Kitap
'BİR PUTUN ALACAKARANLIĞI' ÇEVİRİSİNE DAİR KARANLIK DÜŞÜNCELER
Niyetim, Kaan Arslanoğlu’nun yazdığı yedi bölümlük Freud eleştirisini bir yenisiyle desteklemekti (Evrimci Açıdan Din, Psikoloji, Siyaset kitabının içinde, İthaki Yayınları, 2016). Türkiye’de pek bilinmeyen Fransız felsefeci Michel Onfray’i tanıtmak için de vesile olacaktı bu. 2010 yılında France Culture radyosunda bir ay boyunca Freud eleştirisi yapmış ve çok dikkat çekmişti. Freud’un paragöz, dalavereci, bilimdışı olduğunu iddia ediyor, iddialarını da gerekçelendiriyordu. Bu arada konu ile ilgili kitabı da yayımlandı (Le Crépuscule d’une idole- L’affabulation freudienne, Grasset & Fascelle, 2010). Kitabın göz açıp kapayana kadar Türkçeye çevrilmiş olduğunu görünce epey şaşırdım. Ama Türkçesini o zamanlar Fransa’da olduğumdan göremedim. Arslanoğlu’nun Freud eleştirisinin yarattığı merakla, elimde Fransızcası olan kitabı yıllar sonra yeniden masaya koydum ve okumaya başladım. Ama kitabı tanıtacaksam Türkçesi de gerekiyordu. Türkçe kitabı ısmarladım, bir hafta sonra geldi. Hemen açtım, okumaya başladım ve… büyük hayal kırıklığı!
Sel Yayınları’ndan çıkmış; dizi editörü, editörü ve redaktörü olan bir kitap bu. Çevirmeni Menekşe Tokyay. Galatasaray Üniversitesi mezunu ve Belçika’da yüksek lisans eğitimi almış, pek çok edebiyatçıyı da Fransızcadan Türkçeye çevirmiş. Çevirinin doğruluğundan şüphelenmemizi gerektirecek bir durum yok. Oysa bir yayınevi şüphelenmeli! Hiçbir “titr” iyi çeviri için dayanak değil çünkü. Tek dayanak çevirinin kendisi ve onu denetleyecek olanların bilgisi, deneyimi.
Benim Menekşe Tokyay’ı eleştirmek gibi bir niyetim yok, onun yerine yayınevini hedef alacağım; çünkü metnin temizliğinden yazar ya da çevirmen değil yayınevi sorumludur. Herkes yazar, herkes çevirir, yazmak ya da çevirmek ister, bu kapı herkese açıktır, açık olmalıdır da; yapılanın kalitesini denetleyecek olan yayınevidir. Bunu hep unutuyoruz. Yayınevleri yokmuş gibi yazarlara ya da çevirmenlere yükleniyoruz. Yayınevi işin asıl sahibi olduğu halde bu meselelere hiç bulaşmıyor, uzaktan seyrediyor her şeyi. Yayınevine gönderdiğim çeviri, nasıl olduysa cümleler atlanmış, dipnotlar kaymış halde bana “düzeltilmiş” olarak gelmişti. Başkasından gelen önsöz ve arka kapak okunmadan, bir sürü Türkçe hatasıyla basılmış ve ikinci baskıda gene okunmamıştı. Eğitim alsın diye okula gönderdiğiniz çocuğunuzun eve dayak yemiş, eli yüzü kan içinde gelmesiyle aynı etkiyi yapıyor sizde. Yayınevinin kendi kitabını, kendilerinden korumak için çırpındığımı hatırlıyorum. Çevirmenin de yazarın da gücü bir yere kadar.
Düzelti de ayrı bir sorun. Yazarın ya da çevirmenin kendi mantık ya da yazım hatalarını görmesi çok güç olduğundan, düzeltmenlik diye bir meslek var. Bu iş, yıllardır bir düzene oturabilmiş değil. Yayınevlerinin düzeltiyi ciddiye alması çok önemli. Ciddiye alırlarsa dile ve düşünceye katkı sağlayabilirler. Aksi takdirde “kâr amaçlı” herhangi bir şirket olurlar ki gidişat da bu yönde. Çoğu kez yayınevlerince bu işin doğru düzgün yapılmadığını bildiğimizden, kendi metinlerimizi kendimiz düzeltmek için akıntıya karşı kürek çekiyoruz.
