Medya
Bize en sık yöneltilen para-normal, ama gayet olağan suçlamalar

Yazılarımıza, haberlerimize tepki anlamında, sosyal medyada en sık karşılaştığımız olumsuz yorumları grup grup ele aldım. Lütfen sizler de unuttuklarımızı ekleyin. Bu suçlamalara karşı en akılcı cevaplar neler olmalı? Ben kendi cevaplarımı verdim. Siz de katkıda bulunursanız memnun oluruz. .
Perinçekçisin, ulusalcısın, AKP yandaşı olmuşsun: Bu üçü bir kokteyl şeklinde birlikte sunulur ve son derece etkilidir. Seni ve tüm dediklerini, dakikasında geçersizleştirir, çöpe atar. Tartışmayı bunu diyenin galibiyetiyle saniyesinde sonlandırır. Örneğin: “PKK katliamcıdır. HDP onun yan örgütüdür. Cumhuriyet düşmanıdır. Siz Atatürkçü, CHP’li veya sosyalist geçiniyorsunuz, ama Tabip Odası seçiminde PKK ile ortak liste giriyorsunuz!” dediniz… Cevap: “Perinçek de böyle diyor. AKP’ye çalışın bakalım!” Liberal ajanlar ve HDP’liler CHP’yi göz göre göre ele geçirmiş. Başka bir parti içinde başka partilerin faaliyeti casusluk ve namussuzluktur… Cevap: Perinçek’e çalışıyorsun. Seni arkadaşlıktan çıkardım.
Bu lafı yiyince, tabii hiçbir şansınız kalmaz. O dakikaya dek istediğiniz kadar, düzinelerce yazıyla Perinçek’i veya “ulusalcıları” eleştirmiş olun. Tüm krediniz biter. Bu suçlamanın, yani bizim gibileri Perinçek’e veya şuna buna mal etmenin, doğrudan Perinçek’i güçlendirdiğini de görmez suçlamayı yapanlar. Bunlar zaten düşük IQ, düşük karakter zemininde siyaset yapmaya alışık kimselerdir. Herkesi aynı torbaya atarak operasyon yapmaya müpteladırlar. Başka türlü düşünemezler, düşündüklerinde ise ossaat boşluğa düşerler. Solcuların yüzde 90'a yakını düz faşist demagoji ve yalan ile kendi beton kalıplarını savunmaya alışmıştır.
Aslında suçlamayı yapanın asıl görmediği veya gözden gizlediği şudur: Muhalefet, dört koldan AKP’ye çalışmaktadır. Muhalefet olmasa belki AKP kendiliğinden yıkılacaktır, ama bu muhalefet sayesinde ayaktadır. O yüzden diyorum ki, artık: Lütfen muhalefet yapmayın.
Yobaz takımı, Soros çocukları, vatan hainleri, pedofil.. dinci sapıklar, Atatürk düşmanları: Yanlış okumadınız. Pek çok kez bu tür hakaret ve saldırılara maruz kaldık. (40 kereden fazla) Hakaretçilerin kimisinin isminin başında T.C. vardı. Belli ki Atatürkçü ve Cumhuriyetçiydiler. En çok da Yılmaz Özdil veya İlber Ortaylı’yı eleştiren yazılarımızda karşılaştık bunlarla. Bir de Freud’u falan eleştirmişsek. Bu tür suçlamalara karşı çaresiziz. Şimdiye dek herhangi bir mantıklı yanıt bulamadık. Birkaç kez hacı-hoca kılığında aklı selime davet eden cevaplar verdik. Ama onlara da küfürle karşılık bulduk.
Seni meydanlarda görmedik, AKP’ye karşı ne yaptın? Oysa bok attığın kişi şöyle mücadele içinde, böyle cengaver: Böyle yorumlarla seni saniyesinde mat eden kişilerin toplamından fazla mücadele etmiş, pek çok kez meydanlara da çıkmış olabilirsin. AKP'ye veya önceki iktidarlara, onların aklının alamayacağı kadar direnmiş de olabilirsin. Fakat bir vuruşta düşürürler seni. Yorumcunun yancıları da senin için hemen şöyle düşünmeye başlar: “Sahi ben şuradaydım, o yoktu; ben buradaydım, o yine yoktu…” Popüler bir “muhalif” örgütü veya çevreyi eleştirecek kişinin, aynı anda İstanbul’da, Ankara’da, Diyarbakır’da.. 81 ilde boy göstermesi gerekir ki… Bir ihtimal lafını dinlesinler…
Pek çoğu seni hiç tanımaz ki, meydana çıksan da görsün. Bazısı ise inadına gördüğünü unutur. Eleştirdiğin popüler ve şebeke mensubu şahıslar ise o kadar çokturlar ki, çoğu olmasa da bir kısmı, bir yerlerde muhakkak bulunur. Ve üstelik abartmıyoruz, bunların yüzde 90’ı en az bir dönem AKP’yi desteklemiştir, bir bölümü hala iktidarla içli dışlıdır… Bir bölümü hayatında meydana çıkmamıştır, bir bölümü ülkede bile değildir…
Peki velev ki, dedikleri doğru olsun. Bir yazarın önce ne dediğine, dediğinin doğru olup olmadığına bakmak gerekmez mi? Sadece yazarak mücadele eden pek çok önemli yazar-edebiyatçı vardır dünyada. Olmuştur ve olacaktır. Sadece yazmak, gerçekleri yazmak da ayrı bir cesaret ister ve yüksek risklidir. Hadi ondan da geçtik, bizim bu alanda yaşadığımız tecridi, engellemeyi, “mobbing”i, çevremizdeki düşmanlık aurasını, kendi alanlarında bir hafta yaşasalar intihar eder o yorum pırtlatıcıları.
Yine de yazarın, yazdıkları ile yaşamı arasında bir tutarlılık bulunması gereği, başkalarının değil, en çok bizim öne çıkardığımız ilkedir. Ve de yaşamı ile yazdıkları arasındaki tutarlılıkta, buradaki yazarların düzeyini pek az yayın organı yakalayabilir.
Sen ey suçlayıcı: Rüştü ispat istemin, sadece senin işine gelmeyeni yazana mı?
