylemde, tavırda baskın hale gelmelerine izin verilmezmiş, bu tiplere set çekilirmiş. 90’lı yıllardan beri Türkiye sol, sosyalist partilerinde bu yönde de bir yozlaşma aşikar. Her iddia elbette doğru değil, bu partiler “o işin partileri” demiyorum asla, oralarda da çoğunluk bir hayli düzgün yaşıyor. Ama uygunsuz cinsel yaşam ve taciz iddialarını eskiye göre belki on kat fazla duymaya başladık. Mesleğimiz gereği (her ne kadar aktif sürdürmesek de) bunları ilk kaynaktan duyma olasılığımız da fazla, takdir edersiniz. Mağdurlar kadın olunca da iddiaların üstü genelde kapatılıyor. Ama kadınıyla, erkeği ile o aynı çevreler, partiler, kişiler “kadın hakları, kadın tacizi, cinsiyet eşitsizliği…” dendi mi… Söylemde, eylemde kıyameti koparıyor, mangalda kül bırakmıyorlar.
En son “Sol Parti”de örtbas edilmeye çalışıldığı söylenen bir sürekli taciz şikayetinin “sol” medyada kendine hiç yer bulamamasını düşünürken, HDP’de iki skandal peş peşe patladı. Bir milletvekili, iddiaya göre eşini hastanelik edecek kadar dövmüş ve sonra eşinin adli şikayetini baskı yaparak geri çektirtmiş. Öbür vekil ise, yine iddiaya göre bir kadına kamusal alanda tecavüz etmiş. Muhalif basında tık yok. Haber şöyle veriliyor kadın hakkı şampiyonu, cinsel namus bekçisi sözde muhalif havuz medyasınca: Falanca HDP milletvekili bazı iddialar üstüne partisine zarar vermemek için partisinden istifa etti… Millet Meclisi’ne zarar vermemek için niye oradan istifa etmiyor, diye soran zaten yok. PKK’nın ne kadar kadın düşmanı olduğu, örgüt içinde kaç kadını (bir bölümüne de işkence yaparak) öldürdüğü zaten kitaplara isim isim geçmiş bir gerçeklik. Süreklilik arz eden dağdaki taciz ve tecavüz iddiaları birçok kaynaktan geliyor ve bu kaynakların bir bölümü devlet ve itirafçı kaynağı da değil. Tabii muhalif denen havuz medyasından bu konularda da bir irdeleme yok. Her bir taşın altını kaldırıp çapanoğlu bulurlar işlerine gelince. Yerli yersiz. Gazetecilikleri kendi kamplarına karşı felce uğrar.
PKK’nın örgüt içi cinayetlerini anlatan Aytekin Yılmaz’ın “Diktatör” adlı kitabıyla ilgili bir söyleşi yapılmıştı Halk-TV’de, biliyorsunuz. Bandı hazır bu söyleşi Halk-TV yönetimi ve İsmail Saymaz tarafından tek taraflı sansür edildi. Bahanesi RTÜK korkusu. Aynı havuz kanalı birkaç gün sonra HDP milletvekilini konuk etti her zaman olduğu gibi ve alay edercesine. Bu konudaki son skandallardan sadece biri… Fakat skandallar, ahlakı yüksek kesimler için geçerli bir kavram. Türkiye’de her iki kamp da hiçbir konuda dürüst değil.
Tavır, davranış, giyim, kuşam ve taciz olgusuna bir kez daha dönersek… Bazı erkekler için tahrik, sadece gözleri açıkta bulunan kadının bakışları ile bile gerçekleşebilir. Kadınlar kapandıkça tahrik de azalır teorisi (ki keşke doğru olsaydı.. ona bağlanırdık) burada çöküveriyor. Tahrik olacak erkeğin cinsel kapasitesi bazen karşıdaki kapandıkça artıyor ve bu dürtüyle, zor kullanmak, korku ve ceza dışında baş etmek mümkün değil. O kişi karşıdakinin kadın olduğunu sadece sezdiğinde bile doyuma ulaşabilir. Sesle tahrik olan var. Bir el sallayışı ile tahrik olanlar var…
Ama işin öte yanında da farklı bir şey var ve çok daha yaygın yaşanan bir şey: Kadın veya erkek.. Açılarak, saçılarak veya kapanarak, işveyle, edayla, gözle ya da dik bakış, romantik bakışla, kasla, dövmeyle veya bilgi teşhir ederek, libo, entel, bilmem ne muhabbetleri, solcu fetişleri, sanatımsı gösteriler ile “sex pazarı”nda arz sergilenir. Karşı cins bunu tek tek ya da gruplar halinde alır, değerlendirir. “Üçüncü kişilere ne?” diyeceksiniz. Kadın güzelliği görmenin ya da kadınlar için tersi… bakışmanın, iltifatlaşmanın, söz atmanın, esprileşmenin… Hatta bazıları daha ileri gider.. fiziksel temasın nesi kötü olsun? Çoğu zaman benim de şahsen hoşuma gider başkalarındaki bu yakınlaşmalar ya da en azından hoşgörüyle, sevecenlikle bakarım da…
Bazı ciddi sorunlar çıkar hep bu mevzuda. Bir kere icra alanı kamusal alandır. Sinyali karşı taraf aldı ve fakat bu durumdan hoşlanmadı.. Ne olacak? Sinyal devam ediyorsa.. Ya da siz sinyali birine, hoşlandığınız birine yolladınız, devreye başka birileri girdi, “çık aradan Adana” mı diyeceksiniz eski santralli telefon konuşmalarında olduğu gibi. Ya da karşılıklı sinyaller bir yere kadar gitti, karşılıklı rıza ve hoşlanma mevcut, fakat bir taraf artık yeter, buraya kadar diyor, öbürü ise devam edelim gittiği yere kadarda ısrar ediyor… O zaman ne olacak?
