Öykü
FASIK

O en önde olurdu cenazede, bense en arkada.
Açık mavi tonlarda pantolon ve yine mavinin tonlarında bir ceket giyerdi. Gömleği de çokluk mavi olurdu. Asla ve asla kravat takmazdı. Büyük siyahi güneş gözlükleriyle maktulün yakınlarını gözetler ve ah o zavallı maktul için ağzını büzüştürerek bilip bilmediği dualardan okurdu. Bense siyah takım elbise, gri ton gömlek, dedemden yadigâr gümüş kakmalı kravat ve yine dedemden hatıra siyah melon şapkayla en arka safta renkten renge girerken, Fasık’tan ve kendimden iğrenir, en sunturlularından küfürler ederdim. Hoşuma gitmezdi zira boğazladığımız, beynine kurşun sektirdiğimiz, urganla sicimle boğduğumuz, hulasa yok yere canına kıydığımız, vasiyetini açıklayamadan öldürdüğümüz, kimi masum kimi mücrim o zavallı insanların cenazelerine katılmak. Kalın duvarlı, etrafı çitlerle çevrili karanlık odalarda Azrail meleğine gönüllü yardımcı olan bizlere öğretildiğine göre icra ettiğimiz bu fiilimizden sonra utanmadan sıkılmadan gösterdiğimiz bu riyakârca tavır, en iyi ihtimalle mesleğimizin bilinen saygınlığıyla bağdaşmazdı. Üstüne üstlük biri önde öteki en arkada iki tane sırık adamın sansasyonel her cenazede garip kıyafetleriyle arzı endam göstermeleri mesleğimizin gizliliğine de aykırıydı. Fakat Fasık’ın bir katilin psikolojisiyle açıklanamayacak tavırları vardı. Maktulün cenazesinde yakınlarına baş sağlığı dileyip, imamın hakkınızı helal ediyor musunuz nidasına sessizce ve müstehzi bir yüz ifadesiyle hayır diyerek, bu küstahça cevaptan ötürü maktulden bir zarar görürüm korkusuyla Felak, Nas surelerini hızlıca birbirine karıştırarak okuması gibi. Bir tür bağımlılıktı bu cenaze merasimleri Fasık için ve ölüm emrini verdiği insanların cenaze merasimine katılmadığı zamanlar tuhaf bir moral bozukluğunun cenderesinde bocalar dururdu. Beni bu hayâsız işe yani cenaze merasimlerine katılıp, hakkınızı helal ediyor musunuz nidasının üçüncü ve son faslına evet ediyoruz demeye ( ben evet derdim zira) Fasık zorlardı ve kumral yüzünün iğrençleşen çizgileriyle gevrek gevrek şöyle derdi bana: Sicilyalı bu işimizin bir gereği, hem maktulden af dilemek fena bir şey mi?
Son operasyon ve müteakiben her zamanki gibi katılmak mecburiyetinde olduğum cenaze töreni benim için bir hayli zor oldu. Bu zorluğun nedeni operasyonun gizliliğine yakışmayacak kadar açık seçik bir şey aslında. Ama hikâyede dahi olsa sebebini söyleyemem mümkün değil. Niye mi? Açık yüreklilikle söyleyeyim size. Kargacık burgacık kelimelerin kıvrımlarından, sizin için bir anlam ifade etmeyen cümlelerin mürekkep izlerinden, güve yeniği sayfaların paslı renginden hulasa en ufak, herkes için ıskalanabilir bir ipucundan bulup hesabımı keserler. Hatta ve hatta ben bu hikâyeyi size anlatırken ölüm yan yatmış bir noktalama işaretinin dip köşesindeki toz zerreciklerinde bu açıklamalarıma öfke kusar bir vaziyette pusuya yatmış beni bekliyor dahi olabilir. Her neyse. Demirden korkan trene binmez.
Korkuyla gölgelenmiş bir vicdan azabı çekiyordum fakat salt bir vicdan azabı çekiyordum demek ruhumu lime lime eden bu vesveseyi anlatmaya kâfi gelmez. Ama ne yazık ki bu iç sıkıntısını hakkınca anlatabilecek başka bir kelime de yok dağarcığımda. Bu iç kargaşası ve tam olarak tarif edemeyeceğim nice garip hisle Fasık’ın görevimiz gereği dediği bir mecburiyetle cenazedeydim. Tabi ki aynı giysilerimle ve söylemeye lüzum bile yok tahmin edileceği üzere aynı yerde. İğne atsan yere düşmeyecek misali kalabalıktı cenaze merasimi. Caminin bahçesinden sokağa taşmıştı insanlar. En önde Fasık dahil resmi zevat ve korumalar hemen peşi sıra diğer insanlar sıralanıyordu. Metanetli duruşlarıyla akrabalar yeşil örtüye sarılmış tabutun başındaydılar. Hava cenazenin soğuk yüzünü unutturacak kadar soğuktu. Rüzgâr da bir tuhaftı. Bir sağdan bir soldan bir önden bir arkadan hulasa cenazedeki insanlar ve bilumum resmi zevat misali ha bire yön değiştirip duruyordu ve bu yüzden iliklere işleyen soğukluğuna karşın siper almak pek mümkün olmuyordu. Paltomun içine büzülüp bir daralan bir genişleyen hislerimle merasimi beklememeye koyulmuşken hem görevim hem yeni peydahlanmış tuhaf merakım gereği etrafı gözetlemeye koyuldum ta ki imamın Allah’ın rahman ve rahim olduğunu etrafa duyuran tok sesini duyana kadar.
-Hakkınızı helal ediyor musunuz?
- Evet!
-Hakkınızı helal ediyor musunuz?
- Evet!
-Hakkınızı helal ediyor musunuz?
- Evet!
Servilerden savrulan kar zerrecikleri melon şapkamı sıyırıp paltoma savrulurken tıpkı bizim gibi maskesini takıp riyakârca cenazeye gelmiş zavallı insancıkların iğrençliklerinden bir an önce kurtulabilmek maksadıyla Fasık’tan izin istedim. Cenaze namazında son safta el bağlayıp imamın hakkınızı helal ediyor musunuz mahiyetindeki klişe sorusuna herkesin duyacağı şekilde evet demiştim yani Fasık tarafından bana tevdi edilen o riyakârca görevi hakkınca eksiksiz eda etmiştim. Daha ne yapabilirdim ki! Gözünün yaşına bakmadan boş yere canına kıydığımız bir insan için- kendisi ucundan köşesinden meslektaşımız sayılırdı- zemheri soğukta it gibi titremenin manasını toplum ortalamasının üstündeki zekâmla anlayamıyordum doğrusu. Bu garip vaziyeti kendime dahası resmiyetten yeni azat olmuş vicdanıma yakıştıramıyordum demek daha doğru olur. Bir an önce gitmeliydim evet bir an önce. İçimdeki gemlenemez bir dürtü ayaklarımı cenaze merasimin yapıldığı alanın dışına sürüklüyordu. Bütün bu gemlenemez hisleri profesyonel irademin çelik kalkanıyla bertaraf etmeye çalışıyordum. Ama zorlanıyordum yine de. Ne yapmalıydım peki. Bilincimin sunduğu tercihler arasında dış dünyayla irtibatı koparıp kendi kendine oyalanmak en iyisiydi kanaatimce. Ben de öyle yaptım. Bakışlarımı tiril tiril ütülü pantolonum ve siyah boyalı en pahalı cilalarla parlatılmış rugan ayakkabılarımın üzerinde serazat gezdirdim. Bir müddet çevremdeki riyakâr dünyadan irtibatımı kestim böylece. Gözlerim bu muğlak vesveseden arınma görevini otomatik olarak kollarıma devrettiğinde ise melon şapkamı elime almış sağını solunu çekiştirirken buldum kendimi. Benim gibi bir profesyonel olan dedemden yadigâr o siyah melon şapkanın ne suçu vardı peki. Bu soruyu kendi kendime sorup cevabın peşine düştüğümde acı tatlı hatıraların peşinde sürüklendim bir müddet daha. Bedenle ruh arasındaki irtibatı kesen hatıralardan mütevellit bu dalgınlık anım geçip serazat başımı tören seviyesine denk gelecek şekilde kaldırdığımda ise lapa lapa yağan kar haricindeki gördüğüm manzara oldukça iç acıtıcıydı. Çünkü manzaranın tam orta yerinde Fasık’ın deniz mavisi cırtlak gözleri birazdan var olacaktı. Gözlüklerini çıkartıp kaşlarını alnına yaklaştırarak o masum isteğimi sessizce reddetti mendebur ve yine o her zamanki iğrenç sırıtışıyla mezarlıktaki defin törenine de katılacağız diye homurdandı. Melon şapkamı gür saçlarımı bastıracak şekilde başıma geçirip ahiret hayatının geçici dünya hayatından uzun olduğunu vurgularcasına göğe doğru dikleşen bir servinin buzla kaplı gövdesine dayanarak çivi çiviyi söker misali ruhumun hissizlikten donmuş kısımlarının çözülmesini bekledim ta ki Fasık’ın hadi gidiyoruz manasındaki el işaretine kadar.