İktidar, kendi tabanının gazını almak için birilerini içeri atar. Bunlar “bedel öder”… Sonra çıkarlar. İçeri atılanın kitlesinin de gazı alınmıştır. “Bedel ödenmiştir.” İçeri atılan kahramandır, atan daha büyük kahraman. Her iki taraf karşılıklı kahramandır. İktidar ve ekonomik-sosyal pasta paylaşımı ise aynen devam etmektedir.
Kimsin sen, sen ne ürettin, sen ne yaptın? Bu da bir kokteyl şeklinde sunulur. Sunuyu yapan, çoğu kez senin adını ilk kez duyan biridir. Ya da birkaç kez duymuştur, ama değil tek kitabını, tek bir makaleni okumamıştır. Bahse konu makaleni bile baştan sona okumamış, hatta giriş bölümüne bile göz atmamıştır. Kim olduğunu bilmek gibi en ufak tasası zaten yoktur. Kazara böyle birine karşı kendini tanıtmaya çalışmak ise ayrı bir talihsizlik olacaktır. Diyelim, dedin ki: “Bakın, benim şöyle yazılarım çıktı, konuyu anlatan şöyle de kitaplarım var.” Cevap: “Vaay vay, şimdi de kendi reklamını mı yapıyorsun, zavallı adam! Seni tanımak zorunda mıyım? Kitabını okumak zorunda mıyım?” Değilsin, elbette değilsin. Ama biz okumadan, tanımadan kimseyi eleştirmiyoruz. Bazen son derece çöpten birinin kaç kitabını devirmek zorunda kalıyoruz, tanımak için... Ve bazen zorunda kaldığımız için eleştiriyoruz. Neden? Mantık, akıl ve ahlak bunu gerektirdiği için. Fakat bizler hakkında, bizlerde olmayan vasıflar öne sürerek atıp tutan kişi, “seni tanımak zorunda değilim” diyebiliyor. Büyük bir pişkinlikle. İnanır mısınız, böylesi saçma diyaloglara en az 50 kez girdik.
Ünlüleri eleştirerek ünlü olmak istiyor: Bu da yaygın bir karşı saldırı klişesi. Ünlülerin fanları, o ünlüye bir eleştiri gelince, ilk bu silaha sarılır. Etkilidir de. En azından fanları bir süre huzura kavuşturur, eleştireni de güç duruma sokar. Buna karşı yapılacak hiçbir şey yoktur. Eleştirilen kişi kadar üne kavuşmak ancak kısmi bir çözüm olabilir. Ama kesin kurtuluş değildir. Geçenlerde gayet ünlü birinin ağzından duydum. Birilerini eleştirdiğinde ona bile bu suçlamayı yapmışlar!
Kıskanıyor: Orhan Pamuk’un Nobeli’yle başladı “kıskanıyor terörü”, o tarihten beri Türk edebiyat eleştirisi kurumunun neredeyse tek estetik ölçütü, başlı başına bir değer kategorisine dönüştü. Liberal miberal diyoruz ama, herhangi bir batılı edebiyatçıya bu ölçütten, bu Türk icadı muazzam kategoriden söz edin, arkasını dönüp güler size. Yukarda bahsettiğim ünlü kişiye, başka bir ünlüyü eleştirdi diye bunu da demişler meğer!
Yahu toplum olarak lağımın dibine bastırmışlar bizi. Yukarda neşe içinde yüzen bokları mı kıskanacağız!
İki kitap okumuş, her şeyi bildiğini sanıyor, zır cahil: Evet bize karşı bile bu tür yorumlar etkili olabiliyor. Defalarca maruz kaldık. Siz deyin 50 ben diyeyim 60 kez. O durumda, okuduğun kitapların listesini vermek sadece seni küçük düşürür.
Sen kimsin, eleştirdiğin kişi büyük adam, sen kimsin, eleştirdiğin parti.. kurum şöyle büyük, şöyle mücadele içinde bir dev, sen kimsin! : “Sen kimsin!” Sanırız en sık karşılaştığımız “eleştiri” bu eleştiri. “Sen kimsin” kalıbı, bizim toplum olarak şehir yaşamına geç ve çok hızlı geçişimizden kaynaklı, biraz bize özgü bir kalıptır. Amerika veya Almanya’da bir kavgada bunu söylesen, herhalde çok gülerler. Ama bizde iyi etki yaratır. Sen sor da… Soruyu alan kişi kim olduğunu ispat için uğraşsın dursun. İspatlamaya çalıştıkça komikleşir.
Git başkasıyla uğraş, ona mı geldi sıra.. Bu klişenin kardeşi de “zamanlama manidar”dır: “Mevzuatçılar, gündem katipleri”dir bunlar. Listeye bakarlar ve sizin ortaya koyduğunuz sorunun, gündemin ilk 40 maddesinde bile olmadığına hükmederler. Sizin sorunlarınız zaten ilk 40’a hiçbir zaman giremeyecek sorunlardır. Herkes “büyük büyük” gündemlerin peşinde, çok daha büyük düşmanlara karşı savaşan büyük kahramanlardır. Sizin zamanlamanızın uygun düşmesine imkan yoktur. Çünkü gündem çok sıkışıktır ve gündemin ilk 40 maddesini hep “büyük siyaset” unsurları belirler.
Yazıyı okumak zorunda mıyım!: Sizin yazınıza karşı, yazıda bulunmayan savlarınızı öne sürerek bir giydirme harekatına girmiştir kişi. Ama, “yazıda böyle bir şey yok, yazıyı okuyun lütfen” dediğinizde, “sizin yazınızı okumak zorunda mıyım!” diye yanıtlar karşıdaki kişi. Ya da “Üstümüzde baskı kuruyorsunuz. Yazılarınızı okumaya sanki mecbur bırakıyorsunuz bizi! Hep sizin yazılar.. hep sizin yazılar… Bu ne kibir!” Okumadığın yazıyı niye eleştiriyorsun o zaman be adam ve be kadın! İster inanın ister inanmayın böyle saçma ötesi diyaloglara girmişliğimiz 40’a yakındır.
Sen yanlış anlatmışsın: “Fakat yazıda böyle bir şey demedik, tam tersini dedik” falan yollu açıklama çabalarımıza karşın ileri sürülen sav. Buna karşı da verilecek uygun bir cevap henüz geliştiremedik. Çünkü aynı şeyi daha açık anlatan yorumlarımızı da okumadılar ya da yine yanlış anladılar ve o şekilde cevap vermekten yorulmadılar. Sadece okuma ihtimalinden yoruldular.
