Medya
YAKIN TARİHİN EN BÜYÜK SİYASİ YALANLARI

Her paragrafın sonunda bulma kolaylığı sağlaması için paragraf numarası vardır…
GİRİŞ
Alkollü içeceklerin azı bile zehirdir. Ne var ki az alındığında faydası zararına üstün gelebilir. İçlerindeki değişik maddelerin yararı bir tarafa, salt alkol: Gerilimi azaltmak, neşe vermek, sosyalliğe katkı sağlamak gibi yollarla ruhen ve bedenen iyilik verir. Ama doz artırıldıkça zararları büsbütün öne geçer. Alkolik kişi her bakımdan sağlıksızdır. Alkoliklerin arttığı toplumlar fiziksel ve manevi açıdan sağlıksız toplumlardır. (1)
Yalanları da alkole benzetebiliriz. Kişisel ve toplumsal bazda, azı belli faydalar sağlar. İyi gelir. Yalansız kişi ve yalansız siyaset olmaz, doğamıza aykırıdır. Ancak nasıl ki, ülkelerde alkol ve narkotik maddelere ihtiyaç ve bunların kullanımı giderek artıyorsa… İnsanlar normal yaşamdan artık tatmin olamıyorsa… Ya da bu hayatı başka türlü çekemiyorsa… Siyasette de yalan dozu giderek artıyor. Alkol tüketiminden çok daha yüksek oranda artıyor. Yalandan boğulacak hale geldik. Ama boğulmuyoruz. Aksine… Daha çok yalan istiyoruz. Gerçeği, düpedüz görünen gerçeği kabul etmek istemiyoruz. İlla ki o yalanla dolu poşetleri kafamıza geçireceğiz tinerciler gibi. Başka türlü yaşayamıyoruz. Gerçeği söyleyenlerden ışığı görmüş vampirler gibi kaçıyoruz. (2)
İster bu iktidar başta kalsın, ister başkaları gelsin… Çirkin gerçekleri görmemek için haplara, kimyasallara gerek kalmadı, bilim kurgu romanlardaki gibi… Tabii bu arada karşımızdakinin çirkinliğini görmede kusur etmiyoruz da. Kusur ne kelime… O konuda şaheserler yaratıyoruz da, kendimizi göremiyoruz. (3)
Bunun sonu nereye varır? “Toplumsal kokuşmanın dikiş tutmaz boyutta ölümcül hale gelmesi” diye sizi korkutmayayım. “Karaktersiz kişilerin ezici çoğunluğa geçmesi ve kimsenin birbirini sevmediği, güvenmediği toplumlar ortaya çıkması” da demeyeyim. İnsan var oldu olalı zaten yalanla yaşıyor. Belki tam sıyırma çok daha iyi gelecektir bizlere. Ne var ki çok mutsuzuz ve sürekli yakınıp ağlıyoruz. Aynı zamanda mükemmel doğru ve kusursuz insanlarız. İşte bunların hepsinin yalan bağımlılığıyla karışımı o bulamaç hiç çekilmiyor. (4)
O halde bu miskinliğe bir sınır koymanın zamanı geldi de çoktan geçmedi mi? (5)
BU YAZI DİZİSİNDE YAKIN TARİHİN EN BÜYÜK YALANLARININ ŞÖYLE BİR ÖZETİNİ GEÇECEĞİZ… Yalanları, bir halkın karakteri ve kaderidir. Bizim toplumumuzun yalanlarından karakterini kavrayacak ve kader falına bakacağız.. İlk planda ele alacağımız 7 başlık: 1- AKP demokrasi getirecek, 2- HDP demokrasi getirecek, 3- Gezi Hareketi yalanları, 4- Muhalefet muhalefettir, 5- Solcular solcudur, 6- Bilim ve sanat iyi şeylerdir, 7- Medya ve sosyal medya faydalıdır… (6)
1 - AKP DEMOKRASİ GETİRECEK YALANI (7)
Önce “demokrasi” denilen kavram, neresinden bakarsanız bakın boş bir kavramdır, bir aldatmacadır, bunu kaydetmek gerek. Nedir en güzel anlamıyla demokrasi? Seçimle iş başına gelmek. Seçimlere hiçbir biçimde eşit koşullarda girilmediğini aklı başında herkes bilir. Az çok eşit koşullarda giren büyük güçlerin yarışında ne dolaplar döndüğünü de… Bizdeki seçimlerde yaygın hile yapıldığını siyasi iktidar bile kabul etmişti en son. ABD başkanlık seçimine bakın! Derin devletle oligarşinin masa başı oyunu, enayi kandırmacası. Üstelik en adil koşullarda seçim gerçekleşse bile, kim “çoğunluk en haklı ve en doğrudur” diyebilir? Hz. Muhammed, Atatürk, Lenin, Danton, Cromwell, Washington vs vs. çoğunluğun iradesini mi beklemişti? Kongreyi işgal eden Çelik Bilek haklı: “ABD seçimle kurulmadı.” Tabii buradan çıkarılacak sonuç darbelerin meşrulaştırılması da olmamalı. Faşist darbe rejimlerine karşı elbette seçimli göstermelik demokrasi daha iyidir. Ancak demokrasi kandırmacasına da bir sınır çekmek gerek. Tarih boyunca tamamı hiçbir yerde görülmemiş bu nanenin. Onun yerine, yine tartışmaya açık, yine üstünde bir türlü anlaşılamayan, ama biraz daha elle tutulur olgulara dayanan “hukuk”, “adalet” gibi kavramları öne çıkarmak gerek bence. (8)
Peki kimler bağırıp duruyordu “AKP demokrasi getirecek” diye bas bas… Tüm öteki sesleri şiddetle bastırarak? Elbette en başta AKP’liler… O zamanki AKP ileri gelenlerinin çoğu (siyasiler, medyacılar, yazarlar vb.) şu an muhalefet cephesinde. Ana muhalefet CHP ile kol kola. Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan… Demek ki hâlâ bulamamışlar demokrasiyi. AKP’nin en nobran, en şedit kanadı FETÖ “AKP demokrasi getirecek” korosunun en başındaydı. Yüzlerce koldan binlerce kanaldan her gün beyin yıkayışlarını düşünün. Ergenekon, Balyoz davalarının planlayıcısı, militanıydılar. Başbakan Tayyip Erdoğan hayranlıkla onları izler, arkalarında dururken “Ben bu davanın savcısıyım” dedi mi demedi mi tartışılırken… İşin ucunun kendine kadar dokunacağını henüz tahmin edemiyordu. (Eğer o zamandan tahmin edebilmişse, doğruluk açısından değil ama siyasi liderlik açısından dehası daha da takdir edilmeli.) (9)
FETÖ bu demokrasi aşkını 15 Temmuz’da darbe kalkışmasıyla taçlandırdı. Muhalefetin “FETÖ’yü siz bu kadar güçlendirdiniz” suçlaması her ne kadar çok doğruysa da bu geçmişe dönük bir günahtır. Ancak şimdiki muhalefetin FETÖ ile kolkola “demokrasi” için resim vermesi güncel bir ihanet! Kılıçdaroğlu akıl hocası Enver Altaylı’ya ve daha birçoklarına ciddi bir açıklama getirmedi henüz. “FETÖ borsası”ndan bahsetmeyi iyi biliyorlar ama nedamet getirmemiş aktif FETÖ ile ilişkilerinden sıkılmıyorlar. Bu gücün Sözcü başta birçok “muhalif” yayını finanse ettiği iddiaları hep örtülüyor. (10)
Siyasal dincilerin en büyük destekçisi o gün ve bugün satılık entelektüeller, medyacılar, liberaller, liberal solcular ordusuydu. 2013’e dek Cumhuriyet’in kurumları tasviye edilir, devletin, ordunun, yargının yapısı değiştirilirken “Askeri vesayet rejimi kaldırılıyor”, “Kemalizm tasfiye ediliyor” diye düğün bayram ettiler. Bu güruhun önemli insanlarından yüzlercesi şimdi CHP’nin başında. 10 Aralık Hareketi, HDP bağlantılılar, ABD’nin doğrudan elemanları… Canan Kaftancıoğlu, Böke, Çeviköz, Salıcı… Şimdi CHP’nin başında bulunanlardan ancak küçük bir bölümü başından beri AKP’ye muhalefet etmişti. Ama kaset operasyonu ile CHP yeniden örgütlendikten sonra onlar da ABD’ye ve FETÖ’ye daha bir kuvvetle bağlandılar. AKP’ye muhalefetleri taktik icabıydı. Ta ki FETÖ tam tasfiye edilene dek. O zaman daha bir motive oldular AKP’ye düşmanlıkta. (11)
Bu dönemde “demokrasi adına” hiç mi kazanım sağlanmadı? İşimiz futbol taraftarı gibi yanlı değil, nesnel bakmak. Askeri vesayet ortadan kaldırıldı, bu bir bakıma iyiydi. Ordunun gardrop Atatürkçüsü bir darbe imkanı, yapısı temelden değiştirilerek ortadan kaldırıldı. İşin sadece bu yönü bizim gibilere göre bile olumsuz bir şey sayılmazdı, ama bizim bile önceden tahmin edemeyeceğimiz bambaşka tür bir darbeye yol açtı. İktidar buradaki suçunu kısmen kabul etti, tam kabul etmedi… Muhalefet ise kısmen bile kabul etmedi. Başka?.. Faili meçhuller dönemi sona erdi. Önceki DSP-MHP iktidarında biraz azalmıştı, AKP’nin ilk yıllarında daha da azaldı. Bir süre sonra ise bitme noktasına geldi. Gözaltında ve cezaevlerinde kötü muamele, işkence ve ölümler büyük ölçüde azaldı. Medyada tekelleşme ve tek tipleşme arttı, ama ifade özgürlüğü biraz daha genişledi. Elbette bu türden bazı olumlu şeyler, “demokrasi”yi gerçek anlamda getirmeye yetmedi. Kamuda ve sosyal yaşamda onca taciz, baskı, uzaklaştırma yaşanırken, onca yoğun gözaltı ve tutuklama ortamında, o davalar arasında… (12)
Ama koro susmuyordu. “AKP demokrasi getiriyor!” Olayın rengi Gezi’den önceki birkaç ayda değişmeye başladı. Liberaller ve FETÖ çatlak sesler çıkarmaya başladı. Neden? AKP ve Tayyip Erdoğan beklentilerini karşılamıyordu. Barış süreci tavsamaya başlamıştı. AKP yönetimi daha fazla taviz vermiyordu. İpleri tümden FETÖ’ye teslim etmiyordu. ABD’nin BOP beklentileri, PKK-HDP’yi Kürtlerin temsilcisi olarak tanıtma planı sekteye uğruyordu. Gezi (2013) ve Hendek (2015), ittifaklarda büyük kırılmaları beraberinde getirdi (ikisini de ayrıca ele alacağız) AKP demokrasi getirecek yalan korosu dağıldı. (13)
Açık konuşmak gerek: 2013’e dek “AKP demokrasi getirecek” korosunu birleştiren temel vektör ABD dostluğu ve desteğiydi. Bu ittifakı bozan da aynı güç oldu. Bugün muhalefetin onca farklılıklara karşın çimentosu ASLA AKP KARŞITLIĞI DEĞİLDİR… Sadece görünüşte bu böyle algılanıyor. Taban böyle sanmak istiyor. Bu çimento ABD işbirliğidir. Çünkü bu muhalif güçlerin birçoğu geçmişte ya AKP’liydi ya da AKP destekçisiydi. Niye AKP’nin kuruluş amaçlarına düşman olsunlar! Bir kısım solcu “Yetmez ama evet” diyerek çaprazdan, bir bölümü yiyin birbirinizi diyerek (yiyenlerden biri iktidardaydı) yan taraftan iktidara destek atıyordu. (14)
Bugün kimi hapiste, kimi yurtdışında kaçak yaşayan, kimi gözaltına alınmış, tutuklanmış çok sayıda muhalif yazar, gazeteci vb… Geçmişte “Kemalizm tasfiye ediliyor” diye zil çalıp oynayanlardı büyük çoğunluğu… AKP demokrasi getiriyordu? Ne kadar traji komik değil mi? Ahmet, Mehmet Altanlar, Ilıcaklar, Can Dündar… Çoğuna şimdi samimiyetle acıyoruz… Ama durup dururken baskıya, teröre uğradılar sanki… Sanki bu ülkede PKK terörü yüz binden fazla can almadı… Bu ülkede Kemalizmi tasfiye davalarında ölümler yaşanmadı… 15 Temmuz Kılıçdaroğlu ve danışmanının dediği gibi kontrollü bir oyun, tiyatroydu sanki.. AKP’ye destek edebiyatının koçbaşları Orhan Pamuklar, Elif Şafaklar ne der bu tiyatroya, romanını yazarlar mı acaba? (15)
Şimdi muhalefetin cumhuriyetçi, laik, Atatürkçü olduğunu… Bir bölümü de solcu, sosyalist olduğunu iddia eden tabanı bunları bilmiyor mu? Biliyor. İşine gelmediği için kabul etmiyor. Demokrasi budur işte… Milyonlarca rahat yaşamın, ilkesiz karakterin, haksız çıkarın o dönemki çarpık duygu ve düşüncelerle güç bulması… Gerçek anlamda demokrasi hiç dertleri değil. Kim demokrat? CHP’de en ufak parti içi demokrasi mi kalmış? Yoksa Faili meçhuller döneminin içişleri bakanıyla mı sağlayacaklar bu demokrasiyi? Çakma solcular için ne diyeceğiz? “Cumartesi Anneleri” diye onlarca yıl ortalığı ayağa kaldırdılar, şimdi Meral Akşener ile kankalar… Ama normaldir, kitle katliamcısı PKK’nın askerlik şubesi HDP ile demokrasi getireceklerdi zaten. FETÖ de önlerindeydi. ABD desteğiyle demokrasi mücadelesi veren dünyanın ilk solcuları… (16)
Taban açısından tek dert AKP’nin gitmesi… Sonrası ne olursa olsun… İşte demokrasi adı altında kitlelerin sürüleştirilmesi böyle oluyor. Dün “AKP demokrasi getirecek” diyen bire bir aynı güçler iktidara gelecekler AKP giderse. AKP’den ben de sıkıldım, bıktım. Ancak siyasi fala bakıyoruz: AKP’den sonrası AKP’yi aratacak. Bu insan kalitesiyle, bu muhalefetle… Büyük olasılıkla… O yüzden “muhalefete” en ufak sempatimiz kalmadı. Kılıçdaroğlu’nun iktidara geldiğini düşünün. Her yeni oyunda sıfır yeni bir deste kağıt! Aklımızı alır! Şaka bir yana bu ülke HDP kafalılara teslim edilemez. (17)
Ülkenin birliği, iç savaş çıkmaması en büyük demokrasi… Kıymeti salaklar için ancak yokluğunda anlaşılacak nimetler… Bu konularda devlet, iktidar ne olumlu adım atıyorsa bizi memnun ediyor. Ülke ve halk zararına yapılan her şey bizi rahatsız ediyor, yararına her şey mutlu ediyor... Demokrasi iyi bir şeyse… işte bunlardır aslında. (18)
2 – HDP DEMOKRASİ GETİRECEK YALANI (19)
Dünyanın en iğrenç yalanlarını söyleyen Dünyanın en çirkin solu Türkiye’de… (20)
İlk yıllarında Apocular adıyla bilinen PKK terör örgütü, hakkındaki “MİT himayesiyle kuruldu ve büyüdü” söylentilerini doğrulayacak yönde işe başlamıştı. 70’li yılların ikinci yarısında. O zamanın hayli güçlü ayrılıkçı Kürt örgütlerine ve doğuda örgütlenmesi bulunan sol örgütlere yoğun saldırılarla. Apocular bu Kürt örgütlerinden, sol örgütlerden ve kendilerine taviz vermeyen Kürt aşiretlerinden çok sayıda devrimci, aydın, solcu ve Kürt öldürdü. 12 Eylül’e dek yaklaşık 100 kişi… Devlet tüm bu cinayetlere karşın Abdullah Öcalan’ın üstüne pek gitmedi, çünkü öylesi işine geliyordu. PKK ötekileri öldüre öldüre sindirdi, en büyük Kürt hareketi haline geldi. (21)
80 darbesiyle birlikte tüm sol örgütlerle birlikte PKK da ağır darbeler aldı ve ezildi. 80’li yılların ortalarına gelindiğinde ilk toparlanıp güçlü biçimde eylemlere başlayan PKK idi. Merkezleri ülkeye çok yakın bir bölgedeydi, Suriye himayesindeydiler. Türkiye solu darbenin ve ona direnememenin ezikliğiyle PKK’ya tepeden tabana büyük bir sempati duymaya başladı. Onu tam doğru bulmasalar da “Marksist eğilimli, devrimci bir hareket” hızla güçlenmekteydi onlara göre. Türkiye solu, sol-sosyalist eksende mücadeleye girişemiyordu, kim güçlüyse “solda”, onun peşine takıldılar. PKK büyük amca olmuş, devletten kendi hınçlarını alıyordu. Zaten sosyalist ekseni bırakıp büyük ölçüde etnik-özgürlükçü-insan hakçısı liberal bir hatta kaymışlardı. Kapitalizmin önlerine koyduğu nimetlerden geçen yılların hıncını çıkarırcasına yararlanmaya bakıyor, Avrupa kulaklarına ne fısıldıyorsa onu solculuk kabul ediyorlardı. Birçok örgütün yurt dışı merkezi Avrupa gizli servislerinin denetimine girmişti. (22)
