SON FACEBOOK PAYLAŞIMLARIMIZDAN…

SON FACEBOOK PAYLAŞIMLARIMIZDAN…

FAHİŞ AKARYAKIT ZAMLARI ve EKONOMİK KRİZİN PENÇESİNDEKİ TÜRKİYE… Zorunluluk gereği sürekli yollardayım. Bu yüzden mazota ne kadar zam binse de ödemek mecburiyetindeyim. Ancak gelen her yeni artış beni biraz da sevindiriyor. Çünkü zamdan sonra hiç değilse keyfe keder yolculuk edenlerin hayli azalacağını, trafiğin ferahlayacağını umuyorum. Fakat her seferinde aynı hayal kırıklığı! Zamlardan sonra araba kalabalığı daha da artıyor. İktidarın nimetini süren AKP’liler o kadar fazla ki… Üstelik çoğu da arabalarının arkasına Atatürk imzaları koymuş, takiye yapıyorlar.

Bu hafta sonu Bağdat caddesinde ve Kadıköy’ün bazı zengin semtlerinde yürüyüşe çıktım. Buralar AKP’nin yüzde 85 oy aldığı bölgeler. Tabii oralara da ekonomik kriz uğramamış. Alışveriş mekanları hınca hınç, kafeler, restoranlarda yer bulunmuyor.

Demek ki kriz yalnızca yoksul semtleri vuruyor. Sultanbeyli, Bağcılar, Bayrampaşa gibi CHP’nin, İYİ Parti’nin falan güçlü olduğu semtleri… Solcular da zaten en çok bundan yakınıyor. Meyhanelerde ikamet eden eski tüfek komünistler, barlarda gecelemek zorunda kalan yeni bira göbek devrimciler o yüzden krizden bahsediyorlar.

Ergin Yıldızoğlu, Korkut Boratav gibi Marksist iktisatçıları da zaten bu yüzden seviyorum. Londra’dan, Paris’ten, Moda’dan, Nişantaşı’ndan sürekli aydınlatıyorlar, umut aşılıyorlar... 40 yıldır bir gün bile değiştirmedikleri özgün fikirleri, hemen her hafta bıkmadan aynı cümlelerle tekrarladıkları makaleleriyle hep şunları söylüyorlar: Kriz derinleşiyor… Kapitalizm zorda… AKP’nin sonu göründü…

Şaka bir yana, kriz denen bir şey gerçekten yok, bilimsel olarak yok… Bana göre. Sadece zamlardan, işsizlikten acı acı etkilenen geniş bir kesim yoksullar ve dar gelirliler var. Her yeni kötü gelişme en çok onları vuruyor, aslına bakarsanız sadece onları vuruyor.

Ve yine bilimsel olarak sabit ki, belli bir eşiğe kadar en çok yoksullar korkuyor istikrarsızlıktan. Yoksulluğun ve dar gelirliliğin, tüm bu ekonomik eşitsiz tablonun baş sorumlusu elbette işi yönettiği için siyasi iktidar. Ama onlar başka birçok ülkeye kıyasla yoksullar için az buçuk bir şeyler de yapıyor. Yiyip içip keyif sürmeyi, tatlı hayatı siyasetinin merkezine koyan, yoksulları bırakın… teröre karşı halkın can güvenliğini bile zerre kadar umursamayan muhalefet ise… iktidara ekonomik anlamda başından beri fiilen ortak olan muhalefet ise… bunun için kazanamıyor.

Günün birinde elbette kazanabilirler. Bu kafayla gittiklerinde oluşacak ortamı acılarımız ve keyiflerimiz katlanarak hep birlikte yaşarız o zaman.

 

ÖLÜM: YÜKSEK KARAKTERE AZ BUÇUK ARKA ÇIKAN BİR DENGELEYİCİ... Karakterli insanlar karakterli tutum ve davranışlarını birileri onları sevsin, beğensin diye göstermezler. Bunu doğal buldukları, içlerinden öyle geldiği için öyle yaparlar. Ama sevilmek, takdir edilmek de isterler. Bu takdir desteği arttığında toplumda yüksek karakterler artar. Ancak onun da dar bir sınırı vardır. Çünkü toplumun büyük çoğunluğu ortalama karakterdedir. Hangi tutum ve davranışlar yüksek karakterde, hangisi ise karaktersizlik göstergesi... Anlayamazlar. O yüzden ünlü kişilerin büyük çoğunluğu evrensel doğal yasa gereği karaktersiz ya da vasat karakterde kişilerdir. Toplumun her bakımdan düzeyi işte bu şekilde ortaya çıkar.