Tabii burada da karşılıklı rıza, halkımızın başlıca eğlencesi kimi randevu evi TV programlarında çok geçtiği üzere karşılıklı “elektrik alma” esas kural. Karşılıklılık yoksa taciz başlıyor. Peki sinyali, uyaranı alan ama beğenilmeyip, karşı sinyal vermesi sapıklık sayılan üçüncü şahıslara yazık değil mi? Uyarıldıklarıyla kalakalacaklar. Şayet isyan ederlerse muhtemeldir, dayak yiyecekler.
Burada tacizciyi koruyan bir mantık sezebilirsiniz. Biraz öyle. Fakat tam öyle değil. Tacizcilerin birçoğu, hatta büyük çoğunluğu kötücül, (bu anlamda kötücül) ve az çok cinsel psikopat kişilerdir. Orası tamam. Fakat içlerinde dolduruşa gelen normal insanlar da az değildir. Sağlam ilkeli ve mazbut insan her şart altında denetimini korur, o da başka; ama herkesten bu manevi gücü bekleyemeyiz. Ayrıca şunu da ekleyelim. Erkekler de kadınlar tarafından tacize uğramakta. Kadınların uğradığı orandan çok daha düşük, ama pek de nadir değil. Bunları şunun için söylüyorum. Burada rıza ve karşılıklı hoşlanma dışı cinsel atak yapan kişiyi, yani tacizciyi suçlayalım, ama bunu yaparken elimiz kuvvetli olsun. Yani tacizciye hafifletici neden vermeyelim. Biz her şart altında mağdurdan yanayız, yeter ki içimizi rahat hissedelim.
Yine itiraz gelecektir. Tacizde hafifletici neden olmaz. İşin doğası ise öyle demez ama. Ortalığa saçılan cinsel uyaranlar ne kadar fazla ise (bunun şekli ve tarzı toplumdan topluma değişebilir) taciz olasılığı pratikte ve istatistikte o kadar artar. İstediğiniz kadar mor, eflatun çemkirin, yaygarayı basın, hayatın gerçeği budur. Başka bir açıdan.. diyelim tacize şahitlik eden biri, bir delikanlı olarak (kadın veya erkek.. fark etmez) olaya müdahil olacak ve mağduru koruyacaktır da… Ona da yazık değil mi.. Ciddi bir riske atılacak, belki yaralanacak, belki ölecek… Sapıklara bu kadar da bahane yaratmasak???
3. şahıslardan bahsettik… Peki kamusal alanda sıklıkla karşımıza çıkan bu karşılıklı uyaran sağanağına sadece seyirci durumda bulunan 4. şahıslar ne yapsın? Sevecenlikle bak, hoşgörü göster.. Tamam da bir yere kadar… Metroda, meydanda, sokakta, kafede sürekli erotik film izlemek zorunda mıyız? 4. şahısların rızası ne olacak? O da ayrı bir taciz değil mi?
Ondan geçtik.. seyrettiğimiz filmde, izlediğimiz TV’de, okuduğumuz gazetede, internette, önünden geçtiğimiz panoda, kulağınızı örseleyen şarkıda sürekli sex uyaranı almak zorunda mıyız? Bu da kamusal taciz değil mi? Bunların çok büyük bölümü okur, izleyici artırmak veya reklam geliri fazlalaştırmak için yapılır. Doğal ve gerçek anlamda estetik değildir; sanatsal hiç değildir. Katlanmaya mecbur muyuz?
Aşırı derecede artan sex uyaranlarının iki zararından bahsedeyim sadece. Biri libido azalması ve depresyondur. Mevcut kapitalist yaşam tarzı ve çevre kirliliğiyle birlikte aşırı derece pompalanan sex uyaranları tam karşıtına yol açar. Eğer az çok normal bir kişiyseniz, birkaç porno sahne izledikten sonra “Bu ne iğrenç bir şey.. Aman Allah’ım, olmaz olsun!” demeye başlarsınız ve libidonuz artmaz, düşüşe geçer. (Erotik filmler daha farklıdır, ama çok izlerseniz o da aynı etkiyi yapar. ) Porno endüstrisinin devletlerce bu kadar teşviki ya sapık sayısının ummadığımız kadar fazlalaşmasına ya da devletlerin nüfus planlaması önlemlerine bağlıdır. Erkekte ve kadında doğurganlık yetisi giderek düşmekte. Libido da düşmekte. Belki böylesi daha iyi. O ayrı konu. Tüm verilere internetten ulaşabilirsiniz.
Bu kadar çok sex uyaranı vere vere (kullandığımız onca kimyasalla birlikte) ergenlik yaşının yıl be yıl düşüşü de başka bir bilimsel veridir. Siz, kaç yaşında kız çocuğunun evlenebileceği, kaç yaşındaki çocuğun cinsel ilişkiye girebileceği yönünde fetvalar veren bazı densiz din adamlarının sapıklığına saldırın durun, sizin çocuklarınızın, torunlarınızın cinsel deneyim yaşının hangi okul sınıflarına kadar indiğinin farkında mısınız? Tamam, ahlakçı bakmayalım, ne isterlerse bilinçli yapsınlar diyelim ama… Görüyoruz ki, cinselliğin bu kadar ayağa düşmesi çocuklara, ergenlere pek mutluluk da getirmiyor, aksine bazen büyük krizlere yol açıyor. Aileler de maddeten, manen perişanlık yaşıyor.