Bu büyük furyaya istisnasız tüm sol-sosyalist gruplar katıldı. Herkes PKK ve onun yasal partilerinin sempatizanı, destek yarışçısı kesildi. Sosyal demokratlar da aynı çizgiye getirildi, PKK parlementoya sokuldu. Geriye sadece CHP içindeki inatçı Kemalist damar ve tek tek inatçı sosyalistler kaldı. (Benim gibi…) Vatan Partisi – Aydınlık grubu PKK etkisinden ancak 92’den sonra kurtulabildi. TKP ve ÖDP, HDP’nin AKP iktidarına yeterince tavır almaması sonucu beş altı yıl kadar onlardan biraz uzaklaştı, sonra hep birlikte yine aynı yörüngeye oturdular... Bunların… (23)
“Biz onları eleştiriyoruz, ayrıyız” yalanı en çok kullandıkları yalandır. YALAN 1- Kitle örgütü adı verdikleri işbirlikçi yuvalarında (DİSK-KESK-TTB-bazı barolar-TMMOB), mitinglerde, kamuoyuna karşı hep birlikte hareket etmektedirler. Medyaları aynı dili kullanmaktadır. Bir ve beraberdirler. En son CHP (Atatürk’ün kurucu partisi) HDP’liler ve HDP zihniyetince ele geçirildi. 24)
YALAN 2- “Ne yapalım, ülkede Kürtler var… PKK-HDP de Kürtlerin temsilcisi…” Bir tezde çok yalan… Kürtlerin çoğunluğunun HDP’yi desteklediği doğru değil. Barış koşullarında gerçekleşmeyen seçim sonuçlarına göre bile doğru değil. Fakat hadi diyelim ki yüzde 50’nin üstünde Kürt yurttaş onlara oy veriyor. Faşist bir güç, çoğunluğu ele geçirmiş diye halkın bir kesimini temsil edemez. Nazilerin Alman halkını temsil ettiğini onaylayabilir miyiz? Sormaz mıyız bu çoğunluğu nasıl ele geçirdi diye? Söyleyelim: 80 sonrasında PKK devlete karşı eylemlere başladı. Ama yine en çok kimleri öldürdü: Kürtleri… “Madem ki devletten korkuyorlar, bizden daha çok korkarlarsa Kürtlüğü ele geçiririz” planıyla hareket ettiler… Haklarında yazılmış bilimsel kitaplara da geçmiş bu alçakça strateji sonucunu verdi… PKK çoluk çocuk, sivil aydın binlerce Kürt öldürdü. Öldüre öldüre korkuta korkuta güçlendiler. Solcuları da böyle kazandılar. PKK-HDP tarihin yazdığı en tehlikeli, en büyük Kürt düşmanı harekettir. Nasıl Kürtlerin temsilcisi kabul edilebilir? (25)
Yalan-2’nin başka bir maddesi: Başlangıçta ve geçtiğimiz yıllara dek PKK-HDP’ye büyük tepki duyan Zaza’lar, eski Dersim köklü Aleviler (ki solda kadro ve oy anlamında büyük potansiyeldirler) Kürt değildir. Kürt olmadıkları halde şiddet yoluyla yarı yarıya asimile edildiler. Çoğunluğu kendilerini Kürt olarak görmeye başladı. PKK bunu.. yüzlercesini öldürerek sağladı. Zaza Alevilerin desteğini çıkın, geriye ne kalıyor? Zaten kanla sağlanmış hiçbir oy desteği kabul edilemez. Edilirse zorla geri alınır! (26)
YALAN 3- “HDP’ye oy atan herkes terörist mi? HDP 4 milyon oy aldı… Sindirmek ve buna uygun demokratik tavır almak zorundasınız.” HDP’ye PKK’yı sevmeyen, HDP’ye de eleştirel yaklaşan pek çok arkadaşım, akrabam vb.. oy attı.. atıyor. Kişisel olarak büyük çoğunluğu gerçekten “iyi” insanlardır. Fakat yaptıkları büyük bir cahilliğin, aymaz bir aptallığın sonucu utanç verici bir ayıptır. Terörizmin bile kendi içinde haysiyetsiz bir haysiyeti vardır. Terörist o eylemlerle hayatını ortaya koyuyor, canını veriyor. Fakat sizler, çocuklarını, yakınlarını el bebek gül bebek büyüten, pamuklara sarıp en iyi okullarda yetiştiren; kendi evlatlarının parmaklarını çöp batmasından sakınan ey tuzu kuru her şeyi bilen örümcek kafalılar… Verdiğiniz oylarla daha kendini idrak etmemiş 18 yaş altı çocukların dağa çıkmasına, o kirli emellerin aletine dönüşerek savaş ağalarının keyfi için can vermelerine… Ve binlerce vatan evladı askerin, polisin, sivilin, masumun ölmesine oy veriyorsunuz. Kafanızdaki o faşist demokrasiyle gerçeklere kulaklarınızı tıkıyor, bizim gibilerin seslerini kısıyor, duyacak kadar yaklaştığınızda ise s… olup sıvışıyorsunuz… Yıkılsın, ayaklar altında çiğnensin o demokrasiniz. Böyle oyların insanlık hukuku nezdinde katliama iştirakten başka değeri yoktur. (27)
YALAN 4- “HDP ayrı PKK ayrı… Nasıl ikisini bir tutarsın.. HDP içinde PKK’ya tavır almaya çalışanlar var…” Bakın bu diğer yalanlardan da şerefsiz bir yalan.. Çünkü bunun böyle olmadığını söyleyen de biliyor.. Bir anlık dikkat dağıtmak, o saniye sizi oyalayıp kaçmak, bu derece hayati bir ayıbı gargaraya getirmek için bu yalanı söylüyor… Kürekle vurmak şiddete girer, yanında bol pasta bulunacak, bunu diyenin ağzına, her dediğinde pasta topağını tıkayacaksın… Bunlar, “HDP gerçekten PKK’dan biraz ayrı dursun” diyen kaç yüz HDP’linin PKK tarafından öldürüldüğünü biliyorlar mı? Elbette biliyor alçaklar… Ara sıra bir PKK terörünü ad vererek kınama… Değil mesafe koymak… Bir kınama bile gelmiyor HDP’den.. Evrensel hukuka göre hiçbir ülkede böyle bir partiye izin verilmez. Birileri diyor ki “HDP kapatılsın…” HDP ile birlikte hareket eden ve PKK terörünü (yüzlerce işçiyi öldürdükleri halde) bir kez bile ad vererek kınayamayan tüm sahte sol partiler de kapatılmalı. Terör sevenin yasal partisi olamaz. Terör yandaşları hiçbir ülkede mecliste bulunamaz. Buna CHP de dahil. (28)
YALAN 5- “PKK-HDP solcudur… Solcu değilse bile bizdendir, bizim kanattandır..” Türkiye’deki en büyük yalanlardan “solcular solcudur” maddesinde ayrıntılı ele alacağız. HDP ile birlikte hareket eden hiçbir parti, grup veya kişi solcu değildir. PKK-HDP başından beri Avrupa destekliydi. 90’lı yılların başından beri ABD’nin yakın himaye ve güdümüne girdi. Bunlarla birlikte hareket eden tüm güçler ister süper devrimci, ister tertemiz komünist geçinsin ABD piyonudur. 80’li yılların ortalarından beri güdümlü bir sahte sol söylemle beyin yıkıyorlar. Oligarşik medya içindeki birçok liberal ile ortak hareket ediyorlar. Gerçek solu gösteren aydınları, yazarları bir şekilde allem edip kallem edip değişik yol ve bahanelerle yalnızlaştırıyorlar. (29)
YALAN 6- BİR PAKET HALİNDE: “Kürt sorunu çözülmeden Türkiye’de demokrasi sorunu çözülmez..” “Türkiye’de sol Kürt hareketine destek vererek güçlenir..” “Kürt hareketinin potansiyelini fark etmeyen, ona düşmanca yaklaşan şovenisttir, faşisttir, ırkçıdır…” 100 binden fazla insanımızı kaybettik bu savaşta, sol ABD ve Avrupa ajanı haline geldi… 100 bin kişi daha ölse bu yalancılar aynı yalanlarına daha yüksek sesle devam eder. (30)
YALAN 7- “HDP’ye yüklenenler Kürt düşmanıymış da kendileri solcuymuş…” Bunu diyenlerin çoğu dost veya düşman olamayacak kadar zavallı insanlar… Aydınlık’tan ayrılan birileri de böyle diyormuş hakkımda… Ruhları buruşmuş acuzeler… Tekrarlıyorum: PKK’yı bir kez samimi kınasın, onayladığımdan değil, jest olsun diye ilk seçim oyum HDP’ye! (Bunu kim bilir kaçıncı salakça tekrarım. Muhataplarımda en ufak bir samimiyet var sanki.) (31)
YALAN 8- Ortaya karışık… “HDP ile anayasa çalışması yapmadık…” Belediyelerde HDP ile ortak hareket etmiyoruz…” “PKK’nın kötü yönleri bulunabilir, ama laik bir hareket…” “PKK terörist olabilir ama kadınları özgürleştiriyor…” “AKP gitsin onları hallederiz…” "HDP mecliste olmazsa terör artar.." vs. vs. vs.. (32)
BU BÖLÜMÜN SON SÖZÜ: Bu gerçekleri yazıyor ve üstüne üstlük zamane solcularından, muhalefetten kulak vermelerini ve hatta desteklerini bekliyorum. :) Halbuki ne kadar itelenip kakalanmış, dışlanmışsak en çok da bunları söylediğimiz içindir. Bize yine söylediklerimiz yüzünden iktidar tarafı zaten kapalı… Çabalarım tam bir komedi… Ama mizahı seviyorum bereket. (33)
3 - GEZİ HAREKETİ YALANLARI (34)
Tayyip Erdoğan ve AKP hâlâ Gezi olaylarına çok öfkeli. Duygusal mı bakıyorlar, siyaset mi bunu gerektiriyor? Her ikisi de… Fakat bu işte derin bir tutarsızlık var. Gezi hareketi sırasında FETÖ ile bir ve beraberdiler. Ayrışma başlamıştı ama herhangi bir çatışma yoktu. FETÖ iktidardaydı. On binlerce kadrosu partideydi, bürokrasideydi, medyadaydı… En önemlisi polis içinde, emniyetin yönetici birimlerindeydi. İktidar ABD ile başından beri var olan işbirliğini yakın biçimde sürdürüyordu. HDP ile işbirliği ve pazarlık dönemi “Barış Süreci” devam ediyordu. Yani HDP-PKK da onların cephesindeydi. Eee, halk bu cepheye karşı demokratik tepkisini teröre başvurmadan sokağa çıkarak açığa vurmuşsa kabahat kimdeydi? Ülkücüler bile çok yerde gösterilerin içindeydi. Şimdi soğukkanlı bir ruh haliyle “o zaman biz haksızdık, siz haklıydınız” demeleri gerekmiyor mu? Gezi’yi alkışlamaları gerekmiyor mu? (35)
Gezi kimsenin örgütlü ve planlı biçimde başlatmadığı bir halk öfkesi taşımıydı. On tane CIA gelse böyle birden bire başlayıp bir hafta içinde her yere yayılacağını öngöremezdi. Fakat bir kez başladıktan sonra bu halk hareketinin önderliğini ele geçirmek, onu kendi doğrultularında yönlendirmek için her kesim yarışa girdi. Amerikancıların, Soroscuların bu tür hareketlere karşı B-C planları, ön hazırlıkları bulunabilir. Ama hareketi onların başlatıp yönlendirdiği iddiası bence tam bir karartma, Gezi’nin haklılığını karalama kampanyası. Yüzbinlerce ulusalcı ellerinde Türk bayrakları, Amerikan politikalarına ve iktidara isyan ettiler. Bunu mu planlamıştı CIA? Sonuçta o kendiliğinden harekete herkes önderlik etmek istedi, ama bunu kimse başaramadı. (36)
FETÖ onca gücüyle sokak hareletlerine destek mi verdi, yoksa gösterilere katılan halkı mı lanetledi? Yığınla polis şefinin yargılandığı FETÖ davalarında FETÖ’nün bu hareketi planladığı, kışkırttığı ya da destek çıktığına dair herhangi bir suçlama ve kanıt var mı? Tam tersi kanıtlar ise çok: Örneğin Zaman gazetesinin Gezi hareketine düşmanca yaklaşan çok sayıda manşeti ve uydurma haberi arşivlerden silinemedi. O zamana dek AKP’ye büyük destek veren liberallerin büyük çoğunluğunun ya hareketin içinde yer aldığı ya da uzaktan desteklediği ise doğrudur. Amerikancı medya ise ilk günlerde bir tereddüt geçirmiş, sonra hareket yayılınca ve belki de merkezden aldıkları talimatlarla Gezi’ye az çok sempati gösteren yayınlar yapmaya başlamıştır. Tabii Gezi’yi karalayan haberlerle birlikte. (37)
O kırılma anında bazı AKP kurmayları dahil herkes farklı hesaplara girdi. Hesapsız kitapsız alana çıkan ise sadece sıradan vatandaştı. (38)
FETÖ dahil tüm AKP medyası ve kısmen merkez medya hareketi itibarsızlaştırmak için büyük bir yalan kampanyası başlattı. Zaten bu konuda on yıllardır pek başarılıydılar. “Komünistler, solcular ahlaksızdır”, “Komünistler, solcular kadınlarını ortak kullanır”, “CHP ezanı yasaklattı”, “CHP camileri ahır yaptı” gibi bin bir iftirada on yıllardır deneyimli gazetecileri aynı çizgide devam ettiler. “Camiyi işgal edip kadınlı erkekli alem yaptılar, sabahlara kadar halılar üstünde içki içip tepindiler”, “Başörtülü bir kızcağızı kıstırıp dövdüler, üstüne işediler” gibi pek çok uyduruk haber, hareket bittikten sonra bile aylarca televizyonlarında, gazetelerinde sakız edildi durdu… Tüm iktidar, her kanadıyla bu kampanyanın arkasındaydı. (39)
Ya bizim taraf? “Bizim taraf” diyorum, çünkü birkaç kez bilfiil içinde yer aldım, baştan sona da yazılarımla ve kalben destekledim. Coşkuluydum ama aktif devrimci zamanlarımdaki kadar değil elbette. Yoksa bu harekete daha çok katılım gösterir, işin ucunu bırakmazdım. Niye daha az coşkuluydum, yaşlanmaya başladığımdan mı? Değil! Harekete önderlik etmek için uğraş verenlerin ve katılan kitlenin niteliğini bildiğimden ötürü. Yazılarımla bir yandan gaz vermeye çalıştım, böylece bir bakıma bizim tarafın yalanlarına alet oldum, ufak ufak da durumun gerçeğini anlatmaya çalıştım. Nitekim beklediğim gibi çıktı, hareket nasıl kendiliğinden başlamışsa kendiliğinden sönmeye başladı on beş gün içinde. Tabanda nitelik zayıftı, önderlikte de zayıftı. Ne okuduklarını, neleri dert ettiklerini, neye göre yönlendiklerini, ne beklediklerini, gerçek yaşamda nasıl davrandıklarını, ne olduklarını biliyordum çünkü. (40)
Dedik ki, “Gezi eylemcileri iktidara karşı orantısız zeka uyguluyor.” Vardı bir akıl pırıltısı, ama sadece pırıltı, çakıp sönen amaçsız kıvılcımlardı o kadar. Bazı sokak yazıları güzel şakalara dayanıyordu, ancak çoğu lümpen, serseri, terbiyesiz işiydi. Kitle hareketinde bu olur, diyeceklerdir… Doğru, ama, ancak ileriye doğru bir gelişme görülüyorsa o basitliklere katlanabiliriz. Muhalefetin zekâsı Gezi yenilgisinden sonra yıl be yıl düştü, ne ufak bir akıl kaldı, ne mizah duygusu… Aptal aptal şeylere gülen bir kuru kalabalık, üfürükten bir boş yığın çöktü tortu gibi çıktıkları köle hanlarına. (41)
Peki sonra ne oldu? AKP ile HDP-PKK’nın arası tam bozuldu. Barış Süreci bitti. Çatışma “Hendek Kalkışması”nda iç savaş durumuna kadar şiddetlendi. Tüm siyasi saflar yeniden kuruldu. MHP ve VP iktidar tarafına kaydı. ABD birkaç kez salladı, baktı olmuyor… 15 Temmuz’da AKP’yi darbeyle devirmeye kalktı. Cepheleşme daha da derinleşti. ABD-AB-CHP-Saadet-İYİP-tüm liberaller, AKP artıkları, FETÖ, tüm sahte sol… Tek cephede kemikleşti. (42)
