Medya
Yayına Ara Verdiğimiz Dönemdeki Bazı Face Yazılarımız

Yayına ara verdiğimiz dönemde, seçime bir hafta kaladan şu tarihe kadar bazı FACE paylaşımları yaptık. Hayli çok okunan ve tartışmalara neden olan bu yazı ve yorumları facebook sayfalarımızdan görebilirsiniz. Fakat aynı metinler bir de burada olsun istedik. Epey uzun tuttu ama topluca hepsini koyduk. Yorumların çoğu hariç tabii.
Konular sırasıyla: 1- Seçimde M. İnce’ye destek ve seçim yolsuzluklarına karşı uyarı ve soru.. 2- Seçim sonuçlarının değerlendirmesi.. 3- Seçim gecesi HALK-TV trajikomedisi.. 4- HDP ile birliksen yüzde 55’de alsan iktidarı vermezler.. 5- Seçimde TKP.. 6- Hakan Erdem, Tarih-Lenk, Kitab-ı Duvduvani.. 7- HDP kapatılmalı mı? 8- Yalçın Mısıroğlu büyüğünü nereye küçüğünü nereye yaptı? 9- Solcular olarak hem katiliz hem çok pis yalancı.. PKK katliamlarını sessizce geçiştirme sorunu…
Yayına tekrar Ağustos başında devam ederiz yavaş yavaş kısmetse :)
Oyumuzu size atacağız da Muharrem Aga... Her seçim küçüklü büyüklü gördüğümüz seçim hileleri, oy hırsızlıklarına karşı.. Bu kez bir planınız var mı acaba? Haydi bakalım hayırlısı :) Hep birlikte yaşayıp göreceğiz...
NOT: Bu soruyu seçim öncesi yine sorduk. Tabii yetkililerden yine cevap alamadık. Yetkililer (o büyük CHP kurmayları) hem çok meşguldü hem de çok büyük adamlardı, bizim gibi sıradanlara neden kulak assınlar. Seçim gecesi ve sonrası rezaletini hep birlikte yaşadık. 15 Temmuz gibi tuhaf ve karanlık bir işti…
Seçim sonucu olabileceğin en iyisidir. Muharrem İnce’nin kaybedişine, Tayyib’in kazanışına üzüldük. Duygusal olarak. Aklen sakiniz. Tayyip’in karşısına eşek rakip çıksa onu da desteklemiştik bugüne dek. İşimiz çocukluktan beri muhalefet çünkü. İktidarın büyük haksızlıklarını gördüğümüz ve de sosyalist olduğumuz için. Muharrem İnce kazansaydı ne olacaktı peki? Birkaç hafta sevinecek, sonra yine muhalefetin dibine düşecektik. Muharrem iyi insan, sevdik onu. Ama nereye kadar?
Muharrem’in iktidarı ilk PKK bombasında zaten çökecekti. Kukla Selahattin’i lider sayan tüm o sol muhalif insan tipiyle ne kadar birlikte olabilirdik? Solun 80’den beri canına okuyan HDP sevicilikle ne kadar akıl, vicdan birliği kurulabilir? Bunu 30 yılda göremeyen kafalar nasıl sağı yıkabilir?
Laiklik konusunda biraz ilerleme kazanacaktık tekrar. Belki tek kazanımımız bu olacaktı. Doğa katliamı? Aynen devam edecekti. Belki artarak. Hukuk-adalet-demokrasi… Sağı, iktidarı geçtik, muhalefetteki bu insan kalitesiyle ne kadar yol alabilecektik? Sömürü, tüketim düşkünlüğü, dünya yıkılsın, keyfim bozulmasın anlayışı gerileyecek miydi? Kapitalizm… Tüm kötülüklerin anasına bağımlılık azalacak mıydı? O mitinglerde böyle bir hava mı vardı? Yoksul için, çaresiz için kaç kişi parmak oynatıyor?
Kaos çıkacaktı. Kaostan devrim çıkmayacaktı… Bu insan kalitesiyle… Daha koyu faşizm çıkacaktı…
Ekonomide de kaos çıkacaktı. İlk birkaç ay belki dış kredilerle bir balayı. Sonra daha büyük bağımlılıklar… Emperyalizme bağımlılık yok mu olacaktı? Daha da artmayacak mıydı? Üstelik AKP kitlesi tüketim boykotu dahil her türlü çomağı sokacaktı tekere. Bizim hiç yapamadığımızı onlar anında yapacaktı.