Toplumun düzeyi ünlülerinin düzeyidir. Hangi kanattan olurlarsa olsunlar. Örneğin ünlü veya az çok ünlü yazarlarının düzeyi neyse onları okuyanların düzeyi de odur. Ortalama karakterdeki insanlar bu yazarların yazılarını beğenir, paylaşırlar. Hatta belli alanlarda yüksek karakter gösteren insanlar da onları beğenebilirler. Çünkü sadece birkaç alanda değil birçok alanda karakter sahibi olmak çok zordur. En zor alanlardan biri de sosyal alan ve siyaset alanıdır. Az çok karakterli pek çok kişi birtakım gazetelerin, yazarların yazılarını o an için doğru gördükleri için beğenir, paylaşırlar. Ama o gazete nedir, o yazar kimdir, bunu niye yazmıştır? Sorgulamaz, umursamazlar. Karakterin ne olduğunu anlatmak ve kavratmak ortalama karakterler ortamında çok zordur.

Ama işte ölüm.. işte o kişileri güncellikten kaldırdığında hafif bir adalet rüzgarı eser. Güncellik ve anlık duygular, gelip geçici sevgiler ve husumetler ortadan kalktığında... Her kişi az buçuk daha bir gerçek değeriyle ölçülmeye başlar.. Yaptıkları, çeşitli dönemler yazdıkları, konuştukları ve her ne alandaysa bıraktığı işleri ve eserleriyle... Yüksek karakterlerden yana biraz dengeleme sağlanır.

Konuyla dolaylı alakalı başka bir boşluk: Son iki yılda ortaya çıkan bir face arkadaşım vardı. Zaman zaman yazılarımı paylaşır, yorum yapar, sıkça "beğen" yapardı. Ekim başlarında hastalık paylaşımları yapmaya başladı. Biraz ümitsiz paylaşımlar... Birçokları gibi ben de, geçmiş olsun, geçer.. falan dedik... Sonra sesi kesildi. Merak ettim, geçen hafta sayfasına girdim. Vefat etmiş... Muhtemelen malum goovidden… Tam da belli değil.

Sezmiştim… Bir yazar gönlünde belirsiz bir boşluk duygusu hissetmişse ya sadık bir okuru ölmüştür veya bazı okurları yaşarken ölmüşlerdir...

 

FUTBOLDAKİ APTALCA KURALLARIN AKILLI MANTIĞI… Bir önceki face yayınımda en basit imla hatalarına değinmiş, basit ve yalın kuralların önemini vurgulamıştım. Futbol hepinizin ilgisini çekmiyor, biliyorum, ama şimdi de futboldaki mantıksız kurallardan söz edeceğim. Çünkü aynı mantıksızlık ve ardındaki kurnaz mantık hayatın her alanında var, siyasette misliyle var.

Futbolda en işin içinden çıkılmaz kurallardan biri OFSAYT kuralıdır. Ofsaytı kesin olarak saptamak insan yetenekleriyle mümkün değildir. Bu konuda bazı bilimsel çalışmalar da yapılmıştır, “Futbolun Psikiyatrisi” kitabımda anlatmıştım. Benim gibi düşünen küçük bir azınlık ya ofsayt kuralı kaldırılmalı (ki bence en iyi çözüm budur) ya da elektronik aygıtlar kullanılarak kararlarda nesnellik sağlanmalı, diyorduk. İkincisini uygulamaya koydular. Artık önemli maçlarda bir pozisyon ofsayt mı değil mi, kamera kayıtları, saliselerle saptanan çizgilerle kesin biçimde belirleniyor.