Sen… : Karşıdaki kişinin sizi hiç tanımasa da, doğrudan veya birkaç yazışma sonrası “sen”li hitap tarzına, 2. tekil kişiye geçmesi… Halk, millet olarak samimiyetimizden kaynaklanıyor olsa gerek. Olumlu almak lazım.
Küfür, açık hakaret veya tehdit: Buna karşı da etkili bir yöntem yok. Olanı da sayı fazlalığından baş edilebilecek gibi değil. Küçük bir kısmı iktidara yakın kesimden, çoğu ise solun değişik kesimlerinden gelir. Solcuların ağır basması okur, takipçi profilimizden ötürü. Okurlarımızın yüzde 90’a yakın kesimi sol veya muhalif kanattan. Tayyip Erdoğan’a hak veresi, az bile yapıyor, diyesi geliyor insanın. 50 bin dava açmış… Dava da çözüm değil. Kitlesel bir rezillik bu. Haaa, dışarda da varmış! ABD’de resmi törenlerde, protokole mensup şahıslar bile alenen küfredebiliyorlarmış! Rezillik dünyaya oradan yayılıyor zaten.
Öfkelisin, kibirlisin, üstencisin, atarlanıyorsun: Bu eleştiriyi aldığımız kişiler, küçük bir istisna dışında, öfkeli, kibirli, üstenci, atarlı kişilerdir… Pek sekmez. İlk ben diyeyim, haklı çıkayım, kuralını işletiyorlar, başarılı da oluyorlar. Yorumlarda sıraladığımız tüm bu akıl tutulması karşısında öfkelenmemek normal mi? Hayır, anormal. Ama hadiyse o aşamaya bile vardık. Ne var ki, en sakin savunularımız bile sıklıkla bu yollu bir değerlendirmeye alınabiliyor.
Yine de doğruya doğru, bu derece bol miktarda mantıksızlıkla karşılaşmak insanı zaman zaman çileden çıkarabiliyor. Yanlış cevaplar verdiğimiz de oluyor. Sinirleri aldırmak gerekiyor. İnsanız, yapamıyoruz.
Saçmalıkla uğraşmak internet yayıncılığının bir gereği. Şeytan, bırak git, yorumları kaldır, tümden engelle falan diyor ama, mecburuz, bu deveyi bir süre daha güdeceğiz. Öfkene hakim ol diyenlere, bazen de şunu diyorum: “Burada ön safta yorumları karşılayan 3-4 kişiyi geçmiyor, çoğu kez ise tek kalıyoruz. Biraz da siz alın bu yükü omzumuzdan da, sizi görelim. Öfkelendiğiniz zaman, bizim geriden ‘sakin ol, sinirlenme’ dememiz ve daha aklı başında cevaplar vermemiz pek kolaylaşır.”
Sonuçta öfkeye, atara takmayı falan bırakın arkadaşlar. Yazılarda mantık, tutarlılık ve dürüstlük arayın önce. Bu varsa öfke de iyidir. Ayrıyeten bizde espri, hiçbir sitede rastlamayacağınız kadar bol. Oraya odaklanın.
Siz bir kurumu veya “büyük kişi”yi eleştirirken yandan karışan bir arkadaşınızın size hakaret etmesi: Siz, diyelim bir popüler şahsı, belli belgelere, savlara dayanarak eleştiriyorsunuz. “Niteliksiz, samimiyetsiz” vb. diyorsunuz örneğin. Konuyla doğrudan ilgisi bulunmayan ve belli ki, o kişiyi pek seven bir arkadaşınız (ki, bu arkadaşınızın, dostunuzun, sizi sevdiğini, saydığını düşünmüşsünüzdür o güne kadar) “Sensin niteliksiz” veya buna benzer, “o süper bir adam, sen nesin!” demeye getiren bir lafla araya giriyor. Veya “CHP ajan kaynıyor!” diyorsunuz mesela. 40 yıllık dostunuz “Sensin ajan” diyor. Onca badirelerden hiç birlikte geçmemişsiniz gibi…
Bir dakika… Ben senin şahsına yönelik bir suçlama getirmedim ki... Sense 3. şahıs olarak işe karışıp, bana hakaret ediyorsun. Buna “orantısız saldırganlık” veya “arkadan hançerleme” diyoruz. En az beş kez başıma geldi.. Düşünsem sayı artar. Ama onlar çok muhtemeldir suçlunun, saldırgan olanın biz olduğumuzu düşünüyordur. Çünkü yazıyoruz, çünkü gündem açıyoruz. Açmasak ne iyi halbuki!...
Solla uğraşıp durma, biraz da sağı eleştir: İlk maddedekinin benzeri bir kısır döngü. Çok sık karşılaşıyoruz. Buna karşı verdiğimiz, ama pek işe yaramayan cevaplar 1- Merak etme, sağı senden ve hayran olduklarından fazla eleştirdik, eleştiriyoruz. Ama bunu bilmen için bizi okuman gerek; 2- Sağ-sol kavramları çok eskidi ve artık pek az şey ifade ediyor; 3- Solcuların çok büyük bölümü artık sağcı, hatta aşırı sağcıdır, ölçütlerimizi defalarca yazdık; 4- Solcuyum demeye artık utanıyorum ve hatta artık solcuyum demiyorum; 5- Buna rağmen senden ve şeyhlerinden çok daha solcuyum; 6- Peki kendin niye solun önemli bir kesimine her gün küfredip duruyorsun? (Solcuların en az yarısını solcu görmüyor ya, o küfredebilir… Onun hakkı var.)
Açık bulma, asılsız suçlama yapma, konuyu kişiselleştirme: Bizim hedefe aldığımız tek tek şahıslar, aslında gerçekten bireysel düşman değil. Bir sistemin parçası olarak tek tek şahısların yazıp ettikleri önemli, ama bizim işimiz hakikaten bireylerle değil. Hangi konu olursa olsun, edebiyat, sanat, siyaset, tıp, sağlık vb.. böyle yaklaşmaya çalışıyoruz. Zaman zaman o yönde hataya düşüp abarttığımız olmuyor mu, oluyor; ama doğrultuyu düzeltmeye çalışıyoruz. Karşımızdaki kişiler ise eleştireni itibarsızlaştırma klasik yöntemine başvuruyorlar.
