akp Türkiye düşmanı muhalifleri neden besliyor?

akp Türkiye düşmanı muhalifleri neden besliyor?

25. 10. 2022 TARİHLİ ÖN EK… AYNI KONUNUN ODA-TV’DE ÇIKAN YAZISI… Daha net, daha çok örnekli, daha çocuğa anlatır gibi ve de dokunulmamış haliyle:

AKP MİLLETİN PARASINI TÜRKİYE DÜŞMANLARINA SAÇIYOR… NEDEN ve NASIL?

Orhan Pamuk için Kültür Bakanlığı 129 kez para vermiş. Ahmet Ümit için 61 kez… Öteki şahıslar da bol bol nasiplenmiş. Çok belli bir ağın yazarları. Ortak özellikleri her fırsatta Türkiye karşıtı konuşmaları, PKK ve HDP yanlısı bildirilere imza atmaları. Büyük çoğunluğu “yetmez ama evet”çi.

Oya Baydar için 36 kez, Ayfer Tunç 34, Tuna Kiremitçi 33, Elif Şafak 26, Burhan Sönmez 24, Zülfü Livaneli 19, Perihan Mağden 17, Aslı Erdoğan için 12, İnci Aral vb… 

Konu TEDA Projesi. Kültür Bakanlığı güya Türk edebiyatını, Türkçeyi dışa tanıtmak için 2005 yılından bu yana yabancı yayınevlerine destek sağlıyor. Parayı aslında yayınevi alıyor, yazara yüklü bir telif ödüyor. İşi bedavaya getiriyor, sonraki baskılarda kârdan yazara vermeye devam ediyor. Yazar sadece hiç yoktan para kazanmıyor, kitapları bu sayede daha çok satıyor, daha çok basılıyor. Daha ünlü oluyor, Türkiye karşıtlığını daha bir güçlü icra ediyor.

Peki AKP bunu neden yapıyor? Öncesinde tablo ve neden çok netti… Bunlar Batıcı yazarlar, PKK sempatizanı yazarlar. AKP ve ABD, Liberaller, FETÖ, HDP’ciler bir ve bütündü, bunları birbirinden ayırt etmek gerçekten güçtü. Zihinleri ele geçirmek, okumuşları teslim almak için büyük bir kampanya başlatılmıştı. Bu kampanyayı özellikle FETÖ örgütlüyordu. Kendilerine biat edenler her yönden destekleniyor, medyada reklamı yapılıyor, çok sattırılıyordu. Biat etmeyenler her yolla öteleniyor, gömülüyordu.

TEDA projesi de bu kampanyanın önemli bir ayağıydı. Şimdinin güya sol, güya keskin muhalif liberal yazarları bu pastadan kabaca yüzde 90 oranında pay alıyordu. Buraya kadar normal de… 2016’da AKP ile ötekiler arasında ayrışma başladıktan günümüze kadar da Kültür Bakanlığı tavrını devam ettiriyor. Birilerinin az buçuk uyanmasıyla ve muhtemelen bu projeden en çok yararlanan İskender Pala gibi şahsiyetlerin daha bir öne çıkmasıyla son birkaç yılda oran “sağcılar” lehine biraz değişmiş. Projecilerin tamamen unuttuğu Peyami Safa ve bazı yazarlar yer bulmaya başlamış. Ancak Türkiye düşmanı liberallere para akıtma halen hızla devam ediyor.

Şimdi daima şeytandan yana olanlar bazı itirazlar dile getirebilir. Yabancı yayınevleri bu yazarlar için başvurmuşsa ve bunlar da ülkenin popüler yazarlarıysa kültür bakanlığı neden para vermesin. Önce şu: Neden versin? Kültür Bakanlığı ülke düşmanlarını beslemek zorunda mı? Ayrıca bu yayınevleri neden bu yazarlar için başvuru yapıyor? Çünkü şunu on yıllardır iyi biliyoruz ki, bu yazarlar aynı şebekenin insanlarıdır, hemen hepsi ajanslarla, menajerlerle çalışır, aynı medya kuruluşları, aynı siyasi çevrelerin üyeleridir… Yurt dışı bağlantıları kendileri kurar, daha doğrusu çoğu kez yurt dışı onlarla bağlantı kurar ve bu sıradan 5. kol faaliyetinin günlük işleyişidir. Zaten işin lobicilikle yürüdüğü edebiyatımızın asıl değerleri olan bunlardan çok daha önemli  merhum yazarların bu projede haksızlığa uğramasından bellidir. Haksızlığa uğrayan aslında onlar değil, Türkiye ve Türk edebiyatıdır.