Çeviri metinlerin, iki dilli, karşılaştırmalı okumasının neredeyse hiç yapılmadığını düşünüyorum. Fransızca kitap okumaya başladıktan sonra buradaki eksiğin ne kadar büyük olduğunu daha çok fark ettim.
Yayınevinin metni okuması ve düzeltmesi, metnin Türkçesinden emin olması çok önemli ve bunlar basit işler değil. Ayrıca alan bilgisi gerektiren metinler için bir uzmanın okuması da şart. Yayınevi denen kurum bunları yapmak için var. Ya buna bütçe ayıracaklar ya da bu işi yapmayacaklar. İki üç kişiyle koskoca yayınevlerinin idare edildiğini biliyorum. Yayınevi çalışanları da iş yükünden bezginler, dolayısıyla yapılan işler hataya çok açık; çünkü okuma yazma işi nefes almadan yapılacak bir iş değil. Bu işler gerektiği gibi yapılmadıkça, bizde düşüncenin ve dilin gelişmesine olanak yok.
Seri üretim hattında, hiç durmadan kitap çıkıp duruyor. Çok büyük bir fabrika, ama çıkan kitaplar, sanki yayımlanmamış gibi iki günde yok olup gidiyor. Kitabı kendi imkânları ölçüsünde tanıtmak, kitapların tanıtılması için oluşturulacak ortamları destelemek de yayınevlerinin işi. Ben dahil, zavallı “Facebook” sayfalarımızdan kitaplarımızı tanıtmaya çalışıyoruz. Tanıtım işi anladığım kadarıyla yayınevleri için durmadan kitap basmak ve içlerinden birkaçının tutmasını beklemekten ibaret artık. Kitapları tek tek tanıtmak daha masraflı çünkü. Kazara tanıtılırsa da kitabın ruhuna girmeden, standart bir tanıtım yapılıyor. Sonuç ne mi? Bunca emek sonunda neredeyse bir hiç. Çark dönüyor ama. Çark yayıncı ve dağıtımcı için dönüyor. Ne okuyucu, ne çevirmen, ne çalışan, ne yazar mutlu…
Ben aşağıdaki soruları, çevirmene değil, Bir Putun Alacakaranlığı / Freudvari Bir Masal (Sel Yayıncılık, 2011) kitabının künyesinde adı bulunan Sel Yayıncılık Genel Yayın Yönetmeni (ve sahibi) İrfan Sancı’ya soruyorum. Bu çevirinin bu şekilde basılmasını bize nasıl açıklayacaksınız?
Not: “Öneri” kısmı anlaşılır çeviriye yönelik, yoksa estetik bir kaygı taşımıyor. Çeviri, çeviren sayısı kadar farklı yapılabilir, ama metinde anlaşılma sorunu varsa, anlam kayıyorsa ya da hiç oluşmuyorsa bu çok önemli bir sorun. Biz kitapta ne dendiğini anlamalıyız. Bu arada her cümleye tek tek bakmadım, kavramlara ya da terimlere bakmadım, ilk okuyuşta dikkatimi çeken yerler bunlar. Genel sorun anlaşılsın diye birkaç örnek, çok da uzatmadan…
Orijinal kitap: Le Crepuscule d’un idole / L’affabulation freudienne, Michel Onfray, Grasset&Fasqelle (Livre de Poche ), 2010.
Sel Yayıncılık Çevirisi: Bir Putun Alacakaranlığı /Freudvari Bir Masal, Michel Onfray, Menekşe Tokyay çevirisi, Ocak 2011.
1. Aslı (s. 18)
L’espece d’hommes la plus vicieuse est le pretre: il enseinge la contre-nature. On n’a pas de raison contre le pretre, on a la masion de correction.
Sel Yayıncılık’ın gözden geçirdiği, onayladığı çeviri (s. 12-13):
En günahkar olan insanlarsa rahiplerdir; çünkü doğa kurallarına aykırı olan şeyleri öğretirler. Rahiplere karşı bir mantık işletemeyiz, ancak bu günahları düzelten evlere sığınabiliriz.
Sorun:
“Maison de correction” yani “ıslahevi” metinde şüpheye yer bırakmayacak şekilde doğrudan geçiyor. Yayınevince “düzeltme evi” diye anlaşıldığından olacak “ancak bu günahları düzelten evlere sığınabiliriz” diye yorumlanmış.