Konunun başka bir yönü: Siz partnerinizi, yani cinsel arkadaşınızı ya da sevgilinizi, eşinizi… Aşırı seksi uyaranlar vererek, böylesi tavır ve ortamlarda seçiyorsanız eğer.. Bunun alıcıları büyük oranda sizin gibi insanlardan çıkıyor. Yani sosyopat, psikopat yönleri güçlü kişilerden çıkıyor. Psikopatlar erkeklerde daha fazla olmak üzere her iki cinste de “normal” insanlara göre daha çekicidir. Psikopatlar birbirini kolay bulur, ama birçok az çok normal kız da psikopat erkeklerin cazibesine kolay kapılır. “Ne yapalım, bırakınız bu güzelliği psikopat, psikopat yaşasınlar” diyelim. Ama iş öyle değil işte. Bela size kadar bulaşıyor. Sonu ölüme kadar giden cinsel şiddet vakaların büyük çoğunluğu bu tip ilişkilerden çıkar. Artmış cinsel uyaranlarla, psikopat yeğlemeleriyle hızlı başlayan ilişkilerden bir süre sonra ne yazık ki ne sonuçlar alınır: Giderek artan “eski sevgili”, “eski koca” cinayetleri… Bunların önemli bir bölümünde de cinsel yetersizlik hisleri arka plandaki etmendir.
Özetle: Birbiriyle çelişkili gibi görünen, ama çelişmeyip birlikte bulunan şu gerçeklerle karşı karşıyayız. Artmış ve abartılı cinsel uyaran sağanağı, azalan libido ve doğurganlık, erkene gelen ergenlik yaşı ve cinsel deneyimlerin giderek daha erken yaşta başlaması, artan cinsel suçlar, artan cinsel kaynaklı saldırganlıklar…
Sonraki bölümde: Eşcinsellik, LGBT, feminist yaklaşımlar, İstanbul Sözleşmesi ve önerilerimiz.
Üçüncü Bölüm
Son otuz yılın en önde gelen siyasi gündemlerinden, hareketlerinden biri LGBT akımı. Kişisel ve sosyal bir sorun olmaktan çıkmış, adeta sol ve liberal siyasanın itici gücü haline gelmiş. Nedir LGBT? Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Transseksüel demek. İlk üçü eşcinselliğin aynı cinsle ilişki kuran farklı türleri, sonuncusu “kendini karşı cinsten hissetmek, karşı cins hal, hareketleriyle ve giysileriyle dolaşmayı yeğlemek” anlamına geliyor. Gay ve lezbiyenlerde de transseksüellik bulunabilir, az bulunabilir ya da hiç bulunmayabilir. Sonuçta hepsini eşcinsellik başlığı altında inceleyebiliriz, çünkü ayrıntıya girip konuyu uzatmak istemiyorum. Beni işin sosyal ve siyasal yanı ilgilendiriyor bu makalede.
Eşcinsellik genetik-biyolojik ağırlıklı, sosyo-kültürel yönleri de bulunan bir cinsel yönelim durumu. Hastalık demiyoruz, çünkü her zaman bir psişik, bedensel ve sosyal sağlık sorunu oluşturmaz ve tedavisi de yoktur. Sapıklık da diyemeyiz, çünkü aşağılayıcı bir terimdir; başkaları ve toplum için bir tehdit, bir sağlık ve huzur sorununa dönüşmedikçe, zarar vermedikçe kimseyi aşağılama hakkımız bulunmamaktadır. Kaldı ki açık veya az çok gizli eşcinseller arasından her alanda bazen çok değerli kişiler çıkabilmektedir. İlk cümleyi kısaca özetlersek: Eşcinselliğe kuvvetli bir kalıtımsal, genetik yatkınlığı varsa kişinin, o kişi muhakkak eşcinsel olacaktır. Kendini böyle hissedecektir. İçinde bulunduğu toplumun koşullarına, kendi koşullarına ve kendi öteki kişilik özelliklerine göre bunu ya herkesçe bilinen şekilde açık yaşamaya başlar.. ya dar çevrelerde az çok gizli yaşar ya da içine atar, tamamen gizler. En büyük olasılıkla açık yaşar, daha az olasılıkla dar çevre içinde gizli yaşar, çok nadiren de ömür boyu tamamen saklayabilir.
Ancak genetik olarak eşcinselliğe orta veya hafif düzeyde bir yatkınlığı varsa kişinin, eşcinsel olup olmayacağı, bunu ne kadar açık, ne kadar gizli yaşayacağında kişiliğinin öteki özellikleriyle birlikte, kişisel ortamının ve toplumsal-kültürel koşulların önemi artar. Psikopatik eğilimleri daha fazla, ya da kendine daha güvenli, daha yırtık kişilikler ve hele çevre ortamı uygunsa, toplumsal ayıplama, yasak ve aşağılama daha düşük düzeyde seyrediyorsa eşcinselliğe açık biçimde yönelir. Ama bu tip unsurlardan çoğunun eşcinselliği gizli kalır ya da kısa dönemsel deneyimlerden öteye geçmez. Bu ikinci kategorideki insanlardan bir bölümü kendinin eşcinselliğini zaten kabul etmez.