Ve zaten olay şebeke faaliyeti değilse, başka bazı yazarlar niye yok? Nihat Genç, Aytekin Yılmaz, Ahmet Yıldız, Haldun Çubukçu, Hüsnü Arkan niye yok? Rahatlıkla başka 10 isim sayabilirim, bu yukardakilerin çoğundan iyi yazan… Ben niye yokum? Niye olmadığım belli. Yazarlığa başladığımdan beri bu edebiyat çeteciliğine muhalefet ediyorum. Hiçbir zaman PKK’yı desteklemedim. AKP’yi de desteklemedim. 2008 Frankfurt Kitap Fuarı’nda Türkiye onur konuğuydu. Bu fuara iktidar ve adı geçen yazarlar büyük önem veriyordu. Dışa açılan bağların birçoğu zaten orada kuruldu. Kültür Bakanlığı davet etti, ben projenin yanlış içeriğini gördüğüm için reddettim. Besleme o tarihten önce başlamıştı, ondan sonra artarak sürdü. Beslenmeyi reddettim. O yüzden TEDA’nın ayrıntılarını da daha bir hafta önce öğrendim, ve şimdi yazıyorum.

Evet, Türk edebiyatına yapılan saygısızlık yaşamayan yazarların, en önemli eserlerimizin hiçe sayılmasıyla en çirkin noktasına varıyor. Fethi Naci niye yok? Onun birçok eseri, örneğin “Yüzyılın 100 Romanı neden yok? Sebebi belli. Yabancılar bu kitabı okurlarsa bu yeni çevrilenlerin ne kadar vasat kaçtığını fark edebilirler. Türk şiiri zaten doğranmış: Nazım Hikmet ve birkaç başkası dışında Tevfik Fikret, Orhan Veli başta birçok yaşayan, yaşamayan şairi es geçmişler. Eski yazarlardan Nahit Sırrı Örik, Hasan İzzettin, Oktay Akbal, Çetin Altan, İrfan Yalçın, Erhan Bener ve başka birçokları atlanmış.

Ama bazı eski eserler de çevrilmiş. Doğruya doğru… Şu ana kadar çevrilip para sayılan 2854 eser arasında çok değerli kitaplarımız da var… Evet, örneğin Atatürk’ün Nutuk’u… 1 adet Arnavutluk için basılmış. Yok değil. Var. Hepsi var arkadaşlar, burada bir haksızlık yokmuş… Kutadgu Bilig 1 kez basılmış Makedonya’ya yollanmış. Divanı Lügatit Türk de var. 1 tane. Var mı var… Attila İlhan bile var, ne konuşuyorsunuz… 1 tane. Mahmut Şevket Esendal 1, Yusuf Atılgan 6, Hüseyin Rahmi 8, Mithat Cemal Kuntay 1, Yakup Kadri 6, Yaşar Kemal 8, Sait Faik 9, Cemil Meriç 1, Mesnevi 3, Mehmet Uzun 1, Kemal Tahir 1… Allah uzun ömür versin, yaşayan büyük yazarımız Hande Altaylı ise 11… Şimdi hâlâ burada bir kulis yok mu diyorsunuz?

Yayınevlerine kısaca bir göz atalım: Destek alan fakir yayınevleri, Batı Avrupa, ABD’den kabaca yüzde 25, Asya’dan yüzde 29, Öteki Avrupa ülkelerinden yüzde 44 oranında. Publishing House De Geus BV, Hollanda yayınevi, Elif gelinin, Ayşe Kulin ve Yaşar Kemal’in eserleri için bağış almış. Marion Boyars adlı zavallı bütçeli dev İngiliz yayın kuruluşu Elif Shafak ve Latife Tekin üstüne uzmanlaşmış. Arnavutluk’tan Fan Noli, Ukrayna’dan Folio, Azerbaycan’dan Qanun, Bosna’dan Buybook sıcak paranın kokusunu almışlar, liberal yazarlarımıza, hep aynı kişilere sıcak teveccüh göstermişler. Almanya’dan Orlando, ünlü yazar menajeri, Taraf yazarı Barbaros Altuğ’la çalışıyor. Katliam suçundan hüküm giymiş Pınar Selek kızımızın kitabı için destek almış. Selek başka kitapları için 2 destek daha almış. Batı’ya parmak kaldıran yazar kesilmiş başımıza. Fransa’dan Edition Gallimard Nazilerle işbirliği yapan bir ünlü yayın evi. Paraya sıkışmışlar, Türkiye Hızır gibi yetişmiş, Zülfü bey ve Orhan beyin kitaplarını bastırmış. Bu yazarlarımıza tam tam da bu yayınevi yakışır…

Peki ya nitelik? Para işinin tartışması bitmez de, nitelikliyse eğer bunlar, “yiyorlar ama yazıyorlar” diyebiliriz… Yeter ki ülkeyi güzel temsil etsinler. Heyhat, o da yok. Bu tayfanın en iyisi yine Orhan Pamuk’tur. Ona "Büyük Ortadoğu Projesi" çerçevesinde NOBEL bile verdiler. Daha bu dinamiti patlatmadan onun vasat ve karşıdevrimci bir yazar olduğunu anlatıyorduk. Pek çok önemli edebiyatçı da o zaman aynı görüşteydi. Gerçekten böyle, balık hafıza unuttu gitti. Fakat zaten NOBEL bunun için verildi. Rüzgar tersine döndü. Öyle bir yellenmeye maruz kaldılar ki daha önce onu yerden yere vuranlar dayanamadı, uyandıklarında kendilerini HDP’ci ve Pamukçu buldular. Yukardaki liste bu dönüşümün küçük bir yansımasıdır. Para, ün kuyruğunda nice güzel kadınlar güzel erkekler o güzel dolarlara bindiler, ülke vicdanından çekip gittiler. 