Lanet olsun sana Fasık, lanet olsun sana!
Cenazeyi mezara indirirken kızının buğulu gözleriyle karşılaştım. Bana derin derin baktı. Katil olduğumu anlamış mıydı acaba? İçimi kemirmeye başlayan muğlak bir şüphe hislerimin süresini ölçmeye kifayet etmediği kısacık bir sessizliğe dönüştü. Bu anlık sessizlikten türemiş katil babamı sen öldürdün mahiyetindeki bir çığlık servilerin hışırtılarına karışıp tedirginlikten iyice hassaslaşmış kulaklarımda uğuldamaya başlayınca dayanamayıp başımı sağa çevirdim ve bütün katillerin zikrettiği gibi hayır ben katil değilim iç sesiyle teskin etmeye çalıştım kendimi. Birkaç defa tekrarladım bu cümleyi tövbe edercesine. Ben bu iç kargaşasıyla meşgulken hemen birkaç adım ötede Fasık törene katılan gazetecilere utanmadan sıkılmadan rahmetlinin erdemlerinden bahsediyordu. Aman Allah’ım bu nasıl bir iş! Tükendiğimi hissettim birden. Gözlerimi kapatarak kalp atışlarımı dinledim delirip cenazede abuk sabuk konuşacağım korkusuyla. Fasık maktulü övdükçe gaipten gelen uğultulu bir ses dalgası kulaklarımı dahası beynimi iyiden zorlamaya başladı. Dayanamayıp kapattım kulaklarımı ve artık başıma ne gelecekse gelsin korkusunu ardımda bırakıp yani mesleğimiz icabı çiğnenmesi mümkün olmayan o gizli temayülleri çiğneyerek Fasık’a verilen bir kafa selamıyla uzaklaştım mezarlıktan.
İşte o akşam hafakanlarım ruhumu iyiden iyiye esir aldı. Gözlerimi kapatıp uykuya dalmayı denedikçe silahı kafasına dayayıp çektiğim an gözlerimin içinde fır dönüyordu. Peşi sıra masumiyete bulanmış acı dolu bakışları kurşun tanecikleri gibi asılıyordu kirpiklerime. Gözlerimi yumsam ve bütün o ışık yansımalarını körleştirsem bu sefer mezarlıkta kulağımı tırmalayan sesler çıkıp geliyordu odamın kuytularından. Kulaklarımı iki elimle sıkıca kapasam acı bir barut kokusu genzimi yakıp ciğerlerime nüfuz ediyordu. Bütün bunlar bittiğinde bir kar fırtınasına yakalanmış gibi titriyordum şömineli odamın orta yerinde. Bu kindar vesvese bütün duyularımı ele geçirmişti artık.
İşi uzatmadım. Emekliliğimi istedim. Fasık enikonu ürktü bu isteğimden. Acele makamına çağırdı. Kendini ifşa edeceğimden korkuyordu. İkna ettim onu bu hususta. Beni tanırdı. Sözümden dönmezdim. Ki Sicilyalı lakabını o takmamış mıydı bana? Öyleyse Omerta kuralı ölene dek geçerliydi aramızda.
Bir senelik birikmiş hafakanlarım ve içimi kemiren binlerce vicdan muhasebesinin azalarımı otomatik devreye sokmasıyla maktulün birinci ölüm yıldönümünde sabahın erken bir saatinde mezarlığa gittiğimde kızı servilerin altında ayaküstü biriyle konuşuyordu. Başımı kaldırdığımda yanındaki bayan ile konuşmayı kesmiş kardaki açılmış izleri takip ederek bana doğru yürüdüğünü gördüm. İstifimi bozmadan onu bekledim. O beyaz paltosu, sedefi beyaz kaşkolü, krem renginde yün eldivenleri, gri beyaz kışlık botlarıyla sevap meleği misali mezarın sağ tarafında durdu, bense uzun ve geniş gövdemin yüz haricindeki kısımlarını siyah kumaşlarla kapatmış bir vaziyette günah meleği yönündeydim. Gözlüklerini çıkartıp yarı sert yarı şefkatli bir ifadeyle gözlerime baktı. Birçok kez tiyatro eğitim almış olan ben çok rahat ve kolay rol kesebilecekken, münzevileşen kalbimin profesyonel hislerime anlık bir galebesiyle, insani hüviyete bürünmüş masum bir tavırla değil, suçlu, mücrim bakışlarla, hulasa bir katilin gösterebileceği azami dürüstlükle baktım ona.
O konuştu önce.
Kızı- Babamın katili sen misin?
Evet.
Kızı- Emri kim verdi?
Fasık.
Kızı- Fasık da kim?
İsmini zikrettim, çehresinde şaşkınlık ifadesi belirmedi, tahmin ediyordu demek.
Kızı- Uçak kendiliğinden mi düştü?
Hayır biz bozduk, bindiğinde bir parçası çıkarılmış haldeydi.
Kızı- Uçak düştüğünde ölmüş müydü?
Yaralıydı hayır.
Kızı- Nasıl öldürdün peki?
Kafasına kurşun sıktım.
Kızı- Son isteği neydi?
Namaz kılmak istedi.
Kızı- Sizlere bir şey söylemedi mi?
Böyle bir ölümü hak etmediğini…
Kızı- Sonra ne oldu?
Emri yüzüne okudum. Gerisini biliyorsun.
Kızı- Neden yaptın bunu?
Ben emir kuluyum.
Derin bir sessizlik mezarlıkta.
Kızı- En tepedeki Fasık mı?
Hayır, operasyonu yöneten oydu, üstünde başka merciler de var. Ama makamının büyüklüğüne küçüklüğüne bakmaksızın her yerde lafı geçer, üstleri onu dinler, benim gibi astların tercih hakkı yoktur zaten.
Kızı- Sana çok eskilerden soracağım bir sakıncası yoksa.
Sorunun mahiyetine göre tavrım değişir, bizi biliyorsun, yine de cevaplayamaya çalışırım.
Kızı- Evlerinde sicimle boğularak katledilen öğrencilerin operasyonuna babam katılmış mıydı?
Çok eskilere gittin.
Kızı- Bu olayın ne zaman bahsi geçse babamın yüzünde bir hüzün ifadesi belirirdi, yok yok daha doğru ifadeyle derin bir pişmanlık.
Hayır, o operasyona baban katılmamıştı.
Kızı- Emin misin?
Evet, eminim, faili bulunup yargılandı zaten, duymuşsundur.
Kızı- O meşum olay gerçekleşirken, evin olduğu sokağı gözetleyen birinden de bahsediliyor, şimdiye dek bulunamadı, ortaya çıkmadı mı desek, hayır hayır üstü örtüldü demek en doğrusu. Babam mıydı o?
Değildi hayır, babanın yegâne suçu bu olayın gerçekleşeceğini biliyor olmasıydı, yalnızca o kadar.
Kızı- Gözetleyen kimdi peki?
Hiç bir şey gizli kalmaz cümlesinin doğruluğuna inanmazdım bugüne dek. Ama itiraf etmek boynumun borcu. Bahsettiğin o adam benden başkası değildi. Neyse bu konuyu geçelim, uzun yıllar geçti üstünden, çok oldu unutalı. O hadiseyi hatırlamanın sana da bana da bir faydası yok.
Babasının cürmünü saklamak nice insanın kanına girmiş birisi için hayatta yapacağı en iyi şeylerden birisi olabilir. İsa (Hz) gibi ölüleri diriltemeyeceğime göre, elimden başka da bir şey gelmez. Doğruyu söylemek gerekirse yalan mürekkebiyle kaza defterine (kader-kaza) yazılmış bu iyilik bile insanlığımın fevkindedir. Ama biz katiller bazen güzel şeyler de yaparız. Bu kalbimizin yumuşamasından değil, kötülükten bıktığımız içindir. Hani insan en sevdiği yemekten bir müddet sonra usanır ya. İşte öyle bir şey. Hakikate gelince… O zavallı üniversite öğrencileri evlerinde sicimle boğulup katledilirken, sokağın bir ucunda ben diğer ucunda ise babası elde silah ağızda sigara nöbetteydik.
Beni affedecek misin?
Kızı- Evet affediyorum, dediğin gibi sen bir emir kulusun, kabullenmekte zorlansam da görevin gereği yaptığını biliyorum ve şu an burada benimle birlikte mezarın başında olduğuna göre pişmansın demektir, sergilemiş olduğun bu tavrı en azından ben böyle algılamak istiyorum...
Kızı- Çalışıyor musun hala?
Babanı öldürdükten sonra emekli oldum.
Kızının gözleri doldu, ağladı. Tam ayrılacakken çantamdan taşı çıkardım. Sana babandan bir hatıra diyerek kanlı taşı verdim ona. Babamın kanı mı dedi sadece ağlamaklı sesiyle. Başımı öne eğerek evet dedim. Babanın kanı. Taşı çantasına koydu, karda bata çıka uzaklaştı mezardan.