İşte olgunun belirsizliği ve bu belirsizlik üstünde kopan kavga da bundan kaynaklanır, sorunun ikili, hatta üçlü yanından. Genetik yatkınlık-öteki kişilik özellikleri-toplumsal kültürel çevre koşulları… Olguda sadece genetik özellik belirleyici olsa (ki bazı vakalarda durum gerçekten budur) fanatik eşcinsellik karşıtlarını daha kolay ikna edebiliriz. Deriz ki, “Adam veya kadın böyle doğmuş, ne yapsın, dilediği gibi yaşasın, üstüne gitmeyin.” Ama birçok durumda olay böyle değil. Eski Yunan’da olduğu gibi bazı toplumlarda ve çevrelerde kültürel bir gelenek haline gelebiliyor. Teşvik edilebiliyor, hatta ayrıcalık haline getirilebiliyor. Bu durumlarda ortadaki vakalar; kararsız, yüzer gezer vakalar eşcinselliğe kayabiliyor. Bunlar kitlesel biçimde yaşanabiliyor. Hatta hiç eşcinsel eğilimi bulunmayan, tamamen “normal” bireyler, bazen libido fazlalığından, bazen yozlaşmış kültürel değerlerden ötürü, meraktır, eğlencedir, herkes yapıyor, denemek lazım gibi saiklerle böyle davranışlara itilebiliyor. Sonuç olarak aramızda sahih eşcinseller bulunduğu gibi, kültürel bazlı eşcinseller de (gerçi onlarda da az çok genetik bir temel bulunmakta) gezmekte. Sorun bilimsel manada daha çok bu ikinci gruptan çıkmakta.
“Ne var bunda, cinsellik bu, az çok gizli yaşanan bir süreç, herkes nasıl diliyorsa öyle davransın” diyebilirsiniz. Zararı ne? İşte bir ciddi problem de burada. Bu eğilimler genellikle zararlı, yoz, şımarık, insani değer açısından düşük düzeyli kültürel ortamlarda çok daha fazla filizleniyor ve cinselliğin bu şekilde yaşanması zaten baştan var olan dejenerasyonu daha da katlıyor. Homofobi terimi ve bu bağlamda sıkışmış tartışmalar da sizi yanıltmasın. Homofobi terimi çoğu durumda kültürel eşcinsel yayılmaya karşı normal insani tepkiye karşı bir (savunma değil) saldırı silahı gibi kullanılırken, bazen de en tehlikeli eşcinsel ilişki ve yaşamlar bizzat homofobik çevrelerde gözlemleniyor. Yani bu meselede hafife alamayacağımız, kolayca “yanlış” ve kolayca “doğru” diyemeyeceğimiz bir kültür, bir ahlak kavgası, çekişmesi süregelmekte.
Peki toplumlar genelde ve baskın olarak eşcinselliği neden aşağılıyor? Biz aşağılamayalım, ama iyi anlamaya çalışalım. Bu bir azınlık davranışı olduğu için. Bu kadar basit. İnsan cinselliği evrimsel olarak baskın tabiatıyla üremeye ve bu yüzden karşı cinsle cinsel ilişkiye yöneliktir. Kendi cinsiyle cinsel temas bu evrimin yan ürünü olarak ve bir azınlık özellik kalıbı olarak ortaya çıkmıştır. Şayet üremeyi sağlayan şey erkeğin erkekle, kadının kadınla ilişkisi olsaydı, heteroseksüeller azınlık kalacaktı ve onlar aşağılanacaktı.
İşte tüm bu aşağılamalara, hak gasp etmelere ve dahası sözel ve fiziksel saldırganlığa, hatta öldürmelere karşı eşcinsellerin haklarını savunmak için LBGT hareketi ortaya çıktı ve güçlendi... Desek hem doğru söylemiş, hem de gerçeğin en azından yarısını eksik bırakmışız demektir. Önce şunu soralım: LGBT hareketi eşcinsellerin yararına mıdır? PKK ne kadar Kürtlerin yararınaysa LGBT de o kadar eşcinsellerin yararınadır. Geçmişteki için hadi böyle söylemeyeyim, ama bugünkü feminist hareket ne kadar kadın haklarına yararlıysa, LGBT de bu sorun için o kadar faydalıdır.
Bir kere bunlar saldırgan hareketlerdir. Aşağılama ve saldırganlığa karşı aşağılayarak ve saldırganlaşarak cevap vermek ancak karşı tarafın tepkisini artırır. LGBT ve feminist hareketler liberal burjuva ve liberal “sol” siyasetten, birçok ülkede de (biz dahil) sistemden ve sistemin kurumlarından aldıkları destekle saldırgan bir tarza yönelmişler ve adeta karşılarına erkekliği ve LGBT için de normal cinsel yönelimleri ve aileyi hedef seçmişlerdir. Bir kere bu işlerin başını çeken kişi ve çevreler doğaldır ki baskın oran anlamında en yırtık, en sosyopat unsurlar arasından çıkmaktadır ve olgunun marjinalleşmesinden adeta zevk almaktadırlar. Bunun ne temsil ettiklerini iddia ettikleri kesime, ne topluma bir faydası dokunur, zararları ise artırır. Kaldı ki içlerinde bu cinsel yönelimleri para kazanmak için kullananlar da vardır ki (onlar olmasın demiyorum), onların dilinin söyleme hakim hale gelişi itici, bozucu etkiyi güçlendirmektedir.
İşin ülkemize özgün bir yönü daha: Eşcinsellere dönük aşağılama ve baskılar sanki bizim memlekete, bizim millete mahsus bir faşistlikmiş gibi, bizde çok daha fazla yaşanıyormuş gibi çarpıtmalar. Ülkemizde eşcinselliği yaşamanın kuşkusuz bazı özel dezavantajları da vardır, ama uygar Batı onlar için hiç de güllük gülistanlık değil. ABD’de sadece 2016’da 77 eşcinsel öldürüldü. İngiliz Milletler Topluluğu’nda 1861’e kadar eşcinselliğin cezası idamdı. Bu yasa en son 1835’de uygulandı. İki adam sadece eşcinsel ilişkiye girdikleri için idam edildi. Bu yasa ABD’nin bazı eyaletlerinde 1870’li yıllara kadar yürürlükte kaldı. Osmanlı’da böyle bir şey bilmiyorum. Türkiye de nereden baktığınıza bağlı, bir bakıma eşcinsel cennetidir. :) :) :)
Eşcinsellerin mağduriyetleri başka yol ve yöntemlerle çok daha iyi önlenebilir diye düşünüyorum. Yine örgütlenen örgütlensin. Ama bu örgütler dayanışma amaçlı olsun. Hukuksal ve idari haklar bu örgütler yardımıyla daha kuvvetli savunulsun. Devletle ve toplumsal katmanlarla, toplumsal kurumlarla sürekli temas halinde bulunulsun. Kavga yolu, saldırganlık yolu terk edilsin. Suçlamalardan uzak durulsun. Konu siyasi meze yapılmasın.