Gezi’ye önderlik etmeye kalkan o solcu, sosyalist, komünist kahramanlara ne oldu? İşte dedik ya, ABD ve HDP’nin kanatlarına sığınıp ikbal kapma yarışına girdiler… Sonra… O koskoca 68 Hareketi, 78 hareketi, 90’lar devrimcileri, Gezi şahinleri bir tane adam gibi lider tutabildiler mi başlarında? Çoğu hayatta o ulu büyük devrimci abilerimiz nerelerde? Ya da yeni biri çıktı mı hiç? (43)
Kala kala kim kaldı bir tek? Başından beri beğenmediğimiz, devrimci hareketlerin başına bela kesilmiş, şimdi de çok yönlü eleştirdiğimiz Perinçek kaldı geriye. Solculuk kavramı realitede bitti ama, o pencereden baktığımızda en az solcu bulduğumuz lider… Kaldı tek solcu lider. O hınç ve kıskançlıkla, tüm ezikliğimizle sabah akşam küfredelim ona! Ona küfrettikçe tek lafla, kendi işbirlikçi, ülke düşmanı çizgilerimiz beyazlandı sanalım… Erdoğan’ın, Soylu’nun, Bahçeli’nin her gün yediği küfür zaten kamyon dolusu. Çoğu da yalan dolan haber üzerinden. Çoğu da haksız ve uşak zihniyetlerden. Yahu küfrediyorsunuz, doğru haber üzerinden küfredin bari deyince aynı küfürleri biz de yiyoruz. Saray bekçisiymişiz en kibar tabirle, Perinçek müridiymişiz… (44)
Bu yukarıda özetlediğimiz tablonun neresi yalan? Ne VP’ye girerim, ne Aydınlık’ta düzenli yazarım. O ayrı konu. Çünkü yazdığım zaman ben böyle yazıyorum, kimse beni barındırmaz. Benim gözüm sadece karşımdakinin çirkinliklerini görmez, arkama, sağıma, soluma da bakarım, içime bakan gözüm de vardır. Yazdığım onca şeyi zaten ne VP ne öteki örgütler gündemlerine aldı. Bana karşı hepsi beton. Ne var ki Perinçek 68’den beri aynı Perinçek… Koca koca kadınlar, erkekler… 40 yılda dalga dalga on binlercesi… Kendileri o partinin içindeyken her şey mükemmel devrimci, gidilen yol sanki peygamber yolu… Ayrılmaya karar verince birden bire tüm eski ortak günahlarından arın, ver veriştir, hakaret et! (45)
Evet, büyüme uğruna VP hiç olmadık adamları partiye alıyor, ulusalcılık söylemi altında parti liberal kaynıyor. Ben bugün VP’nin başına geçsem üyelerin üçte ikisini o saat atarım. (O yüzden de bir b.. olamam- bu da başka mesele) Sonra da parti ufalıyormuş, şuymuş buymuş. Bizim küçücük sitemiz de çok ufaldı. Niye? Gerçekleri söylediklerinde aldıkları tepkilerden yıldıkları için birçok arkadaşımız sürüye kaçtı. Perinçek diktatörmüş, yalan söyleyip, iftira atıyormuş! Her gün tonla küfür yiyen genel başkanına sahip çıkmayacaksın… Partinle arası açık yayın organlarında yazacak, düşman yayın organlarının haberlerini paylaşıp duracaksın… Liderin de buna ne kadar zaman tahammül gösterecek? Bırakın devrimciliği, solculuğu, hangi parti izin veriyor buna? (46)
Uzun süre yüzde 50-50 yürüttüğün yarışta, iktidarın o 50’si her geçen ay erirken, muhalefet etmek… Hele böyle 5. kol bir muhalefetin içinden, yanından muhalefet etmek kolay. Hem hiçbir kötülükten sorumlu bulunma, hem sistemin ve bir bakıma zaten iktidarda olmanın nimetlerinden yararlan, hem de güya solcu, muhalif sayılmanın saygınlığını kullan, keyfini yaşa… Sevilen kişi, popüler insanların katına yüksel! Ne güzel! İktidarın nimetlerinden pek az yararlanarak o yıpranan iktidara destek vermek MHP için bile zorken, o bile erirken… VP iktidarın nimetlerinden yararlanmadan, sadece küfürlerini yiyerek ne kadar dayanabilir? Ve insan bunun altındaki amacı, niyeti sorgulamaz mı? Ne çıkarı var Perinçek’in o çizgiden? “Hasta da ondan” demeyin… Sizin liderleriniz ne kadar “sağlam”, biliyoruz. Ve üstelik hastaysa yeni mi hastalandı? Bu liderlik işleri “normal” insanın sürdüreceği şeyler mi? Onca yıllık yol arkadaşları sormaz mı bunu? Birçok eski kadronun küskünlük yaşaması yepyeni birileri köşe başlarına getirilirken doğal, belki de haklı. Ama partiler melaike-i hazene kapılarıysa iltifat edenlerden çok hor gören bekçilere daha çok rastlanacaktır oralarda. 3. bir yolu becerebileceklerse ne âlâ. Bugüne dek VP’den ayrılanların büyük çoğunluğu pek sefil noktalara savruldu, neredeyse hiçbiri eski konumundan daha iyi bir noktaya gelemedi. Umarım yanıltırlar. Onları da görürüz. (47)
Ama bizim halimiz ne olacak? (48)
Bir de çevre duyarlılığı sorunu var. AKP medyası hani ikide bir söyler ya: “Maksat çevre değildi, ağaç, yeşil, börtü böcek değildi.” Doğru mu, doğru. Çünkü o hareketi yönetenler, o harekete katılanlar AKP çevreye saldırdıkça hakikaten duyarlı… Ama CHP’li belediyeler, orta sınıf muhalifler çevreyi bitirdikçe suspus.. PKK orman yaktıkça lale değil lal. Olan her iki tarafın doymak bilmez saldırılarıyla doğaya oluyor, ülkeye oluyor. Tek tesellimiz: O doğa bizden bunun acısını çıkaracaktır, yakındır. (49)
4 – “MUHALEFET” MUHALEFETTİR YALANI (50)
Türkiye’de muhalefetin muhalefet olmadığını iki kademede anlatalım. 1- Muhalefet ciddi ve etkili bir muhalefet göstermiyor. Medyada, sosyal medyadaki laf cambazlıklarının tepe ve taban tarafından muhalefet etmek sayıldığı bir aldatmacanın içindeyiz. İktidara laf yetiştirmek direniş göstermek kabul ediliyor. Özgür Özel, Yılmaz Özdil gibiler kahraman… Eğer siz o işte geri kalmışsanız, “bu mücadele değil seviyesiz bir müsamere” demişseniz, iktidar yalakalığıyla damgalanıyorsunuz. Peki hassas soru şu: Muhalefet neden muhalefet edemiyor? Nitelik yetersizliğinden ötürü mü, yoksa muhalefet etmek bilerek, işe gelmediği için mi istenmiyor? Bence kalitesizlik elbette çok belirgin, ama asıl neden muhalefet etmek istememek. ÇÜNKÜ: 2- Muhalefet aslında iktidardadır. Muhalefet iktidarda olduğu için, kendine muhalefet edemeyeceği için muhalefet etmek istemiyor. Bunu açalım: (51)
MUHALEFETİN SINIF YAPISI: Marksizm insanlığın ufkunu açan, siyasal mücadeleye yepyeni bir yön veren büyük bir felsefe. Olumlu pek çok yanı var, ama olumsuz yanları, miadı dolmuş yanları ağır basıyor. Birçok olguyu açıklayamıyor, yanlış açıklıyor ve bunun kadar önemlisi: Dünyada Marksist kalmadı. Hâlâ “Marksistim” diyenlerin çok büyük çoğunluğu sadece onun adından, kalmış saygınlığından nemalanıyor, bir Marksist gibi düşünüp, davranmıyor. “Marksistlerce” dönek sayılan ve lanetlenen benim gibi insanlar aslında onların yanında pek çok maddede keskin Marksist kalıyor. (52)
Konumuz sosyal sınıflar… O yüzden böyle bir giriş yaptık, oradan devam edeceğiz. Marksizmin sınıf çözümlemeleri, çözüm savlarını boş verirsek hâlâ birçok gerçeği kavramamıza yardımcı oluyor. Bir Marksist gibi soralım o zaman: Muhalefetin sınıfsal karakteri nedir? Marksizmin temel yaklaşımı olduğu halde günümüz “Marksist”lerinin yalvarsan yanaşmayacağı bu sorudan ilerlersek muhalefetin gerçek yüzünü anlarız. Muhalefet, emperyalizmin doğrudan işbirlikçisi ve aslında emperyalizmin ta kendisi olan Türkiye oligarşisinin önemli bir bölümünce destekleniyor. Kimi bu desteği açık ifade ederken kimi gizli yürütüyor. Onlar aynı zamanda doğallıkla siyasi iktidarla da içli dışlılar ve onu da destekliyorlar. Oligarşinin en temel siyaseti her zaman paradır. Dolayısıyla oligarşinin doğrudan desteğini gören ve kısmen de oligarşinin ta kendisi olan CHP başta olmak üzere büyük muhalefet partileri her ne kadar siyaseten iktidarda bulunmasalar da Marksist açıdan baktığımızda hem ekonomik hem de siyasi iktidardırlar. (53)
Hani AKP için söyleriz ya: Son yıllarda ABD ile araları açık, atışıp duruyorlar, hatta siyaseten düşman gibiler… Ama öte yandan ABD’nin başında bulunduğu dünya ekonomik siyasi sisteminden kopmadıkları sürece, yabancı sermaye ülkede bu kadar güçlü çalıştığı sürece, bu çatışma ve çelişki tam bağımsızlığımızı sağlamak için yeterli değil. Doğru mu? Doğru. O halde aynı şeyi muhalefet için niye söylemiyoruz? İktidarla sert laf atışmaları altında ekonomik ve sınıfsal anlamda iktidarın ortağıdırlar. Gündelik değil ama gerçek büyük siyaset açısından da iktidardadırlar. (54)
Üst orta sınıf ve beyaz yakalılar arasında da, ki… sistem pastasını yemede, sistemi işletmede ikinci büyük gruptur… muhalifler baskın durumda. Muhalefetin en zayıf göründüğü kesim işçi sınıfı, özellikle bu sınıfın alt kesimleridir. Turuncu devrimler çağı öncesinde etkin muhalefetin en büyük silahı grevlerdi. Ve greve giden işçilerin sokak hareketleri. Şimdi mesai sonrası işten çıkan beyaz yakalıların sokak eylemlerini görebiliyoruz en çok. O da ara sıra. Grevi bıraktık, tüketim boykotu da yapılamıyor artık, hatta o gündem kasıtlı olarak kapatılıyor. Neden? Çünkü bu sözde muhalif sınıflar kendilerine karşı, kendi sistemlerine karşı hareket edemezler. Eşyanın tabiatına aykırı. İşçi sınıfının çoğunluğu ise bugün hükümet partilerini destekliyor. Onlar da bu yolla psikolojik olarak kendilerini iktidarda hissediyor. (55)
MUHALEFETİN FİZİKSEL VE RUHSAL DÜNYASI: Milyonlarca (belki on milyonlarca) muhalif artık kendini Türk olmaktan çok Avrupalı ve hatta Amerikalı gibi görüyor. Birçoğunun bir ayağı zaten oralarda, kiminin iki ayağı ve hatta yüreği oralarda. Başkanları Trump’ın gaflarıyla utanıyor, Biden başa geçince kendileri iktidara gelmiş gibi seviniyorlar. Avrupa ve ABD Türkiye’deki birçok kuruma ve kişiye önemli miktarda para aktarıyor on yıllardır. Beyaz yakalıların çoğu zaten yabancı şirketlerde çalışıyor, medya büyük ölçüde mamalanıyor, tuzu kuruların çocuklarının birçoğu dışarda okuyor, orada iş buluyor. Hepsi değil büyük çoğunluğu ruhlarını oraya satıyor. Türkiye’deki partileri dolaylı değil artık doğrudan ABD ve AB örgütlüyor, yönetiyor. Bu kesimlerin dünya iktidarında bulunmadığını herhalde kimse söyleyemez. Hatta bizim ülkemizi de temelde dünya büyükleri yönettiğine göre… Bunlar bizim de efendilerimiz. (56)
BELEDİYELER: Hani bizim enteller her bir şeyde bir iktidar görür ve yan bassalar, çamura batsalar bir iktidar bulup onu suçlarlar ya! Bir tek kendilerini ve kendi efendilerini o bağlamın dışında tutarlar. Oysa başta Kılıçdaroğlu.. CHP’liler ikide bir demiyor mu: “Merkezi hükümet şöyle şöyle yapıyor”.. Biz ise “yerel yönetimlerde” (yerel hükümetlerde) böyle ediyoruz… Boşuna değil, muhalefet partilerinin aldığı eşek yükü hazine yardımları ve bir yığın başka avanta dışında… Belediyeler vazgeçilmeyecek büyük bir rant kapısı… Öte yandan basbayağı iktidar odağı. (57)
İKTİDAR-MUHALEFET DENKLEMİNDE NE YAPMALI? Bu çelişkinin güncel ve yüzeysel politika anlamında ağır bastığını, temelde ise ortada bir iktidar-iktidar çatışması bulunduğunu bilirsek nasıl tutum almalıyız? Bir kere böyle bir çatışma var. Temelde ortak olsalar da üstte laf yarışı dışında gerçek ve ciddi bir çelişki de var. Bunu yadsımadığım gibi asla küçümsemiyorum da. Güncel siyaset çok farklıdır. Bugün hükümete sadece laf yetiştiren, özde ortalık eden bu muhalefet, yarın seçim yoluyla onu devirebilir. Hatta bu yolda Hendek Kalkışması ya da 15 Temmuz’daki gibi çılgın yollara da başvurabilir. Fırsat ve motivasyon bulduğunda. Güncel siyasette kitlelerin duyguları, liderlerin anlık tercihleri ve pasta paylaşımındaki değişiklik talepleri gibi birçok şey rol oynar. (58)
Yine de bugün tabloya baktığımızda benim gibiler ne görüyor? 18 yıldır muhalefet ettiğimiz, uygulamalarını, planlarını büyük ölçüde beğenmediğimiz bir siyasi iktidar, “merkezi hükümet”. Ki ayrıca sosyalist olarak bu sisteme zaten karşıyız… Öte cephede onun kadar güçlü bir gizli iktidar, muhalefet adı altında, muhalefet görünümünde. Ve aynı zamanda doğrudan ve pervasız biçimde emperyalizmin 5. koluna dönüşmüş. (59)
İlk akla gelen en doğru yol bu denklemin dışında 3. bir yol tutturmak. Fakat evde sakin otururken doğru gibi duran bu yol, gerçek hayatta karşılaşılan her problemde, her tartışmada geçersiz hale geliyor. Bu iki cephenin çekimi ve çatışması (şimdilik sadece lafta da olsa) öyle büyük ki, ortadan bir şey adeta konuşamıyorsunuz. Hiç istemeseniz de bu iki cepheden birine yakın görünmek zorunda kalıyorsunuz. Siz böyle hissetmeniz de sizi bir yere koyuyorlar ve oradan çıkamıyorsunuz. Tarafsız kalmak neredeyse imkansız da… Doğru mu peki? (60)
3. bir yol imkanı gerçekten çıksa, öyle bir güç bulunsa belki doğru olacak. Ama 3. yol “ben 3. yolum” demekle olmuyor. Bu iddiadaki kişi ve gruplara baktığımızda muhalefet tarafına yakın durdukları görülüyor. O zaman “3. yol” iddiaları aldatmaca oluyor. Türkiye’de henüz böyle bir irade ve insan potansiyeli yok. Olursa desteklerim, bu iddiadakileri bile öyle olmadıkları halde az çok destekliyoruz. (61)
ANAHTAR YAKLAŞIM: HDP-PKK İLE DİŞE DİŞ MÜCADELE ETMEYEN 3. YOL DEĞİLDİR… (62)
