Medya
STALİN KARS VE ARDAHAN’I İSTEDİ Mİ DERKEN… BİR YAZAR KENDİ YAZISINI NİYE ÇARPITIR?
Biri 68’li, öbürü 70’ler kuşağından iki şair, bir öykücü (ben), oturuyoruz. Söz nerden geldiyse, 70’ler kuşağından olan şairimiz, “İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Stalin’in Kars ve Ardahan’ı istediği”ne değiniyor. Ben de bu bilginin, Türkiye’yi NATO’nun ileri karakolluğuna atamakta kullanılan bir uydurma olduğu konusunda ciddi karşı görüşler olduğu için gerçekliğinin tartışmalı olduğunu, bu yüzden de o konuşma anında masada doğru olarak benimseyebileceğimiz kesinliği bulunmadığını söylüyorum. 68’li şairimiz de aynı yönde kuşkularını açıklıyor. Tartışma uzuyor, bütün akşamı kaplamasın diye, konuyu araştırmak üzere kapatıyoruz.
Ertesi gün, o tartışmayla dolu kafam başka bir şeyle ilgilenmemi önlüyor. İnternette konuyu sorguluyorum. Benim sorguladığım anahtar sözcüklerle gelen her iki kaynaktaki yazıları okuyorum. Biri haber.sol.org.tr’deki Kıvılcım Çağla imzalı “Stalin Kars ve Ardahan’ı İstedi mi” başlıklı yazı (1); öbürü odatv’nin ilerihaber.org’dan alıntıladığını belirterek verdiği “Stalin'in Türkiye'den toprak istediği doğru” büyükbaşlığıyla ve “Komünist akademisyenden yeni iddia...” altbaşlığıyla verdiği yazı (2).
Çok güzel… ‘Demek daha ilk sorgulamada iki ayrı kişiden iki karşıt görüş okuyacağım, üstelik yakın bir geçmişte birdenbire ve bence anlaşılmaz bir biçimde ortadan ikiye bölünen emperyalizm karşıtı komünistlerimizin her ikisinin yayın organından,’ diye umutlanıp iki yazıyı da susuz kalmışların su içmesi gibi okumaya koyuluyorum. İlk yazı şaşırtmıyor. Stalin’le şimdi de barışık bir siyasal örgütün haber-yorum sitesi olan internet gazetesinin kendi duruşuyla çelişmeyen, gazete de olsa bir örgüt gazetesi olduğu için örgüt görüşüyle çelişmesi beklenemeyecek bir yazı. Ama benim aradığım da zaten yalnızca karşıt görüşlerin yazıları. Bu ilk yazıda, “Stalin’in Kars ve Ardahan’ı istediği haberini Feridun Cemal Erkin’le Selim Sarper’in yaydığını, her ikisinin de Amerikan yanlısı diplomatlar olduğunu, bunların sözlerinin ve anılarının kıymeti harbiyesinin dedikodudan daha fazla olmadığını” söylüyor Kıvılcım Çağla imzalı yazar. Bir de Stalin’le Sovyetler’in o zamanki Dışişleri Bakanı Molotov arasında geçtiğini söylediği karşılıklı konuşma aktarıyor ve bu konuşmaların Kars-Ardahan için değil, Boğazların Sovyetler’le ortak savunulması ve bunun için de Boğazlarda Sovyetler’e üs verilmesi konusunda yapılan konuşmalar olduğunu, bu konuşmaların konusunun Kars ve Ardahan olmadığını yazıyor. Bizim bu yazımızın anlaşılabilmesi için, o yazının o bölümünü yatık yazıyla buraya aktaralım:
“Şair-gazeteci Feliks Çuyev'in bu konuda önemli bir tanık olan Molotov'la yaptığı söyleşiler 1991'de Rusya'da yayınlandı, hemen İngilizceye çevrildi, 2002'de yeniden basıldı, geçen yıl Türkçe çevirisi de çıktı. Molotov Stalin'in güney Kafkasya sınırını göstererek "buradaki sınırımız hoşuma gitmiyor" dediğini söylüyor. (Feliks Çuyev, Molotov. Poluderjavnıy Vlastelin, Moskova: Olma Press, 2002, sf. 19). Tabii buradan Stalin'in Türkiye sınırından memnun olmadığı anlamı çıkıyor, ancak bu toprak istediği anlamına gelmez. Haritaya bakıp birçok şey söylemek mümkündür ancak bunu resmi politika yapmak başka şeydir. Molotov daha sonra Stalin'in ondan Boğazlar'da ortak savunma için bastırmasını istediğini belirterek bunun yanlış olduğunu ancak Stalin'i bunun yanlışlığına ikna edemediğini söylüyor. Stalin: "Haydi bastır! Ortak üs". Molotov: "Vermezler". Stalin: "Sen bir dene hele!". (agy, sf. 148). Molotov açıkça "bu bizim açımızdan bir hata idi, Türkiye sosyalist olsaydı belki düşünülebilirdi" diyor. Daha sonra "Bizde Türk topraklarını isteyenler vardı, Gürcü bilim insanları yazdılar" diyor. Dikkat edilirse Molotov Boğazlar konusunda Stalin'i açıkça eleştiriyor, ancak Kars ve Ardahan'ı istediğini söylemiyor.”