Yazılarımızda, kitaplarımızda açık aramaya başlıyorlar. Arayan bulur. Onları sergileyip yıldırma taktiğini uyguluyorlar. Bu yolda asılsız iddialar, iftiralara bile yeltenebiliyorlar. Söylemediklerinizi söyledi göstermek, zaten sık başvurulan bir yol.
Bizim karşı savımız ise şöyle: Biz bazı insanları, bu sistemin, bu şebekeleşmenin, bu kültürün insanları oldukları için belgeye, kanıta dayalı suçluyoruz. Yazıp ettikleri ile sağladıkları çıkarları bağlantı içinde gösteriyoruz. İlkokul çocuğu tepkisiyle, “Siz de öylesiniz” diyenlere yanıtımız şu oluyor: Bizim bağlı olduğumuz şebeke hangisi? Bu yolla ne gibi yerlere gelmişiz? Bu yolla hangi maddi, manevi kazanımlar elde etmişiz? Bunları göstermeyenin dürüstlüğünden kuşku duyun. Büyük olasılıkla o da şebekenin insanıdır.
Bir dediğinin birkaç yorum sonra tam tersini söyleme, konuyu dağıtma, farklı noktalara sıçrama, daldan dala atlama: Uzamış polemiklerde sıklıkla karşılaştığımız şey. Profesyonel ve amatör trollerin uzmanlık alanı.
Takma isimle yorum yazma, laf sokma, polemiğe girme: Bu, site içi yorumlarda sık karşılaştığımız bir sorun. Bazen biri, asıl ismini kullanmadan bir yazı hakkında fikrini belirtebilir, soru sorabilir, katkıda bulunabilir. Bunu makul karşılıyoruz. Bir yere kadar. Ama takma isim kullananların önemli bölümü, bunu, birilerine laf sokmak veya polemik çıkarıp onu bunu harcamak için yapıyor. Önlemeye çalışıyoruz editörler olarak. Ama her zaman başaramıyoruz. Çünkü takma ismin takma isim olduğunu anlamak da her zaman kolay değil. Yorumu onaylamadığımızda, bazen gerçek isimli bir kişinin yorumunu silme riski doğuyor.
Ancak belli kişilerin ve yazarların ismi cismi kişiliği belli iken, bazılarının takma isimle polemik sürdürmesi.. -kendilerine pek keyifli gelebilse bile- en azından insaniyete, eşitlik ilkesine aykırı. Bir de bizler, yana yakıla insan, gerçek insan, mücadele edecek, hiç değilse korkmadan fikir belirtecek insan ararken, bazılarının isim gizlemesi ne? Düpedüz kaçaklık, korkaklık. Üstelik fikirlerinden ötürü yargılamadan korksalar canımız yanmaz. Zaten devlet, istediğinde, istediği an onları bulur. Bunların büyük çoğunluğu sadece bizden gizliyorlar isimlerini. Bir de kamudan, 3. Şahıslardan, belki çalıştıkları kurumdan, belki ait oldukları çevreden… Yine de yüksek bir tutum sayılmaz.
Üstelik polemik sürdürüp onu bunu aşağılamaya kalkan bu şahıslar, site içinde, okurlar ve yazarlar arasında bir paranoya yaratıyorlar. Herkes ve bilhassa biz editörler, onun kim olduğunu düşünmeye, araştırmaya başlıyoruz. Müthiş bir zaman ve yoğunlaşma kaybı. Kafamızdan geçirdiğimiz, olasılıkla tamamen ilgisiz, masum kişilere karşı haksız yere düşmanlık beslemeye, arkasından konuşmaya başlıyoruz. Takma isimle polemik sürdürmenin tam bir internet p.. luğu olduğunda anlaşmak zorundayız.
Siz de sansürcüsünüz: Taş atanla füze atanı aynı kefeye koyma anlayışı. Bazen bir yazıyı veya şiiri değişik gerekçelerle siteye koymuyoruz. O zaman bazen bize de aynı suçlama yapılıyor: “Siz de sansürcüsünüz!” “Ötekilerden farkınız yok!” Bir kere hiçbir yayın organı gelen her yazıyı, malzemeyi yayımlamak zorunda değildir. Biz başka yayınlara böyle bir zorlama içinde hiç olmadık, böyle bir şey beklemedik. Biz de her yazıyı yayımlamak zorunda değiliz. Yayın çizgimize uygunsa, kötü değilse yayımlarız.
Öte yandan bizim teşhir ettiğimiz “sansürcülük” bambaşka bir şey. Haber yapması gereken, işi bu olan kişi ve kurumlar, önlerine gelen önemli olayları bile yayımlamıyorlarsa, budur işte asıl sansürcülük. Burada olgunun bir iktidar, devlet sansürcülüğü boyutu var. Zamanın ruhundan kaynaklı, kapitalist sistemin işleyişinden kaynaklı, ekonomik-sosyal boyutu var. Bir de ideolojik ve planlı boyutu var.
İş, görüş aktarmaya, yaymaya gelince… Büyük olsun, küçük olsun her medya kuruluşu, elbette belli görüşleri yayımlamak veya yayımlamamak, yazarlarını kendine göre seçmek hakkına sahip. Biz buna sansür diyemeyiz. Ama bu seçime, bu anlayışa karşı ideolojik, siyasi bir mücadele yürütürüz.
Zaten karşısında direnmeye çalıştığımız bu büyük güç, sansürden ziyade “tercih” yapıyor. Biz de bu tercihlere karşı mücadele ediyoruz. Yani teşhir çabamızda bir beklenti yok, onlardan bir şey istemiyoruz, mücadele ediyoruz. Onlar sözde özgürlükten, demokrasiden falan bahsettiklerinde, bu ikiyüzlülüğe karşı da mücadele ediyoruz.
Bizim sözlüğümüzde içi boş “demokrasi”, içi boş “ifade özgürlüğü” kavramları yok. Bunların boş ve aldatmaca kavramlar olduğunu biliyor ve anlatıyoruz. Bizim lugatımızda aydınlatma çabası ve mücadele var.