Muharrem İnce’nin hareketi mevcut CHP’den çok daha iyi. Ama 3. yol mu? Değil. Muharrem bey yine muhalefet tabanına oynuyor. İçine HDP’lileri almayacak belki ama, HDP’ye, HDP’ciliğe pek yüklendiği söylenemez. Medyaya bakalım: ODA-TV HDP’ye karşı yayınlar yapıyor, ama onu öven yayın da yapıyor. “Barışlar” başta olmak üzere içinde HDP’ciler var. Orada yazan Hikmet Çiçek gibi unsurlar da bu yolda bilinç bulandırmaktan başka işlev görmedi şimdiye dek. VERYANSIN-TV ÇEVRESİ HDP’ciliğe karşı daha samimi mücadele veriyor, ama yeterli değil. HDP’ci dostlarına karşı da mücadele vermesi gerek. Yavuz Alogan gibi HDP’yi hâlâ AKP’ye karşı ittifakın içinde görenlere karşı mesela. Başkaları da var. Bir yayın HDP’ye en ufak sempati gösterenlere karşı da mücadele vermiyorsa 3. yolcu olamaz. (63)
VP NEREDE? 3. Yol için bir irade yoksa, kitle yoksa, bana VP’nin yaptığı en doğru gibi geliyor. Siyasette uzun vadede en doğru tutum nedir, kimse bilemez. Ya da ben bilmiyorum. Bu tutumun parti olarak kendisine yararı dokunmuyor, zararı dokunuyor, ama ülke yararına görüyorum. Merkezi iktidarın bu ülkeye yaptığı tüm kötülükleri istediğiniz kadar sayın (önemli hizmetleri de olmuştur) ülkenin HDP zihniyetlilerin eline geçmesi kadar büyük kötülük ve tehlike yoktur. İşte muhalefet bir de bu noktada iktidara haklılık zemini yaratarak, kendi iktidarını maceraya atarak da kendini engelliyor. HDP ile ittifak yapanın iktidara gelmesi düşük olasılıktır, bu olasılık gerçekleşirse riskleri büyüktür. Muhalif taban tüm uyarılara karşın AKP iktidarının nedenini çözüm diye görmeye devam ediyor. (64)
Şimdi deniyor ki, “Hükümete ülkenin birliği ve bir takım kalkınma girişimleri, halk hizmetleri doğrultusunda destek verelim, ama bu açık çeke dönüşmesin.” VP de zaten açık çek verdiğini düşünmüyor, birçok noktada iktidarı eleştiriyor. Ama onun 70’lerden beri gördüğümüz ve sanırım değişmeyecek fazlaca abartılı, fanatik ve fevri tutumları bu “açık çek” izlenimini güçlendiriyor. Dışarıdan bakan biri olarak bunu rahatlıkla söyleyebilirim. (65)
Zaten güncel politikayla bir siyasi partili gibi her gün ilgilenmeyen bizim gibi kişiler için işler biraz daha kolay. Taraf seçmeye mecbur kaldıkça ülkeden yana, halktan yana tavır almayı yeğlerim. HDP-PKK’ya karşı mücadelesinde kesinkes Cumhur İttifakı tarafındayım, açık ve net söyleyeyim. Muhalefet bizden en ufak sempati kazanacaksa (bu “3. yolcular” için de geçerli): HDP’ye tavır almaları dahi yeterli değil, HDP’ye ve tüm HDP ittifakçılarına karşı etkin mücadele vermeleri gerekir. Ayrıca darbe ihtimalini ya da seçim sonrası kaos tehlikesini hiç küçümsememeleri gerekir. Orada da anahtar tutum HDP’ye karşı alınacak tavırdır. (66)
5 - SOLCULAR SOLCUDUR YALANI (67)
18 yıldır karşıyız bu AKP iktidarına.. AKP’nin de en zayıf göründüğü zaman. Tam keyfini çıkar işte. Neredeyse doğuştan solcuyduk, solun en çok sevildiği, en yayıldığı dönem şu dönem… Otur zevkini sür… Ama yoook! İnsan farklı bir türdense, aklı arızalıysa illa ki “deli sorular” kabarcıklanır zihninde, serseri itirazlar! Kamuoyu önünde en zor aylarını yaşıyor AKP. Fakat aksi gibi en haklı durduğu dönem. Muhalefet kitlesel anlamda pek büyümüş halde. Ancak hiçbir vakit bu derece karaktersiz, tiksindirici hale düşmemişti. Ya sol, ömrümüzü verdiğimiz sol? En azından Türkiye’de hiçbir zaman bu derece alçalmamıştı. (68)
Bak sen.. İşte bak sen! Böyle dersen ne olası zaferin tadını çıkarabilirsin, ne de bir yazar ya da herhangi bir kişi kimliğinde genişçe bir dost çevren kalır geriye. Olsun, belki ben asıl bundan mutlu oluyorum. Bir problem de o zaten! Kalabalık muhalif yığınlar akıllarını yitirdikleri için ne mutlular, ne de mutsuz… Böyle kavramlar ne mene şeyler.. düşünecek halden çıkmışlar, arafta yaşıyorlar zombiler gibi. O zaman problem ne bizim açımızdan? (69)
Problem şu ki: İnsanlığın bir alt türüyüz bizler, benim gibi insanlar; on binlerce yıldır soyumuz sürüyor. Ve bizler insanlığın binlerce yıldır iliğine dek değişmeyen şu halini ne kadar bilsek de birçok zaman onlardan biri gibi olmak isteriz. “Elle gelen düğün bayram” sözünde gayet iyi belirtildiği üzere kalabalık ne yaşıyorsa, hiç değilse ara sıra çoğunluk gibi hissetmek isteriz. Kopamayız, hatta o yığın içinde debelenenlerden daha çok severiz o yığını. Peki şahsen bunu başarabilir miyim? Sürüye katılabilir miyim hiç değilse bazı anlarda? Yeni tip solu safi yalandan ibaret görmekten kurtulabilir miyim? (70)
Kelin merhemi nasıl yoksa psikiyatristin mumu da kendi dibini aydınlatmaz mı? Yok, öyle demeyin, kendime çok terapi yaptım, yüzde 15-20 de düzeldim. Zaten bizim mesleğin en üst başarı oranı bu kadardır. Küçümsemeyin, o da bir şeydir. O halde yeni tip solculuğu içselleştirmek için oto-terapiye girmem gerekiyor. En bilimsel bulduğum yöntem “kognitif” yaklaşım. Başka deyişle alıştığım ve beni kitleden uzaklaştıran algı ve düşünce kalıplarını üstünde çalışarak değiştirmek. Biz Türklerin ataları bulmuş bu yöntemi: Kognitif.. yani alemin “kog..tüne” yöntemi. (71)
BOĞAZİÇİ DİRENİŞİMİZ ve SOSYETE SOLUNUN ESASLARI: Bizim köhnemiş solculuğumuz zamanında biri deseydi ki: “Türkiye’de direniş ateşini Boğaziçi yakacak!” Devrim ateşinin nereden yanacağı tartışmaları o dönem pek kanlı geçtiğinden, bunu duyduğumuzda eğer şakaysa ağzımızla gülmezdik, ciddiyse bunu söyleyen en azından sıkı bir zopayı hak eder, zopa da onun sırtında hakkederdi. O devrin tartışması “şehir proletaryası mı köyleri kurtaracak, yoksa köylü gerillalar mı şehirleri kuşatacak” idi! Kırk yıl düşünsek “LGBT mi önden saracak, HDP mi arkadan vuracak” olayının bir gün gündeme oturacağı aklımıza gelmezdi. Bu yaratıcılığı kınamak yerine alkışlamak.. madem ki herkes böyle bir halde bulunmakta… akıl sağlığımız açısından mutlak gereklidir. (72)
Keza işçi sınıfı ve yoksul kesimler arasında güçlenmeden kimse sizi solcu saymazdı o ilkel solculuk kavramına göre. Şu anda da on milyonlarca işçi biz korona karantinasında evlerimizde tencere şaklatırken kıçlarından ter akıta akıta - maske mesafe hijyen hak getire - ekmek derdinde köpek gibi çalışıyor. Bunlara söylenecek tek söz vardır ve komünist liderlerimiz bunun teorisini bile yapmıştır: “AKP’ye oy vermişlerse beter olsunlar.” Bir miktar işçi örgütlemek, emek edebiyatı yapmak.. racondan henüz silinmediğinden.. bu bahiste de durmadan bazı şeyler yinelemek gerektir ki, gereği yapılmakta. Yüzlerce işçinin, öğretmenin, memurun katilleriyle DİSK ve KESK gibi post-modernist örgütlerimizde “direne direne kazanacağız!”, “kurtuluş yok tek başına.. ya seninle ya sensiz!”, “bu devirde kimse bezirgan, değil herkes tüccar!”, “milyonlarca dansöz var” gibi şarkıları yinelemek fazla biledir. Ayaktakımıyla devrim olmaz. Bunu sonunda öğrendik. Boğa heykeli, Moda, Bağdat Caddesi ve Boğaziçi bizim yeni sınıfsal kalelerimiz. Yoksul semtlerde ise etnik ve mezhepsel aidiyetlerinden ötürü aleme düşman, dünyaya kinli bir grup tik tokçu aykırı genci de örgütlemişsek sol sınıf işi tamamdır. (73)
Solcular olarak modası geçmiş sol kavramlardan bir tek laiklik kalmıştır üstümüzde. Onu da abartmak tehlikelidir. HDP’ci anti kapitalist Müslüman, IŞİD’ci, İHH’cı, Gülcü, Davutçu, FETO’cu Müslümanlar akın akın solculaşmaktayken onları gücendirecek işlere de yanaşmamak gerek. Birkaç yıl önceki keskin söylemlerden uzak durmak evladır. (74)
Aydınlanma, bilim, sanat konularında geçmiş primitif sol da iyi durumdaydı, yani kamyon kamyon laf dışında bayağı kazmaydı. Şimdiki solun istikrarlı biçimde miras devraldığı tek konu bu kaldı. Öylece devam etmek zorunludur. İyiye gelişmeleri de takdir etmek gerek. Çünkü geçmiş sol az çok düşündürücü, kafa çalıştırıcı eserler üretebiliyordu. En kötüsü mizahı hayli kuvvetliydi. Şimdi buralarda sıfırın altına geçtik. Güzeldir.. virüs, bakteri üremez kafalarımızda. Ancak böyle kafalarla var olmayan bir “aşağı bak!” lafından “yukarıya bakacağız” devrim sloganına varabiliriz! Biz olsak “sağa bak, sola bak, aşağı bak, yukarı bak… Avanak” da kalırdık. Yeni nesiller cin gibi! (75)
Kapitalizm, liberalizm eleştirilerimiz tam gaz devam etmekte. Mükemmel taktik. Bu eleştiriler altında akla gelen, gelmeyen her alanda kapitalizmi örüyor, avantamızı buluyoruz. Böylece eski tip solcuya dönüşecek varsa eğer gençler arasında beyinlerini o saat eritiyoruz. Eski tip solculuk topluma biraz fayda verirken solcu olana büyük zararlar vermekteydi. Hatta sıklıkla öldürüyordu. Sol kitaplar üstünde neden sigaraların üstüne basıldığı gibi uyarıcı resimler, yazılar konmuyordu? Şimdiki solculuk solcu olana maddi katkılar getiriyor, hatta birçoğunu abat ediyor. Şimdi sormak lazım ve elimizi vicdanımıza götürüp cevaplamak gerek: Hangi tip solculuk solcuya, solculuğa faydalı? (76)
Atatürkçüler.. bakın biz keskin solculardan çok daha erken uyandı ve dönüştü… Atatürk nedir? Kılıçdaroğlu bile bunu iki ayakta, üç ayakta değil tek ayakta anlatabilir: Atatürkçülük rakı demektir. Bu kadar basit. Tayyip Erdoğan birçok maddede bugünün Atatürkçülerinden daha Atatürkçü duruyor ya.. Ama en birinci Atatürkçü olabilmesi için tek bir eksiği var. Rakı içmek… Onu da yaptığında problem ortadan kalkacaktır. Bir danışmanı Kılıçdar’a iletsin lütfen! Tek madde. Kolay anlatır. (77)
Ve son konu.. belki en önemlisi. Ne gelmişse başımıza hep ABD’yi yanlış anlamaktan geldi. Amerika o kadar anlattı, bizim kalın kafalarımız almadı. ABD hür dünyanın fedaisidir. Amacı ülkelere hürriyet ve demokrasi götürmektir. Bunu anlamayanlar anlamsız biçimde hayatlarını kaybettiler. Darbe dedik, müdahale dedik, faşist dedik, işbirlikçi dedik… Türlü iftiralarla hürriyet güçlerine saldırdık. Tabii on misliyle, yüz misliyle aldık cevabını. Kırıldık. Boşu boşuna kırıldık. 30 milyondan fazla despot, beton kafalıyı öldürmek zorunda kaldı ABD 2. savaştan bu yana. Bizde de on binlerce faşist solcuyu, despot kafalı sözde aydını öldürmek zorunda kaldı. Hâlâ PKK-HDP eliyle, FETO, Gladyo bilmem ne eliyle bu yıpratıcı görevini cansiperane sürdürmekte. Öldürdükleri için üzülmeyin. Büyük çoğunluğu Boğaziçi’ne girecek kadar puan alamayan kesimdendir. Eee, şimdi böyle bir dünya uygarlığı gücünün düşmanlığını kazanmaya ne gerek? ABD dost elini hep uzattı ve yeni solumuz bu eli sıkıca kavradı? Hangisi daha insani, hangisi daha akıllıca? Tabii ki şimdiki solun tercihi çok daha solcu… Boğaziçi solu bizi 80 öncesinden beri uyarıyordu, biz dinlemedik. Hayat bizi dinletti. (78)
Ve artık Biden beyle demokrasi açılımları tüm dünyada daha da güçlenecek. Adam bir kere pedofigojik nosyon sahibi, gençlerimizin halinden en çok o anlar! Niye demokrasiye ve bilime teslim etmiyoruz kendimizi! Derin nefes al… ver… al.. ver.. teslim et kendini.. relax… (79)
6- BİLİM ve SANAT İYİ ŞEYLERDİR YALANI (80)
Çıkışlarımızı görenlerin büyük çoğunluğu bunları dikkat çekmek için yapılan uçuk kaçık paylaşımlar gibi algılıyor. Az bir bölümü filozofik bir üst bakıştan çıktığını düşünüyor. İkisi de yanlış. Farklı bir filozofik bakış var, ama daha derin temelde ve bazı ayrıntılarda... Yoksa söylediklerimizin önemli bir bölümü bundan 30-40 yıl önce dünyada yüz milyonlarca insanın zaten bildiği, kabul ettiği gerçeklerdi. Ömrümüzün ilk yarısında sıradan aydınlar, hatta yarı aydınlar pek çok şeyi daha iyi değerlendirir, böyle itirazları son derece olağan biçimde dile getirirdi. (81)
Sosyalist alternatifi kalmayan tek kutuplu dünyada bilim ve teknoloji oligarşinin paralı askerine dönüştü. Bu ikisi insan aklını umulmadık oranda geriletti. Devrimizin insanı 18-19-20. yüzyılın temel bilimsel mantığını, yöntemini, soru sorma, sorgulama alışkanlığını yitirdi. Bağnaz bir sözde bilimi, bilim jandarmalığını bilim sanıyor aklını yitirmiş, zombileşmiş günümüz “uygar” insanı... Soru soran, bilimsel yöntemle sorgulayan, çözümlemeye, sentezlemeye çalışan herkese hakaret ediyor. Oligarşinin emrindeki et kafa bilimciler, dinci yobazlardan çok daha tehlikelidir, çok daha zararlı hale gelmiştir. (82)
Evet, ne demiştik, bundan kırk yıl önce sıradan bir yarı aydın bile şunu sorardı herhangi bir olgu için: Bu neye hizmet etmektedir? Kaç yönü vardır? Kimlerin denetimindedir? Şimdi ise böyle şeyler sorduğunuz an “bilim karşıtı” oluyorsunuz, dinci, gerici ya da komplo kuramcısı ilan ediliyorsunuz. Oysa yobazlık ve kaba komploculuk bu güvensizlik ve baskı ortamında gelişiyor. Kapitalizmin hizmetkarı bağnaz bilimci, medyacı ve sürüleşmiş okumuşların yarattığı güvensizlik ortamında… Aynı elmanın iki yarısı. (83)
Ne üretiyor bu bilim ve teknoloji, neyi bilmemizi sağlıyor? Faydası mı ağır basıyor, zararı mı? Oran saptamak bilimsel açıdan doğru değil, kabaca fikir vermesi için söyleyeyim: Bilimin üçte bir faydası, üçte iki zararı vardır. O aslında sistemin, onun da altında insanlığın bir aracıdır, enstrümanıdır. İnsan kabaca üçte bir iyi, üçte iki kötü bir canlı olduğu için bu oran böyledir. Neye yarar bu bilim? Bir şeyleri ilkel insanlara göre daha iyi bilmemize yarar. Bilince ne olur? Daha mı güzelleşir insan? Hayır. O bilgiyle çirkin insan daha da çirkinleşir. (84)