İkinci yazının imzası, birinci yazının imzasıyla gülümsetici çağrışımlar yaratıyor. Birincinin yazarının soyadı Çağla idi, ikincisinin yazarının soyadı Badem. Peki bu Badem, bildiğimiz Çağla Badem’i mi? Onu, ikinci yazıyı okurken anlıyoruz. Yazar, bir bilim insanından beklenmeyecek savsaklama ile, haber.sol.org.tr’deki yazının imzasının kendisinin takma adı olduğunu açıklama gereği duymadan, o sitedeki yazıya gönderme yapıyor ve oradaki yazının sonunu anımsatıyor. O anımsatma şöyle:
"4 Kasım 2008'de soL Portal'da yazdığım yazıda 'Stalin Kars ve Ardahan'ı İstedi mi?' diye sormuş ve yazımı şöyle bağlamıştım: 'Sonuç olarak Stalin'in 1945'te Kars ve Ardahan'ı istediği iddiası kanıtlanmamış bir iddiadır.' Stalin'in veya SSCB hükümetinin yazılı notası bize gösterilmedikçe bu iddiaya inanmamız için bir sebep yoktur. Peki ya böyle bir notanın var olduğu ortaya çıkarsa ne mi yaparız? Gayet basit, Stalin hata yapmış deriz. Stalin'i severiz ama gerçeği daha çok severiz. Aklımız, fikrimiz, vicdanımız özgür bizim.'
Kendi aktardığı bu alıntıdan sonra bilim insanı yazarımız ikinci yazısında, konuya ilişkin bilginin nasıl değiştiğini açıklamasını beklediğimiz şu tümceleri yazıyor:
“Aradan geçen yedi yılda Rusya, Ermenistan ve İngiltere arşivlerinden yeni bilgilere ve belgelere ulaştım. Ermenistan devlet arşivi 1945-46 yıllarında Erivan ile Moskova arasındaki resmi yazışmaların bir kısmını yayımladı. (Bkz. Natsionalnıy Arhiv Armenii, Armeniya i Sovetsko-Turetskie Otnoşeniya v Diplomatiçeskih Dokumentah 1945-1946 gg, pod red. Armana Kirakosyana, (Erivan: Tigran Mets, 2010).Azerbaycanlı antikomünist tarihçi Cemil Hasanlı'nın kitabında da (Türk Sovyet İlişkileri 1939-1953, Ankara: Bilgi Yayınevi, 2011) yine Rusya ve Azerbaycan arşivlerinden önemli bilgiler var. Bütün bunlar ve Feliks Çuyev'in Molotov'la söyleşileri (Molotov. Poluderjavnıy vlastelin. Moskova: Olma Press, 2002) ışığında şimdi yeniden özet bir değerlendirme yapmanın zamanıdır.”
Göreceğiniz gibi, “bilim insanı” yazarımız yukarıda, konuya ilişkin bilgilerin değiştiğini söylüyor ama nasıl değiştiğini, hangi belgelerle değiştiğini söylemiyor, göstermiyor. Yeni belgelere ulaştığını söyleyerek yeni durumu kanıtlayacakmış gibi yapıyor ama kanıtlamıyor. Antikomünist tarihçi Cemil Hasanlı’nın kitabıyla Feliks Çuyev’in Molotov’la söyleşilerini anımsatıyor. Nerede yeni ulaştığı belgeler?.. Antikomünist Cemil Hasanlı’nın dayanakları var mı, varsa nelerdir, bunları söylemiyor. Bilim insanının olmazsa olmaz zorunluluğunu yerine getirmiş gibi sözler ediyor ama yerine getirmiyor. Üstelik, çok ilginç başka bir şey de yapıyor, bir önceki yazısında “O konuşmalar Kars-Ardahan için değil, Boğazlar içindi” dediği konuşmaları, kendisi hiç öyle dememiş de, Kars-Ardahan’ı istediğinin kanıtları olarak kullanmışmış gibi ikinci yazısına taşıyor. İkincisinden, yine yatık yazıyla aktaralım:
“Savaştan galip çıkan Sovyet önderliği savaş boyunca alttan alta Alman yanlısı politika izlemiş olan Türkiye'den Kars, Ardahan ve Artvin yöresini alarak bu toprakları isteyen Gürcistan ve Ermenistan cumhuriyetlerini memnun etmek istemiştir. Molotov'un dediğine bakılacak olursa o Stalin'e “vermezler” demiş, Stalin ise “sen talep et” demiştir. Açıktır ki Stalin aşırı bir özgüvenle hareket etmiş ve gerçekçi davranmamıştır. Türkiye'den toprak talebi sonuçta Türkiye'yi daha fazla ABD'ye yakınlaştırmaktan başka bir sonuç vermemiştir.”
