Deprem Notları

Deprem Notları

KALBİMİZ ONLARLA… MİNNETİMİZ ONLARA… Uyumaktan utanıyoruz, yemek yerken inliyoruz… Acı içindeyiz, ama her bunalımda olduğu gibi aklımızı güçlü tutmak, moralimizi yükseltmek zorundayız. Her bunalımda olduğu gibi üzüntülerden daha büyük yıkım çıkarmaya çalışanlara kulak asmamalıyız. Gücümüzü artıracak noktalara, olumlu bakışlara odaklanmalıyız. O yüzden her kurtarma haberi ruhumuzu canlandırıyor. Her yara sarış bizi kuvvetlendiriyor.

Orada 150 bin kadar görevli ve gönüllü canlarını hiçe sayarak, uyumadan, yemeden, içmeden savaşıyor. Sonsuz müteşekkiriz. Milyonlarca insan yardım uğraşında. İnsanlığı ayağa kaldıran tüm evlatlarımıza şan olsun. Başımız sağalsın, geçmiş olsun…  (8 Şubat)

SOSYAL MEDYADAN UZAK DURUN… HASTALIĞINIZ ARTAR… DAHA DA ÇİRKİNLEŞİRSİNİZ… Whatsapp bilmem ne dahil… Bizim gibilerin kitleye tek seslenme aracımız bu. Ona rağmen diyorum: beni de okumayın, yeter ki buralardan uzak durun.

Medyada, TV’lerde her dakika birileri çıkıp zırvalıyor. Sosyal medyaya girmektense canınız sıkıldığında onları izleyin. Bu zevata evinizde kendi başınıza istediğiniz kadar küfredebilirsiniz. Yeter ki gelip buraya fikir belirtmeyin, fikir belirtenleri okumayın. Çünkü her aklı başında fikre karşı en az 5 sinir bozucu fikir, bir o kadar da hiçbir işe yaramaz insanların salyalarıyla karşılaşırsınız. O salya tadını ala ala alışırsınız, siz de salya akıtmaya başlarsınız, zombileşmiş olursunuz. Bilimsel araştırmalarla sabit: ruh hastası olursunuz. Hem de en fesatından ruh hastası.

Her bunalımda olduğu gibi bu DERPEM ile de insanlar üçe ayrıldı. Kurbanlar, bu acılara kahrolup yardım etmek için çırpınanlar ve hiçbir şey yapmayıp salya saçanlar… İnsana keşke insan olmasaydık da, böyle iyicil, böyle yararlı, böyle masum köpekler olsaydık, dedirten insanlar… Ne kadar az sosyal medya, o kadar ruh sağlığı. Bu sosyal medya demokrasi değil, bağırsak çıkışı… (11 Şubat)

DEVLET NEREDE? YANAN BAĞIRLARDAKİ VİCDANDA… VİCDAN  NEREDE? DERİN MİLLETİN GÖNLÜNDE… Face arkadaşım Fatih Eryılmaz müthiş bir kavram ortaya koydu: DERİN MİLLET… Pek çok zaman pek çok okumuşun koyun gibi gördüğü halk… Ki, bazen, bazı konularda insanın hak veresi gelir… Ne zaman bir bunalım yaşansa, ne zaman insanlığın başı sıkışsa.. Türküyle, Kürdüyle, Lazı, Çerkezi, Boşnağı, Zazası, Arabı, Arnavutuyla… Çöken insanlığı ayağa kaldırır, derin acılarıyla büyük destanlar yazmaya başlar…

ODATV’de Toygun Atilla’nın yazısından bir bölüm: “Gelin size tane tane anlatayım. DEVLET NEREDE? (Devlet’in nasıl yozlaştırılmaya çalışıldığına dair çarpıcı örneklerden sonra…)

Bir fotoğrafa bakıyorum. Hemşirelerin kucağında uçağın içinde hastaneye götürülen minik bebeler görüyorum.

Devlet orada...

Bir görüntü izliyorum, Mehmetçiğin kucağında bir kız çocuğu, enkazdan henüz çıkmış.

Devlet orada...

Gece gündüz demeden afet bölgesinde çırpınan polisi, askeri, itfaiyeciyi görüyorum...

Devlet orada...

Bakanlar, bürokratlar, milletvekilleri, askerler, polisler, sağlık ekipleri, itfaiyeciler..

Devlet orada...

Afet bölgesinde hepsi bir çaba peşinde...

Sadece o kadar mı?

Hala

Gabar'da, dağda, kırsal da teröristlerin peşinde

Ayaklarına taş değmesin...