Bunları Vatan Partisi söylemlerine benzetenleriniz çıkacaktır. Boşverin psikopatolojinin alanını. Sol teori ve liderlik sahası 30 yıldır “deliler boşaldı” trajedisinde. Vatan Partisi’nin bugünkü savlarının çoğu doğru. Ama liderlikleri açık yürekli ve dürüst değil. Hiç olmadı. Üstelik duruşlarının sosyalist duruşla uzaktan yakından alakası yok. Bizim için önemli olan bu. O yüzden Vatan Partisi’ne yaklaşacak olsam ondan çok daha önce MHP’ye yaklaşırım. Aslı varsa çakması neden? Aşırı sağ tip milliyetçiliğe bir de sol sos katılması… HDP ve VP… Solu Türkiye’de yıkan kahredici talihsizlik. Hangi konuda sosyalist gibi bakıyorlar. Bırakın sosyalistliği, hangi konuda sol milliyetçiler? Hiçbir konuda… Bu anlayış ülkeden tasfiye edilmelidir. VP edilmektedir zaten.
Seçim bahsi daha çıkmadan aşağıdaki yazıyı koymuştum. Haklı çıkmaktan cidden sevinçli değilim. Ama en büyük sorunum şu: Kendimi de dahil ederek düzeyimizi ülkede iyi bir şeyler çıkması için son derece yetersiz görüyorum. Bu seviyesizliği seviyesizliğe nasıl anlatacağım? Özellikle muhalefetteki çok asap bozucu kalitesizliği kast ediyorum. Seçim öncesi ve sırasında büyük gayret sarf eden birkaç on bin muhalifi tenzih ediyorum… Ama muhalif çalışma seçim döneminden ibaret değildir.
Ben size miting yapamazsınız demedim, bu düzen insanlığımızla bu iktidarı yıkamayız dedim. İşte o yazı:
http://www.insanbu.com/Medya-Haberleri/671-onumuzdeki-yillarda-ulkeyi-neler-bekliyor-cozum-ne-
Ayık kafayla kesinlikle Halk-TV izlemeyin. Bizim tarafın oylarını doğru yansıtır diye seçim gecesi halk-tv’ye birkaç saat maruz kaldık. Gelen haberlerden feciydi durum. Seçim sonuçlarından daha berbat bir travma… Aynı zamanda o sonuçların bu toplumdan nasıl çıktığının canlı kanıtı…
Nesini anlatalım… Üç dört tane sunucu kılıklı arkadaş ibrik gibi karşımıza dizilmiş, göz teması bile kurmadan durmadan cep telefonlarıyla oynuyor. Geçtikleri haberler az sonra yalanlanıyor… Bunlar devam ediyor. Konuklar getirmişler… Rakamlar ayrı çalıyor, ağızlar tamamen bağımsız konuşuyor.
Dillerine dolamışlar: AA’nın haberlerine itibar etmeyin. Kendi verdikleri rakamları gecenin ilerleyen saatlerinde durmadan parti sözcüleri itibarsızlaştırıyor. Konuklar bağlanıyor. Yılmaz Özdil.. ülke yanıyor bu yine show derdinde, bayağı bayağı söz oyunları peşinde hala acar oğlanı oynuyor. Ataol Behramoğlu’nu takdir ettim lakin, sekiz on cümle kurdu seçimle ilgili, o araya kendisinin dünyaca ünlü ve ödüllü bir şair olduğunu hangi maharetle sıkıştırdı, “usta şair kolay olunmuyor işte” dedik aramızda. Bedri Baykam konuştu, tuvaletten konuşuyordu herhal, dediğinden bir iki cümle parçası ancak anladık. Sanırım seçimden bahsetti. Alttan haber bandı geçiyor sürekli, en az üç saat önceki bayat veriler. Okumak istemiyoruz da, insanın gözü kayıyor.
Ve her yarım saatte bir yarım saat REKLAM! Köy yanar, kaltak taranır hesabı… Ülke madem büyük bir eşikte, madem o gece pek büyük gece… Başka büyük ticari kanallar beş dakika reklam arası vermezken, bütün ülke hop oturup pof kalkarken o ne öyle. Evet, o ne öyle! Bağıra çağıra dingil dingil kitap tanıtımları… Biri bitiyor öteki başlıyor. “Halk TV yararına” o ara, Tuncay Özkan bey, Enver Aysever bey iki kitap fazla satacaklar!