Türkiye’nin gelmiş geçmiş en önemli eleştirmeni Fethi Naci, Pamuk beyin ilk eserlerini beğeniyordu. Fakat daha sonra ona ciddi eleştiriler getirmeye başladı. Pamuk’un siyasal planlarını ilk teşhir edenlerden biri Ahmet Taner Kışlalı’ydı ve bu aydınımız zaten bu yöndeki uyarıları sonucu öldürüldü. Cengiz Gündoğdu, Tahsin Yücel, Pamuk’un edebi “tırıllığını” sağlam temellerle ilk gösterenlerdendi. Sonradan İlber bey de Pamuk beyin yüzeysel tarih bilgisini komik hatalarıyla ortaya koydu. Pamuk’un ciddi intihallerinden birini Ahmet Yıldız ta 1998 yılında belgeledi. Bu konularda örnekli, kanıtlı başka yazanlar da oldu, hepsini sayamıyorum.  

Laf İlber beye gelmişken… Onun kitapları için de 34 kez para ödenmiş. Proje kapsamında az sayıda kuramsal kitaba destek verilmiş, aslan payını İlber Ortaylı kapmış. Demek ki Türkiye’de ondan başka tarihçi yokmuş. İktidara yaptığı onca hizmetten sonra Cumhurbaşkanlığı ödülünü alması da, parasal destekler de hakkıdır, helaldir. Yalnız burada tuhaf olan şey, geniş bir cumhuriyetçi, Atatürkçü muhalif kesimin ara sıra ettiği birkaç sözden ötürü onu Atatürkçü ve muhalif sanmasıdır. Fethullah Gülen’e defalarca övgüler düzmüş, onun projelerinde çalışmış ve bundan da pişman olmamış biridir. Atatürk düşmanlarıyla onları överek kitaplar çıkarmıştır. Fakat beni bunlardan çok Atatürk’ün dil ve tarih tezi için, Güneş – Dil Kuramı için “bilimsel değildir” demesi ilgilendiriyor. Hiçbir konuda hiçbir özgün fikri bulunmayan bu bilim adamımız TV kanallarında tek kale maç yapmaktan Atatürk’ün dil ve tarihte neden bilimsel düşünmediğini iki paragraf yazamamıştır. Ölünceye kadar da yazamaz, çünkü onların biliminin sınırı budur, bilim demek onlar için tartışma kapatmak, bilgi karartmak demektir.

Ben İlber bey, Orhan bey, yukardaki güruh için “iktidardaki muhalefet” diyorum ki, bu kavram için bundan iyi örnekleme getirilemez. Teorik eserlere pek az yer verilmiş, çoğunu da İlber bey kapmış dedik. Oysa bu projenin ortasına (hiç yakınlaşamadık ama) Yalçın Küçük ve eserleri ne kadar güzel yakışırdı. Şebeke, Tekeliyet, Tenkit, Kir… aralara serpiştirilse ne güzel süslerdi panayırı, ne âlâ teşhir ederdi malum lobiyi. O yok, Ziya Gökalp bile yok, Hikmet Kıvılcımlı yok, “Osmanlı Tarihinin Maddesi” yok, Türkiye’de özgün fikir üretmiş, üreten hiç kimse yok.

Peki ne kadar para ödeniyor? Medyada doğru dürüst haber bulmak çok zor, sanki devlet sırrı… Saklanıyor. Bulabildiklerimden en güveniliri 2018 tarihli TRT haberi. Oradan hesapladığıma göre kitap başı 15 binin üstünde bir rakam. Bugünün parasıyla 41 bin 

Aynı tezgah Kültür Bakanlığı aracılığıyla sinema sektöründe de devam ediyor. 40 yıldır PKK savaşı veriyoruz, bu konuda tek bir ciddi film yok. Türkiye’yi kötüleyen filmler bol ve devlet bunları paraya boğuyor. Sinemamız, bırakın PKK’yı ciddi hiçbir soruna eğilmiyor. Yoz, liberal bir kesimin karanlık hallerini anlatan filmlere dış destek zaten bol, bizim hükumet de onlarla yarışıyor. Eski kültür bakanı Mahir Ünal’ın bir açıklaması: “2014 yılında 100'üncü yılını kutladığımız sinemamızın, ülkemiz kültürel ve ekonomik hayatına katkıları her geçen gün artıyor. Bu kapsamda 2015 yılında; 49 uzun metraj kurgu film yapım projesine 22 milyon lira, 63 belgesel film yapım projesine 3 milyon lira, 66 senaryo yazım projesine 714 bin lira, 69 kısa film yapım projesine 680 bin lira, 7 animasyon film yapım projesine 139 bin lira…”  

Ulusal bir sanat, yurtsever bir edebiyat ve sinema istemek çok mu ayıp?