Siyaset dedik, zurnanın zırt dediği yere geldik. LGBT’de de günümüz feminizminde de maksat üzüm yemek değil, bağcı dövmek. Yani yıkıcı siyaset yapmak, beşinci kol siyaseti yapmak. Temsil edildiği iddia olunan kitlenin zararına da olsa siyaset yapmak. PKK-HDP’nin yaptığı gibi. Zaten bunlar hem ideolojik boyutta, hem siyasi anlamda, hem de sponsorluklarını yapan büyük emperyalist güçler bağlamında ortaktır. Maksat sosyalist fikirleri zayıf düşürmek, maksat anti-emperyalist gündemleri arka plana itmek. Maksat dünyanın kapitalist sistemce yağmalandığını, öldüresiye yağmalandığını unutturmak. Maksat dünyada yüzde 20’lik bir azınlığın kaynakların yüzde 85’ini yediğini, korkunç eşitsizlik ve yoksulluk sorununu gözlerden gizlemek. Bütün dikkat cinselliğe kaysın, yemeğe, içmeye kaysın… Etnik sorunlara kaysın… Hayvandan beter hale gelmiş sürüleri kolayca güdelim.
Kıymetli dingil liberallerimiz buyuracaklardır ki: Bir özgürlükçünün, bir solcunun görevi daima mağdur olanın yanında yer almak, ezilenin, azınlığın yanında durmak, onu yargılamadan onunla dayanışma göstermektir! Sevsinler! O kadar azınlıktan, ezilenden yanaysanız benim gibi azınlık yazarlara sahip çıksanıza bir yol, her gördüğünüz yerde üstümüze toprak atacağınıza. Azınlıklara sahip çıkacaksanız, zekalarını sisteme satmadıkları için mağdur olan, sürünen, bir de aptal denerek aşağılanan üstün zekalılara sahip çıksanıza. Ahlaki ilkelerinden taviz vermedikleri için intiharın eşiğine gelen, hatta intihar eden düzgün insanları bulup destek vermek için sarf etsenize bir cüllük enerjinizi.
İstanbul Sözleşmesi’ne gelince. Topkapı Sarayı harem dairesinde imzalandığı için zaten kadüktür. Yok, şaka… İki kez dikkatle okudum, o çok alışıldık liberal Avrupa dilinin (Avliboşça) yarattığı bulantı hissi dışında bir sorun göremedim. Yani makul bir metin. Sadece metin olarak. Bu metin Tavropa devletler topluluğu ile Bitinya devleti arasında imzalanmış bulunsa hiçbir sorun yok. Lakin metinde birçok yerde, 8, 11, 12 ve 61. Maddelerde açık belirtildiği üzere karşılıklı yükümlülük ve karşılıklı görevlerden bahsediliyor. Buralarda özetle kadınlara yönelik şiddette karşılıklı olarak kayıt tutulması, finans kaynağı yaratılması, yasalar çıkarılması ve yasaların uygulanması koşulu getiriliyor. Peki Avrupa tarafı 2011’den bu yana tek bir yükümlülüğünü yerine getirmiş mi? Örgüt içinde ve dışında yüzlerce kadın öldüren (birçoğu isim isim bellidir) PKK’nın kayıtlarını tutmuş mu? Herhangi bir yasa çıkarmış mı? Bırakın bunları PKK’nın kadın cinayetlerini bir kez bile kınamış mı? Bunları yapmamış. Ne yapmış? PKK’ya hamilik yapmış, sponsorluk yapmış. Her gün şu kadar “Hatin kuştin” diyerek ne kadar insan öldürdüklerini reklam eden PKK kanallarına ülkelerinde yataklık yapmışlar.
Benim nezdimde AB adının geçtiği hiçbir metin imzalanmamalıdır. PKK’nın sistemli kadın cinayetlerine ortaklık eden, kadın haklarından en önemlisi yaşama hakkına ihanet eden CHP de meşruluğunu yitirmiştir. Hükumet ise bu ve benzeri konularda …. Doğa sorunları, kadın şiddeti, sağlıkta şiddet, hayvanlara karşı şiddet… Laf dışında dişe dokunur bir iş yapmıyor. Ona buna şiddetle höykürmek dışında neyi neden yaptığı, neden yapmadığını açık ve dürüst biçimde, ikna edici bir üslupla anlatma kaygısı yok… Pek de samimi olmayan bir siyasal dinci söylem dışında üst bir kültür yaratacak birikimi ve niyeti yok. Böyle muhalefete böyle iktidar. İki taraf aşağıda ortak, üstte kavgalı işi götürüyor.
Dedik ya tüm bu sorunları ağırlaştırılmış, hayattan bezdirici hale getirilmiş yoğunluğuyla başımıza açan Batı… Güya çözümünü örgütü, dili, tavrı, yordamı, yöntemiyle dayatan yine Batı… Ve ona uyum sağlamak için kırk takla atan bizim okumuş cahil takımımız. Şunu öğrenin artık: Bizimle çalışmak istiyorlarsa, bizimle ortaklık etmek istiyorlarsa.. bizim takla atmamıza gerek yok. Onlar atsın kırk taklayı. Beğenirsek bir şeyler yaparız.