Ahmet Cemal Çobandede
Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.
Kaan Arslanoğlu 09.07.2016
değerlendirilebilir. Yazarın dilde bir virtiöz olmadığını gösteriyor bir anlamda, yazar dilde uçurumun kenarına kadar geliyor birçok yerde, ama sendeleyip ellerini kollarını kullanıp tekrar dengesini buluyor. Yani dil yanlışı diye gösterilen şeyler bir çapak duygusu yaratıyor, ama "caminin balkonundan ezanı okudu" türü feci yanlışlar değil hiçbiri, hatta bazıları hiç yanlış değil. Neyse... Öykülere, edebi ürünlere "edebiyatın yeni starları" olarak parlatılanlardan gelmemişse, biraz daha hoşgörülü v saygılı bakmak gerek diye düşünüyorum. Tekrarlıyorum, bu celali hala anlayabilmiş değilim. İzah da etmeyin, geçti artık. Bu tartışma kapanmıştır.
Kaan Arslanoğlu 09.07.2016
Sevgili Mehmet Harma hocam bu konuya niye bu kadar taktı? Diyecek ki karşı taraf şöyle dedi böyle dedi, ben yalnız kaldım, tek kaldım. Ta en başta faullü giren kendisiydi oysa. Tek de değildi, sayın M. Miskioğlu da yanındaydı. Sonra ısrarla editörleri işe karıştırdılar. Son yorumda bile hala bana taş atıyor. Ama niye? Çobandede de cevap vermesin artık. Öykü yazılır, bir iki cevap verilir. Bu kadar uzatmamak lazım. O yüzden editörler olarak bu tartışmayı kesiyoruz. Sevgili dostlarımıza bu sitede beğenmedikleri bir şey gördüklerinde bu kadar ateşle büyük emek harcarken hiç değilse ara sıra beğendikleri yazıları yaygınlaştırmak için az buçuk çaba harcamalarını bir kez daha diliyoruz. Ama yorumlarda enerjik olan birçok arkadaşın bu yolda bir çabasını göremiyoruz. Bir de bu öyküdür en nihayetinde. Teorik metinmiş gibi yazarın yorumlama hakkına bu kadar saldırmamak lazım. Ters gelen ifadelerin hiçbiri de majör yanlış değil, pekala yazarın seçim hakkı gibi +++
Mehmet Harma 09.07.2016
Bu da oldu. Sertlikte Kaan hocayı da geçtik. Hangisi sert eleştiriymiş? Hele bir de hasmane, yıkıcı tarzdaymış. Hiç de bile. Yıkılan kimse yok aksine "adam, adam" diyip sağa sola şikayet ediyor ACÇ. Lokantada yemeği beğenmiyoruz, "şöyle kötü" diyoruz, aşçı "nasıl böyle dersin, çok yeniyim ve çok iyi yemek yapmak istemiştim" diyor, patrona şikayet ediyor, o da gelip "yeni aşçımı nasıl da üzdün, saldırdın ona" diyor. Aşçı bi de "yemeyeydin" demez mi? "E mönüde vardı, yemeden nasıl anlıcaz ki şefim?" Görseniz iriyarıyımdır ama kalbim yumuşaktır, ön yargılı olmayınız derim. Gelin şöyle yapalım; biz burda kabak gibi meydandayken siz de gerçek kimliğinizi açıklayın, karşılıklı özür dileyip, tazminat ödeyelim. Ayrıca yazdığınız romandan edinmek isterim gerçekten ve isterseniz yazılarınızı gönüllü olarak düzeltebilirim önceden. Yapmadığım iş değil, erinmem ama önce saygı gereği, gerçek kimlik.
Ç. 09.07.2016
Mehmet Harma eleştirilerinin çoğunda haklı olsa da üslubu çok sertti. (Eleştirilerden bahsederken dil bilgisi yanlışlarından bahsediyorum) Sizin kendinizi geliştirmenizi sağlayan eleştirilerden çok yıkıcı tarzda eleştirilerde bulunmuş. Benden de selam.
Gül T. 08.07.2016
Gerçek mi bu eğer öyleyse ben bugüne kadar ki tüm yorumlarimda yaptığım ve yapacağım kin , nefret , sevgi , saygı saçan fikirlerimi bir yorum hakkımda yazmayı deneyeceğim. Bu tutum siteye zarar vermezse tabii. Buna editörler karar verirdi.Bir de eleştiri var , eleştiri var karşı fikirde olduğumuz kişiye fikire yapıcı eleştiri , üstenci olmadan...
Ahmet cemal çobandede 08.07.2016
Ayrıca ben eleştiremezsiniz demedim/ saygısızlık yapma dedim/ bunun elbet yaş ve ünvanla ilgisi yoktur/ o ibareyi kasıtlı koydum/ bende onu aşağıladım/ ama onun yazdıkları yanında benimki yine kibar kalıyor/ hemşerim şair nefinin bir beyti var çok severim/ rindi aşkız hasılı nefii biperva gibi/ aşinaya aşina biganeye biganeyiz. Bu site bir atölyedir/ siyaset- edebiyat- gazetecilik açısından/ en baştan millete tekme tokat girersek/ burdan kimse yetişmez/ daha yazı göndermemeyi düşündüm kaç kere/ sadece benimle ilgili değil/ hayattanda bu siteden de beklentim yok/ ama insanları kaçırtır ve yetişmelerini engelleriz/ bu kelime yanlış metinde dilbilgisi sorunu var demek eleştiridir/ bu ne kardeşim niye yayınlıyorsunuz bunu/ yanlışlar abidesi demek ise saldırı ve aşağılamadır/ bu kadar basit/ yani özür gerektiren cümleler kafası atmış bir adamın yazdıklarıdır vesselam
Ahmet cemal çobandede 08.07.2016
Yaş ve ünvanlar önemli değildir evet. Ama adam ha bire aşağılıyor beni/ hatta hiç bir şey bilmediğimi/cahil olduğumu söyleyecek nerneyse/ zorla yazdırttı bana onları/ Ç kardeşim yorumları en baştan okuyun/ haksız olmadığımı göreceksin/ o yazının sert olduğunu bu eleştiriden önce yazdım ve özür diledim/ tekrardan özür diliyorum/ ama dediğim gibi Harmanın ilk yorumuna bir bakın/ aşağılamanın bini bin para/ sizler gibi eleştiri yapmıyor ki/ eleştiriye açığım ve sitede nerneyse en fazla eleştiriye maruz kalan benim/ ama kalkıp beni aşağılarsa ve bunu defalarca yaparsa / bende insanım / tahammül sınırım bir yere kadar/ bende onu aşağılarım/ ama dediğiniz gibi hoş olmadı/ tekrardan özür/ selam
Tün Tün Kuzu 08.07.2016
Siyonist=Yahudi, Komünist=Rus ?
Müdüriyet 08.07.2016
BTK'dan uyarı geldi. Yorumlarımız aşırı derecede saldırganlık içeriyormuş. Yorumcular ve yazarlar arasında kin, nefret ve düşmanlık yayıcı içerik sakıncalı bulunmuş. Bazı yorumcuların sırf saldırı amaçlı yorum yazdığı saptanmış. O yüzden günlük yorum hakkımız 1 yrm/gn'ye düşürülmüş. Bilginize. Saygılar.
Ç. 07.07.2016
Ahmet Cemal Çobandede size karşı takınılan tavrı eleştirebilirsiniz. Ama eleştirirken akademik unvanınızı, yaşça büyük olmanızı kullanamazsınız. Nuray Mert'i akademisyen diye eleştiremeyeceğiz mi, Doğan Hızlan'ın yaşı var diye eleştiremiyeceğiz mi eleştirdiğiniz nokta yanlış.
Mehmet Harma 07.07.2016
A) "Melon şapka yahudi imajı verir" (yanlış ve peşin yargı) "Atatürk melon şapka kullanmıştır" eee sonra? Nasıl bir çıkarımda bulunalım bu subliminal mesajlarla? B) "bu siteyi takip eden okurların bu konuda bilgisi daha azdır düşünüyorum" (bir peşin yargı daha) Dini hikayeler sıradaymış. Yaşasıııın çalıştığım yerden geliyor. Hem de eski İnsanBu'dan kalma açıklama alacağım var zaten (bkz. Firavun muhabbeti) C) O "zokayı yutarız" değil "hapı yutarız" olacak. D) Buraya gelirken akademik şeylerimizi çöpe atıyoruz. Bu daracık yere o kadar ego sığmıyor yoksa. Hem de üstünlük takvadaydı dimi? E) Olan biteni açık-örtülü aşağılama görmeyiniz ama benim stayla eleştirimdir. Yoksa biz ne aşağılamalar gördük burada, bilen bilir.