Odatv bu yazıyı “Stalin'in Türkiye'den toprak istediği doğru” büyükbaşlığıyla ve ”Komünist akademisyenden yeni iddia...” altbaşlığıyla haber yapıyor, yazının tamamını, ilerihaber.org sitesini kaynak göstererek kendi haberinin içinde veriyor, haberi de “Yalanlanıyordu” arabaşlığından sonra şu tümceyle bağlıyor:
“Yıllardır resmi tarihçiler tarafından dile getirilen bu iddia sol tarihçiler tarafından yalanlanıyor. Bunun Türkiye ile Sovyetler Birliği'ni, karşı karşıya getirmek için uydurulduğunu iddia ediyorlardı.”
Şimdi Çağla-Badem imzalı yazılara dönelim.
Bir yazarın kendi yazısını niçin çarpıttığı, bunun altında ne olabileceği sorusu kafamda çakılı olarak sürekli kendini duyuruyor. Çarpıtmayı yazar öyle gizlemiş ki, görülmesi bile güç. Nitekim konuyu paylaştığım kişiler çarpıtmayı önce göremiyorlar, çarpıtmaya odaklanmış alıntılardan sonra görebiliyorlar. Çünkü “Stalin’in Kars ve Ardahan’ı isteyip istemediği” diye özetlenebilecek ana konu, çarpıtmaya eğilinmesini, odaklanılmasını güçleştiriyor. Doğrusu kimi yakınlarım ve dostlarımca da, ana konu varken bunu neden bu kadar önemsediğim biraz garipseniyor. İlgim sönmediği ve tarih araştırmasının böyle yapılmayacağını bildiğim halde, ana konuda başka yazılar da okumak için internette gelişigüzel sorgulamaya geçiyorum. İlk çıkan yazılardan biri, Soner Yalçın’ın 21 Kasım 2009 tarihli Hürriyet gazetesindeki “Bu da Siyasi Dejavu” başlıklı yazısı (3). Soner Yalçın’ın bence bir’den çok dejavular da yaşatan yazısından konumuzla ilgili alıntıyı yine yatık yazıyla verelim (Dejavu, bir olayı daha önceden yaşamışlık duygusu):
“ABD’nin Soğuk Savaş doktrinine göre, büyük kara ordusuna sahip Türkiye, NATO şemsiyesi altında olmalıydı.
DP de hükümet olunca NATO’ya başvurdu. Amerika desteğine ve Kore’ye asker göndermesine güvenip hemen kabul edileceğini sanıyordu.
Olmadı; Avrupalılar Türkiye’yi istemedi.
Şaşıran sadece Türkiye değildi; ABD Dışişleri Bakanı Dean Acheson, NATO’nun Avrupalı üyelerine sert çıkarak, Türkiye’nin acilen pakta alınmasını istedi.
Avrupa’nın üstünde hâlâ savaşın dumanı tütüyordu; kimsenin sert demeçlerden korkacak hali yoktu.
ABD ve Türkiye, Avrupa’yı ikna için iki yönteme başvurdu:
Bunlardan birincisi, “Stalin, Kars ve Ardahan’ı istedi” yalanına yeniden başvurmak oldu!
Bu yalanı maalesef Feridun Cemal Erkin ile Selim Sarper çıkardı. Güya talep Moskova Büyükelçisi Sarper’e sözlü olarak söylenmişti! Toprak talebini Stalin niye nota vererek yapmamıştı? Bilinmiyor.
Zaten SSCB toprak talebini reddetti; Dışişleri Bakanı Molotov, “Bu nereden çıktı, böyle bir talebimiz yok” demesine rağmen psikolojik harbe yenik düştüler. Bırakın o dönemi, bu kara yalana hâlâ inanılıyor; yıllardır iç politika malzemesi olarak kullanılıyor.”