Öneri:
En ahlaksız insan türü rahiplerdir: Öğretileri doğa karşıtıdır. Islahevleri varken, elbette rahipler karşısında haklı olamayız.
2. Aslı (s. 18)
J’eus envie de serrer la main de cet etre vigoureux rendant la dignité a l’enfant a qui on avait tente de la ravir.
Sel Yayıncılık’ın gözden geçirdiği, onayladığı çeviri (s. 13):
Kaçırılmaya çalışılan çocuğun onurunu geri veren bu sağlıklı güçlü insanın elini sıkma isteği kabarmıştı içimde…
Sorun:
Kaçırılmaya çalışılan çocuk değil, onur… Niteleyen nitelenen sorunu bütün metin boyunca karşımıza çıkıyor.
Öneri:
Elinden alınmaya çalışılan onurunu, çocuğa geri veren bu güçlü varlığın elini sıkmak istedim.
3. Aslı (s. 21)
J’ai laisse Marx pour les socialistes liberataires, français de preference.
Sel Yayıncılık’ın gözden geçirdiği, onayladığı çeviri (s. 15):
Marx’ı özgürlükçü sosyalistlere, tercihen de Fransız olanlarına bıraktım.
Sorun:
Bırakmak (laisser) kelimesi tıpkı Türkçedeki kullanılmış, oysa “laisser… pour” var metinde. Yani “bir şeyi bir şey için bırakmak” ya da “bir şeyi bir şeye tercih etmek”. Zaten Marx nasıl, nereye bırakılabilir ki? Cümle anlam olarak büsbütün ters dönmüş.
Öneri:
Özgürlükçü sosyalistleri, özellikle de Fransız olanlarını, Marx’a tercih ettim.
4. Aslı (s. 29)
Freud a découvert l’inconsient tout seul a l’aide d’une autoanalyse extrêmement audacieuse et courageuse.
Sel Yayıncılık’ın gözen geçirdiği, onayladığı çeviri (s. 20):
Freud aşırı derecede gözü pek ve cesur bir otoanaliz yardımıyla, bilinçaltını kendiliğinden keşfetti.
Sorun:
“Kendiliğinden” değil, “tek başına” ya da “kendi kendine” olmalı. Bu önemli çünkü Freud efsanesi, Freud’un kendinden önce gelen düşünürlerle hiçbir bağı yokmuş, ondan önce kimse bu konuları düşünmemiş gibi kuruluyor. Bu önyargıyı daha sonra ele alıyor Onfray.
Öneri:
Freud epey gözü pek ve cesur bir otoanaliz yardımıyla bilinçaltını tek başına keşfetti.
5. Aslı (s. 28)
Je n’ai jamais abordé ces terres occultes sans la crainte d’avoir précipité des identites en devenir du coté sombre d’un monde magique, assez déraisonnable, perturbant et tres tentant pour des temperaments en cours de fabrication.
Sel Yayıncılık’ın gözden geçirdiği, onayladığı çeviri (s. 19):
Bu gizli toprakları ele almaya her yeltenişimde, büyülü, yeterince saçma, rahatsız edici ve yeni yeni şekillenen mizaçlar için oldukça çekici görünen bir dünyanın karanlıkta kalan yüzünde ortaya çıkacak olan kimliklerin hareketini hızlandırmaktan hep çekindim.
Sorun: Niteleme karmaşası. “…büyülü, yeterince saçma, rahatsız edici ve yeni yeni şekillenen” şey “mizaçlar” değil “… bir dünya” olmalıydı.
“… kimliklerin hareketini hızlandırmaktan” kısmında ise anlam bozukluğu var. Anlamıyoruz.
Öneri:
Yeni şekillenen mizaçlara, büyülü, hayli mantıksız, bozguncu ve çok çekici gelen bir dünyanın, karanlık yüzünde evrileduran kimliklerine zarar vermekten çekinmeden bu yeraltı dünyasına hiç yanaşamadım.
6. Aslı (s.31)
Depuis 2002, accompagné par quelques amis, j’enseigne, dans cet endroit alternatif créé par mes soins qu’est l’Université populaire, une histoire de la philosphie oubliée, dominée par l’historiographie dominante qui est idealiste, spiritualiste, dualiste et pour tout dire chretienne par le partage de nombre de ses attendus avec la religion dominante en Europe. Impossible d’écrire l’histoire de vingt-cinq siècles de philosophie marginale, minoritaire, sans considerer la question du freudisme.