Ahmet cemal çobandede 07.07.2016
Tarihçi Gilbert yine; – 1955’te Churchill başbakanlık görevinden istifa etmeden önce yeni Başbakan Anthony Eden’e yazdığı bir yazıda İsrail’in dünya çapında bir güç olduğunu ayrıca ABD ile köprü görevi yaptığını söyledi. Daha sonra ise ABD başkanı Eisenhower’a yazdığı bir mektupta Churchill, ‘elbette Siyonist olduğunu, Balfour Deklarasyonu’ndan bu yana kendisinin de bir Siyonist olduğunu, İsrail’in de Yahudiler için vazgeçilmez bir sığınak ülke olduğunu söyledi..”
arif yavuz aksoy 07.07.2016
ACÇ'nin son yorumunu görmeden yazdığım yorumlarda ne kadar haklı olduğuma şaşırdım. Editör onun yorumunu henüz onaylamamışken ben de aynı şeyi yazmışım ya. Kendimi tebrik ediyorum. Telepati buna derler. Yannııız, çobandede beklediğim asisti çok güzel yaptı bu sefer. Gol geliyor. Sayın çobandede, sayın çobandede... Beni niye şaşırtmadınız? Kendime şaştım. Size şaşmadım valla. Çarli Çaplin de, Çörçil de çıfıt değildir. Hatta iddia ederim ki, sizdeki semitik gen bulaşı onlarınkinden 50 kat falan daha fazladır. Çaplin'in çıfıtlığı Nazi uyduruk propagandasıdır. Nedeni mi? Dünya balonunu kıçında sektiren badem bıyıklı figürü babam oynamadı. Hatırladınız di mi o sahneyi? Heh işte! O film yüzünden Çaplin bi gecede çıfıt ilan edilmiştir. O kadar. a.y.a. şaşamasss ve telepatisss ve telekinezisss
Ahmet cemal çobandede 07.07.2016
Ha birde/ nerdeyse yazmayı unutuyordum/ bundan sonra dini hikayelere geçeceğim/ bu siteyi takip eden okurların bu konuda bilgisi daha azdır düşünüyorum/ inşallah aranızda imam çocuğu- müftü torunu- mazallah imam hatip mezunu yoktur/ zokayı yutarız yoksa/ eleştiri az olur biraz kafayı dinlerim/ senin kafana tüküreyim çobandede/ melon şapkayı takmışlığınmı var/ sarık takke deseydin ya
Ahmet cemal çobandede 07.07.2016
Öncelikle AYA ya teşekkürler/ dünyaca meşhur bir kaç adamın bu şapkayı kullanması/ melon şapkanın yahudi imajı olarak kullanılmasını yanlış olmadığına işaret eder/ ki AYA nın dediğine göre masonlarda kullanmış/ daha önce dediğim gibi eleştiriye açığım aşağılamaya değil/ eleştiriler sayesinde yanlışlarımı düzeltiyorum/ bilmediğim bazı şeyleri öğreniyorum/ eleştiri yaparken saygı sınırlarında kalmak gerek/ ki bir önceki yorumumda bu sınırı aştığımın farkındayım/ ama adam direkt aşağılıyor/ ki kendisinden hem yaş hemde akademik ünvan olarak büyüğüm/ bu kadar alttan almama rağmen ha bire aşağılıyor/ yinede bir önceki yazımdan dolayı özür diliyorum/ bu siteye kavga etmeye değil/ kendimi geliştirmek için geldim/ eleştiri olmadan gelişimin olmayacağının farkndayım/selamlar
arif yavuz aksoy 07.07.2016
+++ ACÇ'nin "bilinçaltı" (buna da güldüm ya şimdi) işte hep onları harmanlamış. Olmuş mu size melon şapka giyen yahudi figür?! Hülasa, yahudinin ne olduğunu, İsrail'in ne olduğunu, siyonizmin ne olduğunu bilmeyen dinci-sağcıların ortaya karışık delüzyonlarından böyle figürler hep çıkar. Allahtan ACÇ o tribünden atlayıp bizim kalearkasına gelmiş. Hoşgelmiş. a.y.a. ACÇ'yi sevsss
arif yavuz aksoy 07.07.2016
Unuttum. Bi husus daha vardı. Melon şapka... ACÇ'nin melon şapkayı yahudilikle nasıl ilişkilendirdiğini anladım sanırım. Bu sağcı abilerde gayet sık görülen bi özellik. Bi anımı anlatiym. Galiba 2005'teydi. Sanki çok büyük devlet sırrıymış gibi HKEMBL'nin listeleri yayınlandıydı. Benim de tipik yurdum insanı bi çömezim var. Mehepe tandanslı aileden gelen bi kızceğiz... Kendini cingöz sanan diğer çömezler o listeyi okuyup bu bizim Gül'e demişler: "Yavuz abi masonmuş"! Kız da akşam nöbette ameliyattan çıkınca bana gelip endişeyle sordu. "Abi, mason ermeni mi demek, yahudi mi?" Hani allahsızlık banko dedi herhalde içinden. Ama bi de vatanhaini felan olabilir çok sevdiği abisi. Güldümdü. Kahkahayla hem de... Bilmeyenler için söyliym. 80'lere kadar masonlar ritüelde şapka giyermiş. Hala bazı obediyanslarda var diye biliyorum. Hem de nasıl şapka? Melon! Sanırım Tercüman gastesi de verdiydi 83 ya da 84'te öyle bi kitapçık. Hayın fasonlar şapka takıyo felan... Hayın, fason, çıfıt... +++
arif yavuz aksoy 07.07.2016
Gelelim dananın kuyruğuna. Arşiv ortada. ACÇ'ye ilk ve en acımasız eleştiriyi yapan benim. Ama bu yazısı için ben bile bazı yorumcuların "kontr"luk dozunu fazla buldum. Bu acımasız eleştiriyi biraz aşmış. Daha çok hasmane bi tavır gibi olmuş. Hatta yarı örtülü aşağılama bile var bence. Ben yiğidi öldürsem de hakkını yiyemem. ACÇ kesinlikle rafinasyona girmiş vaziyette. Tekamül uzun sürebilir. Ama başlamış işte. Ayrıca adam konu konusunda niye çok özgünlük yoksunu olsun? Özgünlükten kastınız ne? Görülmemiş dünyalardan bilinmeyen yaşam formlarını mı anlatacaktı? İnsanı konu edecek. Ve o da öyle yapıyo. Tamam, eleştirilecek çok yönü var. Ben adamın tüm yazdıklarını önce print edip öyle okumaya başladım. Kendisine de iletesim var. Sayfalarda bazan öyle çok kırmızı kalem kullandım ki, ana metni okumak mümkün değil. O derece. Ama özgünlük yoksunluğu?.. Ona cıks işte. Bal gibi özgün. Gayet de üretken. Şapka çıkartırım. a.y.a. şapka çıkartsss
Ahmet cemal çobandede 07.07.2016
Melon şapka ingilterede imal edilmiştir ve zenginler arasında kabul görmüştür/ melon şapkayı dünyaya tanıtan iki önemli figür vardır/ charlie chaplin ve churchill/ ikiside yahudidir/ onun için melon şapka ingiliz aristokratlarıyla meşhur olmakla birlikte dünyadaki tanınışı bu iki isimle olmuştur/ onun için melon şapka yahudi imajı verir ve yahudiler bu şapkayı kullanmıştır/ kurguya gelince sanamı soracağım/ kimsin sen proust mu/ hoşuna gitmiyorsa okumazsın olur biter/ ya bu kurgu diyorum/ gerçekle direkt alakası yok diyorum/ senin dediklerine bak/ sabrımı zorluyorsun/ bu polemiği uzatmayalım/ dediğim gibi okumazsın olur biter
Mehmet Harma 07.07.2016
Yahudilerin o kullandığı şapka melon değildir. Melon şapka Vahşi Batı'da, Güney Amerika'da, Bolivya'da daha çok kullanılır deseydin anlardım ama o da altyapı gerektirir. Melon yahudilerde yaygın maygın kullanılmaz. İşime geldiği gibi gerçeklik yaratırım diyorsun. Şapkanın bir türlü affedilememesinin sıkıntısını da anlıyorum. Öyküde kurgu dersi güzel de, yazım, dilbilgisi, mantık, kavram, tutarlılıktan n'aber? Durmak yok yola devam, kim tutar seni.
