Kitap
Solcuların Yamyamlaşmasının Romanı

Haklı bir dava için mücadele ettiğinize inanıyorsanız. O uğurda ölüyor ve öldürüyorsanız. Bunun için ve bu yolda çoluk çocuk sivilleri katledebilirsiniz. Rakip gördüğünüz örgütlerden insanları kurşunlayabilirsiniz. Kendi örgütünüzde soru soran, yanlışa itiraz edeni işkence edip gömebilirsiniz. Böylece yüzlerce, binlerce cinayet işleyebilirsiniz. Sağcı yamyamlar kadar yamyamlaşabilirsiniz.
Birisi bunları gündeme getirse cevabınız hazırdır: Düşmana hizmet ediyor. Davamızı baltalıyor. Devletin adamı. Faşistlerin ajanı.
Bu sayede güçlenebilirsiniz. Güçlendiğiniz oranda yaptığınız pislikleri görmeyecek, gösterildiğinde unutacak solcu yığınların alkışı sizinledir. İstediğiniz kadar ölçüsüz yalanlar uydurabilirsiniz. Bunlara hevesle inanacak kitleleri kolayca elde edersiniz. Döktüğünüz kanlarla beslenen on binlerce yazar, çizer, sanatçı, imza toplamalarda adına aydın denen üç yüz, dört yüz, bin vampir yancılaştırırsınız.
İşte “Ernesto’nun Dağları” bu toplum gerçeğini alabildiğine çarpıcı, rahatsız edecek ölçüde doğrudan anlatan bir roman.
“Yalanın uzun bacakları olduğu için dörtnala gidermiş, gerçekler ise adım adım yürürmüş. Ama er geç varırmış varması gereken yere.”
Kitabın bilinçte en derin iz bırakan cümlelerinden biri.
Gerilla arkadaşlarının “Ernesto” adını layık gördükleri Ernesto Heja Kevir’in öyküsüdür bu öykü. Örgütün içinde ve dışında Sanço’nun ardından iki numara bilinen efsane bir önderin hikayesi. Zaten tam da bu, daha en baştan Sanço’nun ona kin bilemesi için yeterli sebeptir.
Cezaevi direnişlerinde en önde başını ortaya koyan, ölüm oruçlarında en son günlere kalan.. herkesin saygı duyduğu Heja Kevir hapisten çıktıktan sonra bu kez herkesin birlikte savaşmak için can attığı en sevilen komutan olur. Ancak yavaş yavaş Sanço’nun ve etrafındaki körlemesine itaat eden yardakçılarının gerçek yüzünü görmeye başlar. Örgüt içi infazların haksızlıklarını sorgular.
Bazı nitelikleriyle çevresinde şaşkınlık yaratan bir tiptir aynı zamanda. Che gibi günce tutar, Che’ye saygısı büyüktür, ama onu da sorgular. Ferman Padişahınsa dağlar bizimdir… “Dağlar neden bizim oluyor” der… örneğin. Dağlar hayvanlarındır ve çatışmalarda dağ canlıları insanlardan daha fazla ölmekte, yaralanmaktadır. Kimsenin umurunda değildir oysa bu. Çatışan iki tarafın da. Kendileriyle hiç ilgisi olmayan bir kavgada en çok onlar acı çekmekte, en çok onlar parçalanmaktadır. Hayvanlarla dostluğu ilerledikçe et yemeyi bırakır.
Gerillaların kamplarda zorla tutulmasına, savaşamayacak olanların, bıkanların, korkanların bırakılmayıp aksine infaz edilmelerine isyan eder. Gerillanın savaşı terk etme hakkını savunur.
Tüm bunlar, hakkında ölüm fermanı çıkarılması için yeter de artar nedendir. Ama bu derece sevilen, sayılan bir komutanı hangi gerekçeyle öldüreceksin? Defalarca ölümcül görevlere gönderilir, fakat her seferinde kurtulmayı başarır.
Sonunda dağlarda tek başına savaşmaya karar verir ve kamptan kaçar. Burada büyük bir yanlış yapar. İlk gece için sol örgütlerin kampına sığınır. Ne mi gelecektir başına? Bunu biz tahmin ederiz, ama o sol örgütler içinde de büyük saygınlığı olan Ernesto bunu düşünemez. Günümüz sol örgütlerinin tipik kaypaklığına, yancılığına kurban gider… Örgütüne geri teslim edilir.