Sahiden öyle mi? Hiç de değil. Maçlardaki ofsayt anlaşmazlıkları üstüne  tartışmalar geçtiğimiz yıllardakini neredeyse katladı. Çünkü bu sefer de futbolun ruhuna ters biçimde santimlik kararlar veriliyor. 1 santimle ofsayt ya da 2 santimle ofsayt değil. Bu kez de tartışmalar o santimler üstünden aynı hızla devam ediyor. Hangi futbolcunun hangi uzvu geride veya önde, santimle karar vermek olası değil. Haksızlıklar yapılıyordu geçmişte, şimdi de yapılıyor, çünkü matematik olarak kusurluluk sonsuzdur, farkı tam saptamak olanaksızdır. Ve bu saçma ötesi kural bir türlü hakkıyla yerine getirilemediği için, her sene yeni maddelerle gözden geçiriliyor. Konu iyice Arap saçına dönüyor. Yorumlamak yine insan olan hakemlere kalmış. İnsan etmeninin müdahil olduğu her yerde öznellik ve hata beraberinde geliyor.

Penaltı kuralı ayrı bir saçmalık. Tartışmalar geceler boyu devam ediyor. Kimse hiçbir karardan… yıllar geçiyor… tatmin olmuyor. Haksızlığa uğradığını düşünenlerin hıncı bitmiyor. Top ele mi çarptı, el mi topa gitti, bu itme futbolcuyu düşürür mü, bu kadar çekme dengeyi bozar mı, o tekme sıyırdı mı, acıttı mı… Doğrusunda hiçbir şekilde anlaşılamayacak sonu gelmez bir çekişme.

Diyeceklerdir ki bazıları: Futbol zaten bir oyalamaca, eğlendirme alanı. Orada hangi mantığı bekliyorsunuz. İşte futbolun mantığı da budur. Bu oyalamaca içinde ne kadar belirsizlik, ne kadar öznellik ve saçmalık bulunursa… Onun oyalamaca özelliği o kadar artar. Kesin doğruların, son derece işlevsel ve mantıklı kuralların işlediği bir ortamda, güçlü olan ve haklı olan zaten birdir ve kim kazanmışsa zaten hak etmiştir. Orada tartışma biter, ilgi biter, oyalamaca biter… Bunu niye istesinler.

Güncel siyaset de tam böyle değil mi? Bir yığın önemsiz ayrıntının çok önemli gösterilmesi, onların üstünde bitmek bilmeyen tartışmalar, çekişmeler… Tam bir oyalamaca. Bu oyalamaca arkasındaki özün sürekli kaçırılması…

 

BİR ŞEY YAZMAYA KALKAN OKUMUŞLARIMIZIN “DE-DA” ve “Kİ” LERLE İMTİHANI… Yazılması en kolay dil Türkçe. Çünkü okunuşlarla yazılışlar bire bir aynıdır ve alfabe de buna çok uygundur. Ne var ki birileri bir şeyler yazmaya görsünler. Ayrı ve bitişik yazılan “de-da”lar, ayrı ve bitişik yazılan “ki”ler başa bela kesilir… Nicelerinin karizmasını o dakika çizerler. Bu niceleri arasında ne mühendisler, doktorlar vardır. Hatta üniversite hocaları, hatta yazarlar… Sosyal medyadaki paylaşım ve yorumlar ise tam bir “de-da”, tam bir “ki-ki” şaşkınlığıdır ki… Kafayı takan biri için bunları sürekli görmek tarifsiz sinir bozucu. Şunu bilin ki, bozuk imlayla verilen mesajlar, ne kadar doğru ve önemli olursa olsun bu doğruluğu ve önemi o saniye sıfıra yakın bir yere çekiyor.

Ayrı yazılması gerekirken bitişik yazılan “de”lere, “ki”lere aslında bayağı bir alışmıştık. Ancak birileri uyardıkça bitişik yazılması gereken “de”leri, “ki”leri ayıranlar çıktı ki bazıları arkadaşımız ve de cidden okumuş insanlar… İşte o az buçuk özenli çuvallama insanı tam sırtı üstü yere çalıyor.

OYSA KURAL ÇOK BASİT VE ÖĞRENMESİ DE ÇOK KOLAY… Yalnızca biraz önem vermek ve yazıya, yazmaya azcık saygı göstermek gerekiyor.

Sahiplik ifade eden, bir şeyin bir şeyde olduğunu anlatan “de-da”lar bitişik yazılır. “Kalemim sende mi Brütüs?” Cevap: “Evet, bende Sezar.” Ne kadar yalın değil mi? Bende, sende, onda… Bir şey var. Ona ait, onun üzerinde, onun elinde… O zaman bitişik yazılıyor.