Madem tek haber ajansı tekelinden bu kadar yakınıyorsunuz, 100 yıllık partisiniz, niye ajans kurmuyorsunuz? Aman aman kurmayın. Bu kadar basit bir TV işini beceremiyorsanız ajans kurarsanız milleti hepten dağıtırsınız. Ayık kafayla Halk-TV izlemeyin. Doktor tavsiyesi. Bizi demliyken bile çarptı, sizi mazallah! Zinhar.. Muhaliflikten çıkar, zındık yandaş olursunuz…
Bu benim onayladığım veya onaylamadığım bir fikir değil… Bu toplumsal bir YASA. 2X2=4’den daha açık, daha somut, demir gibi, odun gibi, sopa gibi bir toplumsal yasa. On yıllardır anlatıyoruz da anlaşılmıyorsa ortada kesin bir kasıt var… PKK ile savaş var mı? Var… HDP, PKK’nın kuklası değil mi? Kuklası. Peki bu millet, bu devlet savaştığı güce iktidarı neden versin? Kim verir?
Ne zaman verir? PKK ile savaş durduğunda. GEZİ dönemi durmuştu. O vakit iktidar neredeyse gidecekti AKP’nin elinden. Savaş varken avucumuzu yalarız. Ne zaman verir? Savaş devam etse de HDP kesin biçimde PKK ile bağını koparırsa. O da bir hayal…
Kaderimiz “koyun” diye küçümsediğiniz halkın elinde değil. Onlar sizden akıllı. CHP PKK’ya göz kırptığı müddetçe bizim CHP’ye desteğimiz de lanetli! Kaderimiz HDP’nin elinde. Savaşa devam dedikleri, dedirttikleri sürece biz bugünleri de ararız.
Ne zaman seçime iki ay kalıyor, düzen aklınıza geliyor. Erdoğan’ın karşısına kim çıksa bir kulp bulup sıyrılıyorsunuz. O dinci, bu milliyetçi.. Şimdi yine kapitalizm aklınıza geldi. Çok saldırırlardı size “oyları bölüyorsunuz” diye, ama bereket oyunuz yok. Sahi niye açıklamıyorsunuz? Onca kallavi seçim değerlendirme yazılarınız yanında şunu da iki satır belirtseniz. Tüm adaylarınız 10 bini buldu mu?
Seçim biter, birkaç hafta içinde CHP milletvekillerinden kimi yakalarlarsanız, al takke ver külah! Ne kadar sistemden geçinen ünlü sanatçı, yazar, çizer, beyaz aydın varsa milletvekilleri ile birleştirip imza şöleni üstüne imza şöleni yaparsınız. Cephe üstüne cephe kurarsınız. Konu aydınlanmadır, laikliktir, barıştır… AKP’nin ne kadar kötü olduğudur. AKP diktası böyle canavardır, şöyle faşisttir. Fakat bir dahaki seçime dek asla düzen değildir! Düzen kurumu olan TTB ile ne zaman kavga etsek bizi satarsınız, TTB’ye sahip çıkarsınız. Sonra da pırıl pırıl lekesiz kasklarınızı beyaz yakalarınızın üst kısmına denk gelen kafalarınıza takar, hadiii 1 Mayıs’a.. gösteri zamanı! Alın işte sınıf mücadelesi. Kiralık mı o kasklar, Bauhaus’tan mı aldınız toptan? Toptan daha ucuza galiba. Bizim yandaki inşaatta işçilere lazım da, mühahit benim sayfamdan gördü. Bizim derdimiz ne herif neyin peşinde, ucuza kapatacak çakal…
Her neyse… Seçim öncesi bir deklarasyon yayımlamışsınız, yine çok güzel. Şunlar şunlar olmazsa, bu düzen şöyle şöyle değişmezse tüm sorunlarımız sürer diye. PKK-HDP Türk ve Kürt bu halkla savaştayken solun sittin sene belini doğrultamayacağını yazmamışsınız bir tek. Tabii PKK-HDP’ye tavır almanın bu denli önemli olduğunu kavrayamadıktan sonra. Sahi siz hangi taraftasınız? Gizli seçim kaçaklığınız kadar gizli mi PKK’cılığınız?
Resim, seçim çalışmaları ve “bu düzen değişmeli” platformu için en övünerek yayımladıkları kare. Alibeyköy ya da Kartal’daki fabrikalardan birinden foto koymak isterdim, ama cidden bulamadım. Ama fark etmez, bunlar da emekçi ve burada da düzen var. Evet bu düzen değişmeli. İçki içip tıkınırken daha bir ferah ortam istiyor insan. Ne o öyle pazaryerinde bir menemen tepsisine otuz kişi ekmek bandırır gibi oturma düzeni.