 

ÖNCEKİ ESAS YAZI: 

ONLARIN SANSÜRÜ, OTOSANSÜRÜ VARSA, BİZİM DE GERÇEĞİMİZ, İNADIMIZ VAR… AKP MİLLETİN PARASINI TÜRKİYE DÜŞMANLARINA SAÇIP SAVURUYOR… Bu kez yayıncılık sektöründen örnek verelim. 2005’den beri süregelen bir “TEDA Projesi” var. Yabancı yayınevleri Türk yazarların kitaplarını basmak istiyorlarsa bizim kültür bakanlığı parasal destek sunuyor. Amaç güya Türk edebiyatını, Türkçeyi dışarda tanıtmak. Kağıt üzerinde pek şık duruyor.

Gelin görün ki destek verilen yabancı yayınevlerinin büyük çoğunluğu Türkiye düşmanı. Bunlar basım giderlerini bizim kesemizden bedavaya getirip dünyanın parasını kazanıyorlar, bizim yazarlara da yüklüce telif bedeli ödüyorlar. Bu “bizim” yazarların birçoğu da kendine Türk demeyen, "Türkiyeli" diyen; “Türk edebiyatı” demeyen”, “Türkçe edebiyat” diyen Batı işbirlikçileri… Çoğu HDP yandaşı… Aynı zamanda CHP’li, aynı zamanda radikal solcu, aynı zamanda liberal, aynı zamanda her bir boyadan şahıslar… Maksat her yeri, her şeyi ele geçirmek.

Bazı yazarlar işi aboneye bağlamış, 50-60 ve hatta fazlası kitap için destek almış. Kim derseniz, elbette yine şampiyon Orhan Pamuk bey, Oya Baydar ve de Elif hanım başta olmak üzere Tuna Kiremitçi, Ahmet Ümit, Gülsüm Cengiz, İlber Ortaylı, Ayfer Tunç, İskender Pala, Perihan Mağden… Sayılamayacak kadar çok kitapları için destek almışlar. Hepsi vasat okurumuz sayesinde kitap zengini zaten, ama “para parayı çeker” böyle bir şey işte. Aç gözlülüğün sınırı yoktur.

Onları yine bir hayli kitapla Zülfü Livaneli, Aslı Erdoğan, İnci Aral, Buket Uzuner, Cemil Kavukçu vb. takip ediyor. 2854 kitap için para verilmiş. Aslan payı 40-50 kişi arasında bölünmüş. İşin tutarı da az buz değil. 2018 tarihli bir habere göre 1526 kitaba 23.6 milyon lira ödendiği belirtiliyor. O zamanın parasına göre kitap başı 15 binin üstüne geliyor.

AKP BUNU NEDEN YAPIYOR? Bu yazarların önemli bir bölümü 2014-2015’e kadar AKP destekçisiydi ve bu mantıklı bir rüşvetti. Üstelik bu arada, toplamda büyük yer tutmasa da kendi yandaşlarına ve az sayıda “sağcı” yazara da destek vermişler. O da tutarlı. Fakat işte o tarihten beri bu yazarlar sözde artık muhalif… Hem de radikal muhalif. Ama para akışı sürüyor.

Hep şunu dedik: BİZİM MUHALEFET ELEBAŞLARI ASLINDA İKTİDARDADIR… İktidarı ve iktidarın nimetlerini siyasal iktidarla paylaşırlar. Sadece parasal olarak değil, ünü, şanı, şöhreti, toplumsal liderliği ve ideolojiyi ve hatta siyasal yönetimi paylaşırlar. Bunun pek çok mekanizmasını ve gerçeğini anlattık. İşte bu da yazarlık, edebiyat, sanat, yayıncılık sektöründeki iktidar paylaşımıdır. Bu ilişkiler karşılıklı rüşvetin belgelerini ortaya döker.

Beni en çok şaşırtan ise süper laik, en birinci AKP düşmanı CUMHURİYET GAZETESİ yazarlarının da ballı börek sofrasına çökmeleri… Başta Adnan Binyazar olmak üzere, Mine Kırıkkanat, Özdemir İnce, Ataol Behramoğlu ve başkaları bir hayli kitapla AKP desteği almışlar. Tevekkeli değil, uzun zamandır selamı sabahı kesmişlerdi, demek ondanmış. Konuşsalar.. ağızları dolu.. fark edeceğim. “Göz hakkıdır, bir iki lokma da sen atıştır” demek zorunda kalacaklar.

Şimdi Şeytan beyefendinin avukatlığını yapacak olursak, önünde sonunda bunlar yayın faaliyetidir, devlet de bu çalışmaya destek olmak zorunda ve ödeme yapıyorsa doğaldır, güzeldir diye bakabiliriz. İyi de haber vermiyorlar ki, duysam belki ben de nasiplenirdim. Hep belli bir ağ içinde dönüyor ne dönüyorsa. Bazı yazarların ismi hiç geçmiyor mesela. Ayrıca sorun “Türk edebiyatı” ise birçok önemli klasiğimiz ne çevrilmiş, ne basılmış. Bazı kitaplar (ki yüzlercesi) alenen süprüntü kalitesinde. Destek alanlar arasında terör suçundan hüküm giymiş kaçaklar bile var.