Sonrasını fazla anlatmayalım. Sorgusunu, işkenceleri, cellatlarını, ölüm orucunu… Günlüğünü ve cellatlarından birinin o günlükle olan ilişkisini…
Basbayağı en kabasından faşizmin nasıl solculuk kılıfına sokulduğunu, sosyalist jargonun sahtekarlığı gizlemek için nasıl ustaca kullanıldığını kitap güzel anlatır…
Ayrıca daha önce adam akıllı görünen gerçeklerin kişinin kendi varlığını tehdit etmedikçe nasıl hafifsenebildiğini, bazı adaletsizliklerin belli bir taşma noktasına gelmedikçe bireyde nasıl da bir uyanma yaratamadığını gerçekçi ve dürüst biçimde ortaya koyar.
Romanın Zayıflıkları
Bir gerçek anlatımı olarak çok iyi diyebileceğimiz bu eser, roman olarak mükemmel sayılmaz. İyi diyebiliriz yine de. Kitap yarısına dek insanda “Acaba daha yetkin ve zengin bir dilde daha derinlemesine ve daha edebi anlatılamaz mıydı” sorusunu uyandırıyor. Bazı paragraflarda fiil zamanlarında uyumsuzluk ve sorunlar göze çarpıyor. Biraz daha sıkı editör düzeltimi istiyor gibi.
Fakat şu da var ki, ilk yarıdaki aksayan bölümlerde dahi bir bayağılık, basitlik duygusu yaratmıyor. Romanda dalında tam ustalaşmamış iyi bir yazarın anlatımı böyle olur izlenimi veriyor. (Parantez açarak söyleyelim: Bu yargılarım, zor beğenen ve nesnelliği, dürüstlüğü ön planda tutmaya çalışan bir yazar olarak benim şahsi fikrim. Dil ve teknik açısından bile birçok popüler, “büyük” yazarın çok satan romanından fazlası var, eksiği yok.)
Ancak roman ilerledikçe okuru daha bir sarıyor, kurgu ustalaşmaya doğru gidiyor, derinlik artıyor. Sonlara doğru adeta ilk baştaki kusurları unutuyor kişi, öykünün heyecanına, gerçeğin sarsıcı atmosferine kendini kaptırıyor.
Sonuçta, “iyi bir roman okudum” kanısıyla bitiriyorsunuz; daha önemlisi “iyi roman”dan öte, “çok değerli bir kitapla karşılaştım” duygusu hakimiyetini kuruyor.
Değerli kitaplarla karşılaşmak, bu deneyim giderek seyrekleştiğinden daha çok sevindiriyor beni.
Romanın Son Mesajları Hakkında Birkaç Söz
Önce Heja Kevir’in günümüz solcularına tokat gibi inecek bir yargısı.. kendi sorgusundan:
“Benim Ernesto olmam için onun Fidel Castro olması gerekiyordu. Fidel, silahını elinden bırakmadı, devrime kadar dağlardan da inmedi, o hep gerilla ordusuyla oldu. Önder Sanço’nuz ise ne eline silah aldı, ne de dağa çıktı. Böyle birinin yanında benim Ernesto olabilmem mümkün değildi. Ayrıca Ernesto Che Guevara bize katılmazdı, o her türlü emperyalizme karşı bağımsızlığı savunuyordu, sosyalist olmayan ilişkilerin içinde olmazdı.”
Öte yandan sona doğru ortaya çıkan başka bir karakter, “Heja Kevir’in Günlüğü’nden” bir kitap oluşturan Helin Güngör, Che’yi de yanlışlayarak “mutlak şiddet karşıtlığına” varır.
Şiddete bu denli uç karşıtlık! Aşırı şiddet yanlılığından, böyle bir pratikten, tam karşı uca atlama: Şiddetin her türlüsüne “sıfır toleransla” mahkum edici bir bakış. Bana kırk elli yaşına dek dibine kadar sefahat içinde yaşayıp, sonrasında bu kez aşırı softalığa varan azizleri, erenleri anımsattı. Olsun, insanlık hali. Fakat burada akılcı bir orta nokta bulunamaz mı, şiddet karşıtlığına biraz daha yakın? İnsan tabiatına karşı duramıyorsak onu akılcı bir yolla denetim altında tutma hesabı…
Böyle uç görüşler saygı uyandırıcı, ama doğamıza aykırı benim fikrimce. Şiddet, sistemlerden, politik güçlerden önce insanın milyon yıllık evrimsel gelişiminin sonucu olan biyolojik-psikolojik yapısından kaynaklı. Et yemek yememek sorununu da aynen böyle ele alabiliriz. Et yememek kişisel bir tercih olarak saygın bir tavır. Ben et yiyorum, ama kahrederek yiyorum. Zaten tüm insanlık için, kitleler için böyle genel bir siyaset gütmemiz imkansız. İnsan etobur bir canlı, et yemediğinde bilinçli bir kişi bunun dengesini kurabilir, ama sıradan insan, kitleler kuramaz. Sağlığı, yapısı bozulur.