Candan Badem’in ilk yazısında unutup ikinci yazısında değinmediği başka çelişkileri de var. Örneğin 27 Mayıs’ın ordudan yapacağı tasfiyeler için gerekli emeklilik paralarını bulma sorunu konusunda NATO Başkomutanı Norstad’ı, devletin başına oturmuş olan Cemal Gürsel’le görüştüren ve gerekli parayı ABD’den bulduran Selim Sarper’in kimliği. (Bu konuda, insanbu.com’daki “27 Mayıs’ın Yıldönümünde Yakıcı Soru: ABD Parmağı” başlıklı yazıma bakılabilir.(4)) Başka bir çelişki örneği, ilk yazıdaki “Stalin'in veya SSCB hükümetinin yazılı notası bize gösterilmedikçe bu iddiaya inanmamız için bir sebep yoktur,” koşulundan nasıl vazgeçtiği. Yazar bu değişimi yaratabilecek yeni belgelerin sözünü ediyor ama yalnızca sözünü ediyor, belgeleri göstermiyor.
Benim de bu konu kafamı çok kötü kurcalıyor. Odatv’deki ikinci yazının yorumlarından ikisi çok ilginç. Sitenin “Bir yıl önce” bilgisiyle tuttuğu ve “Ben” takma adlı o iki yorum şöyle (Yalnızca noktalamayı düzelterek, yatık yazıyla aktarıyoruz):
“ABD’nin Irak'ı işgalinde Irak komünistleri ABD’yi desteklemişti. ABD, PKK bizim karagücümüz diyor ve arkalarında PKK olduğunu söyleyen komünistlerin de içinde olduğu bir HDP var. RTE balkon konuşmasında yetmez ama evetci komünistleri isim vererek kutluyor. T.C’nin ve Rusya’nın Suriye konusunda hafiften yan yana geldiği bu günlerde RUSYA hakkında karalamaların başlaması manidar... Bu karalama komünistlerin eliyle yapılması da aslında cok anlaşılır.”
“HTKP MK üyesi Erkan Baş, İleri Haber'de yazdığı "1 Kasım 3 görev" başlıklı köşe yazısında, seçimlerde HDP'ye oy vereceklerini açıkladı. (ODATV’nin haberi) Bu açıklamadan sonra HTKP'nin Rusya’ya karşı psikolojik harekâtın içinde olması normal.”
Peki Stalin Türkiye’den Kars ve Ardahan’ı gerçekten istemiş miydi? Güncelin saldırısının yoğunluğu öyle bastırıyor ki, tarihsel konuları araştırmaya zaman bırakmıyor. Bu hengâmede ne normal, ne anormal?.. Her şey birbirine karışıyor. Kurtlar hep dumanlı havayı seviyor.
Hürriyet Yaşar
2. http://odatv.com/stalinin-turkiyeden-toprak-istedigi-dogru-2809151200.html
3. http://www.hurriyet.com.tr/bu-da-siyasi-dejavu-13010782
4. http://www.insanbu.com/Siyaset-Haberleri/142-27-mayisin-yildonumunde-yakici-soru-abd-parmagi
Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.
ZorAdam 10.11.2016
Bir yazıyı okurken elbette kimin yazdığına bakarım. Yazarken kendi ismini kullanmamak, yada ismini kullanmak istememek o kişiyi karalamaz. Benim anlamadığım farklı bir isimde yazı yazıp sonrada kendi ismi ile aynı konuyu yazarken kaynak olarak 'kendi yazısını' (İnsanların bilmediği) nasıl kaynak gösterebilir, bu bir aldatmaca olmaz mı? Eğer işin içinde aldatmaca varsa biz aldatılan olmazmıyız? Yazarın hemde akademisyen yazarın yazılarını okurken acaba nerede aldatılabiliriz diye paranoyamı yaşayacağız. Belkide Candan Badem/'Kıvılcım Çağla' en azından beni ikna eder.
Akif Akalın 08.11.2016
Aşağıdaki yoruma katılıyorum. Bu konu devrim sırasında Çar'ın ailesi hakkında uydurulan "efsaneler" gibi "ihtiyaç" duyulduğunda sanki yeni ortaya çıkmış gibi gündeme getirilir. Sorun bu kez gündeme getirenin daha geçenlerde açığa alınmasını protesto ettiğimiz "eski" bir dostumuz olması.
Mehmet Harma 08.11.2016
Cümleyi şöyle düzeltirsem meramımı daha iyi anlatabilmiş olacağım; " Türkiye'yi Rusya'yla zamandaş yapan UCT+3, zannedilenin aksine, Mekke'yle aynı anda namaz kılmayı sağlamaktan daha fazla bir şey olabilir mi?"