Evet, dediğim gibi salağın önde gideni yazarlar kategorisinden biri olarak TEDA diye bir şey duyardım zaman zaman, ancak onu “imar affı” gibi bir şey sanır, işim olmaz der geçerdim. Gerçek içeriğini dün akşam öğrendim. Şimdi de yazıyorum işte.

Mesela bu konuda şöyle bir haber okumuş ve o zaman yadırgamıştım, şimdi ise gülüyorum: Yandaş yazar Perihan Mağden onca berbat kitabı için milletin parasını hayli götürdükten sonra başına bir felaket gelmemiş mi! Yazdığı bir LGBT romanı için destek alamamış mı! Buna acayip içerlememiş mi! Onun hakkını meclis kürsüsünden çatır çatır kim savunmuş beğenirsiniz: CHP milletvekili Aylin Nazlıaka

Peki böyle konuları neden gündeme getiriyorum inadına. Bunlar daha önce bana “Kürt düşmanı” diye iftira ederlerdi, kendileri kitlesel Kürt katliamları yaptıkları halde. Aforoz ederlerdi. Şimdi de epey bir süredir “Millet İttifakı”nın gerçeklerini anlatıyorum ya… Benim ve benim gibilerin hakkında “O yandaş oldu, o Saray’a kapılandı” diye atıp tutan da bunlar. Oysa cebime şu ana dek AKP kasasından, devlet kasasından, belediye kasasından tek kuruş girmedi; ne bir ödül aldım, ne de bir teşvik gördüm. Bunlarsa sağcısı, solcusu, cemaatçisi, sözde sosyalisti, laiki, sarıklısı birbirine korkunç düşman gibi görünürler, amma işte durum ortada, hepsi iş ortağı, aynı sofranın pisboğazı…

NOT 1- SANSÜR YASASI diye bağırıp duruyorlar. Oysa şurada bile tıp ve sağlık konusundaki görüşlerimi açıklayamıyorum yıllardır. Hemen sosyal medya sansürü geliyor. Anlatmaya çalışıyoruz, tüm medya organları ve her türlü siyasi akım bu sansürden yana. Dil konusundaki görüşlerimizi açıklayamıyoruz. Tüm siyasi akımlar ve biri hariç tüm medya organları bu konunun kapatılmasından yana. Esasen sadece bu iki konu değil pek çok konuda üstümüzde on yıllardır ağır bir sansür var. Bu sansürü yapan da sözde bizim mahalle. Onun sırası değil, şu alana girme, şurada sus yanlış anlaşılır. Onu görme, bunu yok say... Dinleme, bakma, anlama, konuşma... Biz on yıllardır gömülüyorsak, keşke herkes gömülsün. Biz yazamıyorsak kimse yazamasın. Keşke... Ama yok, yine her zamanki gibi bu ikiyüzlü sansürcülerin sesi en çok çıkar, bizi en başta onlar engeller. Bizim için yasaya gerek bile kalmaz. Çünkü bizim okumuşumuz yalansız bir dakika yaşayamaz. Tüm muhalefetleri de laftır.

 

KÜLTÜR BAKANLIĞI ORHAN BEY İÇİN 129 KEZ PARA VERMİŞ… Geçen haftaki paylaşımımda “AKP iktidarı milletin parasını Türkiye düşmanlarına saçıyor” diye kapsamlı bir açıklama yapmıştım. “Rakamları daha sonra ortaya dökeceğim" demiştim. On yıllardır Türkiye’deki zihinleri ele geçirmek için çok kapsamlı ve yoğun bir çalışma yürütülüyor. Türkiye düşmanları bu alanda müthiş başarılı. Ne yazık ki iktidar da buna aracılık ediyor. AKP’deki son beş altı yıllık değişim göz önünde bulundurulursa bu çok tuhaf bir durum.

Öncesinde ABD, AB ve onların yandaşları, liberaller, PKK-HDP, FETO vb. ile iktidar birdi, bütündü, onu anlayabiliriz. Ama son yıllarda aynı tutum devam etmekte ve bu da iktidarın kendi altını oyması anlamına geliyor. Yoksa öyle değil mi? Bu bir aymazlık mı yoksa planın parçası mı? Öte yandan laflar, palavralar, her günkü tonla demagoji bir yana, muhalefet ile iktidar pastayı paylaşırken tam ve bütün mü? Öyle veya değil, muhalefet denilen şey gerçek bir muhalefet değildir ve iktidara ortaktır. Bunlar söz oyunu değil, para ve güç paylaşımının sayılarla hakiki tablosu. Pek çok alandan örnek veriyoruz, işte bu da aslında EN ÖNEMLİ ALAN: İdeolojik alan…

Bu paralar kitapçılık alanında TEDA Projesi kapsamında ödeniyor. Ödenen rakamlar az buz değil. Aynı tezgah film sektöründe de dönüyor. Orada da Türkiye düşmanlarına devlet her yıl muazzam paralar ödüyor.

