Öykü
HAYVANSAVAR
İlk bakışta nefretti onların hikâyesi.
Hastanenin otoparkına girmeden hemen önce başını sağa doğru çevirip öylesine bakmıştı. Herhangi bir amacı yoktu. İsteyerek yaptığı bir hareket değil demek daha doğru olur. Yahut sebebini, niçin baktığını bilmiyordu. Sıradan bir gün ve sıradan bir bakıştı hulasa. Bu istemsiz bakışın herhangi bir anında onunla karşılaştı. Kirli siyah kılların arasına saklanmış iki göz gördü. Zaman bu iki varlık arasında bir müddet asılı kaldı. Nefretle bakıştılar. Neden böyle bir his uyanmıştı kalbinde. Bu nefretin sebebi neydi, bilmiyordu-bilemedi. İlk bakışta nefret dedi içinden. Düşündü. Daha önce böyle bir his tecrübe etmiş miydi? Hatırlayamadı. Köpek de aynı şeyleri düşünüyordu muhtemelen kendisine dişlerini gösterip hırlarken. Doktor P şaşırıp kaldı. Bu şaşkınlığın nedeni nasıl davranacağını kestirememesiydi. Ya birileri görmüşse! Henüz yeni filizlenmeye başlayan bu vehmi iradesiyle bastırdı. Yaşadığı ana odaklandı. Hafızasını yokladı yeniden. Köpeği kızdıracak bir şey mi yapmıştı. Kullandığı arabanın rengiyle ilgili olabilir mi diye düşündü. Yo hayır dedi, alelade bir renk. Üstüne başına giyindiklerine baktı. Köpeğin dikkatini çekebilecek bir şeyler aradı. Yok, manasında ağzını büzüştürdü. Bu düpedüz ilk bakışta nefretti. Başka açıklaması olamazdı. Nefret kelimesinin mahiyetini düşündü. Hayatta öğrenecek ne çok şey vardı. Yeni bir şey öğrenmenin hazzıyla sevinirken, ilk bakışta aşktan önce, nefreti tecrübe etmenin hayal kırıklığını yaşadı. Duygusal açıdan bu kadar küt müydü? Nefret de aşk gibi bir his olduğuna göre bu konuyla alakalı bir problemi olmadığına karar verdi. Sadece zıt kutuptan başlamanın şaşkınlığın yaşıyordu. İnanmasa bile bu nefretten bir aşk bile doğabilirdi. Çok kısa bir süre içerisinde bir hayvan sever olarak barınak barınak dolaşıyor bulabilirdi kendini. Niye olmasındı ki. Avlanmaya karşıydı. Avlanmak hayvanlara karşı nefret hissinin bir tezahürü olduğuna göre, bu karşıtlık, hayvan severlik olarak değerlendirilebilirdi. Sevindi. Ama bir ilişkinin olgunlaşması hele de duygusal bir ilişkinin olgunlaşması için karşılıklı iyi niyet ve hoşgörü lazımdı. Sadece kendi değil siyah kıllı köpek de bir adım atmalıydı. En azından hırlamayıp, dişlerini göstermeyerek, bir zeytin dalı uzatabilirdi. Şimdiden bir şey demek zordu. Zamana bırakmalıydı, zaman her şeyin ilacıydı öyle ya.
Ama öyle olmadı.
Köpek her Allah’ın günü otoparkta pusuya yatıyor, Doktor P’nin gelişini bekliyordu. Arabasını görür görmez arkasından koşturuyor, arabadan alımlı çalımlı inen Doktor P’ye, hırlayıp dişlerini gösteriyordu. Bu bir rastlantı olamazdı. Hele o yağmurlu günde yaptığı akıl alır bir şey değildi. Hayvan koşturarak gelmiş, tam önünde silkinerekten, kirli yağmur sularını bir fıskiye gibi üstüne sıçratmıştı. Şans bu ya! Doktor P o gün fahiş fiyata aldığı Gucci marka gömleğini giymişti. Bu köpek pahalı şeylerden mi hoşlanmıyordu yoksa. Kapital düşmanı bir köpekle mi karşı karşıyaydı. İlk karşılaşmalarını düşündü. Sıradan bir gömlekti üzerindeki. Hayır dedi sadece, düşündüğüm gibi değil, hayır olamaz. Ama tam karar veremedi. Köpeklerin büyük bir kısmının ezilen sınıfından olduğunu düşününce bu ikilemi hali hazırda çözemedi.