Bilim ve teknoloji birçok alanda hayatımızı inanılmaz kolaylaştırdı. Bizi pek çok yere ulaşabilir kıldı. İnsan ömrü de ilkel çağlara göre bir ölçüde uzadı. (Gerçi çok genç yaşlarda kaybettiğimiz yüz milyonlar için bunun ne önemi var?) Karşılığında: Dünyayı, doğayı korkunç boyutta tahrip ediyoruz. Modern yaşamımız, lüksümüz, keyfimiz uğruna. Hayatımızı kolaylaştıran her araç biyolojik yaşamın sonunu o kadar hızlandırıyor. Daha buna çare bulabilmiş değiliz. O müthiş ulaşım teknolojimiz kazalarla her yıl milyondan fazla can alıyor. Nüfus sıkışmasına, kitlesel mülteci akınlarına çare bulamadık, ama uzaya gidiyoruz. Açlıktan milyonlar kırılıyor her yıl, ama akıllı telefonlarımız şahane. Bilimin en cin buluşlarını savaş teknolojisinde kullanıyoruz. Sosyal bilimler zaten köle devşirme yuvaları. Tamam, bunlar insanlığın sorunları diyeceksiniz de… Hayranı olduğunuz büyük devletlerin bu “sorunlar” sayesinde zenginleştiğini ve zengin kalmaya devam ettiğini… Kitlesel kırımlar yaşandıkça oligarşilerin daha da tekelleşip, dünyaya daha bir kral kesildiğini de bir yol söyleyiverin. (85)
Şimdi diyecekler ki bunları biz de biliyoruz, söylüyoruz. Bilseler de tam tersini söylüyorlar. Korona salgınından örnek verelim o zaman. (86)
Bu salgın bir bilim skandalı, bir tıp skandalıdır. Bundan bahseden yok. En ufak onuru olan bir bilim insanı, bir bilim toplumu niye bu halde bulunduğumuzu sorgulamalıydı… Ondan sonra da yapılacakları planlamalıydı ivedilikle. Ama hayır, yüzsüzlük diz boyu. 1500 kilometre öteye 1 buçuk metre sekmeden füze gönderebilen günümüz bilimcilerinin virüs salgınları sırasında söyledikleri tek şey maske- mesafe-hijyen-karantina ve aşıdır. (87)
Aşı gerçek bir çözüm değildir. Sel basınca kapıların altına kilim sıkıştırmak gibi bir şey… Bir ölçüde fayda sağlar mı, hayat kurtarır mı? Evet. Fakat bunun kesin çözüm diye reklam edilip karşı tezlerin bastırılması bilimsel suç. Bu mevsimsel virüslerin her yıl ayrı çeşidi çıkıyor, bir virüs kaç defa mutasyon geçiriyor. Her birine en az bir buçuk yıl gecikmeli olarak aşı mı yetiştirecek medikal kartel! Milyonlar öldükten sonra, virüsün etkisi azaldıktan sonra ucundan tutacaklar işin ve bir de kahraman ilan edilecekler! Hastalıktan, kırımlardan zenginliğine zenginlik katan onlar, övgüleri kabul eden yine onlar! Olası uzun kötü etkilerini bilmiyoruz, konuşmuyoruz, zaten konuşturmuyorlar. Belki bu virüsleriniz sizin aşılarınız yüzünden böyle azdı, saldırganlaştı. Ne biliyorsunuz, ne kadarını araştırdınız? (88)
Salgın çıkınca karantina, izolasyon tedbirleri de kesin çözüm değildir. O da sel gelince yukarı yerlere kaçmak gibi bir şey. Modern bilimin önerdiği şey antik çağ yöntemi. İşe yarar mı? Yarar bir ölçüde? Destekliyoruz, katılıyoruz mecburen. Onun da getirdiği zararlar ne ölçüldü, ne araştırıldı… bunların üstü kapatılıyor. Bu karantina, tedbir, bilmem ne koşullarında büyük şirketler küçükleri yok ediyor. Milyarlar işsiz kaldı, iflas etti. Onların bilimi neden araştırsın böyle şeyleri: Tedbirler kaç insan hayatı kurtardı, kaç insanın yaşamını kısalttı? (89)
Sele karşı yapılması gereken şey, selin oluşmasını önlemek ve yine de başa gelirse hızla boşalmasının yollarını inşa etmektir. Dünyada insan sağlığı için bu üretim, tüketim, iş ortamı, yaşam ortamı, şehircilik anlayışının kökten değişmesi gerekiyor. Salgın yine de çıkmışsa hastalananaları iyileştirmek için aşı değil ilaç bulunması gerekiyor her şeyden önce. Bu yönde toplumsal bir baskı oluşturmak gerekiyor. Bilimin bize hediyesi olan büyük çoğunluğu gereksiz ve zararlı ürünlerin hayatımızdan çıkması, insana ve doğaya yatırım yapılması gerekiyor.. Bu yapılsaydı bugünkü hastalıkların birçoğu ortaya çıkmayacaktı, çıkanların çoğunun tedavisi bulunacaktı. Fakat bu baskıyı oluşturacak kitle nerede? Sadece hayallerimizde… Olsun, biz uyarı görevimizi yapalım. (90)
Dünya tıbbı medikal kartelin, dünya oligarşisinin elinde. Bunlar doğrudan politik konular aslında. Sizin bilim insanı diye gördüklerinizin ezici çoğunluğu temel bilimsel anlayıştan uzaklaşmış basit teknisyenler ve hatta bir çeşit politik yalancılar. Birçoğu amacı ve kazancı gayet belli panik lobisinin hizmetçileri. Tüm dünyada ve bizde şu salgın sırasında tıbbın emekçileri kan ter içinde canları pahasına savaşarak tıbbi itibarımızı yükseltirken, her gün tv’lerde konuşan, tık artırıcı haberleri pırtlayan binlerce sözde bilgin abuk sabuk tıp kırıntılarıyla sağlık bozdular, utanç kaynağımız haline geldiler. Bu bilim iyi bir şey mi, kötü bir şey mi? Orası da bir mücadele alanı. Üçte bir iyi, üçte iki kötüdür. (91)
SANAT KİTLELERİN AFYONUDUR… Bir sol parti lideri sohbet sırasında bana şöyle bir şey söylemişti: “Zamanımızın şiirlerini sevemiyorum. Duygudan, hassasiyetten kırılıyorlar… Bir de bu kadar duygulu şairlerin gerçek hallerine bakıyorum: Öküz gibi adamlar. Niye böyle bu işler yahu? Bana açıklasana…” (92)
Açıklayım o zaman, ona dediğimi size de diyeyim, “öküz”den gideyim: Sanatçı milleti içinde ökküz çoktur. Tüm zamanlarda evrensel yasa. Ve de genel insanlık içinde ne kadar odun varsa, sanatçılar içindeki odun oranı aynıdır. Hatta şerefsiz oranı normal popülasyondan belirgin ölçüde fazladır. Çünkü bu alan kişisel tatmin arayışının, bireyciliğin, ün ve para hırsının en yüksek rekabetle sürdüğü alanlardan biridir. (93)
Marx din için “kitlelerin afyonudur” der, çoklarının sandığı gibi bunu dini aşağılamak ya da küçümsemek için söylemez. Onun doğal bir gereksinim olduğunu bilir ve acılara katlanma gücü veren özelliğini böyle betimler. Sanat için de aynı şeyi söyleyebiliriz. İnsan doğasının ürünüdür. İnanışlar, dinler gibi, bir olmazsa olmazdır, mutlak gereksinimdir. Sanatsız insan yok gibidir. (94)
Problem şu ki, nasıl bilim imamları bilimi sınıflar üstü, çıkarlar üstü bir kutsallık gibi gösterirlerse, yüz yıllardır sanat piskoposları da sanatı üstün bir dokunulmaz güzellik disiplini olarak kabul ettirmişlerdir. (95)
Gerçek böyle midir? Çağlar boyunca katliamcıların, soyguncuların, dolandırıcıların, ahlaksızların da sanatı vardır; sıradan iyi insanların da, seçkin bireylerin de… Üstelik iyi insanlarla kötü insanların beğendikleri sanat her zaman ayrı ayrı sanatlar değildir, çoğu zaman aynı sanattır. (96)
Elbette iyi sanat kötü sanat ayrımı diye bir şey var. Bu konuda yazılmış sayısız eser var. Ölçütler var. Hayatım bunları okumakla geçti, kendim de teori yaptım, liste liste ölçütler ileri sürdüm. Bunu reddedecek değilim. İnsanların estetik beğenisi ülkelere ve kültürlere göre değişir, kişilik özelliklerine göre değişir, eğitim-öğretim düzeylerine göre değişir. Sanata, sanat eserlerine içlerinden, sanat düzeyinde baktığınızda aralarında muazzam farklar görürsünüz. Fakat bir kademe yükselip üstten baktığınızda sanki hepsi aynı düzeydedir. (97)
O yüzden evrensel seçkinci açıdan ele alarak “en üst” sanat eserlerine yukarıdan bakalım. Eser olmayanları, kötü eserleri, küçümsediğimiz sanat biçimlerini hadi dışarıda tutalım. Zirvede kabul edilenler neymiş görelim: Klasik veya modern heykel sanatı, resim, edebiyatın en güzel dünya ürünleri, sinema klasikleri, tiyatro, opera, klasik müzik, caz, rak… bilmemne… (98)
Sanat ilk doruk noktasına, harcı esir ve köle kanıyla karılan Yunan ve Roma’da ulaştı. Kızılderili ve zenci kanlarıyla kurulmuş Avrupa’nın zengin şehirlerinde, kolonyalizm döneminde ikinci zirvesine vardı. Sanatçının şerefsizliği nereden gelir derseniz, işte hep bu zalim efendilere uşaklığından gelir. İtalyan Faşizmi, Alman Nazizmi en seçkin üst sanatın büyük hayranıydı. Şimdi bayrağı yine onlar önde taşıyor. Avrupa Birliği faşizmi, Amerikan katliamcı sineması, müziği… (99)
Elbette bilim için ne diyorsak sanat için de aynı şeyi söylüyoruz. Sanat bir açılımdır, olmazsa olmaz bir insani açılım. Ama burada da ipler sistemi yönetenlerin elinde. İnsan üçte bir iyi, üçte iki kötü bir varlıktır ve bu oran sanata da yansır. İyi-kötü mücadelesi burada da kıyasıya sürer, kötü her zaman baskındır. Ve sanılanın aksine en üst, en iyi sanat ürünleri bu yeryüzü cehennemini bize güzel göstermek için sinsice işlev görür. (100)
Edebiyatın doruğu olarak kimleri kabul ederseniz edin mesela. Tolstoy deyin, Dostoyevski deyin… En sevdiğim yazarlar. Ya da başkaları Kafka diyecektir örneğin… Bu yazarlar hiç dünyaya gelmeseydi, böyle bir edebiyat hiç bulunmasaydı… Ne değişirdi? Yerlerine başkalarını bilirdik, o kadar. Ne değiştirebildiler ki? Rus devrimini yarattılar diyelim… O devrim çöktü ki… Daha duvar yıkılmadan karşıtına dönüştü. Bu yazarların yakındığı çürümüş bir düzen vardı, o düzen kırk kere değişti, geriye aynı insanlık kaldı. Bu yazarlar şimdi tekrar dünyaya gelse yine aynı şeyleri anlatırlar.. Eee, o zaman? (101)
Ya klasik müzik hayranları? O müzik o ruhları ne kadar yontabildi? Nazi devrinde Alman şehirlerinde operalardan çıkanları düşünün, ABD dünyayı kanla sıvarken New-York’da caz konserlerinden dağılanları… Cumhurbaşkanlığı senfoni orkestrasını izledikten sonra 12 Eylül anayasasına evet verenleri ya da on yıllar sonra “yetmez ama evet” diyenleri… Güzel sanatlar aşıklarının büyük çoğunluğu böyle karakterlerden ibaret. (102)
Muhalif alternatif müziklerin kitleleri diyeceksiniz. Bu alemi değiştirmeden alabildiğine seks ve uyuşturucuyla başka alem yaşayanlardan mı bahsettiniz? Onca “tensel devrim”den sonra geriye ne kalıyor: Yine doyumsuzluk, yine prozac toplumu. (103)
Ve şimdi Türkiye sanatçı, edebiyatçı camiasına bakınız: Bu ülke, bu vatandaş huzur içinde uyusun diye eksi 30 derecede birileri dağlarda beklerken, kurşunlara bombalara kendilerini siper ederken… O tayfanın çoğu, 100 binden fazla insanın ölümünden sorumlu HDP gibi katliam yuvalarını şirin görmeyi, alçakları sevimli göstermeyi sanatçılık sayıyor. Ruhu satılmışlar nasıl bir eser üretebilir, zihni çirkinler ne güzellik yaratabilir! (104)
Yok “toplumcu edebiyat” dedik, yok “insani gerçekçilik” diye boyumuzdan büyük laflar ettik. Her sanat eseri, okuyanı, izleyeni olumlu yönde değiştirmeliydi… Bir eser ancak bu nitelikte ise iyi eserdi… Falan.. Birçok roman yazdım. Onbinlerce insan okudu bunları. Hangi insanı ne kadar değiştirmişim? Evet, tabii esas öküzlük bende, bunları ineklere okusam hiç değilse daha çok süt verirlerdi… Eski okurlarımın bazıları bugün fikirlerimi beğenmeyince “yazıklar olsun, o kadar romanını okuduk” diyorlar. Elbette yazıklar olsun bana, bugün neler anlatıyorsam romanlarımda da aynen onları anlatmaya çalışmıştım. Ne kadar anlatabildiğim meydanda. (105)
Ve tabii bunları saptadık diye ne birileri sanattan vazgeçecek, ne biz vazgeçeceğiz. Dedik ya, bu insani doğal bir açılım, bir zorunluluk, istesek de istemesek de bir zevk kaynağı, neşe, avunma kaynağı, bir ağrı kesici ilaç… Kötüleri gördükçe… Hem düzey anlamında hem ruh anlamında… Daha da bilenecek ve mücadeleyi sürdüreceğiz. (106)
Bunları yazmışsak sadece asıl gerçeği bilmeniz, ara sıra bunu hatırlamanız içindir. Daha üst bir amacı yok, zaten olamaz. (107)
7 – MEDYA ve SOSYAL MEDYA YALANLARI (108)
Herkesin ağzından burnundan yalan fışkırmasının temel nedeni şu: Yalanı haksızlar söyler, Türkiye’de siyasi odakların neredeyse tamamı haksız. Çok haklı nedenlerle 18 yıldır muhalefet ettiğimiz bir AKP iktidarı altındayız. 4-5 yıl öncesine dek en yoğun yalan o kanattan çıkıyordu. Rastlantı değil, en haksız konumda onlardı. Fakat son yıllarda yalan yarışında muhalefet cephesi atağa geçti ve iktidar kanadına fark attı. Nedeni son derece açıktır. Kılıçdaroğlu gibi iki ayaklı anlatalım : 1- Aslında muhalefet muhalefette değil, sistemin iktidarında. Siyaseten de gizli iktidardır, iktidar ortağıdır. Önceki bölümde ortaya koyduk. 2- Muhalefet neredeyse tüm odaklarıyla emperyalizmin 5. Koluna dönüşmüş. PKK-HDP terörüyle ortak çalışmakta. Bu da Cumhur ittifakına haklılık zemini oluşturmakta. Onun başarısının garantisi. Ve iş bu iki madde ne yazık ki yaşanan en büyük gerçek olarak önümüzdeyken… Dürüst insanlar tarafsız kalabilir mi? Tarafsız kalmaya çalışsalar da yalanın artık bir numaralı merkezi “Millet İttifakı” iken, doğruyu her anlattıklarında daha çok bu cepheyi karşılarında bulacaklardır. Peki vatanseverler tarafsız kalabilir mi? PKK-HDP-CHP-FETO-Eski AKP’nin en saldırgan liderleri-Yetmez ama evetçiler-Ajanlaşmış sol ülkeye karşı savaş yürütürken istense bile tarafsız kalmak ne derece mümkün? (109)
Tablo apaçık bu iken, kafası az çok çalışan herkes bunun farkındayken… Muhalefet kanadına bu büyük ayıplarını gizlemek, kendi kendilerini ak göstermek için ne çare kalıyor. Sabah akşam, yatıp kalkıp yalan söylemek ve küfretmek… Sosyal medya, Whatsapp grupları… Muhalif mükemmel insanların yalan platformu... Orada ibretlik paylaşımlara tanık oluyoruz. Faili meçhuller dönemi içişleri bakanı Meral Akşener’in konuşmalarını izliyoruz. Davutoğlu, Gül takımının demeçlerine alkışları görüyoruz. “Cumartesi anneleri - Yargısız infazlar” diye on yıllardır samimiyetsizce kafa şişiren solcuların yoldaşlarının katillerine sevdalandıklarını anlıyoruz. Düzey bu, etik bu. “Tayyip gitsin de ne olursa olsun” mantığının çukuru bu! (110)
