Onlar Daha Çocuktu.. İki Kitap..

Onlar Daha Çocuktu.. İki Kitap..

“Diğer iki koğuşta yapılan şey bundan pek farklı değildi. Başına çullandıklarında, İrfan bir an boynuna atılan ipten kurtarır kendini, kurtarır kurtarmaz da “Anneeee, babaaaa!” diye çığlık atar. Bu çığlık üç beş saniye sürebilmiştir ancak. İnfaz ekibinin dördü birden var güçleriyle İrfan’ın boğazına sarılırlar. Kimisi ellerini tutarken, diğerleri de……….”

Kitabın 46. sayfasındaki bu satırlardan sonra kalan bölümleri okumayı ertelemiş, kitabı bir an önce tanıtmak için duygusal ve tepkisel bir yazı yayımlamıştım. Bazı parçaları aşağıda.

Şimdi kitabı sonuna dek okuduğuma göre başka şeyler de söyleyebilirim.  

Yazar PKK’nın içinden gelmiş biri.. Yıllarca hapis yatmış.. Önemli kadrolarından.. Kitabı baştan sona gerçeklere, gerçekler üstüne tanıklıklara, belge ve bilgilere dayanıyor. Yazar siyasi duyarlılığını insani duyarlılıkla ve gerçeğe sadakat ilkesiyle kaynaştırmış, takdir edilesi bir bireşime varmış.

Giriş paragrafındaki gibi çok sayıda çarpıcı ve acıklı olguyla karşılaşıyorsunuz yapıt boyunca. Üzülüyor, öfkeleniyor, düşünüyorsunuz.

Vay gariban çocuklarım vay.. Büyük çoğunluğu yoksul, köylü çocukları. Kürt çocukları… Büyük çoğunluğu kaçırılmışlar… İrfan da onlardan biri. Dağlardaki kamplara getirilmişler. Rıza gösterenlerin eline silah verilmiş. Rıza göstermeyenler için tutsak hayatı başlamış. Devlet kampları basınca en önce bu savunmasız çocuklar öldürülmüş. Kaçmaya çalışanı PKK vurmuş. Devlet ise canlı yakaladığını işkenceden geçirmiş. Ne yapsınlar.. çoğu işkencede bildiklerini anlatmış…

Devlet bu çocukları genel uygulama gereği büyüklerin koğuşlarına vermiş. Örgütler bu çocuklara “konuştukları” için hain gözüyle bakmış ve hemen işkenceye başlamış. Oysa ki koğuştakilerin de büyük bölümü işkencede konuşmuş… Olsun… Örgütün disiplini sağlanmalı… Ve onlarcası, o çocuklar… bu şekilde boğularak, şişlenerek infaz edilmiş…

Yazarın dert ettiği konuların başında bir de “çocuk savaşçılar” konusu geliyor. Bilgiler inanılır gibi değil, ama belli ki gerçek. 10 yaşından itibaren (belki 9) çocuklar kitleler halinde alınıyor kamplara. Askeri eğitimden geçiriliyor. Örgüte göre “gönüllü olarak” katılıyorlar. Öyle olduğunu farz edelim. Nasıl ve ne hakla askeri ortama kabul ediliyor bunlar ve neden geri gönderilmiyor?

İnsanlığa da aykırı, uluslararası sözleşmelere de… Kaldı ki önemli bir bölümünün kaçırıldıkları açık. Geriye, ailelerinin yanına dönmelerine en başta PKK engel çıkarıyor. Zaten PKK “zorunlu askerlik yasası” adı altında bir uygulamayla her ailenin üç çocuğundan birini istediğini, bu isteğe uymayanları cezalandırdığını kendi kabul ediyor. O çocuklara “çocuk” bile demediklerini, “gençler” olarak bahsettiklerini kitaptan öğreniyoruz.

En sondaki listeye baktım: 1990-2000 tarihleri arasında PKK ile Devlet arasındaki çatışma ortamında ölen (saptanabilenler) çocukların ad ad listesi. Yaşları 0-18 arası… 289 çocuk.

Bu savaşta kaç kişi öldü ve kaçı çocuk?

Türkiye’de 60 bin kadar kayıp yaşandığını hesaplıyor yazar belli resmi bilgilere bakarak. Muhtemelen 60 binden fazla. Büyük çoğunluğu Kürt. Ülke dışındaki ölümleri (Suriye, Irak ve sair ülkeler..), örgüt içi infazları sayarsak 100 bin gibi bir rakam çıkıyor. Evet, kaçı çocuk?

18 yaş altı savaşçıların oranının PKK’nın birçok biriminde yarıya yaklaştığını, cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlüler arasında üçte bir kadar olduğunu, çatışmalarda acemi çocuk savaşçıların daha kolay öldüğünü okuyoruz. Yazar bir rakam vermiyor, ama benim başlangıçta tahmin ettiğim 2 bin rakamından çok daha fazlasına ulaştığı söylenebilir. 

Sözde insan hakları örgütleri, sözde demokratik kitle örgütleri, muhalif partiler ve muhalif yayın organları bu sorunu bir sorun olarak kabul etmiyor, bu büyük insanlık dramından bahsetmiyorlar bile.