Ahmet cemal çobandede 07.07.2016
Melon şapkadan Atatürke ulaşmanı gayet başarılı buldum sayın harma/ melon şapka daha çok yahudilerin kullandığı bir şapkaydı/ öyküdeki maksat cia-mossad ajanlarının içimizde cirit attığını vurgulamaktı/doğrusu anlayışına hayran kaldım/ öykü bir kurgudur/ bahsettiğin olayları bire bir gerçeklikle aktarmaz/ onlaradan esinlenme yapar/ üstü kapalı o olaylara vurgu yapar
Mehmet Harma 07.07.2016
ACÇ'nin önerisine uydum, yorumumun ikinci yarısını yazmadan önce vicdanımın sesini dinliyim dedim, ama baktım tık yok. Vijdansızmışım meğer. Tahmin ediyordum zati, iyi oldu test ettiğim. ACÇ kızacak ama kediye kedi demeye devam. Kendisi de "melon şapka mesaj amaçlıdır" diyor demesine de mesaj bizatihi sakil. Demirel'in fötr şapkası, Ecevit'in köylü şapkası sanılan ama esasında Elbe denizci şapkası olan şapkalarının yanında melon şapkayı Atatürk'te görüyoruz bir tek. Mafyatik lakap (Sicilyalı) ve dededen kalma İngiliz işi melon şapkayla, derin devlet çağrışımlı paçoz Gladyo tetikçileriyle, Cumhuriyet'in kurucu kimliği/İttihatçılarla bağlantı kurmak kendince bayağı bir hayal gücü istiyor gerçekten de. Bir de olayları çok bükmemek lazım öyküleştirirken bile, hele ki böylesi vahşi cinayetleri. Bahçelievler'de birisi, önce elbise askısı teliyle, olmayınca havluyla boğularak, diğerleri ise kurşunlanarak öldürüldüler. Sicimle boğulmadılar yani. Son: Sicimle boğmak da olur mu demiyorum.
arif yavuz aksoy 06.07.2016
Yeni döndüm. Az bi uyiym. Gözlerim acıyo. Verilecek ne çok cevap ve kontryorum birikmiş. Hallediciğm hepsini. Teker teker... a.y.a. uykusuzzz
Ahmet cemal çobandede 04.07.2016
Melon şapka mesaj amaçlıdır/ istihbarat işlerine meraklı okuyıcu bununla ne mesaj vermek istediğimi anlamıştır/ bazı şeyleri gizli yazmak yazıyı güzelleştiriyor/ dil konusunu yeniden tekrarlıyorum/ siyahi kelimesi haricinde yanlış yok/ ha bire kötü dil denmeside kızdırıyor beni/ ama susmak daha iyi/ çünkü polemik uzadıkça uzar/bu konuyla ilgili bir şey demeyeceğim/ sitenin/ editörlerin/ yazarların ve okurların bayramını kutluyorum
Çağrı Erhan 04.07.2016
Sayın Harma görselle yazının uyumsuz olduğuna değinmiş. Buna kanıt olarak da melon ve fötr şapka farklılığını gündeme getiriyor. Evet, melon ve fötr şapkalar birbirinden farklıdır. Ama ben bu görselle yazı arasında bir uyuşmazlık görmedim. O şapkalı figür the invisible man. Kenarda sanırım Bahçelievler katliamında öldürülen sol görüşlü insanlar sıralanmış. Invisible man bence oraya cuk oturmuş. Zaman içinde şapkasını da değiştirmiş olabilir. Tıpkı helikopter kazası mizanseniyle ortadan kaldırılan Yazıcıoğlu gibi. Yani bence öyle. Editör de haklı bence burada. Saygılar.
Mehmet Harma 03.07.2016
Çok afedersiniz ama yanlışa yanlış demeye devam ediyor ve itirazlarımı sürdürüyorum. Ben tek, siz hepiniz. Yazıda bir melon şapkadır gidiyor ancak yazının görselinde görülen şapka melon değil fötr şapka oluyor. Hani şu Demirel'in meşhur şapkası yani, Borsalino marka olanı. Fötr şapkayı sağda solda görürüz. Melon şapka ise çok da aşina olmadığımız bir model. (sokakta gören varsa beri gelsin). Melon'u şöyle hatırlatayım size, hani Şarlo'nun şapkası var ya, işte o. Başka kimlerde var canlandıralım hafızaları; komedyenler Lorel-Hardy, Churchill (adeta adamın parçası gibi), yaşı tutanlar hatırlayacaktır çocukluğumuzun siyah beyaz tv dizisi Tatlı Sert' in adamı John Steed (bayan olanı Emma Peel'di hani). Haa bir de bizden biri var bilinen, melon şapka giyen. Hatırlamadınız mı? Sıkıntı yok. Bi zahmet Vikipedi'de melon şapka maddesine girin, altta Melon Şapka Giyen Ünlüler'e bakın, kimmiş o görün (böyle emir şeysi kullandığıma bakmayın, lütfen olarak okuyun. Önemli olan kurguydu di mi). 1/2
Gül T. 03.07.2016
Merhabalar,bende yorumlarda nasıl takılması gerektiği konusunda bocalayan ve eleştirilen biri olarak diyebilirim ki bazı yorumların niyeti yanlış anlaşılıyor ve yorumlara belli bir kriter ve ya ölçüt getirmek çok zor.Bu pastayı hep beraber yiyoruz sadece editörler değil ayrıca.Konunun, yazının aktarması gereken önemli noktalarına odaklanmak zor oluyor bazen çünkü herkes kendince haklı olduğunu iddaa ediyor ve eleştiriyi kaldırmada zorlanıyor vs...Bu arada sanatta özgünlük en önemlisi ama sağlamlaştıran ve ahengini bütünleyen unsurlarıyla...Sevgiler
Süleyman Sırrı Kazdal 02.07.2016
bütün bu eleştirileri,bu haince ve burada kendi zamanlarından ,kendi kişisel hayatlarından çalarak alın teri akıtan insanlara yapılan saldırıları anlayabilmek çok zor.neymiş efendim,bu öyküyü nasıl yayınlarsınız.efendim içinde bir sürü dil yanlışı varmış,noktalama işaretleri yokmuş.nasıl da böyle köylü ağzıyla bir öyküyü bize okutuyorsunuz....iyi de zaten baştan yayınlanan öykünün nasıl olduğunu ve bu öyküyü yayınlamadan düzeltmeye çalıştıklarını söylüyorlar.böyle aksaklıkları olan öyküyü neden yayınladıklarını da anlatıyorlar.öyküler gerçekten de özellikle konuları yönünden özgün yapıtlar.yani bunları can yayınlarının editörüne kaptırıp burcuva edebiyatına katkı mı yapsınlar? ne yapsınlar? bırakalım bu işleri.herkes kendi işine baksın.burada göz nuru akıtan insanları biliyorum.ne yaptıklarını bilen adil insanlardır.insan bu son zamanlarda ülkenin kültür hayatına yapılan en somut katkılardan biridir.bunu yadsımak saçmalamanın da ötesinde hainliktir.
Ahmet cemal çobandede 02.07.2016
Görüşündeyim. Sitenizde yazmam sitenin ve yöneticilerinin hoşgörünü gösterir. Benim söylememe gerek yok/ siteninde bir beklentisi yok/ hal böyleyken sitenin başarısı ve devamı için pozitif eleştirilerede ihtiyaç var/ sakın yanlış anlamayın/ negatif eleştiri olmazsa olmaz/ ama şu kelime yanlış olmuş demek var/ berbat bunu nasıl yayınlıyorsunuz demek var/ neden kalp kırıyoruzki/ bu sert eleştiriler sadece benim yazılarıma olsa neyse/ her yazıya tekme tokat girişiliyor/ hani kemal sunalın bir filminde mazlum karakteri vardı/ rahmetli yadigar ekder oynamıştı/ patron çağırın bana mazlumu derdi/ mazlum getirilir patron tekme tokat girişirdi/ sonrada oh be rahatladım derdi/ aynen böyle oluyor/ herkese selam
Ahmet cemal çobandede 02.07.2016
Kendimi iyi anlatamamışım/ kaan hocam daha iyi anlatmış/ bakış açısının özgün olması/ tekrarlamakta fayda var/ bazı dil yanlışlarım olsada olaylara farklı bir bakış açımın olduğunu düşünüyorum/ hayatımda da bu böyledir/ bir çok arkadaş beni farklı bulur/ tanınmak gibi bir hevesim yok/ antipopülist bir adamım/ basılan bir romanım vardı/ yine farklı isimle çıkardım/ editöre yazar hakkında bilgi yazma dedim/ kabul etmedi/ şu an piyasada yok/ isteyen arkadaşlara postsyla gönderebilirim/ kargo ücreti benden korkmayın/ eleştiriye gelince/ eleştiri iyidir/ ama bu sitedeki eleştirilerin 99% negatif yönde ve çok sert/ hatta bir iki bende kaptırdım kendimi/ mesela bu konudaki atışmalar mehmet harmanın oldukça sert bir eleştirisiyle başladı/ daha önce bir yazısına eleştiri getirmiştim/ hatırladığım kadarıyla sert bir eleştiri değildi/ burda bunun öcü alındı gibi geldi bana/ lütfen mehmet harma cevap vermeden vicdanının sesini dinlesin öyle yazsın/arkadaşlar ben sizinle tamamen farklı bir dünya ++
Mankafa 02.07.2016
Bi şey deyip ben de 6 aylığına çekileceğim :) Site açılalı kaç yıl olmuş, 4 yılmı? Bence yorumları kapatın. O kadar zamandır neyin peşindesiniz anlatamamışsınız. Eleştiri nedir, kime karşı nasıl yapılır bunun farkını anlatamamışsınız obelli. İktidar ne, piyasaya muhalefet nasıldır anlatamamışsınız. Neyi tartışacaksınız? Herkesi eleştiriyormuşsunuz, buradaki şeyleri eleştirme hakları yokmuymuş? Hergün her yerde reklamla pompalananlarla şu gariban yerde bir şeyi yayınlayana eşit davranmaya kalkan zihniyet. Kediye de deveye de aynı yükü yüklemeye kalkarlar. Bunlar iktidara gelse önce sizi keser. Aman dikkat.