Yeni yiyici emekçi sınıfımızın büyük sorunu bu. Resmi inceleyin, ne kadar çaresizce bakıyorlar. Parti el atmalı buna. Ama sevgili Aydemir Güler’in yüzü umutlu ve güleç. Bir şeyler yapacak sanki.. Orada eski tip ilkel işçi sınıfına benzer tek bir “özne” göze çarpıyor. Muhtemelen ardından ter damlayan o yapılı garson. Onun da parti şeyinde değil. Belki’de AKP’ye oy veriyordur ha! Zaten insanlar ne kadar çok işçiyse o kadar az solcu oluyolla! Bu düzen değişmeli de… artık kim düzmeli? Tüm felsefi mesele burda…
Fazla yüklendiysem affola. Samimi söylüyorum, seviyorum bu eski yoldaşlarımı.. şaka kabul edin. Öyle zaten. Cidden pırıl pırıl insanlar. Büyükbabam, yanında birisi fazla kötülenirse rahatsız olurmuş. Laz şivesiyle “Canuuum, o öyle kötü bir adam değil, ehlakı öyle..” dermiş. (İdeolojiyi kast ediyor.) Bu arkadaşlar da kötü insanlar değiller, hakikaten iyiler, ama ideolojileri böyle…
NOT: Bazı TKP’li arkadaşlar bu yazıya çok öfkelendiler. Onlara verdiğim cevaplardan ikisi aynen şöyle:
Bir- Şimdi Azizm Sanat bu yazıyı paylaşınca orada da "bu haksızlık" diye tepkiler olmuş. Çok seviyesizmiş bu yazı (gerçekler daha da seviyesizdir dostlar), Azizm bunu niye paylaşmışmış. Kardeşler, TKP'li dostlar düzene karşı her daim örgütlendiklerini belirterek içerlemişler. Onlara bir şey ekleyeyim sadece: Onca uyarı ve eleştiriye karşı daha sol PORTAL'dan komünizm sosyalizm ruhunu bırakın, insani direngen ruhla bağdaşmayan o REKLAMLARI kaldırtamadık. Sayfalarında rezidans, otomobil, savaş oyunu, banka reklamı yapanlar düzeni değiştireceğiz derlerse eğer, diyebilirler... Sadece komik olurlar. Dostlar önce kendilerinde arasın seviyeyi. Bu ne yahu? Meydan boş. Yaprak kımıldamıyor eleştiri adına. Solcular birbirini yağlayıp duruyor. Ortaya çıkan: Müthiş bir kalitesizlik. Bekleyin, bu iktidarı yıkarız, düzeni de değiştiririz. :(
İki- Nevzat bey bazı TKP li arkadaşlar benim son TKP eleştirime "seviyesiz, saçma, dikkate alınmaz, küfürlü" vb. gibi yorumlarda bulunarak öfke kusmuşlar da... Benim yazı hiç de öfkeli değildi ancak. Hak ettiklerinden çok daha yumuşak üslupluydu. Bir şey soracağım önce... Siz hiç SOL PORTAL’da yorum eleştiri öneri bölümü görüyor musunuz? Göremezsiniz. Bu arkadaşlar ben bildim bileli kendileri çalar kendileri söyler. En ufak bir eleştiriye azgınca saldırırlar. Yetiştirdikleri adamlar da satırlı sol içi cellatlardır ancak. O yüzden tarikat gibi içe kapalı yaşar kendi içlerinde hu çeker dururlar. Bizim insanbu com.da maruz kaldığımız laf sokma, ağır suçlama.. onları geçtik alenen hakaretleri.. bunun çeyreğini görseler, herhalde dükkanı kaparlar. Ama nasıl olacak böyle eleştirisiz dikensiz gül bahçesi siyaset.. Nasıl olacak sözde aydınlanma!
Oysa benim kısacık yazının içinde tek bir cümle hakaret amaçlı değil, biraz mizahi sadece (ondan da anlamazlar ya) ve her cümle sopa gibi somut gerçekleri yansıtıyor. Her cümlesi... Yıllardır onlarla konuşmalarım, onlara yazılarım, onlara karşı eleştiri yazılarımın en kıslatılmış özeti. Hepsi "bu düzeni değiştirelim" teranelerindeki samimiyetsizliği gösteriyor. Öfkeleri de buna zaten. Düzeni gerçekten değiştirici bir niyetleri olsa, seçimde isterse Tayyib’e versinler oylarını, ister hiç katılmasınlar, ellerinden öperim.
Her seçim sonrası, daha kırkı dolmadan CHP'li milletvekilleriyle flörte başlayan bunlar değil mi? Ne düzeni! İyi niyetli birkaç yüz kişi mahallelerde çalışsın isterse, partinin namusunu kurtardıklarını sansınlar. O ne idüğü belirsiz, bazıları ise gayet belirli CHP milletvekilleriyle, emperyal oligarşik medya artıklarıyla şefleri sürekli al takke ver külah.. Onları büyük dost, müthiş sosyalist ilan etmeler. Durum o kısacık yazımda belirttiğimden çok daha karanlık aslında.