Fox, Sözcü… Duvardı, Dikendi, Tele-24 tü… Halk-TV, Haber-Türk, Tele-1, KRT… Birgün, Sol, Cumhuriyet, Evrensel… Pek çok şeye göz kapamasınlar, her şeyi çarpıtmasınlar da ne yapsınlar. Bu 5. Kol duruşlarını kenarda köşede az buçuk kalmış can çekişen vicdanlara başka türlü nasıl kabul ettirsinler… Birkaç klişe etrafında dönen binbir yalan. Sizin gibi düşünmeyen herkes mi terörist? Herkes mi yabancı işbirlikçisi? Evet, HDP’yi meşru kabul eden, darbecilerle, teröristlerle iş tutan herkes terör destekçisi, herkes ABD işbirlikçisi… Sayıları isterse on milyonlar olsun! (111)
KORONA SALGININDAN YALAN ÖRNEKLERİ (112)
Yazı dizimizin bu son bölümünde belli başlı medya-sosyal medya yalanlarından örnekler verecektim. Fakat baktım ki kısa notlarım bile 10 sayfayı aşmış… Tek bir alana odaklanmak zorunda kaldım… (113)
KORONA YALANLARI tam bir yıldır resmi, gayri-resmi, idari, muhalif, büyük, küçük, uluslararası, yerel… Binlerce kanaldan her saat her saniye bıktırırcasına işlendi, işlenmeye devam ediyor. Bunların büyük bölümü bilim kurulu üyeleri dahil bilim mantığını yitirmiş bilimciler imzalı ve de medya pompalı. Böyle yoğun bir saldırı karşısında insan beyni yine de dayanabiliyor, ama ancak bu kadar dayanabiliyor. Süngerleşmiş, zombileşmiş halde… İşte komplo kuramlarını dışta bırakarak sadece bazı korona yalanları: (114)
“Korona öteki griplere göre 100 kat öldürücü… 30 kat öldürücü…” Alçak gönüllü bir azınlık ise 10 kat öldürücü diyordu… Ne oldu? Hani 10 kat, 5 kat? (115)
“50 kat daha bulaşıcı, 120 kat bulaşıcı, 270 kat bulaşıcı.” Bunları saygın devlet çevreleri, muhterem bilim insanları, güvenilir medya organları üfürdü durdu. Sonra önceki ay bir mutant çıktı. O da ilk koronadan 70 kat bulaşıcıymış! 70X270 ne eder? Öteki griplerden 18.900 kat bulaşıcı olduğu anlamına gelir. Zırhı deler, betonları parçalar alimallah! Gerçekten öyle olsa çoktan hepimiz ölmüştük. Belki de ölüyüz… Bu tür haberleri öküzün trene baktığı gibi izleyip, “yeter… aşırı terbiyesizlik bu artık” demediğimize göre? (116)
“Yerden bulaşır, asansörden çok bulaşır, arabayla giderken asfalttan perende atıp bulaşır” (arabada yalnız giden sürücüleri bile bu haberlerle maskelediler)… Şayet gülüyorsanız, gülmeyin… Bu haberleri pek çok kaynaktan sizler de okudunuz, dinlediniz. Kırda bayırda yalnız dolaşanlara, spor yapanlara bile maske taktırdılar. Oksijen yerine karbondioksitle yaşayan yeni bir tür oluştu. (117)
“Maske takın. Takın ama korumaz. İki kat takın. İki kat taksanız da korumaz. Falanca maskeyi takın. Yok o kötüymüş, bunu takın… Ne takarsanız takın pek az korur. Yok yarı yarıya korur. Yüzde doksan korur. Maskeye kolonya sürmeyin. Hayır sürün. Sık sık yıkayın. Yıkamayın hemen atın. Maske üstüne kumaş maske takın. Hayır takmayın bakteri ürer…” Bunların hepsi okur, izleyici, tık artırmak için sürekli kaşınan haberler. Her birinin altından bir doktor demeci çıkıyor. (118)
“Koronaya yakalanıp sağ kalmışsanız kurtuldum sanmayın. Bir daha hastalanacaksınız. Ciğerleriniz zaten sıfırı tüketti. Kalbiniz de etkilendi… Siz bittiniz!..” Her grip az çok kalbi de etkiler ama bizim her biri ileri derecede bilgin doktorlarımız tıbbı her gün yeniden keşfediyor, medya da bunları havada kapıp atmosfere yayıyor. “Beyni de etkiler, geri zekalı olursunuz.” Beyin olsa, evet etkiler… Koronanın fecaatini ispatlamak için adeta zamana karşı bir bilimsel araştırma yarışı var… Ama hastalığın ilacını bulun denince… Tısss… (119)
Mutasyon denen şey bulundu! 60’lı yıllardan beri biliniyordu ama bizim acar doktorlarımız her gün yeniden buluyorlar! Aaaa, virüs mutasyon geçiriyormuş.. Hayret.. Şurada ortaya çıktı, burada farklı türü gelişti.. geceler boyu tartışın.. demeç üstüne demeç verin.. Arkadaş, öteki az çok sabit virüslerden farklı olarak grip virüsleri çok daha sık mutasyon geçirdiği için zaten grip aşılarına fazla güvenilmiyor. Aşılar bu yüzden tam korumuyor. Tartışmalı oranlarda koruyor. (120)
Aşı yalanlarına bir girersek onun da özeti on sayfa sürer. O aşı kötü bu aşı bilmem ne diye çamur atmalar, şu aşı iyi ama ötekiler işe yaramaz diye arkadan sallamalar. Hiçbirinin bilimsel çalışması bitmemiş, belki de doğru dürüst yapılmayacak bile… Bilim jandarması kıyafetinde birçok azman… Verilere göre değil, inançlara ve anlık duygulara göre ahkam kesiyorlar... (121)
“YÖNETEMİYORSUNUZ, ÖLÜYORUZ…” TTB böyle bir slogan ve logo ortaya attı, doktorların bir kısmı, güya doktorlara destek olmak için doktor olmayan birçok şahıs bu logoyu kullanıyor… Pek bir marifet yapıyor. Bunların neredeyse tamamının mevcut tıp ve sağlık sistemine itirazları yok, itirazı olanın da alternatifi yok. Çünkü bu konulara hiç kafa yormamışlar, yoranları hep küçük görüp tartaklamışlar. Sağlıktaki muhalefetleri temel bir bilgiye dayansa hoş görülebilirler. Ne ki mantıkları “AKP eylemişse muhakkak kötü eylemiştir” mantığından bir milim derin değil. İnanın bundan öte bir akıl yürütmeleri de yoktur. Bizim salgının ve sağlığın dünyada ve Türkiye’de ele alınışına ideolojik itirazımız var. Bunların ise yok. Zaten tıp alanında gizli iktidar kendileri. (122)
İşin pratiğine gelince. Temel yanlış yaklaşım bir yana… Türkiye koronayla mücadelede - Çin ve belki birkaç ülkeyi dışta tutalım - Dünyada ve Avrupa’da en başarılı birkaç ülkeden biri. Bizdeki birçok standart ve uygulama en gelişmiş Batı ülkelerinde yok. Bunu dünya kabul ediyor, bizim çakma muhaliflerimiz hizmeti en başta alıyor ama katiyen kabul etmiyor. 11 ay boyunca durmadan şunu işlediler: “Salgında kontrol kaybedildi!” (123)
Dünyada pek çok ülkede çok daha yoğun hekim ölümleri yaşandı. “Yönetimiyorsunuz, ölüyoruz” diye bir slogana rast gelmedim oralarda. Söylenmişse de pek marjinal kalmıştır. Çünkü oradaki hekim örgütleri ülke düşmanlarının elinde değil. Oradaki hekim örgütleri ülkesini ve milletini sever. (124)
“Rakamlar gizleniyor. Rakamlar çarpıtılıyor.” İlk günden beri TTB ve muhalefet her gün bunu söyledi. Oysa kendilerinin baştan beri söyledikleri çarpıtma, karalama, karartma. Batı ülkelerinde ise tam tersi iddialar çok konuşuluyor. “Rakamlar abartılıyor” deniyor. (125)
Peki TTB başından beri niye böyle çirkin bir tutum içinde? Niye muhalif basın bu tavrı allayıp pullayıp paylaşıp duruyor. Çünkü TTB öteden beri PKK’nın siyasi uzantısı. Dertleri hiçbir zaman halk sağlığı, toplumcu tıp olmadı. Eğer öyle olsaydı hiç değilse salgın sırasında paniğe, depresyona ve ölümlere yol açan bu yıkıcı tavırda ısrar etmezlerdi. İnsanlar kırıldıkça sevinen bir hekim örgütü olamaz, olmamalı. CHP arkasında durmasa, AKP siyasi ince hesaplarla göz yummasa böyle bir hekim örgütü bulunamaz. (126)
SON SÖZ: Ahlaksızlar ahlaktan, yalancılar yalandan çok bahseder. Söylenenleri hayatla ve somut olgularla sınayın. Bunu yapacak ve karara varacak, aklınız, vicdanınızdır. Ne var ki doğruların yükü ağırdır. Pek çok arkadaşımız, dostumuz yakın zamana dek benimle aynı şeyleri düşünseler de bu yük altında ezildiler. Bilinen klişe bahanelerle sürüye katılmayı, yalanı seçtiler. Yalan işte böyle canavarlaşır. Bir şeyleri çıkarsız söyleyebilen üç-beş kişi de kalmayınca yalan canavarı kendini yemeye başlar… Şimdiden yemeye başlamıştır… Yalan canavarı aslında insanın ta kendisidir. İnsan kendi sonunu böyle böyle hazırlar. (127)
SON
Kaan Arslanoğlu
EK NOT (1) : UMARIM SON KEZ 3. YOL, VATAN PARTİSİ, İKTİDAR-MUHALEFET DENKLEMİ ÜSTÜNE… Mevcut 3. yolcuların büyük çoğunluğunun “3. Yol” derken aslında iktidara karşı muhalefete yakın durduklarını saptıyor ve bunu eleştiriyorum. Birçok kişi buradan yola çıkarak benim 3. Yol’a ilke olarak karşı durduğumu düşünüyor. Durum böyle değil. 3. yol benim için de şu an hayali olarak, kağıt üzerinde en iyi tercihtir. (128)
Fakat kafamdaki 3. Yol şöyledir: Cumhur’a da Millet’e de genel planda yaklaşılmayacak, mesafeli durulacak. Kimseye senin cephendeyim diye açık çek verilmeyecek. Güncel siyasi tartışmalarda ülkeden ve doğrudan yana tavır alınacak. Dolayısıyla hangi taraf haklıysa o tarafa yakın gibi görünmekten çekinilmeyecek. Güncel siyasi kavgada daha çok Cumhur tarafı haklı olduğu için o tarafa yakın durmaktan kaçınılmayacak. (CHDP-PKK sorunu, ülke siyasetine dış müdahaleler, ülke bütünlüğü ve çıkarları, dış politika, korona salgını vb.). Genel sistemsel işleyişle ilgili muhalefete aksatılmadan devam edilecek. (Emperyalizme ekonomik bağımlılık, kapitalizmin mevcut işleyişi, emek, doğa, çevre sorunları vb.). Laiklik konusu, eğitim, özgürlükler, Atatürk konusu… Yine muhalefetle aynı şeyler söylüyormuş izlenimi vermekten çekinilmeyecek, muhalefetin haklı gibi göründüğü az sayıda konuda bile hiç samimi olmadığı, çürük olduğu vurgulanacak. (129)
Benim bu yolda başlıca çekincelerim şunlar: Böyle bir siyaseti oturtmak kolay gibi görünse de aslında çok zor. Ülkedeki insan potansiyeli, bilinç durumları buna elverişli değil. Baştan bu yolda anlaştığınız pek çok kişi ve çevre hemen cıvıyıverip en kolay yola kayıyor: Cumhur’a verip veriştirmek. Çakma muhaleftten alkış almaya çalışmak. Ortaya attığınız en basit ve kısa mesajları bile anlamayan bir okumuş ordusu ile ne kadar ince, akıllı ve tutarlı politika yapabilirsiniz. (130)
Peki VP ne yapıyor? Onun önderliğinden kaynaklı siyasi refleksi daima “iki cephe – orta yol yok” politikasıdır. Ya oradan olacaksın, ya buradan. BUNUN ZARARLARI NELERDİR? 1- Bu politika hattı tarihsel olarak VP’yi hep kitlesel olarak zayıflattı. Güçlendiği dönemler 3. Yola yaklaştığı dönemlerdir. O da anlamadığım bir çelişki. 2- Bu çizgiyle olguları geniş açıdan tartışamaz, hep dar kalıplara hapsolur, olgunun birçok başka yönünü görmez ve göstermezsiniz. Gerçekçi insanlara hiç uygun değil. 3- VP bunu hep yeteri kadar güçlenmeden yapıyor ve sürekli büyük güçlerin pek de istenmeyen küçük marjinal yardımcısı konumuna düşüyor. Güçlenmeden, pazarlık gücü oluşturmadan bir cephede yer almak herhalde yanlış. (131)
PEKİ BUNUN İYİ TARAFLARI NELER: 1- İnsan türünün tabiatı gereği siyasette ne yazık ki “ya o ya bu” tercih dayatması en kolay anlaşılan tutum. Çok büyük çoğunluk bundan başkasını anlayamıyor, yolunu başka türlü bulamıyor. Ama bu VP’ye parti olarak neden yaramıyor, onu cidden anlamıyorum. 2- Bu yöntemle daha sıkı parti kadroları oluşturursunuz, nicel olarak zayıflasanız bile. VP nicel gelişmeyi de hedefliyor, ama bunu başaramıyor. 3- Kendi partisini ve çıkarlarını feda edip iki cephede biraz daha haklı olanın yanında yer almak üst doğrular, adalet ve vicdan açısından daha doğru görünüyor. Bu tutum Cumhur’un bazı noktalarda iyileşmesine de yarıyor. Ama ne kadar, bilemiyorum. (132)
O bakımdan gönül tercihimin 3. Yol olduğunu belirtmekle birlikte ülkedeki insan niteliği açısından bunun biraz hayali kaçtığını söyleyebilirim. Yine de sahte cinsinden değil, hakiki cinsinden 3. Yolculuk yapanlar çıktıkça onları karalamam, desteklerim. Fakat VP politikasının da şartlara dayanan bir gerçekliği ve geçerliliği bulunduğunu inkar etmem, yabana atılmasını istemem. Belki de en doğrusu o, emin olamadığım için ısrar da edemiyorum. (133)
Siyaset zor konu, yanılmaya çok açık bir alan, benim bu alanda kafam bu kadar işliyor. Diyeceğim en son söz budur, hangisi daha doğru, tam bilmediğimdir. Kesin bilip, emin olduğum şeyleri söylüyorum: Mesela muhalefet 5. Kol haline gelmiştir. Mesela insan düzeyi çok düşmüştür. O yüzden genel doğrular hiçbir biçimde bu topluma işlemiyor. Hiçbir sağlam iplik bu yırtılmış çürük dokuyu dikemiyor. Şartlar adam akıllı değişirse tekrar bir şey deriz. (134)
KONUNUN EN SON AÇILDIĞI YAVUZ ALOGAN YAZISINI OKUMAK İSTERSENİZ: https://www.insanbu.com/Siyaset-Haberleri/886-yavuz-alogan-yazilari-3-yolcu-degil-gizli-hdpci
(135)
EK NOT (2): PKK’nın ROMANI (PKK’ya LANET MİTİNGİ)ni OKUMAK İÇİN: https://www.insanbu.com/Edebiyat-Haberleri/887-pkkya-lanet-mitingi-%E2%80%93-pkknin-romani
(136)
EK NOT (3)
CHP ile PKK artık ayrı değil. Ne zaman bunun pek açık kanıtlarını göstersek karşı taraftan birkaç ezberlenmiş laf geliyor: Perinçek’in Apo’yla buluşmalarından da bahsedin… Veya AKP’nin barış görüşmelerinden, Habur’da teröristleri resmi törenle karşılamalarından... İşte böyle birkaç foto gösteriyorlar. Eyy, CHP’liler, bunlar kötüyse, ayıpsa şimdi siz niye yapıyorsunuz peki? Şahsen “Barış Süreci”ne çok küçük de olsa barış umudundan, çatışmaların geçici olarak durmasından dolayı bodoslama karşı çıkmadım, ama her yönden çok eleştirdim. O zamanın CHP’si çok eleştirdi, pek çok solcu sert eleştirdi. Fakat bu yanlış hiç değilse barış için yapılıyordu, hiç değilse kanı biraz durdurmuştu.