Kendine yakın bulduğu birkaç arkadaşına açtı meseleyi. İlk bakışta nefret dedi. Kime diye sordular. Otoparktaki siyah kıllı köpeğe. Hadi oradan sende, bizimle dalga mı geçiyorsun, git başkalarını makaraya sar cevabını aldı. Aynı minval üzere kurulu bu cümlelerden aklında kalan tek kelime “başkalarını” oldu. O da soluğu evrimci bir arkadaşının yanında aldı. Nefret dedi, bir köpeğe, ilk bakışta. Ha s……r ulan cevabıyla afalladı. Daha bilimsel bir cevap bekliyordu. Memelilerin denizden karaya ayak bastıkları devirlerle ilgili bir cevap en azından… İnsanın maymundan geldiğine inanan birisinin, iki memeli arasındaki nefrete inanmaması, inanmamaktan da öte dudak bükmesini garipsedi. Evrimci anlayışı özümseyememiş çıkarımında bulundu. Başkaları. Bu kelimeyi hatırladı yeniden. Önceki hayatında kurt olduğuna inanan neo-milliyetçi arkadaşı aklına geldi. Koşturarak odasına gitti Doktor P. Nefret. Bu kelimeyi duyar duymaz gülümsedi neo-milliyetçi arkadaşı. İçinde bir sürü ırka karşı nefret besliyordu. Her gün sıkça tekrarladığı bu kelimeyi başkasının ağzından duyması kendisini gururlandırmıştı. Bir yakınlık hissetmişti Doktor P ye karşı. Belki o da bu nefret çarkının bir dişlisi olmaya karar vermişti. Söyle bakalım hangi milletten nefret ediyorsun demişti bu suskunluk anından sonra. Doktor P gülümseyerek köpek milletinden demişti. Köpek milleti derken. Bunda anlamayacak ne var bildiğin siyah kıllı köpek işte, otoparktaki. Büyük bir hayal kırıklığının kucağında bulmuştu kendini neo-milliyetçi arkadaşı. Kendi manifestolarında bir sürü milletin ismi geçiyordu ama hayvanlarla ilgili bir ibareye rastlamamıştı. Yıllar yılı inandığı bu manifesto eksik miydi yoksa. Bu derin ikilemi yaşarken bir psikiyatra gözükmeni tavsiye ederim diyebildi doktor P’ ye. Doktor P hastane koridorlarında aval aval dolaşırken Doktor S’nin kapısının açık olduğunu gördü. İşte buldum dedi içinden. Bu adam bu meseleyi çözer. Doktor S, şanını yedi düvelin duyduğu Of medreselerinde, Cansız Hoca seleflerinden tam dört sene Arapça, Farsça, belagat dersleri almıştı. Bu sebeple ortaokula kaydı gecikmişti. Yaşı emsallerine göre büyükçeydi. Kapı açık olmasına rağmen, parmak uçlarıyla tıklattı kapıyı, gel sesinden sonra içeri girdi. Bir meselem var, hem de çok mühim bir mesele cümlesini hızlıca telaffuz ederek konuşmasını sürdürdü. Her türlü problem halledilir pişkinliğeydi Doktor S ise. Birbirimizi sevmiyoruz, daha doğrusu birbirimizden nefret ediyoruz, bu kelimeyi kullanmak istemezdim ama hakikat bu, bilmem anlatabiliyor muyum? Olup biteni bir çırpıda anlattın anlatmasına ama kimle olduğunu söylemedin diye araya girdi Doktor S. Yeni gelen asistan mı bahsi geçen? Otoparktaki köpek der demez Doktor S kahkahayı bastı. Ve peşi sıra büyük Şair Nefi’den bir şiir okudu.
Tahir Efendi bana kelp demiş
İltifadı bu sözde zahirdir
Maliki mezhebim benim zira
İtikadımca kelptahirdir
Doktor P sinirli sinirli odadan çıkarken arkasından 50 TL borcun var diye bağırdı Doktor S. Ne borcu diye söylendi. Arapça kelime muhteva eden bir dörtlük okudum diye pişkin pişkin cevap verdi Doktor S. Medresedeki gırtlak ağası hocalarımız Kuran okuduğunda kesinlikle para al diye sıkı sıkı tembihlemişlerdi bize... İyi de bu ne Kuran ne de bir dua.