Peki neden herkes aynı soruyu soruyor; "Devlet nerede?"

Kimse gücenmesin, sormak hakları değil mi?

Neden göremiyor insanlar devleti?

Bunun yanıtını bir düşünseniz...

En azından bundan sonra…”  (14 Şubat)

 

İKTİDAR ve MUHALEFETİN DEPREM KARNESİ / ÖZET: İktidarın deprem felaketiyle ilgili çok iyi çalışmaları var, iyi çalışmaları var, kötü ve çok kötü uygulamaları var. Muhalefet bazı iyi şeyler yaptı, ama çok yetersiz; öte yandan aldığı siyasi tavır “çok kötü” ile açıklanamaz. Öteki krizlerdeki gibi halk düşmanı bir çizgi izledi, izlemeye devam ediyor. Bunları tek tek görelim.

Türkiye’nin arama, kurtarma ve afet sonrası yardım hizmetleri ABD ve Avrupa ortalamasının üstünde. Ancak deprem o kadar büyüktü ki yine de yetersiz kaldı, bundan sonra da çok eksik görülecek. AFAD başta pek çok kurum, bu buhrana 10 yıldan fazladır hazırlanıyor. Buradaki ve şu andaki büyük emeği görmemek, aksine alandaki can pahasına fedakarca savaşı karalamaya çalışmak vicdanla bağdaşmaz. AFAD, itfaiyeler, gönüllü kurtarma ve yardım kuruluşları, madenciler, polis, asker, Kızılay ve benzerleri… Buralarda çalışan insanların yaptıkları şeyler parayla yapılacak işler değil. Zaten önemli bir bölümü son derece yoksul insanlardan, geri kalanı dar gelirlilerden oluşur. Bu hizmetleri suiistimal etmek için de elbette bazı kişiler aralara veya önlere giriyor, ne ki tablonun esası bu değildir ve zaten onlar cephenin en önündeki neferlerden değildir.

Bu eli öpülecek insanları böyle çalışmalara yönlendiren itkiler insani, dini, dinle karışık milli motivasyonlarıdır. Daha iyi motivasyonlar çıkmadığı sürece milletin hizmetine koşacak kurtarıcılarımızın motivasyonları bunlardır. Bu duyguları küçümsemek, bunlarla alay etmek Hızır’ın eline tükürmekten farksızdır.

Elbette kurtarma çalışmaları çok yetersiz kaldı. Çok üzgünüz. Bu yetersizlik ve gecikme en çok Hatay’da kendini gösterdi. Sadece ilk iki gün ağır yetersizlik vardı, sonra açık hızla kapanmaya çalışıldı. Hatay’da belki birkaç yüz kişi daha kurtarılabilirdi, tüm bölgede belki bin kişi daha kurtarılabilirdi. Hatay depremin en ağır vurduğu iki ilimizden biriydi, tüm komşu iller depremzedeydi ve büyük ulaşım sorunları vardı. Oraya gitmek istenmedi yollu iftiralar atmak da ancak kirli psikolojik harp politikalarıyla açıklanabilir. İlk günden orada olan askerlerin ve dışardan ulaşabilen her kesimden insanın nasıl kendini paralarcasına çabaladığını görüp de bu propagandayı sürdürmek ahlaki bir tutum değildir. ŞÖYLE BASİT BİR ÖRNEK VEREYİM:

İstanbul Belediyesi’nin bu depremde öncelikli hedefi Hatay’a ulaşmak ve kurtarmaktı. İBB resmi sitesinden aldığım bilgileri tam doğru olarak kabul ederek aktarayım: Hatay’a ilk ulaşan ekiplerden biri olan İBB ekipleri şehre (sadece merkez Antakya) 6 Şubat akşamüstü ulaşabiliyor. 100 kişi. Akşam çalışmalara başlıyorlar, sabah dahil 10 kişiyi kurtarıyorlar. Çok güzel ve kutlanacak bir refleks. Ertesi gün kurtarmacı, yardımcı sayısının 300 ya da 350’ye ulaşacağı yazılıyor. Yani ilk iki gün yalnızca 350. Tüm deprem bölgesinde İBB personeli sayısı ilk 4 gün bin. Oysa sadece Hatay nüfusu 1.6 milyondur, yıkılan bina sayısı 3000’den fazladır. Olası İstanbul depreminde sadece kurtarıcı olarak 100.000 kişinin hazır tutulması gerektiği anlaşılıyor. Bunun yarısı hiç güvenilmeyen AFAD’a bırakılsa İBB’nin araç ve ekipmanlarıyla birlikte 50 bin kurtarıcı örgütlemesi gerekir ki, elinde şu an yüzde biri bile yok. İtfaiyecilerle birlikte onda bire yaklaşmıyor. 1. Derece deprem bölgesindeki İzmir Belediyesi’nin zaten böyle bir kaygısı da yok. Başka deyişle bu kadar kahredici bir krizin daha ilk günü karanlık propagandaya başlayanların depremle ilgili hiçbir bilinci ve çalışması yok. Maksadın tamamen farklı olduğunu her vicdan sahibinin görmesi gerekiyor.   