Linç ediyorlar!.. : Girdiğimiz polemiklerden birinde zamanın ruhuna uygun büyük medya ve sol medya destekli erk sahibi bir grup rencide olmuş ve yandaşlarını böyle seslenerek bize karşı toplamaya çalışmıştı: “Devrimci arkadaşımızı linç ediyorlar!” Biz de onlara şu cevabı vermiştik: “Beş atlı o gün çocuklar gibi şendik.. Beş atlı o gün dev gibi bir orduyu linç ettik…”
Karşımızdaki polemikçilerin, bize karşı saldırılarında kullandıkları, kimi çok tuhaf kalıpların birer kod olduğunu, birer işaretleşme anahtarı, şifre olduğunu sonra sonra öğrendik. Bizler “bedel ödeyenlere” karşıydık, “zehirli dil”, “militarist söylem” kullanıyorduk, “erkek eğemen dil” şey ediyorduk, “devlet dili” tarafındaydık vs.. Söylem denen, dil denen şeylerin hepsinde yamuktuk özetlen… Anlamsız ve gariptir bu laflar bilmeyenler için, ancak çok geniş ve derin liberal faşist camiada ezoterik öneme sahiptirler.
Bir tek sen mi haklısın, bir tek sen mi akıllısın, bir tek sen mi okudun vb.. : Çocukluktan beri karşılaşırsınız bu kalıp itirazla. Neye isyan etseniz, ona isyan etmeyen çok büyük çoğunluk örnek gösterilir size, o çoğunluğun akıllı, sizinse aptal olduğunuz ima edilir. Çoğunluğun sopası böyle işler. Yapacak bir şey yok :)
Bir değerin olsa halk görür: Şimdi bir de bu çıktı kimi karşı eleştirilerde. “Ünlü ve popüler değilsen, dediğinin önemi yoktur” savı. Ünlüysen de yetmez. Daha ünlü, daha çok popüler olmak zorundasınız. Bunu diyenler de halkın sizi görmemesi için elinden geleni ardına komayanlardır genelde.
Oysa tek ölçüt halk takdiri, ün ise; ne bilim, ne felsefe olurdu bu dünyada, ne sanat, ne edebiyat, ne isyan ve ne de erdem olurdu… Ne de devrimcilik. Asıl ölçüt -her iddia savunucusu için- samimiyet, dürüstlük, gerçek nitelik, gerçek birikim ve gerçeğe sadakat olmalı. En azından bilimde ve sanatta bu böyledir. Halk takdiri ondan sonra gelir. Olsa çok iyi olur ama, olmasa da olur. Nasıl olsa balik bilir.
İnsan değil bu-bunlar: Esprili bir hakaret şekli. Sitemizin adı İnsan BU ya, dört-beş kez böyle yorumlar aldık. Mesela Freud’u mu eleştiriyorsunuz… Cevaplardan bazıları: “Yobaz bunlar, sapık…” “İnsan bile değil bunlar…” Üstelik bir arkadaşımız da Freudcu olduğu için bu “yorumlara” “beğen” yapmıştı!
Oysa kitaplarınızı almıştım, beğenerek okumuştum: Pişman olmuşlar. 30 kadar kez böyle yanıtlar aldım. Zaten zamanın akıl bozucu ruhu sayesinde dönem dönem yığınlar halinde okur kaybetmiştim. Değişik tartışmalarda bazıları önüme çıktı, kitaplarımı beğendiklerini, ama sonra hayal kırıklığı yaşadıklarını, ya da bundan sonra kitaplarımı almayacaklarını belirttiler. Yapacak şey yok. Okumuşlar bir kere. Paralarını iade edemem!
A benim kıymetli kardeşim ya da abim, ablam… her kimseniz. O kitaplarımı nasıl okudunuz siz? Buralarda beş paragrafta anlattığım aynı şeyleri, o okuduğunuz kitapta 300 sayfa anlatmışım. Kitabın ana teması bu “kırıldığınız” “nefret ettiğiniz” şeydi! Nasıl okudunuz, nasıl beğendiniz, niye beğendiniz?
Sen Kürt düşmanısın, Kemalistsin, TC’ci faşistsin vb. : Oysa gençliğim, ilk devrimci siyasi dönemim Kürt kardeşlerimle hep birlikte, kardeşçe geçmişti. O zaman ayrım yapanı ayıplardık. Sonra çıktı bu işler. PKK’nın güçlenmesiyle çıktı.
MİT, AB, ABD… sırasıyla bunları besledikçe, Kürt hareketi katliam şebekesine dönüştü. Bundan da, bakmayın, en çok Kürtler çekti. Bu yüzden PKK-HDP sevicileri.. işte onlardır asıl Kürt düşmanları. Kürtler, özellikle Kürt gençleri PKK’dan çektiğini devletten çekmemiştir. Bunu anlamaya başladılar zaten. İlerde daha çok anlayacaklar. Bizlere hak verecekler.
Kürt olmadıkları halde Kürt davasına zorla çekilen, yarı asimile edilen Dersim Aleviliği de… PKK’dan çektiğini, devletten çekmemiştir –Dersim katliamını da içine alarak söylüyorum-. Şimdi kendilerinin olmayan bir davaya hizmet etmeye, o davada kırılmaya devam ediyor önemli bir bölümü.
Konuyla ilgili değil. Yazı renklensin diye koyduk. Charlie ve CHP creme de la creme takımı. Avrupa’da… Yepyeni bir casusluk macerasında…
Aptalca bir yazı, zavallı bir yazar, asılsız iddialar, imlası bozuk zırvalar vs.. : Aynı pakette değerlendirilecek suçlamalar. Çoğu, yazının giriş bölümüne bile bakmayan kişilerden gelir, çoğu face yazısını bile dikkatle okumamıştır, çoğunun Türkçesi olağanüstü bozuktur, birçoğu cep telefonundan yazılmıştır vs.. Bazen cevap verirsiniz: “İmlamız bozuk diyorsunuz, örnek verin. Oysa sizin yorumunuzda neredeyse tek kelime doğru yazılmamış.” Cevap: “Cepten ancak bu kadar yazıyorum, o bile çok bu yazıya…” Ya da dersiniz ki: “Asılsız iddialar diyorsunuz ama, yazı içinde birçok link var, fotoğraf var, göz atsanız vs..” Cevap: “Benim sizin kadar vaktim yok! Saçmalıklarla uğraştırmayın beni.”