Doktor P hastane koridorlarını deli divane arşınlarken nefret duygusunun tarihi ve antropolojik gelişimi üzerine kafa yormaya başladı. Uzun uzun düşünmesine gerek yoktu. İlk nefret hissi Adem’le Şeytan arasında vuku bulmuştu. Yaratıcı, Şeytan’a; Adem’e secde edeceksin dediğinde, Şeytan itaat edeceğine, ben ateşten o balçıktan yaratılmışken, ona secde mi edeceğim diye ego güdümlü bir soruyla karşılık vermişti. Yaratıcı, insanın yaratılmış en yüce varlık olduğunu vurgulamak istemişti ama şeytan yaratılış malzemesine takılıp kalmıştı. Hâlbuki insan Yaratıcının imtihan teklifini kabul ederek bir sorumluluk almıştı üstüne. Şeytan ise herhangi bir yükümlülük almaktan kaçmış, imtihanı kaybetmeyi peşinen kabullenerek, sadece mühlet istemişti kıyamet gününe dek. Huzurdan kovulduğunda istediği verilmişti. Hem Yaratıcı, yaradılış malzemesi olarak ateşi, karanlığı, nuru, esiri, elektriği, balçığı ve yokluğu kullanmıştı. Yaratılış maddesinden çok mahiyet, kabiliyet ve sorumluluk önemliydi. Şeytan daha ilk imtihanında ıskalamıştı bu gerçeği. Habil’le Kabil’i hatırladı sonra. İnsan ırkı arasında hikâye edilmiş ilk nefret hikâyesini. Sonu cinayetle biten bu hadise Doktor P’nin ürpermesine neden oldu. İnsanla bir hayvan arasında gerçekleşen nefret düşüncesi ilk kez ne zaman gerçekleşmişti. Balığın Yunus’u (Hz) yutmasını ve Ashab-ı Kefh’in köpeği Kıtmir’ i andı. Nefretten çok yardım ve vefa menkıbesi olarak yorumlanabilirdi bu iki hadise. Hulasa Doktor P’nin kafası çok karışık ve zihni siyah köpeğin kılları kadar dağınıktı.
Bazı hadiseler önceden kestirilebilir olmasına rağmen insanlar umursamaz. Lakayt davranılır nedense. Önlerinde devasa bir ihtimal dururken, bu ihtimalin arkasına saklanmış küçük bir olasılığın gerçekleşmesini umut ederler. Dayanıksız ev yapıp depremi zihinlerinde ertelerler. Dere kenarındaki evin sele dayanacağına inanırlar. Etraftan söylenenlere de kulak asmazlar. Bela ve musibet geldiğinde ise kendi hatalarını ıskalar, hemencecik unuturlar. İşte tam tamına böyle oldu. Felaket geldim diyor ama kimse inanmıyordu. Elbette ki Doktor P hariç.
Acil bir hastaya müdahaleye gelmişti. Arabayı park edip hastane kapısına doğru ilerlemeye başladı. Kapıya birkaç metre kala, kendisine göre fark etmeden, görgü tanıklarına göre ise kasten köpeğin kuyruğuna bastı. Can havliyle havlayan köpek Doktor P’ nin ayağını ısırdı. Doktor P çığlık atıp köpeğe okkalı bir tekme savurdu. Orantısız güç kullanımı olarak tarif edebileceğimiz bu mücadele tüm şiddetiyle devam edecekti etmesine ama göğüs ağrısından mustarip, sedyede can çekişen o gariban hastayı hatırladı. Bu ikisinin de hayrına oldu. Kavga araya kimsenin girme ihtiyacı olmadan son buldu. Koşturarak müdahale odasına girdi Doktor P. Kurşun levhalı giysileri giydi. Hastaya müdahaleye koyuldu. Hem kendinin hem hastanın şansı yaver gitmiş, tıkalı damar açılmıştı. Hasta ani ölüm riskini atlatmıştı. Müdahale giysilerini çıkaran Doktor P, gündeliklerini giyerek, intaniye kliniğine koşturdu. Şansına Doktor D klinikteydi. Olup biteni anlattığında eline kuduz aşısı takvimi tutuşturuldu. Nefreti iyice arttı. Artık ilk bakışta nefret safhası geçilmiş, suçlu ve müşteki güya aralarında anlaşarak, bu meşum hadisenin bir kan davası olarak nitelendirilmesine karar vermişlerdi. Kas içine zerk edilen her iğne öfkesini kabartıyor ve bir intikam hissinin yüreğinde palazlanmasına neden oluyordu Doktor P’nin.
Sana gününü göstereceğim pis köpek!