Şu ana dek ortaya konulan hizmeti iktidar muhalefet ayrımı yapmadan artırmak, hizmet yapanları da maddeten hiç değilse manevi olarak desteklemek gerekiyor. Bu buhranla Türkiye’nin her ferdi her alanda buhrana girecek. Girmek zorunda. Bu bakımdan onu mağdur etmeyelim, bu kesimin ne günahı var, okullar devam etsin, yurtlar kapanmasın sızlanmalarının hiçbir geçerliliği bulunmuyor. Milyonlarca kardeşimizin evi göçtü, hepimiz onlarla birlikte biraz göçeceğiz.

İktidarın asıl ağır kusurları, buna rağmen iyi yaptığı, kötü ve çok kötü yaptığı şeyler yapılaşma ve İMAR konusunda. Onu bir sonraki paylaşımda anlatalım. (16 Şubat)

DEPREMDE ASIL SORUN, ASIL KABAHAT: YAPILAŞMA SORUNU… Dünkü ilk bölümde iktidarın arama, kurtarma ve afet sonrası yardımda hayli başarılı olduğunu, eksiklerin depremin olağanüstü şiddetinden kaynaklandığını yazmıştım.

Ancak yapılaşma konusunda iktidar hiç de masum değil. Gerçi yıkılan binaların büyük bölümü eski binalar. Onlar da daha hızlı dönüştürülebilirdi. Ne var ki iktidar bunu yaptığında da suçlanıyor. Bir kez güven bunalımı ortaya çıkmışsa ağzınızla kuş tutsanız yaranamazsınız. Şu da var ki denetim eksikliğinden ötürü pek çok da yeni bina yıkıldı. Deprem ne kadar aşırı şiddetli olsa bile (1999’un 50 katı yıkıcılıkta), binaların 8’lik depreme bile dayanacak durumda inşası şarttır. Bu kadar çok ölüm ülkemizin utancıdır. Yeni veya görece eski binaların belirgin kusurlarında yaygın bir göz yumma ve rant paylaşımı yaşandığı görülüyor. Birçok inşaatçı aranıyor veya tutuklandı. Burada da çifte standart görmek istemiyoruz. Örneğin İsias oteli katliamının takipçisi olacağız.

İmar affı meselesi ülkemizin çürümüş politik ahlakının göstergesidir ve iktidarı muhalefeti, halkı, yöneticisi HEPİNİZ ORADAYDINIZ. Bu yozlaşmanın başını çeken kuşkusuz siyasi iktidardır. Ama başta CHP olmak üzere muhalefet partileri suçun ortağı, rantın paylaşıcısıdır. Neredeyse tüm partilerden belediyeler, akademi, mimar ve mühendis odaları şebekenin ve kirliliğin parçasıdır. Milyonlarca muhalif vatandaşın uzun imar affı kuyruklarına girdiğini unutmadık. Şimdi suçu başkasına atıp bas bas bağırıyorlar.

Tam da bu noktada BİLİM konusuna geliyoruz. Bu sözlerim bilimi sınıflar üstü bir fetiş gibi gören Vatan Partili ve TKP’li arkadaşlara. Türkiye’nin deprem bölgesi olduğunu, riskin büyük olduğunu tekrarlayıp durmak bilim yapmak değildir, bunu ninem de söyler. Tehlikeye karşı çok sağlam binalar yapmak gerektiğini dedem de söyler… Bilim yapmak akademinin ve mühendis mimar odalarının bu rant sistemine direnmesi demektir. Böyle bir direniş görmediğimiz gibi (istisnalar dışında) büyük büyük jeoloji proflarının, çoğu inşaat hocalarının inşaat şirketleriyle ortak çalıştığını, para peşinde koştuklarını görüyoruz. Hani sizin biliminiz? Bilimi, bilim deyince akan sular duracak bir Tanrısal yasa gibi gören tüm bilim hayranlarının durumu aynıdır. Bu kangrenleşmiş yarayı kesmeyi önerecek bir siyasi cesaretleri yok.

