Kitap
Sabetayist Avcılarına Karşı Hazar Yahudi Türklerinin Romanı ve İki Kitap Daha

Kendi çocuklarını savaşa yollamayan HDP destekçilerinin samimiyetine inanmayınız. Kendileri savaşa gitmeyen, yakınlarını, sevdiklerini bu savaşa yollamayan HDP destekçisi yazarları, liderleri sorgulayınız, yalnız bırakınız. Kürtleri, gencecik çocukları beş paralık etten akılları tatmin olsun diye kırdırıyor bunlar… En tehlikeli, en faşist, en iki yüzlü liberal çizgi HDP destekçisi çizgidir…
UNOMASTİCA ALLA TURCA
Tarih-Lenk kitabıyla tanımıştım Y. Hakan Erdem’i ilk. Oradaki bilimsel bakış disiplinini, inceleme titizliğini tutmuştum. Dili esprili ve kıvraktı. Romanlar da yazdığını öğrenince merak etmiş, beklentiye girmiştim. Anlatımı usta işi, konusuna hayli hakim biri, herhalde en azından tarihi romanın hakkından gelirdi.
Nitekim, okuduğum ilk romanı Kitabı Duvduvani’yi beğendim. Anlatımı pek güzeldi. Post-modern teknikle yazılmıştı, ancak ana teması ve derdi “gerçeklik” arayışı olduğundan kelli birçok “gerçekçi” romandan daha gerçekçiydi. Yalnız tek kusuru, ki önemli bir kusur, fazlaca uzamış, dallanmış budaklanmış ve de karmaşıklaşmış bir romandı. Bu iki kitap hakkında yazdığım kısa notları sitede yayımlamış idim. Bağlantısı yazı sonundadır.
Yazarın takdire şayan bir yanı da biyografisini okuyunca ortaya çıkıyordu. Boğaziçi ve Oxford üniversitelerinde okumuş. Oralarda okuyup da bilimsel dürüstlüğünü koruyabilmek, akıl kıvraklığını kaybetmemek için bir deha olmaklık gerekir. Demek ki yazar, liberal ilim yuvalarımıza takılmasaydı büsbütün allame haline gelecekti. (Biraz da şaka yapmak için abartıyorum canım.. Sakın, Boğaziçi Mezunları Kalkındırma Derneği veya Oxford Cami Yaptırma ve İlim Yayma Vakıfları falan aleyhimde kampanya yürütmesin…)
Yazarın her yazdığını okumadım. Murat Belge dahil birçok liberal faşistin beğenisini kazanmış, anladığım kadarıyla dostluğunu kazanmış. Yazdıklarını, buna rağmen okumak gerekir, diyorum. “Buna rağmen”den kastım şu: Bunu gözeterek okumak gerek. Liberallerin yaydığı, bulaşanı zombiye çeviren virüse karşın aklı canlılık belirtileri gösteriyorsa, az çok bilimsel kalabiliyorsa kişi, onda ilahi bir ışık vardır, diyorum. Veya “felsefe taşı”, “kutsal çanak”.. her neyse… Yine de iş bu yazarda nesnelliğe aykırı kasıtlı bilgi çarpıtmaları yakalarsanız , 1- belirtilen nedenle azcık hoşgörü gösterilmeli, 2- bunlar ağır derecede ise ancak o zaman karşı tavır alınmalı, diyorum.
Bir de Unomastica Alla Turca deyu bir kitabı olduğunu duyunca iyice meraklanmış ve dostlara sormuştum: “Bu kitabı okuyan var mı? Okumaya değer mi?” Arif Yavuz Aksoy yanıtladı: “Ben çıktığı zaman okumuştum. Duvduvani’yi beğenmişseniz bunu haydi haydi beğenirsiniz.” Alla Turca yazarın ilk romanıymış. 2004’de çıkmış ilk baskısı. Sonra da galiba sadece bir baskı daha yapmış.
Esas merakım ise kitabın adından dolayıydı. Acaba içinden bizim Güneş-Dil kitabımıza malzeme çıkar mıydı? Acaba Güneş-Dil ile mi dalga geçiyordu? Yoksa Sabetayist ve Yahudi adları avcılarına, ölüm ilanı ve mezar taşı alimlerine mi bir göndermeydi?