Muhtelif intikam hisleriyle tutuşup yanan Doktor P öfkesini bir nebze olsun bastırarak, suç köpekte mi diye sorgulamaya başladı. Neden otopark civarında dolaşıyor sorusunun ardına takıldığında cevabın hayır olduğuna kanaat getirdi. Bütün deliller suçlu olarak Doktor K’yı işaret ediyordu. Adam işi gücü bırakmış yemekhaneden apardığı artıkları otoparkta köpeklere pay etmenin derdine düşmüştü. Hazır yemeğin rahatlığına alışan hayvanlar, o mekânı kolay kolay terk etmiyor, günün çoğunu o civarda dolaşarak, tembellikle geçiriyorlardı. Isırılmadan bir önceki gün saydığında sayılarının tam tamına on iki olduğunu gördü. Hijyenin azami önem taşıdığı hastane gibi bir mekânın önünde, daha doğrusu otoparkında bu kadar köpek dolaşıyor olmasını normal miydi? Doktor K’yı birkaç kez uyardı. Ama bu tembihlerinden bir netice alamadı. Sabah ve akşam olmak üzere günde iki defa Doktor K’nın köpekleri beslediğini görüyordu. En çok zoruna giden ise Doktor K’nın evde köpek değil de kedi beslemesiydi. Eğer köpekleri bu kadar seviyorsan neden evinde de onlar zaman ayırmıyorsun diye soruyordu Doktor P. Bu davranış düpedüz bir münafıklık değil miydi? Kamusal alanda köpek, öznel alanda kedi. Kamunun kaynaklarını yok yere heba etmek ne ilkti ne de son. Bu yüce ırkımızın en mümeyyiz vasfıydı. Öyle ya köpek evini pisletirdi, otoparkı kirletmesi umurunda mıydı? Bu sorumluluğu sadece Doktor K’nın omuzlarına yüklemek haksızlık olurdu. En az onun kadar Doktor O’nun da suçu vardı. Doktor yemekhanesinde hekimlerin artıklarına musallat olmuştu. Hatta ve hatta bu söylemin daha da ötesine geçmiş, henüz daha yemek bitmeden, eğer yemeyecekseniz önünüzdeki yemeği alabilir miyim sorusunu, her on dakikada bir, otomatik dillendirmeye başlamıştı. Sırf yemeklerini Doktor O’ya kaptırmamak için hızlıca yiyeyim derken boğulma tehlikesi geçiren hekimlerin sayısı azımsanmayacak kadar çoktu. Göğüs cerrahı endoskopla yemek artığı çıkarmaktan ameliyat yapamaz olmuştu.
Bu işe bir çözüm bulunmalıydı. Bu mühim meselenin tek bir hayvanı yok etmekle hallolmayacağı su götürmez bir gerçekti. Bütün köpekleri kapsayacak bir çare üzerinde düşünmek elzemdi. Isırmayan köpek diye geçirdi içinden. Bir zafer çığlığı koptu içinde. Buldum dedi neşeyle, buldum. Üniversiteye böyle bir proje sunabilirdi. Isırmayan köpek! Neden olmasındı ki.
Üniversitenin ödenek ayırdığı projeleri incelemeye koyuldu Doktor P. Üniversitede bülteninde defaatla çıkan “sokmayan arı ne zaman sokacak” projesini incelemeye başladı. Aldığı ödeneğe göz attı. Dudak uçuklatacak cinsindendi. Çalışmayı okuduğunda bir anlam veremedi. Önce sokmayan arı üretilmişti. Daha sonra sokmayan arının ne zaman sokacağı integral hesaplamalarıyla bulunmaya çalışılmıştı. Evet, çok güzel biyolojik kurgular, zekice matematiksel hesaplamalar yapılmıştı ama. Bu çalışmanın amacı neydi. Mesela sokmayan arı daha fazla bal mı üretiyordu. Yahut arıcıları sokmayarak onların daha rahat ortamda çalışmasını mı sağlıyordu. Bütün bunları kabul edelim. Sokmayan arının bu faydaları varken, sokmayan arı ne zaman sokacak diye hesaplamanın maksadı neydi. Ne tür bir fayda getirecekti ya da. Bir anlam veremedi Doktor P. Bu çalışmadan aklında kalan tek şey aldığı ödenek oldu.
İncelediği ikinci proje zehirli mantarlardan türetilen bir ilaçtı. RNA Polimeraz 2 enzimini inhibe eden bu ilaç insan derisine yerleşen uyuz akarı gibi dış parazitleri öldürüyordu. Güzel bir çalışma gibi gözükmesine rağmen bin yıllar önce uyuzun tedavisinin bulunduğunu hatırladığında burun kıvırdı. Baştan aşağı sürülen kükürtle bu iş ta Hipokrat zamanında halledilmişti. İyileşmeyen vakalar olursa da, ailenin iyileşen fertleri, tedaviye cevap vermeyenleri ki bu kaşınmalarından belli oluyordu, iyi bir meydan dayağından geçiriyor, beklemediği bir anda ani bir sarsıntıya maruz kalan uyuz akarı hemen oracıkta can veriyordu. Uyuz akarının açtığı tünelde biriktirdiği mikroskobik boklar ise, keskin uçlu sürmene bıçağıyla kazınarak bir kutuda biriktiriliyor, vazelinle üzeri allanıp pullanıp, afrodizyak merhem olarak piyasaya sürülüyordu. Be metodun ekonomikliği yanında, ticari potansiyeli olması da su götürmez bir gerçekti. Üstüne üstlük uyuz hastalarında tedaviden çok teşhiste problem vardı. Son üç ayda, dermatoloji kliniğinde dört uyuz vakasına yanlış teşhis konmuş, basit kaşıntı denilerek fototerapi tedavisine alınmıştı. Fototerapi hemşiresinin doktor bey, odamız haşlanmış hamam böceği gibi kokuyor dediğinde, hayatlarının bir döneminde Tayland mutfağının hoş kokusuyla haşir neşir olmuş doktorlar, hatalarını hemencecik anlamışlardı. Hayvan severlerin tepkilerine neden olan bu yanlış uygulama beklenilenin aksine uyuz tedavisinde yeni bir ufuk açmıştı. Akarları ısıyla öldürmek birçok klinikte uygulanır hale gelmişti.
