BEN

BEN

Yatağından çıktı Özlem. Sonra karanlık deliğinden. Tahta kapı gıcırdadı. İpini çiviye takıp Ağaç’a baktı. Günaydın mı? Ağaç’ın, içi nemli gövdesinden karınca kulağı ölçüsünce seste, gövde dilinde anlam çıktı. Özlem anladı. Gün aydınmış. Gülümsediler; insanca, ağaçça. Merdiven çıkacak, sokağa çıkacak, insan içine çıkacak; Özlem çıkamayacak istediği yere. Çünkü daha zaman var. Belki de yok. Beklesin; bekleyerek yaşasın gitsin. Yer. Ona rastlayabilir, kavuşabilir, yanını yöresini sıyırıp geçebilir; şans, kader, irade, istek, şartlar, insanlar. Yer; varılası, varmayı çok istediği. Ağaç’ın yanında, merdivenin yakınında, kapının az ötesinde o an için ne gerekiyorsa onu yaptı Özlem; şimdiki zamanda yaşamak. Remziye’nin yeşil mercimeklerine kızarak çıktı. Merdivenden sokağa.

 

Senin baban niye yok Özlem? Annen de deli galiba. Biraz sen de. Ağabeyine yazık vallahi. Efendi çocuk; akıllı, uslu, sessiz. Bak onun da babası yok ama senin gibi kafa tutmuyor söylenenlere, söyleyenlere. Özlem hanım ol. Olmaz. Özlem sus. Susmaz. Özlem isteme. İster. Özlem sevme. Sever. Özlem olmak ayıp. Olma. Olur. Fazlasıyla; baban yok denildiği halde hem de; annen dul, ağabeyinin boynu bükük, ama en çok da yoksul olduğun halde hem de… Sokak her şeyiydi; her yeri. Burada bir başkaydı davranışları. On üç yaşında biri gibi değil de; örneğin kibirli, öfkeli, yer yer neşeli, genellikle dertli, aklı karışık, dünya on üç gözünde karmakarışık; sanki yüz yıldır yaşayan biri gibiydi. O kadar ağırdı işte ömrü. Buruş buruş, içi istek dolu dışı ölü, aklı durgun su. O su ki yansıtan, eğilip bakıldığında; ah bir bakılsa bir bakılsa; o yansımadaki gizi gösteren. O sıralarda aslında çoğunlukla, sokaktaki hiç kimsenin giz görmeye ne zamanı ne de merakı vardı. Hele ki Deli Remziye’nin deli kızına; kimin umrunda. Öyleyse yalnızlık! O da ne demek, Ağaç var ya; bir de sokak. İğdeci geliyor işte. Top oynayanlar, ip atlayanlar, ağızda sakız laf patlatanlar, eşiklerde sinsiliğe yatanlar, gölgeye teslim olup aklını uykuya satanlar; kalabalık, her biri kendi derdine yananların topluluğu kalabalık, git başından; gidin. Özlem’in İğdeci’ye ait sözleri var vereceği, sonra ondan başka anlamda geri alacağı. İğdeci umudun goncası mıdır acaba? Umut var tabii; su yüzünde kendini görmek. Kız çilli, doğuştan işveli, git geri, alma leblebi, ye iğdeyi, ye iğdeyi, ye, ye. Hem topal ayağını hem de dilini boş yere yorma da dinle İğdeci. Haydi Özlem: Amca ben nasılım? Seni bitli seni. Söz aldı ama memnun kalmadı Özlem. İyi düşün İğdeci. Düşünmeye ne gerek; suya eğilmeye, Özlem’in yüzünü görmeye. On üçünde bir kız çocuğusun dinle bakayım amcayı; iğde yerine leblebi vereyim mi? Ne, ne dedin sen? Hayat nesi? İğdeci’ninki hayat gailesi…

 