Kardeşler, canlar daha bunları sol portala o iğrenç reklamları koymayın dediğimiz halde, o skandalları bir bir gösterdiğimiz halde sol ahlakın yoluna çeviremedik. ABD, İngiliz bayraklı savaş oyunları reklamları, rezidans reklamları, otomobil, finans, banka reklamlarını en keskin sol haberlerin üstüne, "komünizm" makalelerinin altına koy, sonra "bu düzen değişmeli". Yahu bu ne düşük bir seviyedir ki sol yayınlarda hele ki sosyalist yayınlarda reklam olamayacağını beş yıldır çeşitli argümanlarla anlatmaya çalışıyoruz. Karşı taraf da kapitalizmin en temel soysuz mantığıyla "ama para lazım, ne yapalım" diye yanıtlıyor. Sosyalist duruşun daha ayağını bilmeyen insanlarla "bu düzen değişmeli" platformunu tartışıyoruz. Fikri cesaretleri varsa Kemal Okuyan, Aydemir Güler bir şeyler yazsın bu konularda. Ötekilere artık cevap da vermiyorum. Ama yaptıklarını hak ettikleri ve işgal ettikleri yer oranında elbette teşhir etmeye devam edeceğim. Saygılar herkese.
Hakan Erdem’in “Tarih-Lenk” kitabındaki bilimsel yaklaşım sağlamlığını ve yüksek mizahi tarzını çok tutmuş idim ve kafaya koymuş idim. Şunun bir de romanını okumalı. Bu yetkin dille yazan kişi, kimbilir romanda neler döktürmüştür. Geçenlerde de “Kitab-ı Duvduvani”yi okudum.
Roman tam anlamıyla post-modern teknikle yazılmış. Yazarına göre buna ilaveten gelenekçi bir bakış açısıyla. Hayli değişik bir roman. Öteki post-modernlere pek benzemiyor. Şahsen post-modern felsefeye tümüyle karşı olsam da, birçok defa belirttiğim gibi sanatta post-modern tekniklere karşı değilim. Zaten birçok gerçekçi eserde gerçek üstü ögeler bulunabiliyor, hatta gerçeküstücü teknik denemeler yapılabiliyor. Keza, modernist sanat yapıtıyla “post-modern”i teknik bakımdan ayırt etmek zor. Bunlar uzun konular, sonra geniş ele alabiliriz.
Tekniği post-modern olmakla birlikte, bu romanın özü hiç de post-moderne uymuyor. Çünkü gerçeklik tartışması, gerçeklik arayışı yapıtın ana teması. Tam da en çok önem verdiğim ana sorunlardan biri. Örneğin yakın zamanda bir de Suat Derviş’ten “Çılgın Gibi”yi okudum. Öteki romanlarını pek tutmasam da “Hiç” romanını hayli beğenmiş ve bunu yazmıştım. Bunun üzerine birkaç okur “Çılgın Gibi” en iyisi falan demişlerdi. Okudum. Hayli kötü bir roman. Niye kötü, anlatmak uzun sürer. Şu kadarını söyleyeyim: “Çılgın Gibi” sözde “toplumcu gerçekçi” bir roman. Hep söylerim, gerçeği bu denli kaba biçimde anlatırsanız, - ya da gerçeğe bakışınız bu denli şabloncu ise- anlattığınız şey gerçek olmaktan çıkar, gerçekliğin bayağı bir çarpıtmasına döner. Birçok “toplumcu gerçekçi” yapıtta olduğu gibi. Çok iyileri de var tabii kuşkusuz, o ayrı konu. Oysa post-modern iddiada veya görünümde bir “Kitab-ı Duvduvani” gerçekliğe veya gerçek arayışına çok daha yakın durabilir. Gerçeğe yaklaşmak için, gerçeği tartışabilmek için, hayali bir eserden, kötü bir toplumcu gerçekçi yapıta kıyasla çok daha fazla yararlanabiliriz.
Duvduvani sağlam bir kitap. Dili biraz ağır ve ayrıntı bol. Okuması, izlemesi biraz güç, yine de az çok sürükleyici. Yine de her ayrıntının gerekli olduğunu söyleyemeyeceğim, biraz daha sadeleştirilip, şöyle yüzde 20 falan kısaltılsaydı.. sadece okuma kolaylığı açısından değil, edebi nitelik açısından daha güzelleşirdi kanısındayım. Mizahı da hiç fena sayılmaz, ama Tarih-Lenk’ten ötürü beklentimi yüksek tuttuğumdan hevesimi azcık boşa çıkardı. Ufak tefek kusurlarına karşın herkese tavsiye ederim.