GENEL ÖZET ÖNERİ: Cinsellik büyük bir enerji. Onu başı boş bırakırsak işleyebileceği suçlar hayal ötesi. Onu kültürle, bilimle, sanatla, yasayla, zorla dizginlemeliyiz. Onu yücelterek üst katmana çıkarmalı, aşka, sevgiye, aileye, kalıcı uzun ilişkilere, arkadaşlığa, insani dostluk ve dayanışmaya dönüştürmeliyiz. Akıllı, aydınlık önderlerin elinde din de işe yarar bu uğraşta. Bunu başardığımız ölçüde kültürümüz de, bilimimiz, sanatımız da gelişir; hayvandan daha iyi insan oluruz; uyguladığımız zor da iyiliğe yarar… Bitimsiz bir mücadele… Bunu ancak sürekli kaybetmeyi göze alanlar sürdürebilir.
Kaan Arslanoğlu
Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.
Ozan Özçelik 08.11.2020
Elinize sağlık, toplumun önemli bir kesiminin söylemek isteyip de söyleyemediklerini dile getirmişsiniz. Yazınız uzun olduğu için aralara alt başlık koysaydınız daha da okunaklı olabilirdi ama yine de sürükleyici bir metin olmuş.
osman turna 05.08.2020
bunu bir nevi eldeki verilerin olasılık hesapları dahilinde denenmesi ve sebep sonuç ilişkilerine göre ki burada sebep sonuç ilişkisi muhtemelen Freud’un cinsel bakış açısı tasnifi sonucudur. Cinsel özgürlük konusu : toplum "muhtemelen insan" dediğimiz sayısal canlı eşit bir yapıda olmadığı için bu konuya yaklaşımım kural, yasak yerine aslında her konuda olduğu gibi serbest bırakmak. fakat bu ne derece mümkün ? temenni !! sosyo-biyolojik, evrimci görüş yazınız ile haberdar olduğum bir kavramdır bilgilenme gayteri içinde olacağım, teşekkürler..
osman turna 05.08.2020
iki ayağının üstüne kalkması, el beçerilerini kullanması vs. bütün bunlar artan girdi "veri" ve dolayısı ile bu girdinin depolanacağı yerin "beynin" evrimi konusunda fark sağlamıştır insana. dersenizki maymun, ayı benzer şeyler yapabiliyor bu durum yukarıdada belirttiğim giib makasın açılması durumudur vede bu canlıların yaptıklarına ilişkin farklarda gözlemlenmektedir. yazınızdan " İç güdülere karşı içgüdüler. Saldırganlığa karşı merhamet… Hayvani sexe karşı aşk, dostluk, sevgi… Rekabete karşı dayanışma… Kıskanmaya karşı takdir… Ve başka birçok şey… Hepsi evrimsel kaynaklı ve genetik özlü biyolojik davranış örüntüleri… Uzun konu, burada ancak bu kadar kısa ve basitleştirilmiş anlatabiliyorum." bence bu detayın sebebi evrimin binlerce yıllık sürecinde insan beyninin depolama ve buna paralel olarak depolanan verinin işleme hızının artışıdır.
osman turna 05.08.2020
yazınızdan "Şahsımın görüşünü soracak olursanız, siz sormasanız da zaten söyleyeceğim: İnsan, hayvan doğasının sınırlarını asla aşamayacak bir canlıdır. Ya da yakın dönemlerde, yüzyıllarda aşacağının hiçbir belirtisi yoktur. Bu hayvan doğasının en temel iskeleti de cinselliğidir. Bu cinsellik temel anlamda hayvani bir cinselliktir hem iyi, hem kötü yönde. Ancak hayvandan farklı olarak insan, kendi doğasının az çok (tam olmasa da) farkındadır ve bununla yer yer, zaman zaman mücadele halindedir. Sürekli bir mücadele. Hatta bu mücadele bazen ağır çatışmaya dönüşmektedir. Aklı ve kültürü nedeniyle böyle bir çatışma yaşamaktadır insan." bu tespitinize tamamı ile katılıyorum. insan ile hayvan arasındaki en büyük fark 1970 li yılların "buna başındaki bilgisayarlarda diyebiliriz" bilgisayarları ile günümüz bilgisayarları arasındaki farktir. gerek depolama kapasiteleri, gerekse işlem hızları açısından.
osman turna 05.08.2020
bu noktada her zamanki tespitim taciz, tecavüz, cinayet bütün bunlar evrimin başından beri umrunda değil kaldıki insanlığında zamana, mekana, ırka göre değişen göreceli kavramları. tespitim bugüne kadar insanlara pompalanan "insallık dışı" başlıklı olayların, vahşetlerin tümü insan kaynaklı.hiçbir deprem, sel, tusunami nicelik olarak çok daha fazla insnanın ölümüne sebep olan olay "insanlık dışı" sıfatını almıyor.herhalde hiçbir canlı cinsi yokturki kendi türü tarafından bu kadar saf yerine konmasın. aslında üstü örtülü bir dönem yaşıyoruz uzun geçmişe ait Neandertal insanı,Homo sapiens gibi sıfatlar, tasnifler günümü insanı için yapılmış fakat dillendirilmiyor. bunun sebebini "aman keriz uyanmasın" sözüne bağlıyacamda buradaki "keriz in" bu tanımlamadan zaten haberi olma ihtimali yok lakin bazı kendini aydın, ileri, hak savunucu gören insanlar buradan kendilerine iş çıkartıp gündemi meşgul etmesinler diye olabilir.