Okudum sonunda. Bu romanı Duvduvani’den daha fazla beğendim. Orta uzunlukta romanın (388 sayfa) başında ve sonundaki toplam yüzde 45’lik bölümü günümüzde (yakın tarihte) geçiyor. Post-modern tarzda ve mizahi yazılmış. Vasat bölümleri bulunmakla beraber buralar genelde “iyi”. Yüzde 55’lik ortadaki bölümü kurgusal, tarihi roman. Mizah yine var. Hayli sarsıcı bir aşk hikayesi var. Müthiş betimlemeler var. Kıskandırıcı bir anlatım yeteneği var. Çarpıcı gerçekler var. O zamanın siyasası. Dede Korkut’un bu siyasadaki kilit yeri… Canlı kanlı, insanı orada yaşatan savaş sahneleri var. Bu bölümler “çok iyi”.
Ayrıca roman, hiçbir yeriyle sarkmayacak, ayrıntılarının tamamı her biri gayet iyi düşünüldüğü için kakalak gibi ortada kalmayacak şekilde sıkı kurgulanmış.
Gelelim kitabın adıyla ilgili sezilerimin doğru çıkıp çıkmadığına. Bir-iki yerde, ‘yabancı kelimeler Türkçeye benzetilerek Türkçe oldukları iddia edilmekte’, yollu ad vermeden Güneş-Dil’e atılmış birkaç taş çatırtısı duyulmakla beraber, konu oraya kaymıyor. Yazar, ortak sözcüklerin Batı’dan ya da dışarıdan geldikleri yönünde bir görüşe sahip gibi. Birkaç yerdeki göndermelerinden anlıyorum bunu sezgisel olarak sanki. Her neyse, o girmemiş biz de girmeyelim. Ama kısaca tekrar değineceğim.
Ancak romanın ana teması Sabetayizm tartışması. Kitabın güncel bölümündeki iki ana kahraman, işi büyük bir holding kuracak kadar geliştiren iki Sabetayist avcısı. Dayı yeğen, adlardan köken bulma uzmanları… Kimlere gönderme yapıldığını siz de anlayabilirsiniz, benim tahminim: Yalçın Küçük, Soner Yalçın.
Sabetayizm mi dediniz, diyor adeta yazar ve tesadüfen ele geçen bir “hayal taşı” aracılığıyla, (ki buradaki kurgulama da usta işi) bizi M.S. 900’lerden bir kahramanla tanıştırıyor: Tengere Tardu Tigin. Tüketilen soyunun devamını sağlamak için Doğu’dan, uçsuz bucaksız bozkırlardan, Selenge’den… uzun mu uzun bir aygır-kulan sürüşüyle Batı’ya, Hazar’a gelir… Önce Hazar Türk Yahudi Devleti’nin hanı Bayındır Kaan-Kohen’in 13 yıl boyunca tutsağı kalır, sonra şehri yakıp yıkan bir savaş sonucu soyun başına geçer. En sonunda da soyunun tüm itirazlarına karşı Müslümanlığı kabul eder, kağanlığını terk edip yine bozkırlara atını sürer. Büyük aşkını geride bırakarak. Muazzam çarpıcı bir bitiş…
İşin edebiyatı bir yana, Sabetayist avcılarına meydan okuyor: Bırakın şu güncel işleri, kökenimizdeki Yahudiliğe ne diyeceksiniz?
Sahiden de böyle bir Türk boyu yaşamış, böyle bir devlet kurulmuş. Bunu Güneş-Dil araştırmalarımız sırasında edindiğim Osman Karatay’ın Hazarlar, Yahudi Türkler, Türk Yahudiler kitabından kapsamlı okumuştum. Erdem’in kitabında da çok gerçekçi duran sayısız ayrıntı mevcut. Üstelik bu devlet, bu kültür, Oğuzları, Selçukluları da etkisi altında bırakmış.
Türk-İbrani bağlantısı nasıl kurulmuş? Gerçi en eski İbranilerin ta Musa döneminden Türklerle ilintisini kuran kitaplar, makaleler de var. Bir kısmını okumuş ya da göz atmıştım. Fakat hepsinde açıkta kalan noktalar bol. Nasıl olmasın ki, milat öncesi binlerden bahsediyoruz. Peki Erdem’in kitabında o noktalara açılımlar var mı? Pek değil. Sadece bir yerde Ergenekon’daki Köktürk atalarının oraya doğudan değil batıdan geldiği söyleniyor. Birkaç yerde de Hazar Yahudisi Aktürklerin Babil’den sürüldükleri…
Erdem her ne kadar Truvalıların Türk olduğu iddialarıyla dalga geçse de Sümercedeki bariz Türkçe ortaklığına ne demeli? Erdem, “Hazar” sözcüğü ile Kaysar (Kayser) sözcüğü arasında bağlantı kuruyor ve tuzağımıza düşüyor. Kaysar nereden geliyor akıllım? Sezar’dan. Sezar nereden geliyor, Sezaryen doğum nedir? Kesmekten geliyor. Al işte dilde Türk-Sami-Latin bağlantısının keser sapı gibi sağlam kalıtı!