Üçüncü projeyi gördüğünde Doktor P’nin dudağı uçuklamıştı. Çünkü bu ödenekle nerdeyse bir hastane inşa edilirdi. Yüzme bilmeyen diyabetik çocuklar için özel havuzlar tasarlanmıştı. Bilimsel olarak geliştirilen havuz suyu, çocuğun kanındaki şeker oranına göre, kaldırma kuvveti uyguluyordu. Gerçekten müthiş bir buluştu ama çocuklara yüzmeyi öğretmek varken neden böyle bir havuza ihtiyaç duyulmuştu. Hem bu yöntem diyabetik çocukları tembelliğe itmiyor muydu?
Bıkmadan usanmadan projeleri incelemeye devam etti Doktor P. Meme kanserinin önlemek için erkeklerden alınan testis dokusunun kadınların deri altlarına yerleştirilmesi ilkin ilgisini çekti. Ama daha en baştan bu projenin etik olmadığına karar verdi. Testis dokusundan salınan erkeklik hormonu, evet kadınları meme kanseri olmaktan koruyacaktı, ama ya sonrası. Erkekleşen kadınlar hem cinslerine hem de kocalarına diklenecekler, kafa tutacaklardı. Tıbbi bir problem çözülmeye çalışılırken hiç tahmin etmedikleri sosyal bir arazla karşılaşacaklardı.
Biraz da sosyal projelere göz gezdirdi Doktor P. Anaokulu çağında oyuncakla haşir neşir olan çocukların, ilkokulda ki başarılarını tespite çalışan bir makaleyi okumaya koyuldu. Daha en baştan şu soruyu sordu. Ülkemizdeki çocukların kaçta kaçı oyuncak elde edebiliyorlardı ki. Hem çalışmada metodolojik bir hata vardı. Çünkü sadece oyuncağı olan çocuklar dâhil edilmişti çalışmaya. Hâlbuki oyuncak yüzü görmemiş çocuklar da çalışmaya katılıp birbiriyle kıyaslanmalıydı. Oyuncağın türü de önemliydi. Araba, silah, bebek… Yapıldığı madde de es geçilemezdi. Mesela tahtadan yapılanlarla, metal olanların başarıya etkisi farklı olabilirdi. Bunların hiç birisine değinilmemişti çalışmada. Ama hiç birisine.
Bütün bu projeleri inceledikten sonra kendi projesini hazırlamaya koyuldu Doktor P. Usulde hata yapmamak öncelikli hedefiydi. Çünkü projelerin çoğunluğunun bu sebeple elendiğini duymuştu. Kırtasiye işlerini eksiksiz yapmalıydı. Usulden tam tamına emin olduktan sonra projenin bilimsel ayağını temellendirmeye koyuldu. Kısırlaştırılan köpeklerin ısırıp ısırmadığına dair ilmi şüphelerini dillendirdi. Ona göre öfke erkeklik ya da kadınlıkla bire bir ilintiliydi. Aseksüel köpek modelleri oluşturulup bu teori şekillendirilmeliydi. Havlayan köpek ısırmaz atasözünden yola çıkarak, köpeklerin sürekli havlamasını sağlayacak bir alet icat edilebilir mi diye not düştü projeye. Ebetteki havlamadaki ses düzeyi insanların duyma eşiğinin altında olacaktı. Bu teori ilkinden daha çok umutlandırdı Doktor P’yi. Laser epilasyon yöntemiyle kılları yok edilen köpeklerde şiddet eğiliminin azalıp azalmadığı da araştırılmalıydı. Bu müthiş fikirle hemhalken iti ite kırdırmak lafzı aklına geldi. Bu projenin sosyal yönünü oluşturuyordu. Şiddete eğilimi olan hayvanlara it, bu hasleti olmayanlara köpek denilebilir diye düşündü. Hayvanlar böyle kategorize edilecek ve üzerlerine büyük harfle it ya da köpek yazılacaktı. Doktor P bir bir sıraladı proje kapsamına giren birbirinden değerli fikirlerini. Öyle ki bunları yazmaya nerdeyse kâğıt yetiştiremeyecekti.