Kaan Arslanoğlu 02.07.2016
SON: Yorumlara tamamen açık olduğumuzda işte böyle her yorum için dünyanın vakti geçiyor. Tek tek her kişiyle ayrı tartışıyoruz. Birine uzun uzun anlattığımız bir şeyi üç gün sonra başkası soruyor, cevap bulamayınca kızıyor veya küsüyor. Üstelik bazen cevabı yazdığımız okur, kendine özel o cevabı okumuyor. Çünkü kendini müşteri gibi görüyor. Keyfi gelir okur, keyfi gelmez okumaz. İki ay sonra döner bir iki laf daha çakar ve gider. Nasıl olsa özgürlük onda, site burada her zaman durur. Önemli olan müşteri memnuniyeti. Bu durumda nöbetlerin devamlı kendine kakalandığı Kürt Memet editör olarak, kişiliğime söz geçirebilirsem yorum onayı ve cevaplama işini tamamen savsaklamak niyetindeyim. Böyle kabul eden eder, etmeyen etmez. Bakalım becerebilecek miyim? Hadin kalın sağlıcakla dostlar, saygı ve sevgi cidden benden.
Kaan Arslanoğlu 02.07.2016
SİTENİN SAYFA DÜZENİ MÜKEMMEL: Bir de ikide bir sitenin yeni sayfa düzenine laf sokanlar. Daha önceki sayfaya da demediklerini bırakmamışlardı. Renkleri çok mu aradınız? Ne kadar amatörce... İki kuruş verip bir hazır sayfa alsaydınız... Arkadaşlar bu sitenin sayfası BAŞKA HİÇBİR YERDE GÖRMEDİĞİNİZ BİR SAYFADIR. BİZİM İÇİN ÖNEMLİ OLAN ŞEYLERDEN BİRİ BUDUR. Anlatabildik mi? Sanatta en önemli şey neymiş. Özgünlük. Bu da bir sanat sitesi... üzel ya da çirkin... Bana göre güzel sana göre çirkin.. Ama tartışmasız bir şey: Her yerde görebileceğiniz birbirine çok benzer zevksizlikten farklı bir şey. Zevksizlikse farklı zevksizlik. İşlevselliğine gelince. Koca koca ünvan sahiplerinin zaman darlığından mı bilmem iki paragraflık yazıları okuyup anlamadığı veya tam tersine anladığı bir ortamda hem anlaşılırlığı artırmak, hem de dikkat çekmek için sayfa açılır açılmaz 6 veya 9 çarpıcı haber fotoğrafının görünmesi. Test ettik, okunurluğu az da olsa artırıyor.. Anlaşılırlığı ?? Bilmiyorum :(
Kaan Arslanoğlu 02.07.2016
SAYGI. Sadece bir parça saygı bekliyoruz. Burada burnundan kıl aldırmaz her yorumcu yaptığı tartışmayı biricik görüyor. Ama bizim işimiz devamlı bu tür yorumlara cevap yetiştirmek. Cevap vermediğimizde de aşağılanıyoruz editörler olarak. Kurtuluş mümkün değil. Çoğunun dediği şu: Onuda mı eleştiremeyeceğiz? Eleştiriyorsun zaten. Fakat durumu açıkladığımızda ısrarla editöre çakmak niye? Buradaki başka bir yazara veya editöre en ufak saygı duymayan kişiler sıraya dizilmiş editörün sertliğinden, saygısızlığından yakınıyor. Birine diyoruz ki mesela, biraz hoşgörülü olun, bu kadar sert yüklenmeyin, buradaki seviye zaten bu kadar yüksek değil... Verdiği cevap: Minnet duymamızı mı istiyorsunuz? Yahu siz hangi bilimsel derginin editörüne böyle şeyler yazıyorsunuz? Oradaki br makaleyi beğenmediğinizde editöre böyle mektuplar gönderiyor musunuz? Veya katıldığınız yabancı kongrelerdeki sunumlara böyle tepkiler gösteriyor musunuz? Neden bu kabalık? Buna biz mi çanak tutuyoruz?
Kaan Arslanoğlu 02.07.2016
olmadığını söyleyecektik. Eğer hataları azsa sadece onun üstünden ödül mekanizmasını eleştirecektik. BİZ ÖDÜLLERE KAŞIYIZ. Ödül alan her yazara, esere düşman değiliz. Buralarda haksız yere parlatılan yazar ve eserlere karşıyız. ACÇ'nin bugününe gelince. Öyküleri bir şahaser değil, öyle takdim etmedik. Ama bazı öyküleri vasat üstü, bazıları hayli iyi öyküler. Dil yanlışları çok. Bunların bir kısmını düzeltiyoruz. Bir bölümüne bütünlük ve özgünlük bozulmasın diye karışmıyoruz. Bunların iyi olmasının başlıca nedeni dilinin değişik, bakış açısının hayli ÖZGÜN olması. Sanatta özgünlük ilk aranması gereken şey. Dili düzgün, ama kuru kuruya birçok vasat öyküden güzeller bence. Bir de başka şey: Bu yazar bizim genel olarak sol kültürümüze tümüyle yabancı, açıkçası tamamen "sağ "kabul ettiğimiz bir kültürden. Aramızda gerçekliği bozmayan farklı bir kültürün bulunması başlı başına bir zenginliktir. Eleştirel bir şekilde farklı dünyalara açık olmak edebiayatın olmazsa olmaz gereğidir.
Kaan Arslanoğlu 02.07.2016
NOBEL ÖDÜLLÜ YAZAR, A. Cemal Çobandede... Oradan başlayalım. Soru şu: ACÇ ödüllü bir yazar olsaydı aynı hoşgörüyü gösterir miydiniz? Ali İsmail Korkmaz Eskişehir'de öldürülmeseydi, birgün başbakan olsaydı, ona yapacağı birçok yanlışta aynı sevecenliği gösterir miydiniz, sorusu kadar saçma. Ve ne yazık ki mantık yoksunu bu soruyu kibarca geçiştirmeye kalktığımızda arkadaşımız üstümüze üstümüze geliyor, buraları bize zindan ediyor. ACÇ öyküleri için yayınevi bile bulamayan, belki bulmak istemeyen biri. Gerçek adını da saklamayı tercih ediyor. Eğer öykülerini diyelim Can yayınlarına kabul ettirseydi, orada yazıları sıkı bir editör, düzeltmen denetiminden geçseydi, hayli kaliteli öyküler olurdu. Bunlar muhtemelen ödül de alacağı için çok kişi okuyacaktı. Bizde eğer ACÇ edebiyatın parlak ışığı falan gibi takdimlerle karşımıza çıkarılsa onu ele alacak, varsa yanlışları ortaya dökecektik. Bunlar fazla ise kendisinin edebiyatın parlak ışığı +++
Kaan Arslanoğlu 02.07.2016
Ama burası bir misyon sitesi. Ortaklaşa bir şeyler yapalım istiyoruz. Yoksa kişisel blok açardım, daha az enerjiyle şimdikine yakın bir okura yine ulaşırdım. Ama maalesef yazar, okur birçok dostumuz "orada bir birkaç eşek var, çalışsınlar, vaktimiz olursa okuruz, istersek birkaç ay hiç girmeyiz, yılda bir iki aklımıza gelen bir şey olursa yazarız" bize hizmet versinler, kalitelerini göstersinler bakalım diye düşünüyor. Kusura bakmayın bu zihniyetteki okura kendimizi beğendirmek için özel bir çabaya girmeyiz. Hiç mi olumlu bir yanımız yok, olmasa buralara takılmazdınız zaten, bunu ara sıra belirtmek yardakçılık mı. Böyle mi düşünüyorsunuz. Nedir bu devamlı beğenmeme, hata bulma tavrı? Anlayamıyorum doğrusu. Daha devam edeceğim, bundan sonrakiler genel şeyler. Üstünüze alının ama bire bir alınmayın. Dedim ya, okurların bir bölümüne genel cevap. İçten saygılar, ciddi sitemler benden.