Peki aranızda “Unomastica alla Turca”yı okuyan var mı? Onu da merak ediyorum. Okuyanınız varsa lütfen fikir bildirsin, iyi midir, konusu nedir, ne anlatır?
NOT: Arif Yavuz Aksoy bu sorumu yanıtladı. Hakan Erdem’den bahsi geçen 3 kitabı da okuduğunu, “Unomastica”yı tahminen daha da beğeneceğimi söyledi. Bu romanların fazla didiklemeye gelmeyecek (mealen), “beğenilesi” romanlar olduğunu ekledi.
Ülkemiz bir hak-hukuk ülkesi olsaydı hdp tüm bu katliamlara suç ortaklığından on yıllar önce kapatılırdı. Ülkemiz aydınlarında az buçuk siyasi uygarlık bulunsaydı bu partinin adını telaffuzu bile ayıp sayarlardı. Ülkemiz sol güçlerinde çeyrek solculuk kalsa bu partiyi kendileri zorla kapatırdı.
Yüzlerce aydının, binlerce devrimcinin, işçinin, öğretmenin, sıradan vatandaşın, on binlerce Kürdün ve Alevinin katillerinden bahsediyoruz. Sivillerden... Çatışan silahlı güçlerden kayıplar da bir o kadar. Dünyanın gelmiş geçmiş en gaddar faşist örgütlerinden birinden söz ediyoruz.
Peki Vatan Partisi o konuda haklı mı? Maalesef hayır… Olsaydı.. diyoruz… Çünkü terör ve alçaklık tek yönden saldırmıyor. En az yedi büyük koldan büyük bir vahşet altındayız. O yüzden de hiçbir akıl ve vicdan tek bir şer odağına yoğunlaşamıyor. Her katliamcı çete ve onun yandaşları melanette karşı tarafı işaret ediyor. Toplumsal vicdan denen şey o yüzden yerlerde sürünüyor. Olsaydı.. diyoruz. Bu ülkede sırtımızı dayayacağımız elinden masum kanı akmayan tek bir güç kalmamıştır.
Kimi kime şikayet edeceğiz? Katliamcıyı katliamcıya, faşisti faşiste şikayet et. Suriye’yi kana bulayanlardan mı, Irak’ta soykırım yapanlardan mı medet umacağız. Savın ne kadar haklıysa bu yolla o derece pisliğe bulanıyor. Vatan Partisi’nin 77’den beri yaptığı şey? Elimizde hiçbir haklı dava, kirletilmemiş hiçbir temiz iddia bırakmıyor birileri. Bir siyasi mafyadan yakınan illa ki başka bir siyasi mafyanın adamı çıkıyor.
En son Kılıçdaroğlu gibilere sesleniyorum. Kendi aklın yok, biliyorum. Türkiye sol örgütleri, entelijansiyası gibi ithal beyinle, aplikasyonlu korteks ile fikir yürütüyorsun. O yüzden hdp’ye yaklaşanın bırak solculuğu, insanlığını kaybedeceğini göremiyorsun. Buraya kadar tamam. 12 Eylül’de başlayan bilgi işlem süreci tamamlanmış, tek tek hiçbirinizin kabahati yok. TOPTAN ANDROİD OLMUŞUZ. Ama ara sıra hiç mi vicdanın sızlamıyor be adam! 90 yaşında insanlar sürüne sürüne sandık başına geliyor, sen onların oylarını başka partiye satıyorsun.
Sokakta çeteler varmış! Kan dökülmesinden korkmuşlarmış! Korkmayız! Haklıysak korkmayız. Hak bizi korur. Değil mi ya Ali! Ama haklı değiliz ki!
Büyük oyumu Selahattin’e, küçüğünü Saadet’e vereceğim dedi adam. Sanki oy vermiyor tuvaletçiye hesap veriyor. Bildim bileli deli taklidi yapıyor, show yapıyor… Hayır, o çıldırmıyor, psikiyatrist olarak ben çıldırıyorum.. 30 yıldır solun en önemli teorisyeni sayılıyor.
Seçim öncesi yine döktürdü. Muharrem AKP’ye karşı mücadele etmiyormuş. Bir tek Saadet ve İyi Parti ediyormuş. Bir de Selahattin çok güzel yatıyormuş (hapiste). Selahattin’e “ABD projesi” demişti geçen seçim ama fark etmemişti desteği için. Der adam, sadece gösteri ve reyting için konuşuyor, sadece kendi için, neşelenmek için teori yapıyor… Biliyor: Ne kadar saçmalasa o kadar büyük manşet oluyor.