Çılgın pasta partisinde Orhan beyi Elif Şafak hanım,  Mario Levi bey, Cem Mumcu bey ve Ayfer Tunç hanım izliyor. Pek çok kez destek almışlar, tam olarak saymadım. Ahmet Ümit de devletçe en çok teşvik edilenlerden, 61 kez ödeme yapılmış. Bazı isimleri duymamışsınızdır bile. Hepsini sayamayacağım. Tüm olay 60-70 kişi arasında geçiyor zaten. Anlaşılan burada yazınsal nitelik hemen hemen hiç aranmıyor. Örneğin yukarda saydıklarım roman tekniği açısından Orhan bey veya Elif hanımla bile kıyaslanamazlar. Vasat kızı, vasat oğlu vasattırlar. Ancak en büyük eleştirmen Fethi Naci de öldükten sonra edebiyat ve kitap piyasası herhangi bir turist söğüşleme çarşısından daha ilkesiz hale geldi. Öne çıkan isimler bu piyasanın ayakçıları, kirli tezgahın uyanık meydancıları.

Başka isim ve rakamlara devam edersek: Kürt ve Türk düşmanı HDP zihniyetinin militanları yine karşımıza çıkıyor. Zaten ne yana baksak aynı karabasan. Düşünce dünyasına giren insanda kapalı yer korkusu yaratan et duvarlar: Oya Baydar için 36 kez para ödenmiş, Tuna Kiremitçi 33 kez, Burhan Sönmez 24, Zülfü Livaneli 19, Perihan Mağden 17, Aslı Erdoğan 12… Edebiyatı desteklememişiz, obur beslemişiz...

Tüm bunları bendeniz Kaan beyin aldığı teşvikle kıyaslayın: 0 kitap 0 lira. Öte yandan Nihat Genç, Aytekin Yılmaz, Ahmet Yıldız, Haldun Çubukçu ve hatta Hüsnü Arkan gibi yazarların adı bile geçmiyor. Rahatlıkla başka 10 isim daha sayabilirim yaşayan edebiyatçılarımızdan. Ki paraya boğulanlardan daha kaliteli yazarlar.

Sözünü ettiğim cambaza bak kandırıkçılığının en ustası Orhan beydir. Ona "Büyük Ortadoğu Projesi" çerçevesinde NOBEL bile verdiler. Daha bu dinamiti patlatmadan onun vasat ve karşıdevrimci bir yazar olduğunu anlatıyorduk. Pek çok önemli edebiyatçı da o zaman aynı görüşteydi. Fakat zaten NOBEL bunun için verildi. Rüzgar tersine döndü. Daha önce onu yerden yere vuranlar sert yellenmeye  dayanamadı ya da bizim neyimiz eksik… yağma Hasan’ın böreğinden biz de kapalım havasına girdi. O güne kadar bizden fazla eleştirenler “gıskanıyon mu!” demeye başladı. HDP’yi benim kadar eleştirenler yıl be yıl HDP’ci kesildi başımıza. Yukardaki liste bu dönüşümün küçük bir yansımasıdır. Para, ün kuyruğunda nice güzel kadınlar güzel erkekler o güzel dolarlara bindiler, ülke vicdanından çekip gittiler. 

Türkiye’nin gelmiş geçmiş en önemli eleştirmeni Fethi Naci, Pamuk beyin ilk eserlerini beğeniyordu. Fakat sonra post modern tarzını ciddi biçimde eleştirmeye başladı. Çünkü bu tarz yalnızca sanatsal özgür biçimcilik anlamına gelmiyordu; Naci’ye göre gerçeklikten kopma, gerçek sorunlardan uzaklaşma, sahte gerçekliği yaygınlaştırma anlamına geliyordu. Ardında da güzel edebiyatla bağdaşmayan Batıcı kaba siyaset ve çıkarcılık yatıyordu.

Pamuk beyin siyasal planlarını ilk teşhir edenlerden biri Ahmet Taner Kışlalı’ydı ve bu aydınımız zaten bu yöndeki uyarıları sonucu öldürüldü. Cengiz Gündoğdu, Tahsin Yücel, Pamuk beyin edebi “tırıllığını” sağlam temellerle ilk gösterenlerdendi. Sonradan İlber bey de Pamuk beyin yüzeysel tarih bilgisini komik hatalarıyla ortaya koydu. Pamuk beyin ciddi intihallerinden birini Ahmet Yıldız ta 1998 yılında belgeledi. Bu konularda örnekli, kanıtlı başka yazanlar da oldu, hepsini sayamıyorum. 

Maksat Türkçeyi ve Türk edebiyatını dünyaya tanıtmak ise eğer, milletin parası en değerli eserlerden başlayarak harcanmalı. O yüzden “nitelik” kavramını özellikle vurguluyorum. TEDA’nın teşvik verdiği kitaplar arasında en değerli eserleri vermiş merhum yazarlara büyük haksızlık yapılmış. Aslında onların arkasında asıl Türkiye’ye büyük haksızlık yapılmış. Aziz Nesin, Ahmet Hamdi Tanpınar, Orhan Kemal dışında pek çok büyük yazarımıza büyük haksızlık edilmiş. Bunlardan bazıları hiç yok, bazılarının birkaç eseri çevrilmiş, onlar da pek çok dile çevrilmemiş. Yaşar Kemal, Attila İlhan, Mahmut Şevket Esendal, Mehmet Rauf, Ahmet Mithat, Sait Faik, Mehmet Uzun, Yakup Kadri, Peyami Safa ilk aklıma gelenler… Nazım Hikmet dışında tüm şairlerimiz yok sayılmış. Anlaşılan o ki, Batı’nın kanlı canlı etli butlu dişli tırnaklı ajanları piranhalar gibi kaptığını götürmüş, devlet de buna sofra kurmuş…