Kaan Arslanoğlu 02.07.2016
Sevgili Mehmet Harma dostum, okurlar aramızdaki dostça sohbetleri, karşılıklı saygı ve sevgi ilişkisini bilmez. Burada yorumlarını okuduğunda "işte yine İnsan BU'ya laf sokan biri daha" diye düşünür. Hakikaten dönün bakın yorumlarınıza. Eleştiriden sadece olumsuz eleştiriyi mi anlıyorsun? 10 yorumundan 9'u onu beğenmemek, şu olmamış demek, şu da şöyle mi yapılır demek. Arada kişisel ve siteye takdir belirten yorumlar da var, bu takdirinde samimi olduğunu biliyorum, ama onlar da okur gözünde birçok şeyi kırıp döktükten sonra tamir amaçlı duruyor. Başka siteleri de takip ediyor musun bilmem. Mesela ODATV, Aydınlık. Oralarda da bu kadar eleştirel misin? Bir de biz onlardan farklı olarak tamamen tersine profesyoneliz. Bu iş için cepten bayağı para harcıyor, 0 kuruş kazanıyoruz. Profesyonel bir insanımız yok. Şu yorumlara cevap vermek bile üretici çalışmalarımı fena halde baltalıyor. Bundan bana ne, ben kalite beklerim, diyebilirsin, öyle de diyorsun zaten. Devam edecek +++
Mine M. 02.07.2016
Olay öyküsü nedeniyle Sn ACC'nin etrafında dönüyor gibi görünse de aslında önemli konuların gündeme gelmesine vesile oldu.Elbette kimseden yazarın da editörlerin de icazet almasına gerek yok,iyi ki de yazılıyor ve yayınlanıyor. Ben bu açıdan bir saygısızlıktan söz etmedim. Ama iş eseri tartışmaya gelince, yayınlama kararını verdiklerinden mi samimi olarak beğendiklerinden mi, müdüriyetten tepki geldi.Şimdi Nihat Bey'den 'müdüriyet' görev-işlevleri için de bir açıklama beklemeli.Tamamı edebiyat -en azından eleştirisi- alanında yetkin ve tecrübeli olduğundan kuşku duymadığımız sizlerden yazar/ öyküsü için gelen yorum: beğendim, güzel, eleştirilmesi nasıl bir mantık, şeklinde sadece..Ödüle konu olsun olmasın, burada P. Mağden'den T. Kiremitçi'ye, E. Aysever'den O. Pamuk'a, Yaşar Kemal'e, adı / yazıları zikredilerek eleştirinizden nasiplenmemiş kaç yazar vardır ki? Bunu yok sayıp sorumu boş ve anlamsız kategorisine koymanız da Nihat Bey, meselenin özünü atlamaktan başka bişi değil.Saygılar
Nihat Ateş 02.07.2016
Bir yorumcunun bizi eleştirirken dediği gibi bir makaleye müdahale etmiyoruz, bir öyküden söz ediyoruz. Hele şiir. Hiç poetik redaksiyon diye bir şey duydunuz mu? Bir Kürt şiir antolojisinin Türkçe çevirisinin poetik redaksiyonunu yapmıştım. Cehennemden geçmiştim sanki. Bir makalede işler çok daha kolaydır. Tak tak tak kurallı cümle kalıplarıyla alıp alıp yaratıyı bir yere koyamazsınız. Koyarsanız o başta anlattığım editöre dönme riski her zaman vardır. Kaan "Bu düzeltilmiş hali" diyor, öykücü "Olabilir bazı hatalar, kabul ederim" diyor. Ne isteniyor? Kaldıralım mı bu güzel öyküyü siteden. Olmayacak iş. Yazarlarımız kendi sınırlılıkları içinde, biz editörler bazen yanlış, çoğunlukla da doğru kararlar vererek bir "iş" ortaya çıkarıyoruz. Unutmayalım, anadilimiz olduğu için belki içerden öyle gelmiyordur bize, ama Türkçe dünyanın yazımı ve okunuşu en zor dillerinden biri. Biz bu bilinçle işimizi yapmayı sürdüreceğiz. Beğenmeyen kızını vermesin efendim:) Saygılar, sevgiler.
Nihat Ateş 02.07.2016
roman talep ediyordu. Tabii bütün talepleri reddedildi. Yazarla hâlâ mücadele halindeler. Şu anda tırnak içindeki ifadelerden sonra virgül konulup konulamayacağını tartışıyoruz. İyidir. Roman yakında çıkar. Bu da bir editörlük işte. Her zaman kendi bildiğince ve bilgisizce ilerlemiş bir alanda şimdi editörlük atölyeleri falan yapılıyor, meslek edindirme kursalarına döndü iş. Kötü mü? Eğer arkadaşımın eline düştüğü gibi bir editörün eline düşerseniz kötü elbet. İnternetse işi daha da karmaşık bir hale getirdi. Müdahale sınırı nereye kadar diye konuşurken sınırsız bir ortamda yayın bombardımanı içinde kendimizi bulduk. Ben burada da, editörlük, lektörlük yaparken de çok az ama yerinde müdahaleyle eseri ve yazarı en iyi şekilde okura ulaştırmaya çalıştım. Burada da biz editörler, bu şekilde hareket ediyoruz. Yazarı, eseri, makaleyi en az müdahale ve alabildiğine özgür bir şekilde amacını aktarmasını sağlamak şeklinde düşnüyoruz ve bazen de hata yapabiliyoruz. Çobandede'nin öyküleri güzel+
Nihat Ateş 02.07.2016
ancak editör, yazarla okurla arasında duran adamdır. İşi yazarı ve metni okura en iyi şekilde ulaştırmaktır. Ulaştırmaktır da burada sınır nedir, bunu yayıncılık dünyası deneme yanılma yoluyla öğrenmektedir hâlâ. Bir arkadaşımın iyi bildiğim bir tarihsel dönemi konu alan romanını okudum en son. Roman temiz, arı bir dille, kırsal bir bölgede köylü insanların yaşadığı bir zulmü anlatıyordu özetle. Çok az bir müdahale ile yayınevine teslim edildi; yayınevi yayımlamayı kabul etti ve çalışma başladı. Yayınevinin editörü, romana öyle bir çalışmıştı ki, yazardan, pastoral betimlemeler, ağır psikolojik çok katmanlı kişilik tahlileri, -bizim fukara köylülerden düşünün- talep ediyor, o güzelim yalın Türkçeye de "hiç dil işçiliği yok" diyordu. Editör, yazardan bütün sınırlarını aşarak yeni bir roman yazmasını istiyordu adeta. Yayınevince kabul edilen sadece romanın iskeletiydi anlaşılan. Sonuçta görülürdü ki editör aslında bizim tarihsel gerçekçi romandan piyasa işi, çoksatar kalıplarında+
Nihat Ateş 02.07.2016
Öykü tartışması sonunda "editör"ler tartışmasına dayandı. Belki de iyi oldu; çünkü editörlük bugün de yayıncılık dünyasında çokça tartşılan bir iş. Editörlük üzerine konuşmadan önce Mine Miskioğlu'nun sorusunun bir anlamı olmadığını söyleyebilirim. Şu söylenebilir belki: Burada ödül mekanizması eleştirilirken, ödül verilen eserin niteliğine ait bir şey denmediği defalarca söylendi. O ödülleri eleştirirken o yapıtları okumamız da zaten imkânsızdı. Bunun tek istisnası Orhan Kemal Ödülü'nü alan, Lukacs "Köylü," diyen Hamdi Koç'tu. Yunus Nadi Ödülleri'nin Can Yayınları'na verilmesi eleştirisi getirilirken örneğin, ödül alan yapıtlardan birine bu ödül nasıl verilir diye soruldu mu? Ben hatırlamıyorum. Onun için soru boş ve anlamsız. Geçelim. Editörlük, yayıncılık bir sektör olunca bir "iş" olmuştur. Yıllarca editörlük, redaktörlük, düzeltmenlik yapmış, yapan bir insanım. Bu işte profesyonelim kısacası. Lektör, editör, son okumacı... Bunlar yayınevlerinde hep birbirini kesen işlerdir.+
Mine M. 02.07.2016
"Merak ettim, Sayın Çobankara'ya birileri Yunus Nadi veya bir başka ödülü verseydi, jüride Doğan Hızlan olsun veya olmasın, aynı hoşgörüyü gösterecek miydiniz, editörlerin tümü olarak?" Sorum buydu Taylan Bey... Bu soruya yanıt vermek yerine konuyu düşük profil otorite söylemine (iktidara da nereden getirdiyseniz) taşıyan Kaan Bey'in yanıtlarıdır... Edebiyat edebiyattır... Bazı metinleri birileri ödüle layık görünce yerin dibine sokmak, bazılarını ise editöre ilginç geldi diye sitede beğenerk yayınlamak, ama eleştiriden muaf tutmak... bu nasıl bir çifte standarttır? Üzgün ve hayal kırıklığı içindeyim ancak ben de bu mantığı anlayamıyorum...