Aynı şey tıp-sağlık alanında da yaşanıyor. Pek çok “aydın”, “solcu” medikal kartelin uluslararası tıbbına “bilim” diyor. İnsanlar hastalansınlar, sonra biz onları en radikal ve pahalı yöntemlerle tedavi edelim tıbbıdır bu. Tıpkı AFAD olayında olduğu gibi bizim sağlık sektörümüz iş tedavi etmeye gelince Avrupa, ABD ortalamasının üstündedir. Ama koruyucu hekimlik tıbbı tamamen unutulmuştur. Bunun ne olduğu bile bilinmemekte, tartışılmaya çalışıldığında “bunlar bilimsel” değil diye bastırılmaktadır. Çünkü sıradan bilim insanı uluslararası oligarşinin sıradan bir teknisyenidir artık. Görevi bilim adı altında para kazandıracak uygulamaları tıp diye göstermektir.

Bizim solcularımız bu uluslararası sistemin bir parçası olmuştur. O yüzden rant ortağı, iktidar ortağı belediyelerin de üstüne gidemezler, akademinin de üstüne gidemezler, meslek odalarının da. Onların borazanlığını sürdürürler.

İktidarın bu konuda yaptığı en önemli olumlu iş TOKİ’lerdir. Hepsi ayakta kaldı. Ve çok gariptir ki TOKİ’leri en çok yerin dibine batıran bizim ülkenin solcularıdır. Halkın sağlıklı konut sorununun bir ölçüde çözülmesine öfkelenen solcuları bir tek bizde görebilirsiniz sanırım. İşte TOKİ’ler hayatlar da kurtardılar.

Yarın… Muhalefetin deprem karnesi. (17 Şubat)

MUHALEFET İNSANLIĞIN ALTINDA KALDI… AKP’nin bu ülkeye yaptığı en büyük kötülük böyle bir muhalefet, böyle bir muhalif kitle yaratmasıdır. 22 yılda adım adım çalışarak, pek çok değeri acımasızca çiğneyerek becerdi bunu. Çatışma, kutuplaşma kültüründen beslenerek, kara propaganda yaparak, on milyonların sinir uçlarıyla oynayarak. Önce HENDEK KALKIŞMASI, sonra FETO DARBESİYLE aklı epey başına geldi, bir hayli düzeldi, ama bize korkunç ruh hallerinde muhalif kitleler bıraktı. Başta CHP bu muhalefet 40 yıldır savaştığımız insanlık düşmanı HDP’nin hamisidir, başka söze gerek yok. En tepesinden en dibine ABD tarafından dizayn edilen bir muhalefet. Depremde ne tavır almalarını bekliyordunuz? İşin daha feci yanı önümüzdeki seçimde kim kazanırsa kazansın tepemizde duran enkaz budur.

Muhalefet daha ilk günden o derece karanlık bir propaganda yaptı ki, böyle bir kampanya bayramda yapılsa insanları yine kahreder, yine betonlara gömer. Fakat bu pis siyaset geleneği bizde eski. Bakıyoruz, 1999 depreminin daha 6. günü AKP yöneticisi ÖMER ÇELİK benzeri açıklamalar yapıyor. Hem de daha 2 buçuk aylık hükümete karşı. Ama o zaman sosyal medya yoktu, yoz medya daha bu kadar yozlaşmamıştı. Şu an bir yalan bombardımanı altında yaşamıyoruz, milyonlarca kişi ismiyle, cismiyle, tiniyle tümden yalan. Yalan caddelerde, evlerde, kafelerde, metrolarda, üniversitelerde… baktığınız her yerde insan kılığında dolaşıyor.

Peki arama, kurtarma, acil afet yardımı, yara sarma… CHP’li belediyelerde iyiniyetli bir çaba var, ama çok yetersiz. CHP’li belediyelerin hiçbir deprem bilinci, hazırlığı olmadığı tekrar ortaya çıktı. Liyakat liyakat diye çığlık atarak can pahasına emek veren insanları karalama yarışına giren muhalif kafada herhangi bir liyakat var mı? Olsa zaten AKP 22 yıldır başımızda durmazdı. Olsa zaten bu sistemin iktidarla birlikte yiyiciliğinden bu kadar nasiplenirken az buçuk da halka hizmet ederlerdi. CHP’li belediyelerin ianelerinden geçinen keskin solcular, komünistler de bu liyakatsizliğin dibidir. Daha PKK borazanı Tabipler Birliği’ne, inşaat rantı ortağı mühendis odalarına, paragöz akademiye tavır koyamıyorlar, oralardan ufak ufak küçük siyasetlerine kan bulmaya çalışıyorlar. Ne liyakati? Hayırlı bir iş yaptıkları zaman ki bazıları bunu yapıyor, bu depremde yapmaya çalışıyor, takdirle, şükranla karşılıyoruz, kimseye düşman değiliz. Biz onların şahıslarına değil, yalan solculuklarına karşıyız.