 

ORHAN PAMUK İÇİN 129 KEZ YÜKLÜ PARA VEREN Kültür Bakanlığı TEDA Projesi’nden devam edelim… İLBER ORTAYLI kitapları için de 34 kez ödeme yapılmış. Proje kapsamında az sayıda kuramsal kitap desteklenmiş, aslan payını tek başına İlber bey kapmış. Başka bir tarihçi de yok. Demek ki Türkiye’de başka tarihçi yok. Kuramsal kitap yazan başka da insan yok. “Bu sözde muhalefet aslında iktidardadır” önermemin Orhan beyle birlikte yaşayan abidesidir İlber bey.

Türkiye ve Türkçe güya tanıtılacak ya dünyaya… Nutuk yok, Mesnevi yok, Kutadgu Bilig, Divanı Lügatit Türk yok, İlber beyin Osmanlı masalları var… Yeter de artar… İlber beyin kopyala yapıştır eşek yükü kadar mebzul kitabında bir tek özgün fikir bulunmaz. Kaynaklarının ve sözlerinin hepsi Batı mühürlüdür. Atatürk’ün dil ve tarih kuramı için, Güneş-Dil kuramı için “bilim dışı” demiştir bu medya üstadı. Bilimden anladıkları televizyon dansözlüğüdür. Güzel görüntü versin, eğlendirsin, tüllerini şöyle bir savurup sahneden çıkınca bir hoşluk dışında geriye hiçbir şey kalmasın… Ama hiçbir şey…

Kendilerini, medyanın önlerine sürdüğü her starı sevmek, dahası hayran olup tapmak zorunda hisseden bizim okumuş kitlesi İlber beyi keyfince her istediği yere koyuyor. Kimine göre cumhuriyetçidir, kimine göre Atatürkçü, kimine göre Osmanlıcı, kimine göre Türkçü… Bu arada Osmanlı hakkında, Müslümanlık hakkında bu yapıları övücü, ama özgün, ama gerçekten oturaklı bir teorik eser arıyorsanız… Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın “Osmanlı Tarihinin Maddesi”ni çevirtiniz. Adını bile duymamışlardır. İlber bey ve hayranları 8 dil mi, 9 mu, 30 mu kaç dil biliyorlarsa o kadar dilde zır cahildir. İyi bildiklerini söyledikleri dillerdeki kör gözüm parmağıma Türkçe kökleri göremezler, Atatürk’e hadsizce dil uzatırlar. Bilimsel değilmiş! Tabii ona da saygı duyarız. Konuyu ele al, hiç değilse iki paragraf yazı yaz, nesi bilimsel değil… Sıkar o… Çünkü boş kafadırlar…

Bizim Atatürkçüler zaten Atatürk’ün ne yazdığı ne yaptığıyla ilgilenmezler, onun sofrasındaki rakıyla alakalıdırlar. Leblebiyi beğenmezler, Atatürk’ün masasından hayali bir balık kapmak için kedi gibi pür dikkat beklerler. Bu müthiş Atatürkçü İlber beyefendi Atatürk’e hakaret ettiği için “hödük” dediği Mustafa Armağan’la ballı börek kitaplar çıkaran kişidir. Fethullah Gülen’i birçok kez öven, onunla defalarca görüştüğünden iftiharla bahseden bir abimizdir. Fakat “sen neymişsin be abi”yi geride bırakacak kadar şeytan tüyü vardır kendisinde. Şeytan kürkü  demek icap ediyor daha doğrusu, bunlar şeytandan da zengin gerçi. On yıllarca her boyut ve konumdan iktidara hizmet etti, bolca da beslendi, lakin ara sıra bir AKP’li için “falanca da çok cahil canım” diye çemkirdiğinde… Bir alkış, bir paylaşım sağanağı, bir tufan kıyamet… Ve de muhalefetin yüzünü gösterdiğimizde biz yine “Saray yandaşı” oluyoruz, bunlar yine cengaver muhalif. Tek kişi, birkaç kişi olsalar laflarını bile etmeye değmez, yığınla starı var bu güruhun, yüzlercesi var…