Biz devam edelim: “Kaan” ki çok eski bir Türkçe sözcük, Kohen gibi çok eski sözcükle niye ortak? Ya Torah-Töre bağlantısına ne diyelim? Romanda bahsi geçen huş ağacı kabuklarına yumurta akı-kömür karışımlı mürekkeple yazılmış “Töre metinleri” Türk çadırlarında ne arıyor? Boy, bu törede geçen kutsal adları neden çocuklarına veriyor?
Son birkaç şey: İkide bir yaptıkları geniş katılımlı “kengeş” yani danışma toplantısı (“danışma”dan mı gelir, dengeş mi, danışma önce kengeşme mi idi?) “kongre” ye çok benzemiyor mu? İblis-Albıs-Diabolis… Tardu-Durdu-Duran-Durable-During-Retard bağlantılarını zaten kitapta açıklamıştık.
Tekrar Gelelim Sabetayizm Bahsine
Şimdi elin liberali için Soner Yalçın’ı harcamış gibi olacağız. Hainlik yapmış gibi olacağım. Ki Soner Yalçın Güneş-Dil kitabımız için çok içten övücü bir yazı yazmıştır. Başka kaç kişi yazdı? Bizde yazarlar inanılmaz hasettir. Başkalarının kitabına dokununca yılana dokunmuş gibi irkilirler. Değil ki yazmak… Yazarken yılan kusmuş kadar panikle tiskinirler… Ancak eğer bir çıkarları varsa kalemleri klavyeleri kıpırdar. Hatta belli bile ederler, klavyem oynaşmıyor, yazacağım, ama yazamıyom, neden ki?
Neyse, gerçek yazarın en büyük tutkunluğu gerçeğedir. Hatır bakmaz, evet, haindir bu anlamda.
Sabetayizm konusuna pek çok kez değinmiştim. Şimdi en olgunlaşmış haliyle kanaatimi bir kez daha özetleyeyim:
BİR- Tüm bu sabetayizm iddialarında bir gerçeklik payı bulunduğuna, böyle bir “şebeke”, “tekeliyet” olduğuna inanıyorum. Ama sorun şu ki, bu gerçeklik 1 (bir) iken, 5 (beş) gösterilmekte.
İKİ- Bu konuyu gündeme getirip işleyen yazarlar iyi bir taktik yürütmüşlerdir. Dikkat çekici bir tema seçerek ilgiyi uyandırmışlar, bol okur bulmuşlardır. Yordam, hatırı sayılır bir para getirmenin yanında, yazarın öteki yazdıklarını da okutturabilme doğrultusunda akılcı bir stratejidir.
ÜÇ- Ancak söz konusu gündemin öne çıkması, asıl tayin edici ve yakıcı gerçekliğin üstünü örtmektedir. O da emperyalizmin bu ülkedeki ekonomik-sosyal-siyasi ilişkileridir. Oligarşidir. Sabetayizm meselesi ne kadar öne çıkarsa asıl 5 (beş) puanlık gerçek olan bu reel ilişkiler ağı o kadar 1 (bir) puanlık görülecektir. Keza devletteki ve derin devletteki ilişkiler.
Üst düzey PKK ilişkilerine sahip ve hakkında “derin” söylenceler yaygın Yalçın Mısıroğlu’nun ikinci maddeyi olduğu gibi bu üçüncü maddeyi de bilinçli uyguladığını düşünmekteyim. Bu anlamda en tehlikeli liberal şeflerden biridir.
Ancak iktidara karşı da sürekli ve cesaretli bir muhalefet yürüten Soner Yalçın’ın bunu kasıtlı yaptığına inanmıyorum. Gerçi Hoca da hep cesaretli ve sıkı muhaliftir, hakkını yemeyelim. Hocasının etkisinde kaldığından, doğru bildiği için ve vatanseverliği gereği o çizgidedir sanıyorum. Bir de bazı gazeteci-yazarlardaki “derin bağlantı” sevdası onun da sık sık başını döndürmekte.
DÖRT- Sabetayizm iddiaları Atatürk dahil önemli Cumhuriyet kadrolarını, Nâzım dahil sol liderleri de içine almakta, ülkenin yurtsever damarına baskı yapmakta, onu itibarsızlaştırmaya hizmet etmektedir. Hoca’nın ta başından bu niyetle yola çıktığını düşünmekteyim.