Projeyi salı günü tamamlayıp üniversitenin bilimsel kuruluna sundu. Hemen ertesi günü yani Çarşamba günü ret cevabı yazılı olarak iletildi kendisine. İş sadece bununla kalsa iyiydi. Bilimle dalga geçmekten dolayı hakkında soruşturma açılmıştı. Sokmayan arı ne zaman sokacak projesi bilime katkıda bulunuyor, ısırmayan köpek bilimle dalga geçiyordu öyle mi? Peki ya uyuz projesi. Dermatologların atladıkları uyuz vakaları aralarında birleşmişler, “uyuzdan korkma doktordan kork” derneği kurmuşlardı. Açlık sınırında bocalayan anaokulu öğrencilerinin oyuncaklarla başarıları artırılacaktı. Pehpehpeh. Diyabetik çocuklar, kendileri için icat edilmiş havuzlarda batmayıp su üzerinde muntazaman kalmak için, ağızlarında horozlu şeker suya giriyorlardı. Yani anlayacağınız ne idüğü belirsiz bir sürü çalışma bilimsel indekslerde boy gösteriyordu. Hâlbuki ısırmayan köpek sayesinde insanlar sokakta, parkta, caddede, kırsalda rahat dolaşabileceklerdi. Bir gezi kitabında okuduğuna göre kırsaldaki en tehlikeli hayvan zannedildiği gibi kurt, ayı değil, köpeklerdi. Yazık olmuştu projeye derken Sartre’ın bilim yanılabilir, yol gösterici akıldır mealindeki o muhteşem cümlesini hatırladı. Ama bu bile kalbini teskin etmeye yetmedi. Ortaçağ kiliselerinin Galenos’a, Bruno’ya reva gördükleri muameleleri hatırladı. Kendisinin maruz kaldığı bu tavrın ne farkı vardı. Üniversitelerimiz ortaçağ kilisesi zihniyetinden henüz daha kurtulamamış sonucunu çıkardı. Peki ya bir köpeğin katili olan kendisi! Engizisyon düşüncesini bertaraf edebilmiş miydi zihninde? Cevabı bilmiyordu. Üniversiteyi eleştirmekten vazgeçti, sustu. Galenos dünya yuvarlaktır derken, acaba içinde hayat süren, biz zavallı insanları mı kastetmişti. Öyle olmalıydı. Parmaklarıyla yuvarlak manasına gelen bir o yaptı ve ona üç boyutlu bir resme bakar gibi baktı. O’nun içinde kaybolup gitti.
Aslına bakarsınız ret cevaplarına alışkındı. Bir makalesi onuncu dergide kabul edilmiş ve basıldıktan sonra impact faktörü en yüksek iki dergiden atıf da almıştı. Daha üst kurullara göndermeyi, projeyi üniversite kuruluna sunarken planlamıştı. Ama nedense bu sefer isteksizdi. Şimdiye dek tecrübe etmediği cinsten bir yılgınlık çökmüştü üzerine. Birden bilimden soğudu. Ansızın peydahlanan bu his, cinsel soğukluğun çok daha ötesinde bir histi. Hatta ve hatta bel soğukluğuyla bile kıyaslanamazdı.
Ne olduysa işte o Perşembe günü oldu. Her zamanki gibi acil bir hastaya müdahale için arabasıyla otoparka hızlı bir giriş yaptı. Ön tekerinin yumuşak bir şeyin üzerinden geçtiğini hissetti. Peşi sıra arka tekerinin. Arabayı park ettikten sonra bu garip hissi yaşadığı alana yöneldi. Siyah kıllı köpek beton zemin üzerinde boylu boyuna uzanmış yatıyordu. Ne üzüldü ne de sevindi. Bu hissi yaşayacak zamanı yoktu demek en doğru ifade. Hastane giriş kapısından hızlıca girip müdahale odasına gitti. Kurşun levhalı elbiseleri giydi. Hastaya gerekli müdahaleyi yaptı. İşlem bittikten sonra gündelik elbiselerini giyip otoparka koşturdu. Ölen köpeğin başında Doktor K ve Doktor O’yu gördü. Aralarında köpeğe yapılacak olan cenaze merasimini tartışıyorlardı. Nereye gömeceğiz diyordu Doktor K. Doktor O ise köpeğin hastane otoparkında dolaşmasından mütevellit görev mağduru olduğunu ifade ediyor, anıt mezarın yahut en azından bir heykelin elzem olduğunu dillendiriyordu. Onları ve konuşmalarını hiç mi hiç umursamadı Doktor P. Gözleri yedi küçük yavruya odaklandı. Ölmüş annelerinin memesinden süt emmeye çalışmaları içini burktu. Demek hayvan doğum yapmıştı. Belki de o saldırgan hali hamilelikte değişen hormonlar sebebiyleydi. Nasıl olup da düşünememişti bunu. Hayıflandı. Eliyle saçını arkaya yatırdı. Etraftan duyulacak şekilde burnunu çekti.
Bütün bu vicdan muhasebelerinden galip çıkarak kendisinin bir suçu olmadığı kanaatine varan Doktor P, yavruların bakımlarını ben üsleneceğim dedi. Ses tonunda o cürmü kendisi değil de başkaları işlemiş gibi bir hava seziliyordu. Ha bir de cenaze masraflarını dediğinde dananın kuyruğu koptu. Hayır diyerek konuşmasına müsaade etmeyen Doktor K idi. Sen bir hayvan savarsın diye avazı çıktığınca bağıran ise Doktor O.