Sel Yayıncılık’ın gözden geçirdiği, onayladığı çeviri (s. 21):
2002 yılından beri, kendi çabalarımla kurduğum bu alternatif mekânda –Halk Üniversitesi- birkaç dostumla birlikte ders veriyorum. Felsefenin unutulan tarihini ve bu tarihe egemen olan baskın tarih-yazımını anlatıyorum. Sözünü ettiğim bu tarihyazımı idealist, tinselliğe dayanan, düalist ve Hıristiyan özellikler barındırıyor. Freudçuluk sorununu ele almadan, marjinal ve azınlıkta bulunan yirmi beş yıllık bir felsefe tarihini yazmak ise olanaksız görünüyor.
Sorun:
“Felsefenin unutulan tarihini ve bu tarihe egemen olan baskın tarih-yazımını anlatıyorum.” Hayır, bu derslerde, “tarihe egemen olan baskın tarih-yazımı” anlatıldığına dair paragrafta bir şey göremiyoruz. Bu tarihyazımının baskısı altındaki bir felsefe tarihinin anlatıldığını görüyoruz.
Bir bölüm atlanmış (altı çizili), çevrilmemiş.
Yüzyıl, yıl diye çevrilmiş.
Öneri:
2002’den beri, kendi çabamla kurduğum bu alternatif mekânda, Halk Üniversitesi’nde, birkaç arkadaşımla birlikte, egemen tarih yazıcılığının -ki idealist, tinselci, ikilikçidir ve şunu da söyleyelim, Avrupa’da baskın dinin birçok beklentisini paylaşması açısından da Hristiyandır- baskısı altında olan ve unutulmuş bir felsefe tarihi öğretiyorum. Azınlıkta, kıyıda köşede kalan bir felsefenin yirmi beş yüzyıllık tarihini, Freudçuluk sorununu dikkate almadan yazmak olanaksızdır.
7. Aslı (s. 38)
Contre-Carte postale n 2:
Les differents accidents de la psychopathologie de la vie quotidienne font effectivement sens, mais aucunement dans la perspective d’un refoulement strictement libidinal et encore moins oedipien.
Sel Yayıncılık’ın gözden geçirdiği, onayladığı çeviri (s. 25):
Günlük yaşantıda psikopatolojiye dair farklı sürçmelerin gerçekten bir anlamı vardır. Ancak bu anlam hiçbir şekilde, tamamen libidoya veya Oedipus kompleksine değin bir bastırma açısından yorumlanamaz.
Sorun:
“Psikopatolojiye dair farklı sürçmeler” ne demek anlamıyoruz. Anlam oluşmuyor.
“…libidoya veya Oedipus kompleksine değin bir bastırma”; “değin” değil, ta kendisi.
Öneri:
Günlük hayatta psikopatolojik arazlar gerçekten bir anlam taşır. Ama bu anlam, sıkı sıkıya libidinal ve Oedipusçu bir bastırmayla asla ilgili değildir.
8. Aslı (s.39)
Contre-Carte postale n 3:
Le rêve a bien un sens, mais dans la meme perspective que dans la proposition précédente: nullement dans une configuration spécifiquement libidinale ou oedipienne.
Sel Yayıncılık’ın gözden geçirdiği, onayladığı çeviri (s. 25):
Karşıt kartpostal No.3:
Rüyaların bir anlamı vardır; ama bu anlam, kendinden önceki önermeyle aynı perspektifte değerlendirilmelidir: Özellikle libidoya veya Oedipus kompleksine değin bir güdülenmeden bağımsızdır.
Sorun:
“…ama bu anlam, kendinden önceki önermeyle aynı perspektifte” Yazarın madde madde yazdığı önermelerden bahsediliyor. “Kendinden önceki” değil, şimdiki önermeden bir önceki kastediliyor. Yayınevi bunu anlamamış.
“Değin” ,“güdülenme” kelimelerini kullanmayı gerektirecek bir şey yok metinde. Anlam kayıyor.
Öneri:
Karşıt kartpostal No.3:
Rüyanın elbette bir anlamı vardır; ama bir önceki karşıt kartpostal önerisiyle aynı perspektiftedir: Oidipus’çu ya da bütünüyle libidinal bir formun içinde asla yer almaz.