HDP-PKKcılık bu ülkede sol bilinci yok eden en tehlikeli liberal çizgidir. Bu çizgi zaten başından beri (zaman zaman ayrı düştükleri noktalar da olsa) açık liberallerle iş ve görüş birliği içindedir. Ortaklaşa bir çalışmayla ülkede sol medyayı sol medya, edebiyatı edebiyat, akademiyi akademi, aydını aydın olmaktan çıkaran çizgi tam da bu çizgidir. Siyasi iktiadarlar sosyalist-sol duruşa sağdan çakmışlardır durmadan, bunlar da soldan dolanıp oradan çakmışlardır. Bu çizgi, sol adına popülerleşmiş her şeyi, ama her şeyi sindirmeden ağzından fışkırtan kusmuk bir ideoloji yaratmıştır. Bu ideolojiyle ideolojisi sağlam sağ iktidarları, örneğin AKP’yi yenebileceği hayallerini satmıştır. Mümkün mi hiç! Bu kusmuk ideoloji ucube bir sözde solcu bilmiş kesim yaratmıştır. Sayısı on milyonu aşkın hilkat garibesi sol bir kitle… Solcu bilinen her ünlüye hayran, duvarları, profilleri Atatürk resimleriyle süslü, ruhları PKK’ya teslim kıyıcı, yalanları HDPli, karınları liberal, alkışları CHP’li, sesleri sosyalist, yürekleri kapitalist… her şeyi bilenler topluluğu…
Yalçın hoca bir de “Kir Teorisi” diye bir kitap çıkarmış. Güya liberalleri eleştiriyorlar. Liberallerle patronları aynı iken, nasıl kirsiz kalabiliyorlar? Edebiyatta bilgi karatma, gerçek çarpıtmadan başka nasıl bir temiz çizgi takip ediyorlar!
Bir de tüm bu HDP destekçisi teorisyenlerin, şeflerin affedilmez bir günahı var ki, düşündükçe insan çıldırır. 30 yıldır başkalarının çocuklarını kırdırarak devrimcilik oynuyorlar. En fedakar Kürt gençlerini kitleler halinde öldürtüyorlar. Ne kendileri giriyor ateş hattına, ne çocuklarını gönderiyorlar. Barış maskesi takıp savaş örgütüne odun veriyorlar.
Bir de tüm sola PKK-HDP ile birlik, zafer vaat ediyorlar. Halk katliamcısı savaş gücüne yaklaşan bir kesimin değil sol, sağ olsa bile bu ülkede iktidar yüzü göremeyeceğini anlamazdan geliyorlar. AKP nasıl dinle aldatıyorsa, bunlar da sapkın bir sözde sol dinsel hezeyanla aldatıyorlar. Bu ülkede Kürt sorunu bir ölçüde çözülecekse bunun savaşın durdurulmasından, onun da Kürtlerin, Kürt gençliğinin PKK-HDP’den kurtarılmasından geçtiğini yalanla dolanla gizliyorlar.
EK NOT: Yalçın Küçük için edebiyat, “büyük siyasi kavgasında” sadece bir çerezdir. Edebiyat bitmiştir der, çünkü sevdiği hiçbir edebiyatçı yoktur. Çünkü edebiyatı sevmez. Orhan Pamuk, Ahmet Altan gibi yazarları çok sert eleştirir görünür. Ama aynı kamp içindedirler. Aynı kamp içinde kimin borusu ötecek kavgasıdır aralarındaki en çok. Küçük 90’lı yıllar sonlarına dek PKKcıydı. Özgür Ülke yöneticiliği yaptı. PKK ile en üst düzeyden yakın bağlıydı. Cumhuriyetçilik 2000 yılına doğru her nedense aklına geldi. O güne dek Cumhuriyet düşmanıydı. Murat Belgeler, Pamuklar, Altanlar… Aklınıza gelebilecek tüm liberal şeflerle çok benzer görüşleri savundu. Bunlar hep aynı yayın organlarında aynı görüşleri savundular. Hepsi belgeli… Hep en üst düzey medyada, TV’lerde sesleri çıktı. Birileri hep onları star yaptı, star tuttu… Sol bilincin hep birlikte canına okudular.
General güzellemeleri yaptığı ulusalcılık döneminden sonra yine HDPciliğe döndü. Şimdi birtakım arkadaşlar liberalizme karşı mücadelede onun önderliğini tanıyorlar. Kir Teorisi… bilmem ne.. kitap, Yeni Gelen vb.. dergi çıkarıyorlar. Liberal şeflerin en ileri geleni himayesinde güya liberallere karşı mücadele yürütüyorlar… HDP çizgisi içinde güya sol kültür kavgası veriyorlar… Sahteciliğin bu kadarı olur!