Öte yandan kendi hayvan kardeşlerini boğazını kesip öldüren ve onların etlerini kuzu, buzağı demeden yiyen… adına insan denen bir türle hangi ütopya canlı tutulabilir? 20. yüzyılda Nazilerin, 21. yüzyılda IŞİD’in ortaya çıkması tam da bunun sonucu değil midir?
Keza mutlak şiddet karşıtlığında büyük sözler etmek, haklı olabilecek savaşları da mahkum etmek, yaşamla, büyük gerçekle ne kadar çelişir, ne kadar çelişmez? Barışcıl insan kişisi bu dünyada her an lafını yalamak zorunda kalabilir. Ya da daha haksızın, daha güçlünün şiddetine yancı bir konumda kendini bulabilir.
Böylesi uçlara savrulanlardan bazıları sonuna dek samimiyetlerini koruyabilirler. Ama kişisel tercih anlamında. Yığınları yönlendirme güçlerini, siyasi etkilerini riske atarlar. Mutlak barışçıl bir çizgiyle başarıya ulaşan bir hareket hiç yok değildir. Ama bunların sayısı üçse saldırganlıkla başarıya ulaşan hareketlerin sayısı üç yüzdür. İnsan soyu güce ve saldırganlığa saygı gösterir, hatta onu sever. Bu ikisi de yoksa en azından ondan korkar. PKK tam da bu yüzden güçlenmiştir. “Haklılığından veya haksızlığından” değil.
Ha, bu bir siyasi hareket çizgisi olarak değil de, kişisel tercih olarak savunuluyorsa sonuç değişir mi? Toplum içinde yaşayan en barışçıl insan bile en pasif haliyle saldırgan bir güçten yana tercihini yapmıştır. Böyle insanların büyük kısmı ise bunu maalesef örgütlü olarak yapmaktadır. Bakınız: Liberalizm.
Başka bir şey daha: “Şiddete karşı sıfır tolerans” diyenlerin önemli bir kısmı bu noktaya, girdikleri aşırı şiddet ortamına tepki duyarak varırlar. Ama gençliklerinde onları bu ortama çeken yine şiddete duydukları saygıdır. Aşırı şiddet ve sıfır tolerans birbirini tetikleyen tutumlardır. Başka deyişle sıfır tolerans iyi bir şeyse buna şiddet sayesinde ulaşmışlardır. Fikir çalışması anlamında tartışıyoruz. Bu tartışma özelinde ne bu romanı ne de yazarı Değerli Aytekin Yılmaz’ı kuşkuyla karşılıyorum. Kitap fikren ilerletici bir kitap. Türkiye solu ortalamasının çok ilerisinde bir kitap. Keşke çok okunsa ve tartışılsa.
Romandan Bağımsız Olarak, Gelelim Türkiye Solunun PKK Taşeronluğuna
PKK 80 öncesinde kurulduğunda önce devletle çatışmaktan çok bölgedeki sol örgütleri ve öteki Kürtçü örgütleri sindirme, kaçırma taktiği güttü. Çok sayıda solcuyu ve Kürt muhalifi öldürdü. 80 sonrasında kendini en çabuk toparlayan yapı olarak devlete karşı silahlı mücadele başlattı. Bu mücadelesiyle 12 Eylül faşizminin ezdiği sol güçlerde geçmiş cinayetlerinin yarattığı acılara rağmen büyük sempati oluşturmaya başladı. Ama PKK solcu ve Kürt muhalif öldürme hızını daha da artırdı. Kürt nüfusu kendine bağlamak için devlete yakın aşiretlerden, köylerden yüzlerce sivili çoluk çocuk doğramaktan çekinmedi. Sonrası malum. İstanbul Ankara gibi megapollerde bile sayısız defa bomba patlatarak yüzlerce sivili parçaladı, yok etti.
PKK, kurulduğu günden beri benimsediği bu katliamcı politikayla davasının olası haklılığını-haksızlığını tartışılamaz hale getirdi. Başka deyişle bu çizgiyle en doğal talebin bile haklı ve namuslu olmasına imkan yoktur. Tabii vicdan taşıyan, akıl taşıyan insanların gözünde. Ama vicdanını yemiş, kan emme bağımlısı sol onun elini eteğini öpmede birbiriyle yarışa girdi.