9. Aslı (s.33)
Je n’ai jamais souscrit à la lecture structuraliste qui célèbre la réligion du texte sans contexte et aborde la page à la maniere d’un parchemin rédigé par un pur esprit.
Sel Yayıncılık’ın gözden geçirdiği, onayladığı çeviri (s. 22):
Bağlamsız bir metinde din unsurunu ön plana çıkaran ve bir sayfayı, saf bir düşünüşle kaleme alınan bir parşömenmişçesine ele alan yapısalcı bir okumayı hiçbir zaman benimsemedim.
Sorun:
Cümle düşüklüğü bir yana, “réligion du texte sans contexte” üzerine hiç düşünülmemiş, “bağlamsız bir metinde din unsuru öne çıkaran” diye çevrilivermiş. Oysa burada Onfray, yapısalcıların, metnin yazıldığı dönemin tarihini, ilişkilerini, yazarının hayatını vb. önemsemeden, her metni, kutsal bir metinmiş de gökten inmiş gibi gören anlayışlarını eleştiriyor. Benim önerim “Bağlamsız metni kutsallaştıran” olacak; başka çevirilere de açık bu tamlama.
Öneri:
Bağlamsız metni kutsallaştıran ve kâğıda, sanki semavi bir ruhun yazdığı parşömenmiş gibi yaklaşan yapısalcı okumayı hiçbir zaman onaylamadım.
10. Aslı (s. 39)
La conscientisation d’un refoulement n’a jamais causé mécaniquement la disparition des symptômes, encore moins la guérison.
Sel Yayıncılık’ın gözden geçirdiği, onayladığı çeviri (s. 26):
Duyguların baskı altında tutulduğuna dair bir bilinçlenme, hiçbir zaman, ne semptomların yok olması ne de iyileşmeye mekanik olarak yol açmıştır.
Sorun: “Duyguların baskı altında tutulduğuna dair bir bilinçlenme…” değil, yayınevi burada kendince yorum yapıyor. Böyle bir şey yok metinde. Olması gereken: “Bir bastırmanın bilince çıkarılması”.
Öneri:
Bir bastırmanın bilince çıkarılması, hiçbir zaman, ne belirtilerin yok olmasına ne de iyileşmeye mekanik olarak yol açmıştır.
***
İlk 39 sayfada arayıp taramadan, kavram ya da terimlere takılmadan, gözüme ilk çarpanlardan seçtiklerim bunlar. Karşılaştırma yapmaya devam etseydim gerisi de gelecekti. Ayrıntılarla, alan bilgisiyle ya da Türkçe güzelliğiyle değil, anlamla ilgili sorunlar bunlar. Yani yazarın söylediği ile çevirmenin söylediği birbirini tutmuyor.
Sel Yayıncılık’ın bu durumda bize bir şeyler açıklaması gerekiyor. Kitabın Türkçe telif hakkını alarak ve çevirerek aslında bizim kitaba ulaşmamızı engellemiş oldular. Ne olacak şimdi? Türkçede bu kitap nasıl okunacak? Kitabı hevesle alıp çözmeye çalışan on sekiz yaşında bir gencin kafasında oluşan dumandan kim sorumlu olacak?
Ayşe Güren
ayseguren@yahoo.com
Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.
Yasemin 24.12.2023
Çevirilerin çok olması güzel yine de; ama kapitalist sistem mantığı, maalesef, düzgün yapılmasını engelliyor. Kötü çevirinin tek iyi yanı dil üzerine düşünmeyi teşvik etmesi belki de...
Miyase Aytaç Yılmaz 18.07.2017
Merhaba; On sekiz yaşında bir gencin kafasındaki duman şöyle dursun, onu tüm varlığıyla insan sayan var mı acaba? Sayılsaydı farklı olurdu zaten. Kimse hiçbir şey açıklamaz. Çünkü her şey kara düzen. Çünkü Ayşe Güren sayısı az. İtiraz yoksa BU VAR: YAPTIM OLDU! Okur ne okur? Bilmediğini nasıl bilecek? "Bildirin" lütfen Ayşe Hanım. İhtiyaç bu; gereklilik. Saygılarımla.
nuri pınar yıldırım 18.07.2017
"traduttore traditore." deyimine güzel bir örnek. Bu tür eksik/fazlalıklı ya da hatalı çevirilerin nedenselliğine girmenin pek de anlamı yok. Zira çoğumuz farkındayız bunların. Asıl konu oto-kontrol zeminin olmaması... Herkese kolaylıklar dilerim.
arif yavuz aksoy 17.07.2017
çok derlitoplu bi yazı. örnekler de gayet açıklayıcı. ben 25 yıldır aynı mücadeleyi yapıyorum. ingilizce ve ispanyolca için... sonuç aldım mı? yoo! ama uyuzum. inadına devam ediyorum. a.y.a. yazara şükransss (tabanla gireceğim yazı veya yorum olmayınca nasıl da efendi olabiliyorum, gördünüz mü?)