SONUÇ: Kitap okumayan veya doğru dürüst okumayan, iyi kitapları okumayanlar için, sağcısı, solcusu ezici çoğunluk için… Unomastica Alla Turca dahil pek çok iyi kitap kayıp metinlerdir, sadece söylencesi dolaşan yitig bitiglerdir. O yüzden bu yazdıklarımdan kimse endişe etmesin. Bir etkisi dokunmayacaktır, ezber kafalar vasatı için de bir tehlikesi bulunmamaktadır.
Unomastica Alla Turca – Y. Hakan Erdem (Doğan Kitap)
SÜRYANİLER: DAHA KİMSE YOKKEN ONLAR BU TOPRAKLARDAYDI
Güneydoğu Anadolu’da, bizim sol kanadın “Kürdistan” demeyi çok sevdiği o “coğrafyada” birçok bölge, şehir ve kasabada Süryaniler çoğunluktaydı. 18 ve 19. yüzyıllarda bu böyleydi. Hatta yakın geçmişte 60’lı yıllarda Mardin nüfusunun yüzde 90’ı Hıristiyandı. 2000’ler başında ise sadece 1500 kişi kaldılar. (sayfa 72).
Kim sürdü, kıydı onları? Neden? Kitabın anlattığı şeylerin bir kısmı buna dair. İlk büyük kıyım ki, 10 binden fazla doğu Süryanisi (Nasturi) katledildi, ilk Kürt bağımsızlıkçılarından Bedirhan bey tarafından gerçekleştirildi. 1840’lı yıllar… Mehmet Uzun bunu bir romanında çok iyi anlatır. (Dicle’nin Sesi, 1-2) Sonrasındaki en büyük kıyım Abdülhamit zamanında, Kürtlerden mürekkep Hamidiye Alayları tarafından yıllara yayılmış olarak gerçekleştirildi. Bir iddiaya göre en az 200 belki 300 bin kurbanlık katliam. 1915 tehciri son darbeyi vurdu. Süryaniler Ermeni olmadıkları halde gerekçesiz, mesnetsiz olarak Ermeni sayıldılar ve sürgüne yollandılar.
Kitap tüm bunları gerekçeleri, tartışmaları, kaynakları ile anlatıyor. Osmanlı yönetimi için, gerek padişahlar ve gerekse İttihat ve Terakki için Süryaniler güvenilemeyecek bir halktı. Ermeniler, Ruslar ve Batılılar ile işbirliği yapabilirlerdi. Nitekim bir seferinde Kürt aşiretlerin zulmünden kaçan Nasturiler Ruslarla anlaşmıştı. Öte yandan merkezi devlet Kürtlerin de ayaklanmasından, onların da yabancılarla işbirliğinden korkuyordu. O yüzden Kürtleri her ne pahasına kazanmak istiyorlardı. Aşiret liderlerine taviz üstüne taviz veriyor, kazanmak için onlardan özel ordu birlikleri kuruyor, dini eğitimi pompaladıkça pompalıyorlardı.
Kürtlerin ise, gerek aşiret şeyhleri gerekse topraksız ve aç kalmış kürt yoksulları açısından en önemli hedefleri: Görece zengin Süryanilerin topraklarına, evlerine, mal varlıklarına el koymaktı.
1928 affıyla ülkelerine önemli bir kısmı döndü. Ama toprakları, evleri başkalarının mülkündeydi. Kötü muamele devam etti. Hem devletten hem komşulardan. Tekrar göç etmeye başladılar. Batı’ya veya yurtdışına. Ermenilerle bir sorun çıkınca Ermeni sayılıyorlardı, Rumlarla sorun çıkınca Hıristiyan… 80 sonrasında PKK-Devlet çatışmasının ortasında kaldılar. Evlerini gündüz devlet, gece PKK bastı. Her iki taraf için de haindiler.
Fehmi Koru, Zaman’da yazmış : ‘PKK neden hep Müslümanları öldürüyor, Süryanilere niye dokunmuyor?’ Kitap yazıyor: 80 sonrası sadece 1995’e kadar 40 kadar Süryani öldürülmüş. (Sayfa 74) Sonrasında kim bilir kaç Süryani öldürülmüş? (Kitap yenice, 2012 baskılı olmakla beraber, eski saha çalışmalarına dayandığından 2000’ler sonrasına uzanamıyor.) PKK bunların bir kısmını üstlenmiş, bir kısmı faili meçhul kalmış.