osman turna 05.08.2020
Acaba ilkel toplumda bu olgu en güzel şekilde yaşanıyordu da yakın bir gelecekte insanlık tarihinin en kötü deneyimlerine mi şahitlik edilecek? Hayvanlaşacak mıyız? Bakın bu son soruya peşinen hayır diyebiliriz. Endişe hayvandan da beter olacağımız yönünde. Çünkü hayvanlar tüm yaşamlarını son derece işlevsel biçimde baştan düzenlenmiş içgüdülerine göre ayarlarlar… Onların davranış kalıplarına ister “mükemmel”, “çok güzel” deyin, isterseniz çok kötü, çok vahşi bulun. Pek fazla değişmez. Neyse odur…" kesinlikle hayvanlaşamayacağız. günümüz egemen dünyasında zengin ile fakir arasındaki eşitsizliğin uçurumun büyümesi benze şekilde dünyamızda da insan ve diğer canlılar arasındaki beyin fonksiyonları açısından gerçekleşmektedir. evcil dediğimiz insan ile iç içe yaşayan canlılar bu durumdan biraz daha az etkilenmektedir "üzücü bir durum".
Vüqar Xəzaralı 04.08.2020
Müfəssəl və aydınlatıcı makaləyə görə təşəkkürlər Kaan bəy, arkadaşımla tək nəfəsə okuduk. Sizin timsalınızda həmfikir bulduğumuza çok sevindik. Affınıza sığınarak sizə sovet dönəmi Azərbaycanında yaşanan bir olayı anlatmak istərim çünki burada yazdıklarınızla ilgili zannımca. 60-70 yıllarda Azərbaycanda tüm sovetlərdə və bir çok "sosiyalist" ölkələrində olduğu kimi kahraman əməkçi ünvanı vardı. Bu adamlar çalışma cəbhəsinin öncülləriydi. Bilirsiniz tabii ki. Azərbaycanda bir kolhozda Sevil Qazıyeva adlı bir kahraman əməkçi kadın vardı. Pamuk tarlasında mekanizatör( kombaynla pamuk yığımı) çalışırdı. Bu kadın baş örtüsü takmadığı için, saçı kombaynın çarkına ilişib, kadının feci ölümünə səbəb olmuşdur...Yani demək istədigim baş örtüsü aslında dini degil ama sosyalist(ya da protososyalist) düzənin mahsulüdür. Yazı için təşəkkür edəriz hocam.
fahri kumbul 04.08.2020
Çok yetkin bir yazı. Hiç bir eksik bırakmama titizliği gösterilerek yazılmış. Önemsiz görüşlerimle hemen hemen tam benzerlik gösterdiği için de ayrıca mutlu oldum. Teşekkürler.
mete demirtürk 03.08.2020
Aziz hocam, öyle bir şey söylüyorsunuz ki, verdiğiniz bilgi, binlerce yılın öyküsünde ki saf gerçeğin özünü de açıklıyor. "İnsanlık, hayvan doğasının sınırlarını asla aşamayacak bir canlıdır." Gelmiş geçmiş çileleri bir yana bırakırsak, bundan sonrası daha da vahim demek. Artık ellerinde öyle araçlar var ki, kan dökmeden kolayca başarıyorlar istediklerini. Ya doğasını aşamayacak bizler, hangi ütopyayı düşleyebilir ve hayata geçirme beceresini gösterebilir. Sınırları olan ne yapabilir? Küçücük bir umut var mı? Saygılar...
osman turna 03.08.2020
son olarak bu kutunun altındaki "Yorumlara gerçek ad ve soyadınızı yazmanız onay kolaylığı sağlar. Mail adresinizi yazmanız keyfinize kalmıştır. Yorumlarınızın onaylanması da editörlerin tamamen keyfine bağlıdır. 4 yıllık deneyim sonucu bu bizde böyle." açıklama sizi kısmen de olsa affet diriyor. evrimin keyfiyetini anlayabildiğimiz günler temennisi ile...
osman turna 03.08.2020
ilgili paylaşımı siyasi söylemler içeren kısmına kadar bilgilenme arzusu ile okurken konunun siyasi içerikler ile bağlanması belki kaçınılmazdı fakat başka bir paylaşım konusu olabilirdi bakış açımı değiştirdi. yazınız ile ilgili bir dünya not tutmama yorum yapma arzuma karşın yayınlanma kaygısı da insanı mastürbasyon yapmış olma duyguna itiyor.. hoş buradan mastürbasyon kötü bir şey anlamı çıkmasın da :) kişinin tercihi olsun :))
osman turna 03.08.2020
oldukça uzun yazınızı okudum. önceliğim yorum yayınlama kısmı. her fikri oluşum kendi dünyasını kuruyor kapitalist sosyalist vb. burası da (facebook, youtube, insanbu..) sizin dünyanız saygı duyuyorum . lakin her ne kadar yaptığım yorumların öncesinde bir kopyasını kendime saklıyor sam da bazen acele ile atlaya biliyorum. yayınlamadığınız yorumları (kaldı ki bunu da saygı ile karşılıyorum) yorum yapanın email ine yorumu ile birlikte bir dönüş yaparak şurada hakaret içeriyor, kişilik haklarına saldırıyor vb. ben gibi kişileri yorumu yayınlanır hale getirmiş olursunuz !. derseniz ki sahte e psota lar var dönüş yapamıyoruz o vakit daha yorum aşamasında e posta onaylı olarak bu da mümkün..
osman turna 02.08.2020
oldukça uzun bir yazı henüz okumadım okuyunca da evrimsel acıdan yorum yapacağım kesin :) eee nede olsa konunun "evrim" uzmanıyım. işin bir adım öncesinde hatırı sayılır üst mevkilerde yorumumun yayınlanması için kulis faaliyetlerine başladım.