Kırılmış Tüm Kalplerin Hesabını Soracağız… HDP’nin bu ve buna benzer sayısız yalanını onlardan çok solcular yaydı bu ülkede. Zaten PKK emirlerine harfiyen uymak ve sonra da “HDP ayrı PKK ayrı” demek ayrıca bir ahlaki düşkünlüktü. Madem katliamcısın, bari “Buna bizi şartlar sürüklüyor, evet bolca öldürüyoruz, ölüyoruz, istemesek de işin doğası bu” de hiç değilse, dürüst ol. Yok!.. Barışı, güvercini, mazlum edebiyatını da en çok bu kesim lağıma düşürdü. PKK’nın kendi içinde 1061 kişiyi infaz ettiği, bunlardan 123’ünün isimleri verilerek açıklandı, aynı solcular yalana devam ettiler. Yalanda sağı bile geçtiler. PKK binlerce Kürt ve Türk gencini yüzlerce sapkın eylemde ölüme attı, bunlar kahramanlık edebiyatını, hendek, devrim, fular güzellemelerini sürdürdüler.
Adında “komünist” geçen partiler örneğin… Komünizmin az buçuk kalmış onurunu çiğneyerek bu vampir şöleninden birkaç damla sömürmeye çalışıyor. Siz sol içinde popüler bazı şahsiyetlerin yazılarını paylaşmaya, mesajlarını beğenmeye devam edin. Solun geçmişteki o heyecan ve saygı uyandıran kızıllığı şimdi yalnızca sinik dişlerdedir.
Ve şimdi bu gaddar ve iki yüzlü iktidara karşı onlardan daha ileri gaddar ve daha iki yüzlü o seri katiller, onların şakşakçıları ve bilumum emperyalistlerden medet umarak yeni bir Türkiye yaratmaya çalışıyoruz.
Mangal yürek cesaretli çok değerli bir kitap:
Ernesto’nun Dağları, Aytekin Yılmaz, Siyah Kitap Yayınları, 167 sayfa.
Kaan Arslanoğlu
Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.
Faik Alper 05.09.2017
Bu kitabı okumak isteyecek ve okuyunca nesnel tepki verecek solcu sayısı çok değildir. Ama bu kitabı solcular okumalı. Sağcılar okursa "yaaa gördünüz mü, işte siz de şiddetten yanasınız, nerede kaldı barış severliğiniz, cana kıyamamazlığınız?" diyerek ağızlarını yayacak, bu kitabı da Kur'an okur gibi anlamadan okuyup "yobazlaşacaklardır".
Moronca 17.06.2017
Solcunun veya sağcının, herhangi bir insan evladının bir fikrini söylerken okumasına ve düşünmesine gerek yoktur. İlk neyi okumuşsa o odur. Üç nokta. Hatta bütün fikirlere doğuştan maliktir. İki nokta üst üste. Bu bahsi geçen kitabı veya üstteki yazıyı okumaya kesinlikle gerek yoktur.
Gürelce 17.06.2017
Sol pekala canavar ve katil olabilir (bkz. Aytekin Yılmaz, Yoldaşını Öldürmek) (ünlem işareti)
Ayselce 17.06.2017
Sol asla canavar ve katil olmaz. Cinayet emperyalizmin ve onun maşası sağım işidir. (nokta)
Kaan Arslanoğlu 14.06.2017
Sayın Önemi Yok, bu sizi rahatlatacaksa şunu söyleyeyim: PKK ve uydusu "sol" sol değildir, bu bir şey ifade etmez terimi kullanmak istemiyordum ama "faşisttir". Şu anda sol diye bir şey de pek kalmamıştır. Çok büyük oranda sağdır. Şimdi oldu mu. Sol kurtuldu sanırım. Size bir caninin cinayetlerini yazmanız misyonu verilse, siz de raporunuzu tamamlasanız, neyse o, hepsini yazsanız, birisi de dese ki, yahu sanki bu raporda şehirdeki bütün cinayetleri bu adam işlemiş gibi anlatılıyor... Sizin eleştiri de o hesap. Bir yazının konusu vardır, esas olarak o konuyu anlatır. Siz de sağın pisliklerini anlatan roman yazın, biz de onu tanıtan yazı yazalım. Ayrıyetten, biraz üstten bakış var sanki, gibi klişe bir eleştiri getirdikten sonra, bugün edindiğiniz her hakkın bedeli solcular tarafından ödenmiştir lafı "genellemeci" ve "tepeden" olmuş. Ben de yakın zamana dek solcuydum, solun tümüyle sağlaşmasından sonra solcuyum demeye utanıyorum, demiyorum. Saygılar.