Sonrasında… Göç hızlandı. Tüm bölgede birkaç bin Süryani kaldı. Bir o kadar da İstanbul’da, orada burada.
Oysa… DAHA KİMSE YOKKEN ONLAR BU TOPRAKLARDAYDI
Asimilasyon, şovenlik, ulus devlet faşizmi vb.. kavramlarının meraklılarına… Sesimiz gidiyor mu?
Kitap başka neleri anlatıyor:
Süryanilerin tarihini, dillerini, kültürlerini, dinlerini, siyasal, sosyal ilişkilerini.
Önemli bir başvuru kitabı. 208 sayfalık kitabın 75 sayfası 200 Süryaniyle yüz yüze görüşülerek yapılan anketin sonuçlarına ayrılmış. 24 sayfa da bu yüzyüze görüşmelerden bazı notlara…
Anket’ten ilgi çekici bazı notlar:
Süryaniler en güvenilir kurum olarak 200’de 85 oranla orduyu görüyorlar.
Askerlik hizmeti sırasında onlara nasıl davranılmış: Askere giden 74 kişi içinde çok iyi diyen 12, iyi-normal diyen 47, kötü ve çok kötü diyenler 15.
Hiç oy vermeyecekleri parti sıralamasında HADEP birinci, MHP ikinci. En çok sempati duydukları parti ANAP, sonra CHP geliyor.
Meslekleri: Ev kadınlığı ile kuyumcu-gümüşçülük açık ara ön sırada.
Tuttukları takımlar: Yüzde 45 Fenerbahçe, 26 Galatasaray, 10.5 Beşiktaş. (Kalsın şu 10.5, sürün lan bu Süryanileri! Aman deyim, yine şaka söylüyorum, şimdi ciddi sanırlar, onca ırkçı ayrımcı varken, papazı ben bulurum karşımda.)
Evliliğe bakışları, kadına bakışları, dinlerine ve etnik kimliklerine bakışları… ve birçok şey ankette ve metinde… Örneğin büyük çoğunluğu kendilerini dinselden çok etnik bir grup olarak görüyor.
Mutay Öztemiz temiz bir bakış açısı, dürüst ve titiz bir bilimsellik sergiliyor, çalışma sonuçlarına dayanan meramını güzel anlatıyor. Başarılı, iyi bir kitap. (Ayrıntı Yayınları)
CUMHURİYET DÖNEMİNDE DEVLETİN DİN POLİTİKALARI
1997 basımı kitap, 134 sayfa.
Yazarın yüksek lisans tezinin kitaplaştırılmış hali. Çok genç yaşında hazırladığı bu kitapta Mutay Öztemiz’in çalışması sağlam, dili temiz ve düzgün. Seyrek basım hataları dışında biçimsel önemli bir kusur yok.
Her ne kadar adı böyleyse de devletin din politikaları Osmanlı’dan başlayarak anlatılıyor. Osmanlı’da din anlayışı nasıldı ve ne gibi değişimler gösterdi. Osmanlı bir şeriat devleti miydi? Tam öyle değil. Nasıldı? Ayrıca örneğin kitaptan, ülkemizde ilk laik uygulamaların ve kanunların 1839 Islahat Fermanı ve 1876 Kanuni Esasi’siyle Osmanlı’da geldiğini görüyoruz.
Laiklik ve sekülerizm birbirine benzer ve birbiriyle örtüşen ama aynı olmayan kavramlar. Laiklik daha çok Katolik Batı’da, Sekülerizm ise Protestan Batı’da vücut bulmuş. İlkinde devlet din otoritesinden kurtulup dini denetler haldeyken, ikincisinde devlet ve din işlerini daha bir ayrı, özerk yürütmek gelenekleşmiş.
Cumhuriyet’le birlikte 1924 Anayasasında “devletin dini İslamdır” kaydı varken, sonraki yıllarda adım adım yasada ve uygulamada laiklik oturtulmuş. Elbette her aşamasında tutucu çevrelerin direnciyle karşılaşmış bu atılımlar.
Ülkede 1997’ye kadarki dönemde devletin dine yaklaşımı hangi devirlerde, hangi iktidarlar altında, ne gibi değişikliklere uğramış? Kitap önce dünyada laikliğin gelişimimi iyi özetliyor, sonra bu noktada bizdeki tüm gelişmeleri, değişimleri, akademik ve siyasi tezleri ve tartışmaları güzel sergiliyor.