Bu seviyesiz ortama seviyesizliğini anlatmanın herhangi bir yolu var mı kardeşler? En ağırıma giden de adam bu haliyle karizmanın zirvesinde, bizi her gördüğü yerde aurasıyla eziyor, insanBU’dan o aurayla yazarlar koparıyor. Bizim bu kopan arkadaşların hani derdi edebiyatta, medyada liberal hakimiyet ya! Adamın ne edebiyat umrunda, ne liberaller bir şeyinde. Edebiyat bitmiştir diyor, son elli, belki yüz yıldır tek bir yazarı beğenmiyor. Daha ne desin adam. Bizimkiler hala bundan edebiyat teorisi koparmaya çalışıyorlar, akılları kopuyor. Siyaset de bitmiştir, diyor adam, daha ne kadar açık ifade etsin. Ama durmadan siyaset yapıyor. Adam müthiş eğleniyor, görmüyor musunuz? Yazarak, konuşarak eğleniyor, sizinle eğleniyor.
Güzel kardeşlerim! Orhan Pamuk, Elif Şafak, Altan, Ahmet Ümit vb. vb. den yakınıyorsunuz her gün, ödül şebekelerinden, kitap tanıtım mafyasından, medya-sosyalist parti-kültür sanat kumpaslarından ağlıyorsunuz ya durmadan! Bayağı bir ilgi topluyorsunuz bu yolla hani… Hani liberal avına çıkıyorsunuz sürekli. Bunların alayı 30 yıldır hdp’ci… Liberalizm ve hdp’cilik hep kol kola, et tırnaktır bu ülkede. Sizin üstat da hdp’ci… 30 yıldır liberalin dibi sizin üstat. İki kelime de ona etsenize. Sizle dalga geçmiyorsa eğer, onunla bir olmuş herkesi makaraya sarıyorsunuz.
İnsan bir şeyin durmadan taklidini yaparsa o olur! Allah şifa versin. Ona değil, onu teorisyen sayan topunuza! Amin.
NOT: Birkaç yorumcu Küçük’ün böyle bir eleştiriye bile değmeyeceğini belirtti. Aynı fikirde değilim. Hatta biri “onu hala dikkate alan var mı?” diye sordu.. Ona cevabım:
Var mı? OdaTV hala buna tapıyor, korkunç reyting alıyor. Sol Haber portalı (TKP’nin) bununla söyleşi için kuyruğa girip ötekilerle kapışıyor. Bizim yazarımız, diyor. Tüm "sosyalist" partilerde yazar çizer takımından müritleri var.. Siz ne diyorsunuz... Aydınlık Ulusal kanal bir göz kırpsa yine kapılarını açar. Hey hey hey.. :) :) :)
Bir başka soruya cevabım: Yalçın’ın önemli bir temel misyonu vardır: Solun kafasını bulandırmak. Ne kadarını oyunbaz karakterinden yapıyor, ne kadarı bağlantılı bilemiyorum. Kendini devamlı derin ve karanlık göstermeye çalıştığına göre vardır ikincinin bir payı.. Az ya da çok... Yalçın teoride üç şey yapıyor. 1- Çok doğru, zekice şeyler bulmak ve üstüne yaparak işaret bırakmak (bu benimdir) hem de onu mundar etmek, kullanılmaz hale getirmek. Medya ve edebiyattaki şebekeyi ortaya çıkarıp deşifre ediyor mesela. Ve hemen bunu Sabetayizm teorisiyle pisliyor.. ki kimse kullanamasın. Sabetayizm ve Yahudi dayanışması gerçektir kuşkusuz. Ama ya sınıflar, ya oligarşi.. Ve asıl önemlisi ya gizli servisler. Yalçın bilmez mi bunları. En azından Fransa’dan. Bizden alasını yakinen tanır olmalı. Tali gerçeği öne çıkartıp aslonanı tali hale getirmek. 2- Çok bilinen doğruları çekiçle, tekmeyle en kaba tarzda çarpıtıp kullanılmaz hale getirmek. 3- Soldaki herkesi pek seviyor, sol olan her şeye hayran popülist rolünde solun temel değerlerini sarakaya almak, solu itibarsızlaştırmak. Solu sol olmaktan çıkarmak. Bakınız: Aydın Üzerine Tezler… 70’lerden beri başarıyla yapıyor bunları. Çıraklık denemesi: Başında bulunduğu siyasi dergiye “Maocu Bozkurtlar” diye kapak yapmak ve içinde de 77 1 Mayıs’ı öncesi provokasyon örgütlemek.
“Türkiye’de çoğunluk solcu yazar, sanatçı, akademisyen ve sivil toplum örgütleri, PKK cinayetleri karşısında Yahudilere yapılanlara sessiz kalan Almanlar gibiler… 10 yıl sonra da bu cinayetler konuşulmaya başlandığında, yine aynı Almanlar gibi, ‘Bu cinayetlerden haberimiz yoktu’ diyecekler.”