Bir dönem sosyalist solda PKK’yla ortaklık kurmayan kalmamıştı. Onları da eleştirdim, birçok kişi eleştirdi. Ama o zamanın VP’sinde bu aşk sadece birkaç yıl sürdü. Gerekçeleri hiç tatmin edici değil, ama hiç değilse “barış” için görüştüklerini söylüyorlar.
Bugünün çakma solcuları ise 35 yıldır PKK ile ortak çalışıyor, CHP 10 yıldır ortak çalışıyor. Ve göstermelik de olsa bir ateşkes yapılmadan, terör şiddetle devam ederken ortaklık yapıyorlar. Son yılların en büyük yalanlarından biri bu iğrençliği gizlemeye çalışmak. Üstelik Cumhur ve Millete, her iki tarafa da mesafeli duranların bile çoğu o zokayı yutuyor. Bu çarpıtma onlar tarafından da tekrarlanıyor. (137) Herkes kabahatli, öyleyse herkesin kabahati eşit, diye bugünkü suçu hafifletiyorlar.
Kaan Arslanoğlu
Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.
Fatih Torun 18.01.2023
Bu yazı hala güncelliğini koruyor. İyi ki, tekrar paylaştınız.
Nedim Pala 21.02.2021
Güzel .. resimler ve güncel yaşamdan alıntılarla herkesin anlayacağı kaliteli bir yazı dizisi oldu ! şimdiden 6 bine yaklaşan bir reytingle sitenin 'ençok okunanlar' bölümünün ilk sayfasına girdi. Ama ?? 3 kuruşluk sosyal zekâsı ile.. 5 kuruşluk siyasi tahlil yapanlar ! her evden 1 oyda hdp'ye diyerek akp'yi yıkacaz sananlar / hdp ayrı, pkk ayrı diyen az gelişmiş zihinleri formatlı enteller / Tayyip gitsin de? noolursa olsun deyip, ırak'laşma, libya'laşma, suriye'LEŞ meye bile razı olanlar / Güney sınırımızın hemen yanında suriyede ırakta 20'ye yakın abd üssü tahkim edilip savaşa hazırlanırken.. bizans tekfurlarının 'melekler erkeg'midir ? dişimidir ? tartışması gibi.. gerçek düşmanı görmeyip, iç cephede kargaşa yaratıp, güvenlik açığı oluşturan angutlar bu yazılanları anlar mı ? bilmem. Çoğunda kösele gibi surat vardır ! bu yaptıklarını yüzlerine anlatıp, bide okkalı bi şekilde suratlarına tükürsen ? yağmur yağdı sanıp, yarebbi şükür deyip, pişkince suratlarını sıvazlar.
Fahri Kumbul 15.02.2021
Elinden iş gelene, ustalığa, yeteneğe, beceriye saygı duyulur. Kimisi sanattan ele göze gelir şeyler üretmesini bekler, kimisi duyguları okşasın yeter der. Sanat şu sıradan ve alışılmış hayata bir renk ve haz katar. Yani şiirimsi anlatacak olursak: İçinde olmasaydı herhangi bir sanat, Dünya bir yana çekilmezdi kâinat, uzayda bir nokta gibi belirsiz olurdu koordinat. Çirkinleşirdi dünya, güzel duyulara inat. İçinde olmasa herhangi bir sanat; için küflü kalır, dışını alla pulla, istersen donat. Fark etmez hükümdarsan, sürsen de saltanat. Basitlikten, tekdüzelikten aklını oynat. İçinde olmazsa herhangi bir sanat, kazan dipli dünyada bulgur kaynat. Sanatsız bir hayat…? Fırlat at!
Tarık Günersel 15.02.2021
Uyarıcı yazılarınızı okumak geliştirici oluyor, sağ olun.
yusuf bodur 14.02.2021
Şapka çıkartmaktan başka bir şey yapılmaz ve söylenmez ...SAYGILAR..
fahri kumbul 9.02.2021
...devam...bunu herkes beceremez; bilgi ve erdem gerektirir. Sizin de öyle olduğunuzu düşünüyor ve umuyorum. Saygılar.
fahri kumbul 9.02.2021
Teşekkürler açıklama için. Fahri Kumbul idi yazan. Bazen unutuyor insan. Birisiyle duygu birliği içindeysen, kendine bile yanlış yapsa onu hoş görürsün. Üçüncü kişiye haksız yere zarar verse, yine ondan yana olursun. Örneğin başta anne ve sonra baba çocuklarını ve hatta her zaman ve herkeste aynı derecede olmasa da kardeş kardeşini, her koşulda (Haksız olduğunu bile bile) savunur. Derece ve şiddeti giderek azalmakla birlikte bu durum dava arkadaşlığında, sosyal arkadaşlıkta, iş arkadaşlığında ve uzak akrabalar arasında da belirgindir. İş ve çıkar ilişkilerinde, sosyal gruplar arasında ve cemaatlerde de böyledir. Daha geniş anlamda hemşerilik, yurt, vatan, ülke, millet birliğinde böyledir. Kendini nerede hissettiğine bağlıdır biraz. Aslında bunun özü kendinden yana olmaktır. Öyle de olmalıdır, normaldir, insanlık halidir, hatta bu hayvan sürülerinde, yaban yaşamda da vardır; üyelerini korumaya çalışırlar. Yalnız bir de bilimsel ve mümkün olduğunca tarafsız değerlendirme vardır ki, ...
ilker kucuk 9.02.2021
Kaan Bey, bir şeyi eklemek isterim. Muhalefet gizli saklı değil, açık açık on binlerce insanımızın katili PKK ile işbirliği içinde. Uydurdukları yalanlar, gündem saptırmalar, demagojiler bunu sıradanlaştırmak içindir. Siz defalarca yazdınız: Bunu geçiştirmek için başvurdukları kendilerince en can lıcı laf şu: AKP de yaptı. PKK ile masaya oturdu. Teröristler için törenler yaptı vs. Bizler, sizler zaten bunları eleştirdik, kınadık. O zaman da AKP'ye biz muhaliftik. Ama yine sizin dediğiniz gibi o zaman hiç değilse lafta ya da resmen, ne kadar samimi ne kadar samimiyetsiz orası herkesin malumu BARIŞ için bir işbirliği vardı. Silah bıraktırma pazarlığı vardı. Şimdi bu muhalif denen hainler savaş üzerinden, PKK-PYD terörü üzerinden Türkiye'ye diz çöktürmeye çalışıyor. Silah bırakmaktan söz eden yok. Çatır çatır bize karşı savaşıyorlar. Öldürmeye devam ediyorlar. HDP ile kol kola. İyipçisi, yiyipçisi, davidcisi, Türkiye'ye terörle, bozgunla diz çöktürmeye uğraşıyor.
kaan arslanoğlu 9.02.2021
DEVAM... Evet bugünün muhaliflerine de bu iktidarın yaptığı iyi şeyleri ya da nötral olarak kaydedilen gelişmeleri anlatamazsınız. Yaşarlar, ama kabul etmek istemezler. Söz gelimi ben bir yazar arkadaşım Afrin'deki harekattan sürekli övgüyle bahsederken (çok değil birkaç yıl önce) ona çok kızıyordum. Tamam bu harekat ülke yararına olabilir, ama bu yaklaşım AKP'yi güçlendirir diyordum. İnsan kabul etmek istemeyince istemiyor. İHA teknolojisi ve kullanımında dünya lideri oldu mesela Türkiye.... Bu sistemi en çok ben eleştiriyor ve doğa tahribatına üzülüyorum. Ama yapılan yolları biz kullanıyoruz, havaalanlarını, parkları.. Avrupa seviyesinde lüks semtlerde otururken güzel. Herkesin altındfa araba, herkeste birkaç TV çocukken hayal bile edemeyeceğimiz şeyler. Çok yoksul kesim hariç herkes lokantalarda yemeğini yiyor.. vs.. Türkiye ilk 20'de öyle ya da böyle. Eleştirilerimizi yaşam biçimimizi değiştirmeye götürmediğimiz sürece iktidara eleştirilerimiz de boş ve samimiyetsiz kalıyor...
kaan arslanoğlu 9.02.2021
Kafamızda bir ülke kalkınması modeli var, düzen var, yaşam var.. olmasın demiyorum. Bununla iktidarın uygulamalarını eleştiriyoruz. İktidardan nefret ediyorsak, kafamızdaki modelle yargılıyor ve yapılan bazı iyi şeyleri de görmeden onu yerin dibine batırıyoruz. Sıfırın altına itiyoruz. Vatan Partili bir dostumla VP'nin en muhalif olduğu zamanlar bundan 7-8 yıl önce sohbet ederken sağlıkta kaydedilen bazı gelişmeleri anlattım. Bazıları işin düzeyiyle ilgili bazıları halkın yararlanmasıyla ilgiliydi. Hepsine bir kulp taktı ve bu iktidarın bana hiçbir alanda iyi iş yaptığını kanıtlayamazsın, dedi. Açık açık. Şimdi aynı konuda çok farklı düşünüyor. Halbuki işin esasındaki yanlışları en çok eleştiren bendim ve bu esasları çoğu kişi de bilmiyordu. Aynı kişiler kafalarındaki aynı şablonlarla başka bazı iktidarların yaptıklarını da hiç mükemmel olmadığı halde mükemmel görebiliyor. Demirel'in bana sağcıların cinayet işlediğini kabul ettiremezsiniz, lafı gibi muhaliflere de +++++++
kaan arslanoğlu 9.02.2021
son yorum sahibi arkadaşım.. isminizi bahşetseydiniz keşke.. yine de cevap veririm.. :)
9.02.2021
Koca yazının içinde takıldığınız iki sözcük deme tehlikesini göze alarak; AKP'nin iyi yönleri olarak belirttiğiniz "Kalkınma Girişimleri" sözüne takıldım: Kalkınma ile aynı şey olmayan, önemli kısmı borçla ve bir kısmı da kamu taşınmaz ve varlıklarının satılmasıyla sağlanan “büyüme” denilen bu tapınma nesnesi; çevreye, doğaya ve geleceğe verdiği zarar dışında, varsılıyla yoksuluyla tüm kesimlerin yararına olarak genel bir gönenç artışına yol açmamıştır. Saygılar.
Erdoğan Öner 6.02.2021
Yalanlar serisini okudukça aklıma iktidarla iktidar olup, muhalefetle muhalalefet etmek oyununu bozacak şey nedir sorusu takılıyor. Bunun yolunun tek ilacının kendi içimizden gelen gibi davranmak olduğunu düşünüyorum . Her konuda muhalef olamayız ki, nasıl ki herşeyde iktidar olamayacağımız gibi..Mücadeleye devam etmek fikrini güzel kılan şey nedir ki? Neyle mücadele ?Kimle birlikte? Ne için?
kaan arslanoğlu 3.02.2021
Ne çektik bunlardan beeeee! Önceki yazılarda muhalefetin aslında bal gibi iktidarda olduğunu madde madde kanıtladık.. Tabii ses yok, kabul yok, bir iki cılız itiraz.. Fakat başka bir şeye değinmemişim, o da şu: Ezelden beri muhalifiz. Fakat alnımıza kader diye yazılmış. Muhalefetin en aşağı, parya sınıfından olduk hep. Gerçek muhalifliğin paryalıktan geçtiğine inandık, hâlâ da buna inanırız. Kimseden fikirlerimiz ve mücadelemiz için para talep etmedik. Bunlar gibi yüzlerce tip ise daima muhalefetin iktidarındaydı. 35 yıldır bu böyle. Ne eserler verdik, ne gündemler açmaya çalıştık. ABD konsolosluğundan onay ya da PKK damgası görmedikleri için kaldırıp attılar bir tarafa, vize vermedikleri gibi yok etmeye çalıştılar. DEVAMI ALTTA.. +++
kaan arslanoğlu 3.02.2021
DEVAM: .. Muhalefetin iktidarında kimler varsa, istisnasız, doğru düzgün muhalefet yapmadıkları gibi, vasat akıllarıyla bize iktidar, bize tiran kesildiler… Birbirinden kalitesiz, birbirinden karaktersiz nicelerini köşe yazarı, büyük sanatçı, ünlü edebiyatçı yaptılar… Aklı başında insanlar ne yazdıklarını okuyabilir, ne konuşmalarına tahammül edebilir. Kendi kalitemizi şükür ki bunlardan hep uzak durarak koruyabildik, hiç pişman değilim, iyi ki de öyle yapmışım, ama toplum battıkça battı… Şimdi hâlâ bu partilerin, bu yayınların etkisindeki insanlara soruyorum: Herhangi bir fikir geliştirmişseniz, bir eser vermişseniz eğer… Bu partilere, bu yayınlara sizin en ufak bir etkiniz olabildi mi? Hani demokrasiden falan bahsediyorsunuz ya, seviyorsunuz bu sözcüğün telaffuzunu… O bakımdan soruyorum. Herhangi bir özgün fikriniz hiç olmadıysa, zaten sorumu geri alıyorum. Bırakın dağınık kalsın.
kaan arslanoğlu 31.01.2021
Bizim küçücük insanbu.com sitesinden bile ne yazarlar, ne aktif okurlar geldi geçti 8 yılda… Hepsini bir çırpıda hatırlayamıyorum, sayısını sayamıyorum… Bazıları bir süre, bazıları uzun süre, bazıları çok, bazıları az emek verdi. Çoğu fiilen kendi ayrıldı, bazılarıyla ben yolları ayırdım. Şimdi yazar sayımız üçte birin altına, okur sayımız yarıya indi… Kabahat tabii ki hep bendeydi. Heyecan verememeye başlıyordum onlara, kırıyordum, zor şeyler bekleyip sonra da çıkışıyordum, kabaydım, hatta manyaktım. Büyük çoğunluğu bunları demeden önce ilgisizleşmeye başlıyordu. Aylarca (yıllarca) yazı vermiyordu, tartışmalara katılmıyordu, çıkan yazıları çevresiyle paylaşmıyordu. Fiilen bizden biri gibi davranmadığı halde başka çizgileri, başka yayın organlarını bizim platformda paylaşırken büyük heves gösteriyordu. Bazıları açık biçimde söylüyordu: “Savunduklarımız gerçek olabilir, ama bunlarla çok tepki alıyoruz. Sevmiyorlar bizi abi!" DEVAMI ALTTA :
kaan arslanoğlu 31.01.2021
DEVAM: Sonra sevilecekleri yerlere daha bir yaklaşıyorlardı. CHDP aurasına doğru yelken açıyorlardı. Rahat ediyorlardı. Ama onca insan, yüzlerce kişi arasında bizim sitede yapabildikleri işler düzeyinde iş yapabilmeyi sürdürenine rastlamadım. Bizdeki tartışmaların canlılığında herhangi bir tartışmayı başlattıklarını ya da ona katıldıklarını görmedim. HDP’den bana ne diye HDP’ye küfrü basa basa HDP çizgisine yamandılar, CHP şöyle rezil böyle sefil diye diye muhalefet denen en tehlikeli iktidar odağına yaklaştılar. Çünkü en büyük meziyetleri Perinçek’e karşı olmaktı birçoğunun, daha büyük yetenekleri ise AKP’ye karşı durmaktı. Böylece 25 milyon keskin AKP karşıtı her gün AKP’yi devirmekte, her saat muhalefete kuş kondurmaktadır. Bizim gibi 3-5 kişi yollarına çıkmasa ertesi gün de devrim yapacaklardır. Bravodur onlara! Ben de çok yakında VP’den ayrılan AKP bitiricilere katılacağım. Çizgileri doğrudur, bakın göreceksiniz bir ay içinde 1080 kişi, üç ayda 10800, altı ayda kimbilir kaç on bin olacaklardır.