Ahmet Cemal Çobandede
Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.
ahmet cemal cobandede 27.03.2017
Aya ya tsk/ben de hem sizi hem de siteyi özledim/ sol bir siteye aidiyet hissi münevver hasretinden olsa gerek/ ninem derdi hep okumus adamdan zarar gelmez diye/ hele cok okumuşsa varin siz tahmin edin/bütün yoldaş ve kardaşlara tekrardan selam
arif yavuz aksoy 26.03.2017
Anaaa, en çok özlediğim kişi gelmiş! Hoşgelmiş! Vallaha son 1 haftadır o kadar çok andım ki... Evren'e meşaj gönderdim ACÇ diye. a.y.a. sevinsss ve hatta şampanya patlatsss
mehmet harma 28.07.2016
Bu hengamede boşa gitmesin, bir çift kelam edelim, şu, öğretmenden torpilli sahte kimlikli ACÇ'ye; siyah kıllı deyil, siyah tüylü; sosyal bir araz diil, sosyal bir arıza; aval aval dolaşırken deil avare dolaşırken veya aval aval bakınırken ve daha bir çoğu... Önceki öyküsü Nihat Genç'ten tatlar taşırken, bu sefer İhsan Oktay Anar'dan feci izler taşıyor mahcup yazarımızın bu eseri.
arif yavuz aksoy 24.07.2016
Ayrıca, sayın M.A.Y., hazır yeni yayın dönemine geçilmişken "öykü"lerinizi gönderin. Biz de hem okur, hem de yorumlarız. Devil wears Prada. Yok yok. Gucci! a.y.a. marka sevgisiyle dolsss (çay markası)
arif yavuz aksoy 24.07.2016
Galileo ile Galen'i karıştırmak majör yanlış değil mi? Pardon öyleyse. a.y.a. pardonsss
Candeğer Unat 24.07.2016
Bu öyküdür en nihayetinde. Teorik metinmiş gibi yazarın yorumlama hakkına bu kadar saldırmamak lazım. Ters gelen ifadelerin hiçbiri de majör yanlış değil, pekala yazarın seçim hakkı gibi değerlendirilebilir.
Miyase Aytaç Yılmaz 22.07.2016
Merhaba; Bir öykümü ( solculuktan değil hikaye demek zor geldiğinden) okumanızı çok isterdim cüccük burcuva tohumu a.y.a. Çünkü okumanın böylesi yazana ne ettirmez ki; hırs, hayal kırıklığı, güç toplama, yeniden yazma, yaza yaza çoğalma, gelişme vb. Ayrıntılarda şeytan mı saklı ne yoksa azapta mı gerekti ne?(Bu son cümle kesinlikle Çobandede için değil, kendim için a.y.a'a gönderme). Öykü için kısaca; kıskanmadım. Saygılarımla.
arif yavuz aksoy 22.07.2016
+ peki? E olmamış! 4. Köpek gebeliği 9 hafta sürer. Bi batında 7 yavru doğuracak sokak köpeğinde 9 hafta bile olmaz. 8 hafta sayın siz onu. Olaylar 8-9 ayda anca olabilecek gibi anlatılıyo. Cıksss işte. Bu da factual hata!!! 5. Kardiolog adam (anjiocu olduğuna göre kardiologdur; girişimsel radyolojici olcak hali yok ya) ısırmayan köpek projesi ile kurula gelirse tabii ki red yer! Kurguda bile uçuşma limitlidir. 6. Evrimi maymundan insan türetme aşamasında algılayan adam anjio yapmamalıdır (bu arada, anjionun temelinde kısmen Galenik bilgi var). Hatta öyle adama kardioloji ihtisasını geçtim, tıp fakültesinden diploma veren hocaların ağızlarına salıncak kurup... Anladınız siz onu! Neyse işte. Gucci'den iyi anlayan iyrenc cüccük burcuva tohumu a.y.a. vallahi de bu hikayeyi sevsss ve fekat faktüel hatalara karşı durmayı bir borç bilsss. ACÇ'ye de hürmetsss milsss
arif yavuz aksoy 22.07.2016
++ demesin kimse. Bizde asortik erkek cildiyeci yoktur. Plastik cerrahi janjanları da havayı Gucci'yle yapmaya kalkışmayacak kadar janti ve akıllıdır. Ha peki ben bunları niye sıraladım? Çünkü tozlu ve ite, köpee açık otopark ve otoparktan direkt acile ve ordan da cumburlop anjio odasına açılan hastane planı anca yeni açılmış taşra üniversitesinde olur. Orlarda da böyle adamlar olmaz. Factual hata da buna denir! 2. Galen Orta Çağ'dan çok önce ölmüş, Bruno da Orta Çağ'dan az sonra adiosmuçaços demiştir. Ayrıca kastetmek istediğiniz kişi hekimlerin imparatoru ve imparatorların hekimi Galen değil, Pisa kulesinden ağırlık atan Galileo olsa gerektir. Hem anakronizm, hem yanlış karakterle çağrışım çift kusur eder. Şeddeli olmasın piliğz. 3. İt ile köpeğin farkını ikimiz de iyi biliyoruz. Buna eminim. Kendiniz de bu farkı iyi bilirken bu yanlışı, hele de kurguya katkısı yok ise (ki yok), sırf artistique kaygı ile niye yaptınız? Dürüst olalım. O anki coşkuya kapıldınız di mi siz de? Olmuş mu +