Bu satırlar, on yıllarını cezaevlerinde, işkencehanelerde geçirmiş kararlı bir militan ve aynı zamanda yazarlık duruşunu çok takdir ettiğim Aytekin Yılmaz’dan…
Mertçe savaşın, sonra da “evet savaşıyoruz, ölüyoruz, öldürüyoruz” deyin.. çok daha şereflidir. Ama hem pis bir savaş yürütün, hem de tüm katliamlarınıza HDP aracılığıyla “barış istiyoruz” karartması uygulayın… Katmerli bir mide bulantısıdır.. Hiçbir ilaç sağaltmaz.
“HDP ayrı PKK ayrı” yalanına ne buyurulur! İlkokuldaki Kürt çocuklarına sorun, teki bile bunlar ayrı demeyecektir. Ama yaş 20’yi aşınca politikanın kirli kurnazlığı başlıyor. Kişinin kendini kandırma düzenekleri saat gibi işliyor. Kutlamada, neşede, düğünde, dernekte, cenazede, kongrede HDP kan yoldaşı PKK’nın… Katliamların vicdan yükü dışardan bastırınca… PKK-HDP ayrı… Sıradan faşizm ruh halleri…
Selo veya HDP içindeki herhangi bir etkili çevre, PKK katliamlarını ad vererek kınamaya başlasın. Aralarındaki mesafe birkaç adım açılsın. Çok büyük bir insani-siyasi başlangıçtır. Barış isteyenler gerçekten varsa ötekilerden ayrılsın. O TAKDİRDE İLK SEÇİMDE BENDEN HDP'YE OY! Söz veriyorum. Tabii PKK onları sağ bırakırsa.
TÜRKİYE SOLU OLARAK, SÖZDE AYDINLARI OLARAK HEM ELİMİZ KANLI, HEM ALÇAK YALANCILARIZ! Her PKK katliamından sonra solda yaşanan tartışma yüzlercesini gördüğümüz gibi hiç değişmez: Sahi mi? Uydurma olmasın! Kim yapmış? PKK’nın yaptığı ne malum! Hadi canım AKP yalanı! Devlet ağzı.. İftira bunlar! Veee.. Hiç kimse kınamaz. Demokratik denen gizli faşist örgütlerden teki bile. 10 gün böyle geçirilir, olay unutturulur, öteki katliama kadar “faşizme karşı omuz omuza!”
Türkiye sözde sosyalistleri de barış istemiyor. Ortalık azcık durulunca hepsi PKK’yı kışkırtmaya koyuluyor. Barış sürecinde karalar bağladılar, Hendek siyasetinde yaşadık.
“Kürt hakları için HDP ile omuz omuza” diyorlar. Kürt hakkı mı? Bu HDP Kürtleri temsil ediyor mu? Bir halka 30 yıldır katliam uygulayanlar o milleti nasıl temsil eder? Kürtleri katlettirmek ve Kürt gençlerini kırdırmaktan başka hangi hakkını elde etti bu HDP Kürtlerin? Kürtlerin en önemli hakkı öldürülme hakkı mı? Sadist misiniz? Kan görmeden duramıyor musunuz? O halde jilet atın kendinize, kendi kanınızı görün. Başkalarının kanıyla solculuk, entellik yapmayın.
“Haklıysan korkma, Hak seni korur!” der.. Hz. Ali… Ya Ali.. Haksızlığımız haklılığımızı yedi bitirdi. Terörde iktidarın eli kanlı.. Ama CHDP sayesinde bizimki onlardan kanlı. İktidar korkunç yalancı.. Ama terörde bizim taraf ondan da yalancı. Kurtulamayacağız bu iktidardan! Haksızız ve cesaretimiz bitti artık… Çünkü şunu hissediyoruz: Seçimlerde şu kadar p.. luk var, bu kadar p.. luk var… Fakat: Bu HDP ile yan yana göründüğümüz sürece bu halk, en başta Kürtler, Türkler, bu devlet.. bize iktidarı vermeeeeeez!
Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.
Miyase Aytaç Yılmaz 05.07.2018
Yine yeniden MERHABA; "Kaostan devrim değil, faşizm çıkacak" demişsiniz ya söyleşilerinizden birinde, yavaş yavaş çıkıyor işte. Her ne kadar kaosumuz soytarıya benzese de!(Ne demek istediğimi ben bile anlayamıyorum artık) Çok ama çok umutsuzum. İşte bu iyi. Umudun içine tüküreyim. Saygılarımla.