Ç. 08.11.2016
1000 karakter sınırı olduğu için yorumumun son kısmı açıklayıcı olmadı. Yorum size ait değil. Siz de bu yorumu doğru kabul ederek yazınızda paylaşmışsınız. Yoruma ilişkin herhangi bir eleştiride de bulunmamışsınız.
Ç. 08.11.2016
Yazıya ilişkin yorumumu yapmadan önce Hürriyet Yaşar'ın gerçek isim olduğunu söyleyeyim. (Bkz: ) (Twitterım olmamasına rağmen Candan Badem'in paylaşımını gördüm) Candan Badem yazıya ilişkin yorum yapar ya da yazı gönderirse (daha önce insanbu'da yorum yapmıştı) İleri Haber'deki yazısındaki kaynakları belirtmemiş. Belirtmediği sürece doğru olup olmadığını bilemeyiz. http://haber.sol.org.tr/toplum/ihrac-edilen-akademisyen-candan-bademden-sola-aciklama-islam-fasizmi-167942 Ayrışmadan sonra Sol'a da açıklamalarda bulunmuş. Hürriyet Yaşar, Candan Badem'den HTKP'ye oradan ABD'ye nasıl geldiniz sorusunu size soracağım. HDP'nin ABD ile olduğu kadar Rusya ile de ilişkisi var. Emperyalizmle ilişkisi var. Ulusalcıların da var. Kanıtlarıyla önceki yorumlarımda var. HTKP'nin Rusya’ya karşı psikolojik harekâtın içinde olduğunu söylemişsiniz. Yetmez ama evetçileri komünist olarak nitelendirmişsiniz. Yazıdaki bu kısımlar da doğru değil.
Alper Akçam 08.11.2016
Niyazi Berkes'in Unutulan Yıllar adlı kitabında bu konuyla ilgili ayrıntılı bilgi var. ABDli diplomatların ve Sovyet kaynaklarının araştırılmasıyla varılan nokta, Stalin'in doğrudan bir tophak talebinin olmadığıdır. İkinci Dünya Savaşı yıllarında İnönü ve Saraçoğlu'nun bilgisi kapsamında Almanya'ya, Hitler'le görüşmeye giden Ali Fuat Erden ve Emir Erkilet paşalara Hitler tarafından getirilen bir yorumdur; daha sonra bu konu Selim Sarper tarafından da kullanılmış ve Batıyla bütünleşmek arzusundaki İnönü ve arkasından da Demokrat Parti yönetimlerinin severek kullandıkları bir söylenti gibi olmuştur. Herhangi bir nota, ya da yazılı bir belge söz konusu değildir... Unutulan Yıllar Türkiye tarihiyle ilgili çok önemli somut bilgiler içeren bir kitaptır (İletişim Yayınları 3. Baskı 225-245 sayfalar Sovyetler konusuyla ilgili )
Mehmet Harma 08.11.2016
Bu sene, yıllardır kullandığımız UTC+2 zaman diliminden vazgeçip bir kaç hafta önce UTC+3 dilimine geçtik de bilgisayarlar, kol/duvar/masa saatleri ve akıllı telefonlar farklı davrandı ve bir kaç gün, saat tam olarak kaçtı bilemedik. UTC+3 ile aşağıda Arabistan'la aynı zaman dilimine (AST) dahil olduk, ona da tamam. Ancak yukarıda da Moskova Zaman Dilimi ile Rusya ile aynı zaman dilimindeyiz bu sefer, iyi mi? Yani Doğu Avrupa Zaman Dilimi'nden, Uzak Doğu Avrupa Zaman Dilimi'ne kaymış bulunuyoruz. UCT+3 ile Rusya'yla zamandaş olmak, zannedilenin aksine Mekke'yle aynı anda namaz kılmayı sağlamaktan daha fazla bir şey olabilir mi? Göreceğiz. (Yorum kaybolmasın diye, bu yazının altına yazdım. Serbest yorum yazacağımız bağımsız bir başlığa acil ihtiyacımız var eskiden olduğu gibi sayın editörler)
Akif Akalın 07.11.2016
Günümüzde vaktiyle devrime asla sıcak bakmadığı ve çalışmalarının şu veya bu şekilde komünist Sovyet yönetiminin işine yarayacağını bildiği (hatta gördüğü) halde (Sovyetler Birliği onun ismiyle toplanan Fizyoloji kongreleri sayesinde kendisine uygulanan "batı" ablukasını kısmen kırabilmişti) bilimden ve bilimsel namusundan asla vazgeçmeyen İvan Petroviç Pavlov gibiler neden çık(a)mıyor? Quo vadis?