CHP laiklikten nasıl tavizler vermeye başladı, Demokrat Parti ileri gelenleri hiç de dinci olmadıkları halde nasıl ve neden dincilikle bütünleşti? Bunun ekonomik, sınıfsal, sosyal temelleri. En çok okunan kitapların beş on bin satıldığı bir dönemde bir yıl içinde Mısır’dan ithal 250 bin dini kitap nasıl Türkiye’ye dağıtıldı? Demokrat Parti Atatürk’ü koruma kanununu nasıl ve neden çıkardı?
Devletin din eğitiminde takındığı tutum dönemlere göre nasıl değişti? Tarikatlar ne zaman yasaklandı, ne zaman tekrar palazlanmaya ve siyasette belirleyici hale gelmeye başladı?
80 öncesi ve sonrasında ABD’nin Türkiye’de dinsel akımlara yaklaşımı nasıldı? ABD neden Müslüman dinsel akımları destekledi, hangilerini destekledi? Amerikancı cuntanın dinsel akımlara yaklaşımı neden iki yüzlüydü? Sonraki iktidarlar, ANAP vb. dine karşı nasıl bir tutum aldı, hangi tarikatlerin etkisi altında kalındı?
Öztemiz, tüm bunları en sağdan en sola karşıt görüşleri birlikte vererek, nesnel bir bilimsel anlayışla ve fakat sağlam bir bakışla okura özetliyor.
İlgilisi için kısa ve güvenilir bir başvuru kitabı. (Pencere Yayınları).
Kaan Arslanoğlu
Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.
İNAN 28.08.2018
Binlerce yıldır, bu coğrafyada yaşayan toplumlar, kendilerine çocuklarına inancına göre ad seçmiş, müslümanlar bolca yahudi peygamberlerinin adını koymuş, torunlarına, evlatlarına, şimdi bu Ahmet, Musa, İsa, vs. adını taşıyanlara şak diye yahudi mi diyeceğiz. Bu kadar kimliğin, kimsesizliğin, yetimliğin, kimin ne olduğunun belli olmadığı coğrafyada, ada bakıp, soyada bakıp bu budur, şu da şudur mu diyeceğiz, imkan var mı? Bu bence saçmadır.
İNAN 28.08.2018
Y.Küçük tahliye olduktan sonra, ölmeden gideyim bir göreyim şunu deyip kitap fuarında imza gününe gitmiştim, hemen iki kitabını alıp sıraya girdim, herkese adını soyadını, kökünü kökenini soruyor not alıyordu, sıra bana geldi, adımı sordu, duyunca bir daha sordu, adımın nereden geldiğini bilip bilmediğimi sordu, benle ilgilenip konu açmaya başladı, bizim anne tarafında rahmetli enişte var onun yeğeni (Tüm ülke olarak bir ara ona "sövdünüz", oldukça bilinen ünlü bir gazeteci ;)) hakkında da abuk subuk yok şu yok bu diye yazmıştı, konuyu açtım, dikte ederek, hoca yanlışsınız haberiniz olsun dedim, bu birden eliyle yüzünü kapatmaya bağırmaya başladı, sanki ben ona vurmuşum gibi, ooo uuuu diyordu. Şaşırdım ben de ne oluyor yahu dedim, sakinleşince oğlumun adını sordu, Baran dedim, elindeki kalemi fırlatıp bağırmaya başladı, ya siz ne yapıyorsunuz diye.
İNAN 28.08.2018
Merhaba. Yazınızda eksikler vardır; Mehmet Uzun'un kitabında Kürtlerin yaptığı dini-soy-kırımların anlatıldığı doğrudur, yazınızda eksik vardır. Mehmet Uzun bunları anlatırken, bir yandan da kendi kabilesinin fermanlara sığınarak yaptığı kötülükleri savuşturmaya, yükü hafifletmeye de çalışmıştır. Kanlı eller temizlenir ama katı yüreklilik en kötüsüdür vs. yazmış, Osmanlı ve Türk paşalarının ne kadar katı yürekli olduğundan bahsetmiştir. Yaptığın pisliği başkasına mal etme, eleştiri kabul etmeme, dinlememe, anlamama, bildiğini okuma, lafı başka türlü yorumlama, hata kabul etmeme bu toprakların mayasında vardır. Ben daha şu yaşımda hatasını kabul eden kimse görmedim. Herkes pür ve pak, herkes ak kaşık. :)
H.ÜNSAL 26.08.2018
S.Yalçının da omurgası katarpiller dunlop lastikleri gibi esnektir. Millicidir, antiemperyalisttir krizde de ”Vatan, siyaset üstüdür” başlıklı döktürmeler yapar. Farklılıklarını her konuda çok konuşup çok yazarak göstermeye çalışan bu şahsiyet ve odaklar Neo-Liberallerin ikiz kardeşleridir. Yukarıda ifade etmeye çalıştığım hegemona hizmet ederler. Bu icralarıyla da sistemden madden ve manen (siyasi kültürel guru kabul edilmek. Entilijensiya olmak manasında) nemalanırlar.Türkiye’nin gerçek yurtseverlerinin, aydınlarının, sosyalistlerinin işi zordur. Bu sarmaldan kurtulmak ta vazgeçilmez bir sorumluluktur.