“Sen de mi Brütüs?” Yani sen bile, sen dahi… Ayrıca, dahi anlamındaki “de-da” ayrı yazılıyor. Çünkü o ayrıca, ile, ek olarak… Yani “AYRICA” anlamlarını karşılıyor. “Ayrıca” anlamını ifade ediyorsa nasıl yazılır? Ayrı yazılır. Biri de, Ahmet de, ben de… Ben dahi demek istiyorsak “ben de” yazacağız, “O iş bende” diyorsak bitişik yazacağız. Türkçenin matematiği çok sağlam ve basit.

Kİ’ye gelirsek. Kural burada da aynı. Ona ait, onunla birlikte anlamında “ki”ler bitişik yazılıyor. Onunki, benimki, her zamanki, sendeki, bu ayki, arkadaşımınki… Şayet “ki” “bu durumda, o halde” gibi bir açıklama anlamı ifade ediyorsa… Yani tekrar söylüyorum: Ek bir açıklamaya başlangıcı anlatıyorsa, ayrı yazılır. Örneğin: Eğer ki... Örneğin "Aradan uzun yıllar geçti ki bu dönemde ben konuyla ilgili çok şey okumuştum.” “Güzel bir evdi ki çok kişi hayran kalırdı.” Duydum ki... Nasıl ki… Nasıl yazılır ki? (Bu son iki örnekte “ki” sadece açıklama değil soru anlamı da taşıyor, ama uzatmayalım.) Gibi… Burada tek istisna “Oysa ki, Halbu ki” gibi çok kullanılan birkaç sözcükteki aslında ayrı olan “ki”lerin bitiştirilebileceği kuralıdır. Bu birkaç sözcük dışında ek açıklama başlangıcı olan “ki”ler ayrı yazılır. Hatta birileri kolaylaştırıcı yol öneriyorlar. “Ki”nin sonuna “ler-lar” çoğul eki koyun… Eğer anlamsız bir kelime ortaya çıkıyorsa, o “ki” ayrı yazılır.

Yabancılar, Batılısı Doğulusu bir şey yazarken hiç abartısız.. böyle yüzlerce kuralla boğuşmak zorunda. Bizde beş altı kural var, bari onlara uymak bu kadar zor gelmesin. Ona üşen, buna boş ver, şunu umursama… Ne olacak bu halimiz!.. Bilimde geri kalışımızın nedenlerinden biri de bu düşünce tembelliğimiz, disiplin korkumuz.

Kaan Arslanoğlu


  • Nedim Pala

    Nedim Pala 12.11.2021

    Küresel CHİP tröstlerinin Taiwan, Singapur, Malezya'daki CHİP üretim tesisleri.. abd'deki hakim sermaye gruplarının manüplâsyonu ile plandemi ayaklarında yavaşlatıldı. böylelikle yapay chip krizi oluştu. cihip krizi ile; Çin'in hakim olduğu elektronik ve bilişim sektöründe .. üretim aksaması, fiyat artışları ve istikrarsızlığı oldu // Çin buna; dünya pazarının %80 nini elinde bulundurduğu Mg.(magnezyum) kısıtlaması ile cevap verdi ! böylece avrupa/abd'nin hakim olduğu otomativ sektör üretimini sekteye uğrattı. (Mg. otomativ endüstrisinde demir/saç sertliğini sağlayan en önemli alaşım) Karşılıklı yapay ekonomik hamleler, yaptırımlar, krizler şu andaki dünya gündemini belirliyor (plandemi, iyneler, iklim krizi, ısınma, yangınlar, kısıtlamalar ..) da bu işlerin yan ürünleri. filler tepreşiyo, çimenler ezilip kopup.. savruluyor. dönüşüm, hesaplaşma, yeni ekonomik ve sosyal sistemlerin dayatılıp inşası öncesinde korkular travmalar zihinsel savrulmalar daha önceki tarihlerde de.. çok yapıldı.

  • Nafiz Seçilmiş

    Nafiz Seçilmiş 9.11.2021

    Kaan bey, Teşekkür ederim. De, da ve ki kullanımını daha iyi anlayıp pekiştirdim. Türkçeye dair bu tür pratik bilgilerin türkçemizin kullamını yaygınlaştıracak ve kolaylaştıracaktır diye düşünüyorum. Devamını bekliyoruz.

Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.