Umutsuzluk yayıyorsunuz, yani bu şartlarda hiçbir şey yapmayalım sizin gibi öyle mi? Umutsuzluk mu yayıyoruz? Masalların üstünü çizip gerçekleri anlatmak mı umutsuzluk yaymak? Umutsuz isek bu saçma sapan yığınla uğraşmaya niye devam ediyoruz? Bize yaklaşanlar umutsuzluktan kurtuluyor tam tersi. Gerçekçi ve sağlıklı, uygun dozda bir umutla donanıyor. Hem bir şey yapmıyor diyenler, sizler… 200 kişi toplanın, bizim yaptıklarımızın çeyreğini yapın, size hak verelim!
Tamam iyi hoş konuşuyorsunuz da, çözüm ne? : Bunlara sudokucular diyebiliriz. Çözüm diye bir şey yoktur. Sürekli mücadele vardır. Bunu istemiyorsan, yan gel yat, huzur içinde etrafına bak. Ama üç dakika sonra, hani çözüm hani çözüm diye dikelme. Tutarlı ol! Sahte çözümler veya çözüm reçeteleri istiyorsan, onlardan çok daha sağlamı buradaki yazıların içinde bolca bulunmakta. Yeter ki görmesini bil.
Hepsini okudun mu! : Bunlar da “hepsi senin mi” diye laf atan 60’lı yıllar gençlerinin günümüzdeki entel çeşitlemesi. “Literatürle dövenler” de diyebiliriz. Ne zaman hangi yerli veya yabancı yazarı eleştirsek, birileri çıkar, o yazarın şunları da var, bunları da var diyerek “hepsini okumadan eleştiremezsin” deyu buyururlar. Yahu, böyle bir kaide mi var! Kim, nerede koymuş? Bir şiiri eleştirebilmek için o şairin bütün şiirlerini bilmek neden zorunlu olsun! Eleştirdiğin şeyi doğru ve dikkatli okuman yeter. O eleştiri yazısı gücünü az veya çok zaten belli edecektir. Sen kuralların efendisi, sen bak beş sayfalık yazımızı bile okumaya tahammül edememişsin, ilk sayfayı bile yalapşap okuyup yanlış anlamışsın…
Hele yazar yabancı ise, mesela Lacan falan ise, yandın. Bittin! “Sen hiç Lacan’ı ana dilinden okudun mu? Lacan’ı ana dilinden okuyup eleştiren falancayı okudun mu? Elimdeki şu kitabı, Lacan’ı eleştireni eleştireni okudun mu…” Yok artık… Okumadım. Peki ya siz, Harputlu İshak Efendi’nin “Cevap Veremedi”sini okudunuz mu? Yaaa.. Böyle kalırsınız işte!..
Sizi hiç tanımayan birilerinin (çoğu gençler arasından çıkar), kendi bildiklerini ve okuduklarını uzun uzun sıralayıp, tabii ki sizin onları hiç bilmediğiniz, duymadığınız sanısıyla sizi cahillikle suçlaması; Marksizmi doğru dürüst bilmeden Marksizmi eleştirdiğimiz; Freud’u okumadan, bilmeden Freud’u eleştirdiğimiz suçlamaları… Zaman zaman karşımıza çıkan para-normal, fakat gayet olağan eleştiriler arasında sayılabilir.
SON…
Yazarlarımız ve okurlarımız arasından başka madde eklemek isteyen varsa lütfen buyursun…
Kaan Arslanoğlu
EK: Taylan Kara'nın aynı gün (17.1.2018) saat 18.20'deki eklemesi:
K.Arslanoğlu'na küçük birkaç ekleme yapayım:
1. YAZIDAKİ OLGUYU-KANITI İNKAR
İ.Ortaylı yazımdan sonra ekşi sözlükte biri benim “dedikoducu ve yalancı bir adam” olduğumu yazıp şöyle bir öneride bulunmuştu: “bir daha götünle televizyon izleme”
https://eksisozluk.com/taylan-kara--1961368?p=2
Aslında İ. Ortaylı öyle dememiş videoda hepimiz yanlış duymuşuz!
https://www.youtube.com/watch?v=81CQ_uLGBkk
1.52-1.56 sn’ler arasında duyduklarınız yalan aslında!
Üşenmemiş, sözlükte adıma entry girmiş. Ekşi sözlükte aktif bir yazarım ama hiçbir yanıt vermedim. Ne yazılabilir inanın bilmiyorum.
*
2. “BİLİMDEN ANLAMIYORSUN” SUÇLAMASI
İ.Ortaylı ve C.Şengör’ün Hegel’e “salak ve şarlatan” demesini eleştiren yazıma gelen bir mailde benim “yalnızca editör olduğum için bilimden anlamadığım”,
“bir edebiyatci olarak bilim avukatligi yapmadan önce, bilimin içinde olmam gerektiği”ni söylüyordu.
Ortaylı’nın ve Şengör’ün “üst seviyedeki söylemlerini benim seviyeme indirgeyemedikleri” için onları suçladığımı yazmaktaydı. “Üst seviyedeki söylemler” dediği ise yalnızca “Hegel salaktır ve şarlatandır” ifadesiydi.
Benim bilimden anlamadığımı söyleyen kişi ise 18-22 yaş arasında bir fizik lisans öğrencisiydi.
*
3. “X’TEN DAHA CAHİLSİN” FORMÜLÜ
Nuray Mert yazısı sonrası “N.Mert’ten daha cahilsin” suçlaması,
Ali Nesin yazısı sonrası “Ali Nesin’den daha cahilsin”
Emre Kongar yazısı sonrası “Emre Kongar’dan daha cahilsin” …
X yazısı sonrası “X’ten daha cahilsin” algoritması…
K.Arslanoğlu’nun “kimsin sen?” başlığı altına dahil edilebilir.
*
4. “AMINA KODUĞUMUN KEMALİSTİ",
"AMINAKODUĞUMUN PKKLISI",
"AMINAKODUĞUMUN KOMİNİSTİ”
Bunları tek bir başlık altında ve “A.ınakoduğumun” parantezine alabiliriz. Yazan kişilerin siyasi görüşüne ve sizi yerleştirdiği gruba göre değişkenlik göstermekte. Bunu yazanların 3 ortak noktaları vardır:
1) Mail atsalar bile hepsinin takma isimlerle yazmaları,
2)Sadece bir tek yazınızı okumuş olmaları,
3) Okudukları o yazıyı "beyin dışı organlarla" anlamaları.