önemi yok 14.06.2017
Kitabı henüz okumadım. Lakin çok okuduğum yazıda çok genel söylemler var. Sol elestirilmez degildir. Herşeyi elestirebiliriz. Ama biraz üstten bir dil kurulmuş gibi. Sanki bütün çirkinlikler soldan türemiş gibi anlatılıyor. Evet günümüzde türkiye solu zayıf katılıyorum. Güçlendirmek için ne yapıyoruz veya ne kadar yapıyoruz, zaaflarımızdan ne denli kurtulma cabasindayiz... önce kendimizi sorgulayalim sonra tartışalım. Unutmayın bugün edindiğiniz her hakkın bedeli solcular tarafından ödenmiştir, ödenmeye devam ediyor. Biraz saygı..
metın 13.06.2017
insanın güç için, şiddete baş vurması ve zamanla bu şiddeti savunabilmesi,, adı ve ideolojisi ne olursa olsun (pkk,işid,dhkp-c,tit,fetö) herkesi içine çeken kara delik... ilk fırsatta okumalıyım. çünkü,teşhis doğru...
Seyhan Ertuğuş 12.06.2017
Hümanist birisi olarak, sahte "barış" çığlıklarından artık kusasım geliyor. Sanki ellerinden kan damlayalar barış güvercini ben se savaştan zevk alıyormuşum gibi hissettiyorlar. Tabiî ki hepimiz barıştan yanayız. Ama neye karşı, kimle ve ne pahasına barış? Kısacası, biz seni yok edeceğiz. Fakat sen sesini çıkarma. Hatta kendi yokoluşunda bize yardım et, diyorlar. Akıllara ziyan bir felsefe. Sonra o sevgi pıtıcığı oluyor. Ben se ırkı-faşist.😡 Riyâkârların maskesini düşüren bu kitabı mutlaka okuyacağım.
Akif akalın 12.06.2017
Zamanlama müthiş. Satırcı faşistler eylemlerini aynı yöntemlerle meşrulaştırmaya çabalarken, birçokları satırlı faşistlere hala FAŞİST diyemiyor. PKK (ve HDP) bile hala "solda" görülürken, PKK yardakçılarına faşist denememesi şaşırtıcı değil tabii...
Fahri Kumbul 11.06.2017
Başlığın altında yazarın ismi olmamasına karşın, ilk bir kaç paragrafta yazarın kim olduğunu tahmin ettim. "İnsan tabiatına karşı duramıyorsak onu akılcı bir yolla denetim altında tutmayı ..", "Solun geçmişteki o heyecan ve saygı uyandıran kızıllığı şimdi yalnızca sinik dişlerdedir." cümlelerini not aldım. Teşekkürler Kaan Arslanoğlu.
Akif akalin 10.06.2017
Dün bu ülkede kendilerini komünist sanan soytarılar insanları SATIRLA yaraladılar. Dünya üzerinde sol ve satırın yanyana gelmesinin yadırganmadığı bir ülke varmıdır? Bu soytarılar yarın palayla saldırsa hiç şaşırmam.
Kaan Arslanoğlu 10.06.2017
Sevgili Muharrem, sol-pkk ilişkisinin doğrusu ne, onu bir yazsan belki tartışabiliriz. Ama kitabı oku tabii. Orada da buna dair gerçekler var. Sevgilerle.
Muharrem Söker 10.06.2017
Yorum yapabilmem için önce kitabın kendisini okumam lazım. Çünki burdaki eleştirmeninde birçok doğru tesbiti olmasına rağmen sol - pkk ilişkisine önyargılı, abartılı yaklaştığını düşünüyorum.
Neo Pal 10.06.2017
ABD Ordusu destekli ''Barış Güvercinleri'' herhalde bu kitabın önermelerini doğrulamak için.. dün de; Aybüke Yalçın adlı 22 yaşındaki yeni öğretmen yavrumuzu şehrin ortasında katletmiş. Ve herzamanki gibi; kendine sol- demokrat deme yüzsüzlüğünü gösteren neoliberâl - tatlı su demokratları ''dilsiz şeytan gibi, yine susmuşlar''.
Mehmet yalçın 10.06.2017
Enkısa zamanda okuyacağım. Tespitlerinizede katılıyorum.
Fatih Torun 10.06.2017
Bu yazının ardından bu kitabı okumamak olmaz. Ayrıca sayın Arslanoğlu'nun kitaptan yola çıkarak yaptığı çözümlemeler, emperyalizme teşne olmuş hareketlerin zavallılığını ve ahlaksızlığını çok net bir şekilde ortaya koyuyor.