Ayşe Güren 17.07.2017
Teşekkürler Kaan Bey. Kitaba güvenebilseydim, Freud eleştirisi için de ciddi bir kaynak daha olmuş olacaktı. Sizden de destek isteyecektim. Sonra mı? Sonrası mühim. Postmodern teori eleştirisine doğru.... Benim bu kitabı çevirerek tanıtım yapmam çok zor; ciddi terminoloji ve zaman sorunu yaşarım. Umarım telif süresi bitmiştir, ya bu yayınevi dikkatle, gerekeni yaparak ya da başka bir yayınevi yeniden çevirir... Evet yayıncılık işleri boşlukta sallanıyor. Çoğu zaman yok gibiler... Sevgilerimle. *** ACAR isimli arkadaşa da teşekkürler yorumu için. Kafa dinginliği çeviride şart bu çok doğru. Yayınevinin işleri sizin de belirttiğiniz gibi bir ekip işi. Oysa çoğu kez çevirmen yapayalnızdır. Issız bir adaya düşmüş gibi. Sevgiler size de.
Kaan Arslanoğlu 17.07.2017
Kalp kalbe karşıymış... Sadece Freud kitabıyla, eleştirisiyle ilgili değil. Değerli Ayşe Güren'in aşağıdaki cümlelerinin neredeyse aynısını face'de yazmayı düşünüyordum: "Seri üretim hattında, hiç durmadan kitap çıkıp duruyor. Çok büyük bir fabrika, ama çıkan kitaplar, sanki yayımlanmamış gibi iki günde yok olup gidiyor. Kitabı kendi imkânları ölçüsünde tanıtmak, kitapların tanıtılması için oluşturulacak ortamları destelemek de yayınevlerinin işi. Ben dahil, zavallı “Facebook” sayfalarımızdan kitaplarımızı tanıtmaya çalışıyoruz. Tanıtım işi anladığım kadarıyla yayınevleri için durmadan kitap basmak ve içlerinden birkaçının tutmasını beklemekten ibaret artık. Kitapları tek tek tanıtmak daha masraflı çünkü. Kazara tanıtılırsa da kitabın ruhuna girmeden, standart bir tanıtım yapılıyor. Sonuç ne mi? Bunca emek sonunda neredeyse bir hiç. Çark dönüyor ama. Çark yayıncı ve dağıtımcı için dönüyor. Ne okuyucu, ne çevirmen, ne çalışan, ne yazar mutlu…" Saygılar.
Acar 17.07.2017
Çeviri üzerine daha önce de yorum yapmıştım. Çeviriyi yapan kişinin öncelikle her iki dile de hakim olması gerekiyor. Bir dili konuşabilmekle bir dili bilmek arasında büyük bir fark var. Özellikle ülkemizde, anadilde bile duygu, düşüncelerini yeterince ifade edemeyecek bir çoğunluk olduğunu düşünüyorum. Buna bağlı olarak Sayın Güren'in ifade ettiği gibi bu konuda tek suçlu çeviren olmamalıdır. Bir eserin çevirisi uzman bir ekibin sorumluluğunda olmalıdır. Bunun dışında çeviriyi yapan kişinin, çevirisini yaptığı eserin konusuna hakim olmasa da en azından ilgi duyan biri de olmalıdır. Bu arada çeviri yapmak stresli bir iş, zira asıl işiniz değilse böyle bir eser için ciddi bir zaman ayırmak gerekiyor çeviriyi zamanında teslim edebilmeniz için. Sürekli üzerinde çalışmak da beyni zorladığını, en basit cümlelerde bile anlamsızca kitlenip kalındığını bir dönem yaptığım ing-türkçe kısa belgesel çevirilerinden biliyorum. İlgi duymadığım bir konu ise hepten "bitse de kurtulsam" diyordum.