*
5. “X’E LAF EDEMEZSİN LAN”
Bir önceki maddenin “cinsel olmayan” hali denebilir. X, İlber Hoca hazretleri, Kongar Hoca ya da eleştirdiğiniz kişiye göre değişir. Bu tepki bana en çok “Ali Nesin tarikatı” tarafından verildi.
Gerçek isimlerle gelen her maile sabırla ve seviyeyi koruyarak yanıt veririm. “Ali Nesin’le ilgili hangi cümlem yanlış lütfen söyleyin” soruma, “Sen Ali Nesin’i eleştiremezsin” diye yanıt gelmişti.
*
6. STALİNİST
Çavuşesku, kurşuna dizilirken enternasyonel marşı söyleyerek öldü. Bu bir olgudur. Youtube daki bütün videolarda ise bu kısım kesilmiştir. Bunu twitterda yorumsuz bir şekilde belirttiğimde Gün Zileli benim “Stalinist olduğumu” yazmıştı.
http://www.gunzileli.com/.../fikir-ozgurlugunu-kim.../...
Yeterince yaşarsanız hepiniz bir gün bu suçlamayla karşılaşacaksınızdır.
*
7. SİPARİŞ YAZILAR, NASIL LAF ÇAKARIM?
“X eleştirilecekse biz eleştiririz, sana nooluyor” diye kolları sıvayıp yazımdaki istediği bir şeyi alıp geri kalanları yok sayarak saman adam yaratmak.
Ha bir de “ün devşirmek için ünlülere laf çakmak”…O da var.
*
8. TEPEMİZE İSİM LİSTESİ BOCA ETMEK
-“Şunları okudun mu ki konuşuyorsun?”
-E okudum.
-Peki ya şunları?
-E onları da okudum.
Peki ya şunları şunları?
Bu mülakatın belli bir evresinde sobelenmeniz kaçınılmazdır. Okumadığınız bir yazar doğal olarak çıkacaktır. Soru illaki “okumadığınız yere” gelecektir. İşte o zaman hemen kafanızdan aşağıya bir liste dökerler:
Sartre, Marx, Bergson, Popper, Kuhn, Kant, Hegel, Schopenhauer, Tonguç Kundil, Kafka, Feyerabend, Hüseyin Şevki Topuz…
Listeyi yazan bunları okumuş mudur? Yoo. Listeyi size verince, bu isimleri sayınca okumuş görünür. Ne de olsa mülakatı yapan daima kazanır!
Sonuç olarak: Bana göre yazı yazmaktan daha zoru gelen geri bildirimler üzerine kafa yormak...
Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.
Fethi Sönmez 17.01.2018
1- Yüzyüze olmayınca sanırım insanlar gerçek kişilikleriyle ortaya çıkıyor.Fikir de yoksa, hani yumrukla döğüş ederken,dayak yiyenin taşa sarılması gibi.Hemen yafta yapışıyor. 2-Kırk yılı aşkın Aydınlıkçıyım.Doğu Perinçek için yapılan karalamaları alt alta yazsam sizin yazdığınız yazıdan uzun olur.Seksenli yıllardı, Bolu da sendikacı bir arkadaştan broşür aldım.Postayla bütün sendikalara gelmiş.Broşür tamamiyle Doğu Perinçek ‘i karalıyor.Kuşe kağıda basılmış.Altında legal veya illegal hiç duyulmamış(olmayan) bir sol örgüt imzası var.Sanırım CIA uzantıları. 3-Bölücülüğe karşı durursanız.Emperyalizme-ABD ye karşı durursanız saldırı ve her türlü karalamaya maruz kalacaksınız.Ya gerçekleri olgularda arayacak doğru bildiğinizi yazacaksınız ve ceyranı göğüsleyeceksiniz. Ya da PKK ve FETÖ güzellemeleri yaparak ABD yi emperyalizmi pas geçeceksiniz. Gerçeği arayacak,gerçeği yazacaksak her türlü karalamaya da ‘Hoş geldin safa geldin’’diyeceğiz.
editör 17.01.2018
Bir okurumuzun katkısı ile bir madde daha ekleyelim: Kurbanı suçlama. Mağduru suçlama. Burada kurban veya mağdur yazıyı yazan, ama aslında en çok da editörler. Sitenin editörleri. Yukarıdaki "eleştirileri" görüyorsunuz. Bunlara normal bir insan 3 ay dayanamaz. Aklını kaçırır. Ama sanırız bizler zaten "manyak" olduğumuz için dayanabiliyoruz :) Ama buna rağmen bazı yorumcular "hiç hatayı kendinizde aradınız mı?" diye sorabiliyorlar. Üstelik çıkan her problemde, örneğin iki üç kişi kavga edip birbirine girdiği durumda bile, bir süre sonra birbirlerini bırakıp editörlere girişiyorlar. Yukarıdaki yazıda, buna rağmen hatalarımız olabileceği, olduğu belirtiliyor. Yine de hırsızı bırakıp ev sakinini suçlayan bir hayli çıkıyor.