NOT 2- Bir yazarın kendinden bahsetmesi tatsız bir şey… Fakat bazı şeyleri ara sıra hatırlatmak gerek… Çok yazarı tanıttım, hatta bazılarının yazar olmasını sağladım, kitaplarını övdüm ama, benim için bunu birkaç kişi yaptı, başkası da yapmaz. Yazarlık alanına 1988’de “Devrimciler” romanımla ses getirerek girdim. Epey okundu ama, edebiyat camiasından Semih Gümüş dışında kimse desteklemedi. Zaten bir süre sonra İnsancıl Dergisi’yle birlikte edebiyattaki çürümeye başlayan iklime karşı mücadeleye giriştim. Başka deyişle hızla düşman kazanmaya koyuldum. Buna rağmen 3-4 yıl sonra edebiyatımızın gelmiş geçmiş en önemli ve son büyük eleştirmeni Fethi Naci kitaplarımı keşfetti. Beni en beğendiği gelmiş geçmiş 10 romancı arasında gösterdi. Onun kadar üst bir yere layık görmese de Sadık Aslankara, Semih Gümüş, Turgay Fişekçi gibi önemli yazarlar da birçok kez romanlarımdan övgüyle bahsettiler. Fakat kitap piyasasının paragöz meydancılarının aforozundan bunlar bile beni kurtaramadı. Hatta Fethi Naci’nin övgüleri bana olan düşmanlığı kat be kat artırdı. Bunun ilk büyük nedeni PKK destekçisi olmamamdı. Zaten başka etmenlerden de hep sıfır çektim. Sonra AKP iktidarı başladı. Bu güruh kimi açık kimi gizliden AKP’yi destekliyordu. Daha doğrusu FETO örgütlüyordu bunları. HDP ve AKP… ikisini ya da ikisinden birini desteklemeyene ekmek yoktu. Türkiye’nin onur konuğu olduğu 2008 Frankfurt Kitap Fuarı’na Kültür Bakanlığı’nca davet edildim. Ama gitmeyi reddettim. Asıl büyük çiziği orada yedim. Alayı orada devlet parasıyla beslendi, sonra bizim gibi üç beş kişiye iyice düşman kesildi. Sonra bazılarından haberim oldu, bazılarından olmadı, hakkımda sürekli olumsuz referans verildi. Şimdi, son 4-5 yıldır bu şebeke güya keskin AKP karşıtı, ama yine besleniyorlar ve ben yine beslenmeyi reddediyorum ve onların tarafında değilim, “muhalif” değilim. Sansür iki yönlü devam ediyor.

NOT 3- Arkadaşlar, kitap başı kaç lira ödeniyor... Bunu devlet sırrı gibi saklıyor medyamız. Aradım aradım sadece iki haber bulabildim. 2005'den bu yana!... TRT kaynaklı daha güvenilir olanı 2018 tarihli. Verdikleri rakamlardan hesapladığım kitap başı 15 bin küsura geliyor. Bugünün parasıyla 41 bin lira..

NOT 4- Aynı tezgah sinema alanında da devam ediyor. 40 yıldır PKK-ABD ile savaşıyoruz, bu konuda tek bir film yok. Türkiye’yi kötüleyen filmler bol ve devlet bunları paraya boğuyor. Sinemamız bırakın PKK’yı ciddi hiçbir soruna eğilmiyor. Yoz entel camianın karanlık hallerini anlatan filmlere dış destek bol, bizim hükumet de onlarla yarışıyor. Eski kültür bakanı Mahir Ünal’ın bir açıklaması: “2014 yılında 100'üncü yılını kutladığımız sinemamızın, ülkemiz kültürel ve ekonomik hayatına katkıları her geçen gün artıyor. Bu kapsamda 2015 yılında; 49 uzun metraj kurgu film yapım projesine 22 milyon lira, 63 belgesel film yapım projesine 3 milyon lira, 66 senaryo yazım projesine 714 bin lira, 69 kısa film yapım projesine 680 bin lira, 7 animasyon film yapım projesine 139 bin lira…”  

Kaan Arslanoğlu

 

 


  • Nedim PALA

    Nedim PALA 20.10.2022

    Babamın ve oğlumun yaptığı iş gereği .. okumayı öğrendiğim 7 yaşından günümüze kadar olan süreçte, kitaplar gazeteler dergiler içinde yüzdüm ! her türlü kitap, elimin altındaydı. üstelik bu 60 yıla yayılan uzun süreç içerisinde, herhangi bi önyargım, takıntım yoktu ! tam tersi, bazen o dönem dünya görüşüme aykırı, ters olan yazarları da ne yazıyolar, ne anlatıyolar diye merak eder okurdum. ama bu yazıda bahsi geçen.. yazarların kitaplarına bi türlü konsantre olup, baştan sona ..akıcı bi şekilde okuyup bitiremedim. dönemin modası gereği ? ben de.. bi O.Pamuk kitabı okayayım yaa Hu ! dedim ( İstanbul ' romanı ) 15 günlük süreçte, ıkınıp sıkınıp, zorlayarak ..sadece pes etmeyip kitabı bitirmek amacıyla okuyabildim. hatta bu yazarların içlerinden biri.. arkadaşım da olan meslekdaşımın kızıydı (soyadı Erdoğan olan), üstelik o dönem ödül de.. almıştı. çok zorladım olmadı ! bunların yazdıkları, zihin kozalarının içinde üretikleri trişkadan EdebiYAT lar, boş beleş kurmacalar ..samimi, içten, dürüst değil, vakit kaybı .. en önemli organımız beyine püskürtülen negatif elektro manyetik radyasyonlu bir dalgaydı.

Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.