Hayatta koruyabildikleri tek değerleri AKP karşıtlığı kalan bu PKK yancısı sahte sol kafanın halka verebileceği tek şey yalan ve kederdir çünkü. Liyakat…… Bir kişide liyakat bulunması için, o kişinin önce insan olması, insan gibi davranması gerekir, gerekirdi.

Ama bu halk çok büyük. Ülkeyi de, bu kafaları da tam olmasa da bir hayli düzeltecektir. Büyük acılardan büyük destanlar yazan bir millettir bu. Daha şimdiden ayağa kalktı, dedikodu değil, iş üretiyor. (17 Şubat)

BÜTÜN ÖLÜMLERDE DOKTORLAR MI SUÇLU? Kadir İbrahim Kaya. Maraşlı itfaiyeci. Depremin ilk günü can kurtarmaya çalışırken ikinci depremle göçük altında kaldı, hayatını kaybetti. Bir itfaiyecimiz trafik kazasında, bir kurtarıcı enkaz üstünde kalp krizinden öldü. Eli öpülesi insanlara minnettarız.

Kadir İbrahim Kaya geçtiğimiz yıl bir kuyudan kedi kurtarırken medyanın gündemine düşmüştü… Bizde Kaya gibi isimsiz kahramanlar çok. Alın işte: DÜZCE İTFAİYECİLERİ… Deprem bölgesinde canlarını hiçe sayıp birçok can kurtardılar. Şimdi de birer maaş ikramiyelerini depremzedelere veriyorlar. Bunlar son derece yoksul insanlar. Kuru ekmeklerini bölüp komşuyla paylaşan insanlar. Bizim halkımız. Bizim tuzu kuru zengin kesimimiz ise beş kuruş bağış vermemek için kıvrım kıvrım kıvranıyor, ona buna iftira atıp hasta ruhlarını daha da hasta ediyorlar.

YA DOKTORLAR, SAĞLIKÇILAR: Görüyorsunuz sağlık emekçileri bizler burada evlerimizin sağlamlık testi kuyruğuna girerken habire sallanan enkazların altında çalışıyor. Birçok doktor günde üç saat uyuyarak sürekli yara sarıyor. Bazıları gönüllü olarak oralara koştu.

Ama herkes öyle mi? İki doktor whatsapp grubunu izliyorum. Tek yaptıkları şey konforlu mekanlarından dur duraksız iktidara küfretmek. Salgın kampanyasında da aynı şeyi yapmışlardı, orman yangınlarında da, terör eylemlerinde de… Sanki on yıllardır Tabipler Birliğine PKK’lıları yönetici seçen kendileri değil. Sanki imar affı kuyruklarına giren kendileri değil… Öylesine saf ve masumlar, öylesine başkaları için atıyor yürekleri, öylesine gönüllü yardımseverler… “Asker nerede asker” diyenlerin büyük çoğunluğu oğlunu askere göndermemiş… Bir kez bile arama, kurtarma, yardım çalışmalarında gönüllü yer almamış…

İktidarın elbette kabahatleri büyük… Fakat her hasta ölümünde doktor mu suçlu? Evet bazı ölümlerde doktor suçlu, bazılarında sağlık sistemi suçlu. Fakat bu sistem, bu doktorlar hiç mi hayat kurtarmıyor. Sağlıkta şiddeti doğuran kafa bir kısım doktorlarda aynısıyla mevcut. İlla ki birilerini ölümcül suçlayacaklar, öfke saçacaklar, ama hayırlı bir şey yapmadıkları gibi, yapanları suçlama yarışındalar. Durun, bir nefes alın, depremde kim ne kadar suçlu, hangi kesim ne kadar masum, birkaç hafta sonra apaçık görünecek zaten. İktidarın karnesi, sizin ve belediyelerinizin karnesi ortaya çıkacak. 

Nasıl bir insanlık enkazıdır bu! Seçimi kim kazanırsa kazansın tepemizde duracak ve üstümüze ne zaman yıkılacak? Tek umudum, az da olsa yoksul halkta. Derin millette. (18 şubat)

Kaan Arslanoğlu

 

 




Bu habere henüz yorum yapılmamıştır, ilk yapan siz olun!...