Taylan Kara 01.07.2016
"Okuru hafife almak, okura saygısızlık, tepeden bakmak... " Bu tür ithamların ne dayanağı olabilir? Bu sitede yorum yapma olanağı var. Biz bir öyküyü koyup "bunu okuyacaksınız" demiyoruz. Her yazı ya da öykü yorum ve eleştiriye açık. Hiç kimse dokunulmaz da değil, yeter ki sağlam dayanağı olan eleştiriler olsun. Bu olanak herkes için geliştirici olabilir eğer eleştirilerin gerekçeleri olursa... Bu her yerde iktidar görme halini fazlaca gülünç buluyorum. Koca koca iktidarlar kör kör gözüm parmağım göz önünde dururken iktidar diye bu sitenin editörlüğünü görmek nasıl bir mantıktır?
Miyase Aytaç Yılmaz 01.07.2016
Merhaba; "Otoriteye Kafa Tutma Egzersizleri"ne bayıldım. Distopya bir metne ne güzel başlık olur bu. Yaratıcılık ne kıskanılası bir şey, hatta daha da öte. Çobandede'nin edebiyata; ya da kendi edebiyatına diyelim; getirdiği hiyerarşiye şaştım kaldım. İlk sıra kurgununmuş. İlk varsa, sıra varsa ikinci, üçüncü diye gider öyleyse. Dilbilgisi kaçıncı sırada? Kurgu mükemmel dahi olsa yazım yanlışları, anlatım bozuklukları tat kaçırır. Bu tatsızlığa "Farklı bir anlatı tarzı" diyemem. Nitekim ben yukarıdaki öykünün biçeminde bir yenilik bulamadım. Kısacası kıskanamadım yaratıcılığı. (Benim ölçü bu: Kıskanmak) Ama yazmak iyidir. İyi ki yazmışsınız Çobandede. Saygılarımla.
Kaan Arslanoğlu 30.06.2016
Sadece nazik olun, haksızlık yapmayın diyorum sayın Mine M, sizse altta kalmama saplantısına devam ediyorsunuz. İstediğiniz kadar yorum yazın, size artık yanıt vermeyeceğim. Zaten her açık cümlemi de en olumsuzundan en yanlışından kapıyorsunuz. Neyse. Niye bazı insanlar "otoriteye kafa tutma" egzersizlerini en az otoritenin bulunduğu bu yerde yaparlar? Belki de "en düşük profil otorite" olduğumuz içindir. Kolay lokma :)
Kaan Arslanoğlu 30.06.2016
Sayın Mine Miskioğlu, Nazik olmaya çalışıyorum, kırmamaya çalışıyorum, üstü kapalı anlatmaya çalışıyorum. Ama çoğu zaman olduğu gibi işe yaramıyor. Okuru hafife almak, okura saygısızlık, tepeden bakmak... Ben bir şey demeden sizden salvoya devam. Daha fazla deşmeyelim isterseniz. Dağınık kalsın. Saygılar.
Ahmet cemal çobandede 30.06.2016
Dil konusundaki eleştirileri anlıyorum/. Farklı bir cümle yapım var/ bunu kasıtlı yapmıyorum/ yazı tarzım böyle/ haklı eleştiriler oluyor/ onları zaten kabul ediyorum ve kendi elimdeki metinlerde düzeltmeleri yapıyorum/ mesela mehmet harmanın siyahi kelimesinde olduğu gibi/ ama kafama uymayan/ yanlış görmediğim şeyleri de kabul etmiyorum/ yine onlarıda not alıp araştırıyorum/ benim edebiyat anlayışımda ilk sırada kurgu geliyor/ önceden yazılmamış bir hikaye/ benzeri olsada farklı bir yaklaşımla anlatma gibi/ maksadım okuyucuya farklı önceden okumadığı hikayeler-öyküler sunabilmek/ elbette kimi hoşlanacak kimi hoşlanmayacak/yanlışlıklarım var/ zaten bunları kabul ediyorum/ama insaflı yaklaşan birinin mesela bu öykünün farklı bir yaklaşım olduğunu/ fasık karakterinin özellikli bir karskter olduğunu kabul edeceğini düşünüyorum/ ama dediğim gibi eleştiri iyidir/ haklınolanını alırım/ haksız olanına kulak asmam/ herkese selam
Kaan Arslanoğlu 30.06.2016
Arkadaşlar, edebiyat sadece düzgün, yanlışsız cümleler kurmak değildir. Bir şeyi yanlışsız ve kuru cümlelerle anlatmaktansa, yanlışlı ama ruhlu şekilde anlatmak edebiyata bana göre daha uygundur. Elbette ikisi birlikte olsa en iyisi. Ama dil az çok bozuksa, yanlışlıysa bunu bir editörün düzeltmesi mümkün. Zaten ben kısmen düzeltiyorum yayımlamadan önce. Ama burası internet ortamı. Etkileşimli, yorumlu bir ortam. Basılı metin yayımlamıyoruz, burasını bir atelye gibi düşünün. O yüzden okura saygısızlık falan ağır kaçıyor, haksızlık oluyor. Bu öyküler burada yayımlanan öykülerin de, şiirden anlamam, burada yayımlanan denemelerin de ortalamasından düşük değil. Biraz adil olalım. Taylan dahil öteki editör ve yazarlarımızın da görüşünü bekliyorum. Çünkü yayın politikamızla ilgili. Böyle tepkiler yoğunlaşırsa bize daha kolay. Burada 4-5 kişinin yazıları çıkar öbürlerini kafadan reddederiz. Siz bilirsiniz. Hani okuduğunuz başka yayınlarda düzey daha yüksek olsa yine de hak vereyim.
Mine M. 30.06.2016
Özür, Çobandede olacak tabii ki...
Mine M. 30.06.2016
Merak ettim, Sayın Çobankara'ya birileri Yunus Nadi veya bir başka ödülü verseydi, jüride Doğan Hızlan olsun veya olmasın, aynı hoşgörüyü gösterecek miydiniz, editörlerin tümü olarak?
Kaan Arslanoğlu 30.06.2016
Bana, yani editöre soracak olursanız, sayın Çobandede tekniği güçlü, ama oyun kurallarını iyi bilmeyen, bunun için pek çalışmayan bir futbolcu gibi. Sözcükleri bazen yanlış kullanıyor, ama kendisinin de dediği gibi ters gelen her cümlesi, sözcüğü yanlış değil. Büyük kısmı az incelenince yanlış değil. Sadece yine futboldan örnek verecek olursak kafayla vurulacak topa ayakla, ayakla vurulacak topa kafayla vurmasından kaynaklı. Ama sonuçta kaleyi buluyor. Ben yanlışlar da içeren bu dili zengin ve de özgün buluyorum. Sadece de-da ayırma kuralını hala öğrenmemiş oluşuna bozuluyorum.
Ahmet cemal çobandede 30.06.2016
Siyahi yerine siyah olabilir Temayül/ tdk sözlüğünede baktım yanlış kullanılmamış eğilim manasında Muğlak vesvese/ nedeni bilinmeyen belli belirsiz vesvese Kindar vesvesede bir yanlışlık yok Etrafı çitlerle çevrili karanlık oda/ ev de denilebilir ama buda yanlış değil bence Gümüş kakmalı kravat/ gümüş işlemeli kravatta denebilir ama burda dikişle değil direk kakmayla gümüşler yerleştirildiği için öyle dedim Beynine yada kafasına kurşun sektirmek argoda kullanılan bir tanımlama Bakışlarının serazat gezindirmek bir çok edebi metinde geçer Zemheri soğuk/ lehçedir/ soğuk bölgelerde özellikle doğu anadolu bölgesinde halk dilinde kullanılır Vs vs Dilbilgisi kımına gelince o konuda çok iyi olduğumu idda etmiyorum/ yanlış bir cümle yapısından çok/ kendime has bir cümle yapım var/ bazıları alışamıyor ve garipsiyor/ kendi arkadaşlarım arasında da bu eleştiriyi aldığım oluyor/ Sonuç olarak eleştiri her daim iyidir
Mehmet Harma 30.06.2016
İşte kavram, mantık, dilbilgisi ve yazım yanlışları şahikası yeni bir ACÇ klasiği. Cepten yazmanın sıkıntısı nedeniyle kısa kesiyorum ama uzunu da gelir. "Gümüş kakmalı kravat, siyahi güneş gözlükleri, beynine kurşun sektirmek, etrafı çitlerle çevrili karanlık odalar, güve yeniği sayfa, zemheri soğukta, bakışları serazat gezdirmek, muğlak vesvese, deniz mavisi cırtlak gözler, muğlak şüphe, gizli temayül (teamül?), kurşun tanecikleri, kindar vesvese, sicimle boğmak" bunların birkaçı. Alakasız 'melon şapka' üzerinden verilmeye çalışılan arka plan mesajın çözümlemesini ayrıca konuşuruz bir ara.
ahmet cemal çobandede 30.06.2016
kurgu gerçeklerle birebir bağdaşmaz. Ama bazı karakterlerden esinlenme tabi ki olacak.
Süleyman Sırrı Kazdal 29.06.2016
muhsin.ama ne iş? sayın çobandede'yi çözemedim.