arif yavuz aksoy 21.07.2016
++ o parayı verip Gucci göynek alacak adamlar 5 grupta toplanabilir: 1 nesil öncesinin ultra görgüsüz maynaneci kadındoomcuları (ki kara boyunları hiç uymaz yiğit anadolu tosunlarının italyan kutürüne); "spinal cerrahiyi en iyi biz yapıyoruz" diyen eksperimentalist genç ortopedist wannabe seks abideleri; GATA'da general de olmuş ve özel uçak satın alabilmiş by-pass makinaları; babası ve babasının babası da hacıhoca tayfasından olup kendisine asistanlık sonrası cet hızıyla akademik ödenekli amariha gezisi ayarlanmış, döner dönmez de doçent yapılmış çocuk cerrahları; uzun saç ve papyon (resmen atın bi uzvuna konmuş papillon'u andırır) kombinli kardiologlar... Saydım. 5 etti. Yüksek ganyan veren bi azınlığı unuttum sanırım. Karıları ya da nişanlıları hocagızı (tercihan eskinin baba maynanecilerinden) olan herhangi bi grup da giyebilir. Ama zaten bu grubun göynek parası onların cepten çıkmıyo. Gol sayılmaz yani. Neyse... Yani? Plastik cerrahinin sosyete janjanı ya da asortik cildiyeci ++
arif yavuz aksoy 21.07.2016
++ değinmiiceem. Mütevelliti ille de kullanmak ve ille de yanlış kullanmak takıntınıza da ilişmiyorum. Ama factual hata yapamazsınız. Bigün olur da bunlar basılacak olursa bu hataları bi zahmet düzeltiverin. a.y.a. düzeltti demeyin. Kopirayt istemez. Kıs kıs kısss. 1. Solcu mahallesinde yazıyosunuz diye "bunlar anlamaz naslolsa" demiş olabilirsiniz ya da sizin tahayyülünüzde de (nası? ACÇ kelimesi oldu mu?) o marka öyle bi yer tutuyo olabilir. Ama gerçek öyle değil. Gucci hiç de erkek gömlekleri ile meşhur bi marka değildir. Hatta resmi sitesine girin isterseniz. 1-2 numunesi hariç (ki genelde gömlek spektrumu harbi dardır) çoğu gömleği normal bi beyazyakalı için fazla "fantazi" kaçar. Dizayn bi Gucci'yi Türkiye'de bi doktor giyse adama en hafif tabirle HÖTÖRÖF derler. Varın ib ile başlayan diğer kelimeyi siz tasavvur edin. Ha velev ki az "adaplı" 1-2 modelden bahsediyoruz... Onların da bi tanesi Milano'da Ağustos Feria'sında ölüm indirimi sonrasında 300 yuro falan tutar. Türkiye'de ++
arif yavuz aksoy 21.07.2016
Sayın Çobandede, beni sınıyosunuz, di mi? Ben baştan söyliym. Yapmayın. Okumadığım hiçbişeyi beğenmem ve asla paylaşmam. Sizin hikayeleri (solcular öykü diyo) hep paylaşıyorum. Çünkü beğeniyorum (biri hariç; dürüst oliym, berbattı - özel görüşürsek söylerim bigün). Çünkü okuyorum. Okuyunca da eğlenmeme rağmen hatalar gözüme batıyo. Acımasızca eleştiriyorum. Bazan alınıyosunuz. Alınmayın. Bugün sizi şımartıcam ilk önce. Obsesif bi okurunuz olduğumu söylememe gerek yok sanırım (sitedeki yazarların en azından yarısını da aynı obsesyonla takip ediyorum). Müslüman abilerimizdenmişsiniz. Bu söylediğime hassasiyet falan yapmayın ama, tescilli çıfıt Joseph Heller'inkilere nedense çok benzetiyorum sizin karakterlerin çoğunu. Bu a.y.a. dilinde "oh, schön, wunderbar" anlamına geliyo. Çeviriye gerek yoktur. Şimdi gelelim eleştiri kısmına. Beni sınıyosunuz sanıyo olmam bu yazacaklarımdandır. Daha öncekilere göre yazım hataları ve ifade bozuklukları ciddi ölçüde azalmış. Ama hala var! Yok. Onlara ++