Yazar, tabularımızı yıkmaya çalışıyor, yıkamıyor, ama zorluyor. Hangi tabularımızı? Şiddetten yana tabularımızı. Sol-sosyalist mücadelenin içinde yer alanlar, bizler, 200 yıla yakındır şiddeti kutsuyoruz. Devrimlerden yanayız ve devrimlerin ancak şiddetle gerçekleşeceğine inanıyoruz. Gerçi sol saflarda yer alanların hepsi aynı ölçüde zordan, çatışmadan yana değil. En aşırı uçtakiler devrimi alenen terör eylemlerinden ibaret görürlerken, büyük bölümü ilkesel olarak terörü reddetmeden kitlesel şiddetten yana. En barışçıl sosyalistler bile belli zamanlar ve durumlarda şiddettin kaçınılmaz olduğunu ve buna hazırlanmak gerektiğini ileri sürerler.

Örneğin aşağıda tanıttığım bir başka kitap, bir gezi kitabı… Belli şehirlerdeki devrimlerden söz ediyor. Ve bu devrimlerin tamamında şiddet var. Az ya da çok.

Aytekin Yılmaz ise şiddet olacaksa devrimden yana değil. Ya da sıfır şiddetli bir devrimden yana. Şiddete sıfır toleranstan yana.

Saygı duyulacak bir tutum. Desteklenmesi gereken bir tutum. Ama olabilirliği, gerçekliği ne?

Ben bunu biraz “vegan”lığa benzetiyorum. Tek tek kişiler uyguladığında (sağlıkları bozulmadığı sürece) erdemli, güzel bir şey. Fakat geniş kitleler uygulayabilir mi? Sorunlara çözüm olabilir mi? Doğamızla, insanla ve gerçekle… Yaşamla bağdaşır mı? Bence hayır! Bu koşullar ve bu insan köklü bir değişim görmediği sürece.. hayır!

Ancak şiddet konusunu sürekli tartışmalıyız. Gündemin ilk maddesine almalıyız. Sıfır şiddet yaşamın gerçekleriyle bağdaşmaz bence ama… Şiddeti olabilecek en düşük düzeye indirmek için çok ciddi çabalamak… Hem insanlık yararına, hem haklı politik mücadeleler yararına, hem devrimler yararınadır. “İyiler” kendilerini savunmak için birçok zaman zorunlu şiddete itiliyorlar, ama bu dozun artması bile sonuçta “kötülerden” çok, iyileri vuruyor.

Bence bu konu çözümsüz bir sorundur. Katı ilkeleri en önce yaşam parçalar. Fakat şimdi durduğumuz yer çok daha büyük bir sorundur. Sol için, muhalefet için sıfır şiddet ilkesinden çok, ama çok daha büyük bir sorundur şiddete sempati. Şiddete aktif veya pasif destek… Şiddeti büyüten her türlü bakışı kutsamak. Neredeyse hepimiz şiddet suçunun ortaklığını yapmışızdır. Bizzat şiddet uygulamış ya da şiddeti güzellemişizdir. Çok büyük bir problemdir. Bu konuda yazara sonuna dek katılıyor ve onu destekliyorum.

20.5.2019

Onlar Daha Çocuktu, Aytekin Yılmaz, İletişim Yayınları… 175 sayfa..

 

Daha önce face sayfalarımızda tanıttığım bir kitabı daha buraya, siteye koyuyorum:

DÜNYAYI DEVİREN KENTLER

O kentlerde yeniden devrim olur mu? Mustafa Tabak’ın gezi kitabı kısa (79 sayfa), ama hayli doyurucu. Manchester, Paris, St. Petesburg, Selanik ve Varna izlenimlerini anlatıyor. Şehir gezilerinin, o şehrin tarihi bir yana şehrin devrimci tarihi, şehirle ilgili edebi yapıtlar ve felsefeyle güçlendirilmesi kitabın özgün ve değerli yanı.

Söz konusu şehirlerde yaşamış ya da o şehirlerle ilgili Türk ve yabancı önemli figürler hakkında bilgiler verilmesi de iyi. Bizden Atatürk, Nazım gibi.. Dili güzel, ufak tefek dizgi kusurları dışında çalışma düzgün. Geçenlerde yanan Notre Dame klisesi hakkında da bir kısa bir bölüm var. Quasimodo’ya bin selam :)

Ne var ki 2012 basımlı bu kitabı nasıl bulabilirsiniz? Onu yazarından sorun. Ben Nadir Kitap’tan, 2. Elden bulabildim.

Yazar her şehirle ilgili sık sık soruyor: Bir daha bu şehirden böyle devrimciler çıkar mı? Bu şehirlerde yeniden devrim olur mu? Son bölüm de Anti-Bush, Anti-Amerikan söylemlerle bitiyor.

Ben de sorayım o zaman. Türkiye’de ve dünyanın birçok yerinde popüler, yaygın “sol” hareketlerin neredeyse tamamı doğrudan ABD denetimindeyse, bu hareketler bağımsız güçleri kelimenin tam anlamıyla ezip yok ediyorsa… Devrim tekrar nasıl ve ne zaman olur?

Kaan Arslanoğlu





Bu habere henüz yorum yapılmamıştır, ilk yapan siz olun!...