Taylan Kara 17.01.2018
SON 7. SİPARİŞ YAZILAR, NASIL LAF ÇAKARIM? “X eleştirilecekse biz eleştiririz, sana nooluyor” diye kolları sıvayıp yazımdaki istediği bir şeyi alıp geri kalanları yok sayarak saman adam yaratmak. Ha bir de “ün devşirmek için ünlülere laf çakmak”…O da var. * 8. TEPEMİZE İSİM LİSTESİ BOCA ETMEK -“Şunları okudun mu ki konuşuyorsun?” -E okudum. -Peki ya şunları? -E onları da okudum. Peki ya şunları şunları? Bu mülakatın belli bir evresinde sobelenmeniz kaçınılmazdır. Okumadığınız bir yazar doğal olarak çıkacaktır. Soru illaki “okumadığınız yere” gelecektir. İşte o zaman hemen kafanızdan aşağıya bir liste dökerler: Sartre, Marx, Bergson, Popper, Kuhn, Kant, Hegel, Schopenhauer, Tonguç Kundil, Kafka, Feyerabend, Hüseyin Şevki Topuz… Listeyi yazan bunları okumuş mudur? Yoo. Listeyi size verince, bu isimleri sayınca okumuş görünür. Ne de olsa mülakatı yapan daima kazanır! Sonuç olarak: Bana göre yazı yazmaktan daha zoru gelen geri bildirimler üzerine kafa yormak.. Saygılarımla
Taylan Kara 17.01.2018
3. Bunu yazanların 3 ortak noktaları vardır: 1) Mail atsalar bile hepsinin takma isimlerle yazmaları, 2)Sadece bir tek yazınızı okumuş olmaları, 3) Okudukları o yazıyı "beyin dışı organlarla" anlamaları. * 5. “X’E LAF EDEMEZSİN LAN” Bir önceki maddenin “cinsel olmayan” hali denebilir. X, İlber Hoca hazretleri, Kongar Hoca ya da eleştirdiğiniz kişiye göre değişir. Bu tepki bana en çok “Ali Nesin tarikatı” tarafından verildi. Gerçek isimlerle gelen her maile sabırla ve seviyeyi koruyarak yanıt veririm. “Ali Nesin’le ilgili hangi cümlem yanlış lütfen söyleyin” soruma, “Sen Ali Nesin’i eleştiremezsin” diye yanıt gelmişti. * 6. STALİNİST Çavuşesku, kurşuna dizilirken enternasyonel marşı söyleyerek öldü. Bu bir olgudur. Youtube daki bütün videolarda ise bu kısım kesilmiştir. Bunu twitterda yorumsuz bir şekilde belirttiğimde Gün Zileli benim “Stalinist olduğumu” yazmıştı. http://www.gunzileli.com/.../fikir-ozgurlugunu-kim.../...
Taylan Kara 17.01.2018
2. Ortaylı’nın ve Şengör’ün “üst seviyedeki söylemlerini benim seviyeme indirgeyemedikleri” için onları suçladığımı yazmaktaydı. “Üst seviyedeki söylemler” dediği ise yalnızca “Hegel salaktır ve şarlatandır” ifadesiydi. Benim bilimden anlamadığımı söyleyen kişi ise 18-22 yaş arasında bir fizik lisans öğrencisiydi. * 3. “X’TEN DAHA CAHİLSİN” FORMÜLÜ Nuray Mert yazısı sonrası “N.Mert’ten daha cahilsin” suçlaması, A .Nesin yazısı sonrası “Ali Nesin’den daha cahilsin” E.Kongar yazısı sonrası “Emre Kongar’dan daha cahilsin” … X yazısı sonrası “X’ten daha cahilsin” algoritması… K.Arslanoğlu’nun “kimsin sen?” başlığı altına dahil edilebilir. * 4. “AMINA KODUĞUMUN KEMALİSTİ", "AMINAKODUĞUMUN PKKLISI", "AMINAKODUĞUMUN KOMİNİSTİ” Bunları tek bir başlık altında ve “A.ınakoduğumun” parantezine alabiliriz. Yazan kişilerin siyasi görüşüne ve sizi yerleştirdiği gruba göre değişkenlik göstermekte. +++
Taylan Kara 17.01.2018
K.Arslanoğlu'na küçük birkaç ekleme yapayım: 1. YAZIDAKİ OLGUYU-KANITI İNKAR İ.Ortaylı yazımdan sonra ekşi sözlükte biri benim “dedikoducu ve yalancı bir adam” olduğumu yazıp şöyle bir öneride bulunmuştu: “bir daha götünle televizyon izleme” (Bkz:
) İ. Ortaylı öyle dememiş videoda hepimiz yanlış duymuşuz!
https://www.youtube.com/watch?v=81CQ_uLGBkk
1.52-1.56 sn’ler arasında duyduklarınız yalan aslında!
Üşenmemiş, sözlükte adıma entry girmiş. Ekşi sözlükte aktif bir yazarım ama hiçbir yanıt vermedim. Ne yazılabilir inanın bilmiyorum.
*
2. “BİLİMDEN ANLAMIYORSUN” SUÇLAMASI
İ.Ortaylı ve C.Şengör’ün Hegel’e “salak ve şarlatan” demesini eleştiren yazıma gelen bir mailde benim “yalnızca editör olduğum için bilimden anlamadığım”,
“bir edebiyatci olarak bilim avukatligi yapmadan önce, bilimin içinde olmam gerektiği”ni söylüyordu.
+++
17.01.2018
Bir de "eleştirinin karşıyı güçlendirmesi"ni ekleyebilirsiniz. CHP AKP'yi eleştirdikçe AKP muhalefeti kendi sahasına çekti. İstediği gibi oynatıyor. CHP'yi, HDP'yi eleştirirken de aynı duruma düşmemek için alternatifini güçlendirmek gerekir. Elinizdeki gücü "ne yapmamalı?"ya değil, " be yapmalı?"ya yoğunlaştırmalısınız. Sadece eleştirildikçe daha güçlü çıkıyorlar karşımıza. Daha içe kapanıp savunma geliştiriyorlar. Yok saymayı engellemenin yolu gündemi belirlemektir. Muhalefetin en önemli sorunu yaratıcılıktan yoksunluk ve yeni, ikna edici bir dil geliştirememektir. Yanlış yaptıklarını AKP, CHP, HDP yandaşları bile kabul ediyorlar. Ama başka türlü de olamayacağına inanıyorlar. İnsanları başka bir dünyanın mümkün olduğuna inandırmaya çalışmalı.
Mahir Ünal 17.01.2018
Yazınızdaki tüm saptamalara katılıyorum. Dahası, saptamalara karşı çıkan saplamalara karşı da şerhimi önceden koyuyorum. Bakınız, saplama önemli bir saptamadır ya da saptanamayan saplamalar mevcuttur. Bu, aynı zamanda siklonik bir kavramsal çerçevedir de denilebilir. Bir şeyci olmanın ötesine geçememiş ve laf ebeliklerini, laf cambazlıklarını edebiyat, bilim ve bilimum diğer sanat dallarının olmazsa olmazları olarak görüp yüceltmiş yarı cahil insan mamullerinin sizleri çok sıkmamasını diliyorum. Yazınızdaki maddelere ek yapmaya kalksak buradan oraya bir Acur Şifneli kasnaklığı, Kasan Bali Topaç, Korhan Yamuk, Efil Kavşak güzellemesi ya da ne bileyim ben bir Botan Davran doğuştan jüri şeysi saçmalığı peydah olur ama değer mi? Geldikleri gibi giderler... önünde... sonunda... diyorum.