kaan arslanoğlu 02.08.2020
Yorum yapan arkadaşlara, en son Nedim Pala, Seyhan Ertuğuş ve Akif Akalın'a teşekkürler. Akif'in uyarısı ve önerisi önemli.. O kitap okunmadan bu yaklaşımın anlaşılması eksil kalır.. Amma buradaki bu yazının baştan sona okunması da önemli.. Beklentilerimi düşük tutuyorum artık.. :) :)
kaan arslanoğlu 02.08.2020
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ UYGULANSAYDI... Kadınları koruyamayan AKP yöneticileri yargılanır, en azından kınanırdı.. Bir kadın katliam makinesi olan PKK'yla ortak hareket eden HDP ve CHP KESİNLİKLE KAPATILIRDI... Yöneticileri ve feminist örgüt elebaşıları kadın katliamından hapse atılırdı. Avrupa Topluluğu dağıtılır, liderleri suça azmettirmekten ömür boyu gün ışığı göremezdi. Fakat güç onlarda, medya onlarda... Arsızca tiyatro oynuyorlar.
Akif Akalın 01.08.2020
Hocam ben dizi yazıları bitmeden okumuyorum, dolayısıyla yeni okudum. Bu yazıdan beklenen geri dönüş alınamayabilir çünkü yazının en az yarısında ne anlatıldığının gerçekten anlaşılabilmesi için “Evrimci Açıdan Din, Psikoloji, Siyaset” kitabının okunması gerekiyor. Hatta bence eğer yeni baskı yapılırsa bu yazı kitaba eklenmeli.
Seyhan Ertuğuş 01.08.2020
Freud kadar güzel anlatmışsınız.😀 Tamamen katılıyorum yazdıklarınıza. LGBT her ne olursa olsun, ayrıca ister yaratılıştan gelsin isterse tercihi olsun herkes toplumda yaşam alını bulmalı. Kimse dışlanmamalı. Ama bunların özendirilmesi, hatta dayatılması kabul edilemez. Hatırlarsınız; yine bir dönemdi, Elif Şafak çıkıp TV lerde normal dışı eğilimlerini aynı sizin dediğiniz gibi sanki bir meziyet, bir ayrıcalıkmış gibi ballandırarak anlatıyordu. O kadar abartıp, özendiriliyordu. Ki bir gün " valla çok özür dilerim ama ben sadece normal bir kadınım" diye eziklik noktasına gelmiştim. 😀 Nasıl ki doğaya zarar verdikçe, doğa bize bedel ödetiyor, kendi dengesini sağlıyorsa, insan doğasına da aykırı davranırsak bedelini öderiz.
kaan arslanoğlu 31.07.2020
Bir de şunu ilave etmeli ki: Aseksüeller diye bir kategori de vardır. Libidosu az veya az çok kuvvetli olsa da ne karşı cinse ne kendi cinsine cinsel ilgi duyanlar. Ya da karşı cinse az ilgi duyar ve o yüzden pek harekete geçmezler. Ayrıca aşırı çekinik, utangaç karakterler de ayrı bir gruptur. Bu bahsettiğimiz iki grup bazen gizli eşcinsellerle karıştırılır. Daha doğrusu, çevresindeki insanlar onu eşcinsel sanabilirler.
Nedim Pala 30.07.2020
Konuyla ilgili 2 gözlemim var. ilki, çocuk yaşlarda başlayıp .. kendi işimi yapmaya başladığım 25 yaşına kadar içinde olduğum baskılı medya (kitap, gaste, dergi) işinden. ülkemizde erotik, cinsel yayın sektörünün en yükseldiği dönemler, darbeler sonrası dönemlerdi. 1972 darbesi sonrası birden bu tür kitap gazete dergi sayı ve içerikleri arttı. ''fırıncının kızı'' tipi seri kitaplar, günaydın, saklambaç, pazar .. v.b. renkli sulu ! medyalar. 12 eylül 80 sonrası da.. behçet nacar'lı, arzu okay'lı filmler, yabancı porno dergilerin medya gruplarınca satılmaya başlanması .. erkegçe, gadınca gibi ve benzeri 'gelişim yayınları'' ürünleri, ahmet altan'ın erotik fantezileri ..v.b. ikinci gözlemim, akp dönemi istanbul'daki kadın giyim tarzı. siyaset / ticaret dincisi gerici söylemler kadın ve açıklık konusunda seviyeyi yükselttikçe, özellikle yaz ayları istanbulun taksim, şişli, bakırköy, beşiktaş .. gibi yoğun laik kesimlerinde kadın kız giysileri açılım seviyeleri daha yükseldi. bunlar apaçık yaşayıp gördüğüm. yorumlaması uzmanların.
kaan arslanoğlu 30.07.2020
Teşekkürler değerli Zühal Yerlikaya, ilginiz ve teşvikiniz için. Feysbukta çok yorum alabiliyoruz da, buraya yorum yazın dediğimizde çoğu kişi üşeniyor veya çekiniyor.. Bu tür yazıların her bir bölümü 35 yıl artı birkaç günlük emek gerektiriyor. Bir işe yarar diye yazıyoruz. Ama en yakın okurlarımız bile çoğu zaman birkaç dakikayı hatta paramağının bir tıkını çok görüyor. Sebebi gayet iyi biliyorum: İnsan Bu... Sebebi bildiğimiz halde ara sıra tepki gösterip kızmak da bizim görevimiz.. Sevgiler, saygılar..
Zühal Yerlikaya 29.07.2020
Bakış açınızı açık, kolay anlaşılır üslubunuzla ileten yazınız, soru sormadan öğrendiğini sananlar için ders niteliğinde. Her ayrıntı ayrı araştırma konusu. Öğrenmek isteyenlerin bilmedikleri konuları araştırıp, okuyup, anladığından emin olduktan sonra bu metni yeniden okumalarını öneriyorum. Teşekkür ederim.