H.ÜNSAL 26.08.2018
Ancak siyasi mücadelenin aynı zamanda ittifakları ve birliktelikleri gerektiren bir yönü de vardır. O noktada yapılan tercihlerde oportünizme düşmek zafiyet yaratır. Hedefleri karartır, ilerlemeyi engeller. Y.Küçük eklektik oportünist bir kişiliktir. Siyaset ve kültür hayatının her alanı için bir şey söylerken bir yanda doğru olanı bir başka şeyi yıkmaktadır. Biyografisine bakalım ne görülüyor. 50 yılda kaç suratı var? Yukarıda Kaan bir kaçından söz etmiş. Devam
H.ÜNSAL 26.08.2018
Neo liberallerle mücadele bir nispette kolaydır. Bazı alanlarda doğru tespitler üzerinden mücadeleler de yapılıyor. Tam bilinç açılıyor, bak doğru yol gözüküyor denirken; doğru yerde,doğru mücadele veriyorlar denirken, hemen bir tırnak çıkartılarak esas; yani öz karatılıyor. İdeolojik mücadele sapma, yalpalama, ırvırma kıvırma kaldırmaz. Bir doğrultuya dönük, sarkacın bir oyana bir buyana sallanmadığı dosdoğru gidilerek yapılan mücadeledir. Siyasi mücadele: O da bir doğrultuya dönük olmayı zorunlu kılar. Devam
H.ÜNSAL 26.08.2018
Yalçın Küçük te Y.Küçük. Bu adamın mokunda boncuk yok. Olsa 50 yılda boyunlarda şerefle taşınan berat olarak taşınırdı.Neo-Liberal- sol liberaller için söylenecek tek söz: Bunlar Sistemin ekonomik- politik-sosyal ve sanatsal konseptlere dair tartışma alanlarını-emperyalizmin stratejisine uygun olarak sürekli kültürel çalışmalarla iğdiş edicilerdir. Yegâne görevleri canlı yaşamı uyuşturmak, algı ve bilinç ruhunu çökertecek virüsleri yaymaktır. Neo liberalizme karşı çıkmadan ne demokrat olunur nede demokrasi gelir. Ne sosyalist olunur ne de devrim yolunda yülünülür. Bırakın devrim yapmayı ülkede geçek yurtseverlerin demokrat akımlarının, sosyalist hareketlerin toprağından göverip alternatif güç olması na mümkündür. İlerlemenin ve gelişmenin ön koşulu Neo liberal hegemonyayı yıkmaktan geçer. Devam
Murat Tetik 25.08.2018
Her ikisinin de bazı özelliklerini taşıyan melezleme bir tür olduğunu düşünüp sormaya bile korkuyordum neyseki öyle değilmiş, teşekkürler.
editör 25.08.2018
Evet, ironi değerli Murat Tetik.. Yazar bu ironiyi birkaç aydır yapıyor. Bunu birkaç ay önce bir face yorumcusundan kaptı, ama kimden kaptığını şimdi hatırlamıyor. Sağın Kadir Mısıroğlu'su varsa, solun da ona eşdeğer rakibi, bilim dışı fantastik üfürükçüsü Yalçın hocası var, esprisi... Saygılar.
Murat Tetik 25.08.2018
"Yalçın Mısıroğlu" kim? Yada ironi varsa bunu anlamak için hangi ön bilgilere sahip olmalıyım.
İlknur Arslanoğlu 23.08.2018
Hakan Erdem'i ve Mutay Öztemiz'i merakla okuyacağım. Ancak okumadan, yazıdan çıkardıklarımla söyleyeyim ki Mutay Öztemiz'inki cinsinden çalışmalar insana akademi, akademisyenlik kavramının (özellikle sosyal bilimlerde) nitelikli kişiliklerle buluştuğunda insanlık için nasıl vazgeçilmez olduğunu düşündürüyor, çok özveri gerektirmesine rağmen hak ettiği değeri bulmasa da...