Fahri Kumbul 29.01.2021
Fazla aklım ermez, ama içimdeki dürtü ‘bilir bilmez fikir yürüt!’ der. Morallerin yeterince bozuk olduğu şu ortamda ne kadar yakışık alır bilmem, önce yayımcının engin hoşgörüsüne sığınarak ve sonra ilkel dürtülerime güvenerek yine bir bilgiçlik taslayıp, pek de hakkım olmamasına karşın Sol’a bir de ben vurayım: Paylaşılmak istenen nesne, paylaşmak isteyenlere göre küçük ve kıtsa, kavga büyür. Basit siyasette herkes vitrinde yer almak ister. Sol’a gelirsek, siyasal tarihini az buçuk bilip anımsayanlar; bu olanlara şaşırmaz. Solda iş birliği yoktur, kesintisiz ayrı düşmek vardır. Temelde birleşme yoktur. Geçimsizlik, uyumsuzluk, iç disiplin yoksunluğu, kibirlilik, benmerkezcilik, her türlüsünden duygu durum bozukluğu ve çözülme, kopuş ve savrulma vardır. 50 yıllık tarihi böyledir.… Bu kafa yapısıyla solun tezkere alması olası değil.
Bülent H. Sakızlıgil 28.01.2021
devam... Ben Parti içindeyken her şeyin mükemmel olduğunu söylemedim; ancak doğruya en yakın, neredeyse tek siyasi harekettik. Devrim stratejimiz de doğrudur. Son 3-4 senedir örgütlenme, kadro politikası, ittifaklar ve mali konulardaki yirmi yıl öncesinden başlayan eleştirilerimi yoğunlaştırmıştım. Bunların çoğu kemikleşmiş, bazıları belki de bilinçli eksikliklerdir. Mehmet Bedri Gültekin meselesi hepsinin üzerine tüy dikti. Doğu Perinçek’in yalanları, iftira ve hakaretleri insan aklının ve vicdanının sınırlarını aştı. Bununla kalmadı, başta gençler olmak üzere çevresini de haşhaşladı. İnsan sormadan edemiyor: Bu çocukların gazozuna kim ilaç koydu? diye. Siyasi taktik hatalar, ciddi zaaflara da yol açsa düzeltilebilir. Erdem, vicdan, dürüstlük, açık sözlülük rafa kalkıyor dedikodu, komploculuk kol geziyorsa (bu konudaki bütün sıfatları sayamıyorum, suç unsuru olabilir) benim için iş bitmiştir. Orası artık bir psikiyatri kliniğidir. Not: Övgüye değer bir yazı, kutluyorum.
Bülent H. Sakızlıgil 28.01.2021
devam... Karşı çıkışın ilk başladığı Ankara’da ihraç talebiyle disipline verilen yaklaşık ilk 20 kişi İl kongresi dışında Parti ve Genel Başkanları aleyhine tek laf etmiş veya yazmış değildirler. İstifa eden arkadaşların geçmişi inkar edeceklerine ihtimal vermiyorum. Hatalar varsa hepimiz ortak olduk. Kimlerin hakaret ve yalan bombardımanına başvurduğunu sanırım izliyorsundur. Genel Başkan bence mıntıka temizliği yapıyor.
Bülent H. Sakızlıgil 28.01.2021
Devam... Ben 47 yıllık Aydınlıkçı olarak kenarda durduğum zamanlarda bile Doğu Perinçek’e laf söyletmedim ve sahip çıktım. Arkadaşım olan Yavuz Alogan’ın son zamanlardaki birçok yazısını değil paylaşmak beğeni dahi gönderemedim, içinde Perinçek’e de dokunmalar var diye. Hikmet Çiçek kantarın topuzunu kaçırdığında kendisine telefon açıp “lütfen kaldır feysdeki o paylaşımı, sana yakışmıyor” dediğim de oldu. Sağolsun beni kırmadı… Düşman yayın organlarının haberlerini paylaşan dediğin sanırım Selahattin Yılmaz. Kendisini 45 yıldır tanırım, hep eleştirel yaklaşır, beni bile bezdirirdi seksen öncesi; ama cesurdur bu konuda. Yakın zamanlarda “düşman yayın organı” (kesme içine alan benim ) dediğin yerlerde Doğu Perinçek’i tek başına savunan kişidir. Hala disipline verilip ihraç edilmediyse düne kadar başkanlığını yaptığı ilçeyi tek başına ayakta tuttuğu ve ciddi maddi katkıları yüzündendir (Partideki oportünizm işte böyle bir şey).
Bülent H. Sakızlıgil 28.01.2021
Kaan Hocam, VP konusunda yazacaklarım sadece beni bağladığı için ağırlıklı olarak 1. Tekil şahıs kullandım. İsmini zikrettiğim arkadaşların da bir itirazı olmaz sanırım. Yazı çıkınca istersen onları bilgilendiririm.
kaan arslanoğlu 28.01.2021
Sitede ve feyste yorum yazan 4 ayrı arkadaş abd'nin ya da fetönün Gezi'de de parmağı bulunduğunu ileri sürmüşler. Yazıda zaten görüşümü anlattım, bir daha belirteyim: Parmağı olmayan yoktu ki. Ama bu hareketi başlatma ve yönlendirme konusunda çok etkin miydiler, biz onu tartışıyoruz. Kimi AKP liderlerinin ılımlı mesajları, kimi sosyal medya yazışmaları kanıt gösteriliyor. Erdoğan yumuşak tarzlı bir lider olsa o da böyle mesajlar verecekti. Benim sorum şu: Fetö veya abd kendi iktidarlarını yıkıp o zamanki chp-mhp ile, hatta ulusalcılarla niye maceraya atılsınlar. Çok saçma. Zaten bu yönde kanıtlar güçlü olsa akp bunu tepe tepe kullanırdı. Müdahale mantığını abartırsanız dünyada abd izinli olmayan hiçbir halk hareketi kalmadığını kabul etmek zorunda kalırsınız. O kadar da kontrollü değil bütün işler. abd o kadar da güçlü değil. Eğer öyleyse ne siyaset yapalım ne bunları yazalım. Zaten biri de 15 temmuz'un da darbe olmadığını, abd oyunu olduğunu söylüyor. Komploculuğun sonu yok.
Neo Entel 27.01.2021
Binâen aleyh.. 2013 te fırına sürülen ve liberâl sisteme tam entegre edilmiş Ychp'mizin de kabullenerek dikensiz 'GÜL' bahçesi olacak 'erdoğansız akp' projesinin ; 2013 operasyonları, sonrasında hendek kalkışmaları devlet içindeki.. projeye entegre kadroların yol vermesiyle terörün ve ülkenin 4 yanı istanbul ankara bursa kayserinin ortasında, havaalanı, stadyumda bombaların patlatılmasıyla ! - 2016/ 15 Temmuz'una kamuoyu, altyapı hazırlama aşaması pişirildi. 12 Eylül gibi, 15 Temmuz da başarılı olsaydı ? büyük ihtimâl.. aynı 12 eylül gibi.. muhalif kesim dahil kamuoyunun büyük kesimi .. terörden kurtulduk, faşist, gerici baskıcı iktidar gitti, feraha ulaşıp .. en azından dikensiz GÜL bahçesine kavuştuk diyecekti. (ölümü gösterip, sıtmaya razı etme psikolojisi) hesaplar tutmayıp, bu da olmayınca ?.. projenin ''C'' şıkkına geldik. - genetiği değiştirilen Ychp, akp'den ayrılan GÜL bahçesi ve eteğindeki çiçekleri, Enver'in Merâlin İYİsi, hdp, hale, jale ve beyinleri mayonez kıvamına getirilerek, erdoğan gitsin de noolursa olsun ! diyen bütün mahalle.. bi hizaya dizilip .. yeni bir ufka doğru yelken açıldı.
Neo Entel 27.01.2021
..devam) netekim Gezi ile kıvama gelen ve diğer ayrıntılı aksesuarlarla desteklenen bu proje, yıl sonuna doğru istihbarat'ın elindeki kartları masaya sürmesiyle 17-21 Aralık, para kutuları,4 bakan'ın istifası, son olarak mit başkanına operasyon ile devlet içindeki 2 gücün tam ayrışması aşamasına, 2 karşıt tarafa evrildi. Bir de.. bizler gibi mümkün olduğunca piramidin üstünden bakmaya çalışanlar olarak gözümüzden zaman zaman kaçırdığımız bi konu var. Bu ince işleri, öncesi sonrası, gelişme aşamasındaki alternatif olacaklara göre kimi zaman çok zekice, şeytanca planları .. Fetö, pkk/ypg gibi kadroların akılların yapabileceği işler gibi bakarak değerlendirdiğimiz oluyor ? Halbuki küresel güçlerin (mossad/cıa dahil) bugün ve önümüzdeki dönemin enerji, gaz, su kaynakları fışkıran en stratejik coğrafyasında (bknz. K.Irak, K.Suriye, işid, el kaide fetö projeleri / yıllardır istihbarat, altyapı, silah, ekonomik imkânlar sağladıklarına, bu tür ince işlerde siyasi proje ve uygulama aşamasında da.. aktif katılımları var. bu akıl bazen de olsa ? bizim çözümlemelerimizi de aşabilir ? diye ihtiyatlı düşünüyorum.
Neo Entel 27.01.2021
Kaan bey'in tespitidir. ''küresel akıl ile bizim sol aklın arasındaki makas çok açıldı, bizim klâsik sol akıl küresel aklın kölesi oldu !'' diye.. çok doğru bi tespit. Ama olayın bi tık ilerisi de var. bazı pozisyonlarda olan biteni bizler gibi, feleğin ateşli çemberinden ters parende atarak geçenler bile ? zor anlayabilip veya çok sonradan çözebiliyo. ..bence Gezi'de kendiliğinden gelişen kalkışma sırası ve sonrasında da bu tür pozisyon olabilir. - 2013 yılı; devlet içi fetö kadro yapılanmasının zirvede olduğu, ulusalcı, kemalistlerin mıntıka temizliği ile süpürüldüğü, bir üst plana geçildiği dönemdi. - 'erdoğansız akp iktidarı' /.. netekim, bu plan gereği büyük oranda devlet kadrolarında hakimiyeti olan fetö'cü emn, istih. medya .. gezi'nin ateşini başta kışkırttı körükledi. ülke çapında ortalık kıvama gelince, erdoğana sen ortada çok dolaşma diyerek yurt dışı Tunus gezisine yolladı. - A.Gül ılımlı ve kimi konularda karşı tarafa da hak veren mesaj ve tavırla puan toplayarak o dönem için çoğunluğun sempatisini alacak çözümün altını ısıttı.
Fatih Torun 25.01.2021
Kendine sol/solcu sıfatını takanların; kendi ulusuna düşman olması ne acı bir ironidir. Emperyalizmle ilişkisini gizleme gereği bile duymayan katilleri ve örgütlerini sahiplenmesi ne acı ironidir. Emperyalizmin kirli fonlarıyla kendi toplumununun aklını bulandırmak ne acı ironidir. İçine düştükleri çelişkili durumu yüzlerine vurduğunuzdaki pişkinlikleri ne acı bir ironidir. Sonuç olarak bunlara ancak küfür edilir. Başka bir hitabı haketmezler çünkü. Kaan hocam devam...
Seyhan Ertuğuş 22.01.2021
Bilgi birikimizin yanında olayları okuyabilme kabiliyetiniz çok gelişmiş. Bu nedenle çok net görüyor ve tahlil ediyorsunuz. En önemlisi çok objektifsiniz. Bu da size güveni arttırıyor. Akademi eğitimi verir gibi bilgilerinizi paylaşıyorsunuz. Ben bildiklerimi bile ifade de zorlanırım. Onun için arkadaşlarımı size yönlendiriyorum. Zevkle takip edip bilgileniyorlar. Kitaplarınızı veriyorum okuyorlar. Sağ olun. Var olun. Saygısızlık edip, seviyeyi düşürenlere boş verin. Onlar nasırına bastıklarınız.😀
kaan arslanoğlu 22.01.2021
DEVAM.... Bunu yaptığım zaman biraz daha dinlemek ve kulak kabartmak zorunda kalıyor, kendilerini savunmak zorunda kalıyorlar.. Deneyimle elde ettiğim umarsız sonuç bu. Yoksa normal şartlarda dediklerin çok haklı.. Ama şu da var.. Küfür bu yazıların hafif garnitürü.. Yoksa dediklerimin hepsi kanıta dayalı.. Daha doğrusu kanıt bile istemeyen çok açık gerçekler.. AYNI ARKADAŞ BİR DE: Dünyanın en yalancı, en çirkin solcuları, sözünü abartılı bulmuş. Stalin'i örnek göstermiş en kötü olarak... Ben de şu ab, yaşadığımız dönemde en çirkin solun, en kanlı, en katil sever solun Türkiye'de olduğunu söyledim. Şu anda Dünyadaki sol hareketleri aşağı yukarı biliyorum. Bizdekinden çirkini, katliam destekçisi gerçekten yok.. Bir de tabii "küfür.. küfür" diyoruz" bunlar belden aşağı ya da kişiye yönelik hakaret ve küfürler değil, siyasi nitelemeler.. aşağılamalar. Hak ediyorlar..
kaan arslanoğlu 22.01.2021
E-postayla yazıştım bir arkadaş, görüşlerimin çoğuna katıldığını, ama paylaşamadığını, üslubumun küfürlü, hakaretli olduğunu, o yüzden okuyanların tepki duyarak anlamayacağını söyledi.. Ben de ona şu cevabı verdim: Sevgili... Ben bu yazıları 30 yıldır yazıyorum.Hatta zaman zaman 10-15-20 yıl önceki yazılarımı örnek diye koyuyorum. Küfür konusunda sana katılmıyorum, katılsam zaten öyle yazmam.. ☺Şöyle ki o 30-20-10 yıl önceki yazılarımda son derece onların içinden, son derece yumuşak üsluplu ve de her dediğimi ayrıntılı kanıtlayan pek çok yazı yazmışım. SONUÇ NE OLMUŞ? Onları onaylamadığım için yine aynı olmuş. Bana takoz koymuşlar, yok saymışlar, arkamdan küfretmişler... Bu 7 yıllık insanbu deneyiminde ne olmuş.. Birçok şeyi aynen benim gibi düşünen ve bu çakma muhalefete benden fazla küfredenler bu tecrit politikasına dayanamamış ve birer, ikişer, üçer sıvışmışlar. O yüzden az bile küfrediyorum. Yediğim küfürlerin ancak onda birini onlara yansıtıyorum. Sadece bundan anlıyorlar. +++++
kaan arslanoğlu 22.01.2021
Teşekkürler yorumcu arkadaşlara.. Mehmet Yılmaz, Nedim Pala, Turgut Sönmez, Bülent Sakızlıgil.. Bülent hocam çok sağ olunuz değerlendirmeniz için, burada 7 bölüm bir arada bir arşiv gibi bulunacak.. Gelen geçen okuyacak.. Belki ilerde de basılır.. Sevgiler, saygılar..
Bülent H. Sakızlıgil 21.01.2021
Hocam, birkaç gündür yazılarından uzaktım; kaldığım yerden devam ettim. PKK ve Türk Solu konusunda kitaplar da okudum, kırk yılı aşkın bir süredir çok yakından siyasetle de ilgilenirim; ama böylesine çarpıcı ve kavratıcı bir yazı görmedim. Bu görüşlerinizi daha da genişletip kitap olmasa dahi bir broşür halinde yayınlamanız Türk siyasi tarihine büyük bir katkı aynı zamanda bir "ibret belgesi" olacaktır.
Turgut Sönmez 21.01.2021
Demokrasi nedir. İnsanlar demokrasiden ne anlıyor. Demokrasi getirme vaadi seçmeni ne kadar etkiliyor. Herkes kendine göre yorumladığı demokrasinin var olduğuna mı inanıyor. Düşündükçe insanın canı sıkılıyor. İşiniz gerçekten zor. Yazı gayet güzel ellerine sağlık
Mehmet Yılmaz 16.01.2021
Yazara göre, "en büyük yalanlar" konusunda "bilim ve sanat iyi şeylerdir" önermesi 6. sırada yer alıyor. Bıçakla meyve de doğrayabilirsiniz, insan da. Sanat ve bilim de öyle. Kimin hangi amaçla yarattığı ve kullandığına bakmak lazım. İyi ve kötü mutlak kavramlar değildir; koşullara, kişilere, sınıflara, zümrelere göre değişir. :)
Nedim Pala 16.01.2021
karantina olduğu içün .. öğlende kalktım, önce kavaltımı sonra.. taze çekilmiş orta şekerli Türk kaavemi yaptım, tabağın yanına konulmuş bitter çikolatamla birlikte löpürdeterek kaavemi içdim. sonra; neyse halim / o çıksın ''kader'' faâlim diyerekten .. çalkalayıp kave bardağımı ters çevirip tabağıma kapattım. yazı dizisininden çıkacak kader falımızı helecanla bekliyorum ?🤔