Senin annen niye var Özlem? Aş evinden yemek getirsin diye. Ağabeyinle senin, yol altındaki o tuvaletsiz, mutfaksız tek göz odalı karanlığınızda; ev mi acaba; başınızda bir büyük diye. Ağaç’ın dibine mercimek yemeği döksün diye. Beslesin, beslesin, beslesin işte. Sevmesin de delirsin işte. Deli Remziye’nin karnındaydın sen, inkâr etme Özlem. Saçlarını kırpık kırpık kesse bile; öyle. Dere tepe aş, diyar diyar dolaş, kaç, git, göç; parçala göğsünü, aklını örsele nafile, değişmez o; gerçek. Çok çok yeni bir Özlem bulursun o kadar. Deli Remziye adında bir gerçek; değişsen bile; durmadan alay eder seninle, kıs kıs güler sana; seni ben doğurdum. Bunaldın yine. Karanlık, tahta kapı, merdiven, Ağaç. Sokak. Ama sokağa kavuşmadan önce yine Ağaç, yine Ağaç tabii. Sıcak mı? Mercimek yemeğinin kokmuş suyunu kusmuş köklerden havadaki sıcaklık ölçüsünce ses çıktı. Bu sefer anlam ağaçça, insanca değil başka bir şeyce idi; kimsenin anlayamadığı bir dil. Özlemce. Ağaç’ın da pek sevdiği, gocunmadan gücenmeden öğrendiği. Sıcakmış. Yeşil mercimekle de hiç çekilmezmiş; hava, hayat. Sordu; sevmiyor musun bu yemeği? Bilmiyorum. O kadar bıktım ki yeşilinden yemeğinden, sevip sevmediğimi bilmiyorum. Ağaç, Özlem; kökü kusan, midesi bulanan. Deli Remziye’yi inkâra kalkıştığından, bu sefer onun değil, aş evinin yeşil mercimeklerine kızarak çıktı. Merdivenden sokağa.

           

Sarmaşığın altında dura dura büyür mü insan; oynasana, hoplayıp zıplasana. Sokağın çağrısına her zaman vardı sesi soluğu ama onu hop hop hoplatmak, zıp zıp zıplatmak isteyen şu edepsiz, şu analarından kara tembihli sinsilerin art niyetli sesine sağırdı, sarmaşığın altından çıkmadı. Onu Özlem yerine koymayıp kırpık saçlarına hürmeten deli saydıklarından beri zaten oradaydı; sarmaşık altı. Keşke Ağaç tahta kapının karşısında değil sokakta olsaydı. Daha güçlü hissederdi belki. Güçlü; neydi, ne demekti. Boş verdi çünkü Nayloncu geldi işte. Evlere naylon gerek; naylondan sepet, naylondan sebep. Değiş-tokuşa her daim hazır Nayloncu; al külla ver külla. Özlem’in de al-ver zamanı; sokakta, arayışta. Dinlesene Nayloncu, al sözleri ver değerini; Amca ben bitli miyim? Haydi oradan seni zilli seni. Su; eğil, gör. Görsene beni amca. Nayloncu’nun suya eğilecek yerleri hep ama hep geçim derdi. Bacım mandal getirdim, vereyim mi? Nayloncu’nunki hayat…

           

Çocuğun saçlarını niye öyle kestin Remziye; deli. Hangi çocuk? Ağaç’ın olan mı yoksa kara deliğinde düşlere dalan ama bir türlü kendini bulamayan mı? Kaybeden; on üçü. Ne yaşadı ki neyi bulsun? Bulsun. Bulurum ama önce cevap ver anne. Saçlarımı… Aklın ermezken ne güzel döverdim seni. Sadece ağlardın. On üçüne az kala tokadıma elin kalkınca anladım her şeyi. Akıl. Aklın büyümesin diye yaptım; kırpık kırpık. Bir de dediler ki deliler anlamazmış; güzel, çirkin, iyi, kötü. Ne yaparsan yap, sana kalmış; deliye, çocuğa, yaşlıya. Sen yaşlanınca da bana mı kalmış; ne yaparsam yapayım saçlarını. Yol yol yolacağım anne. Sonra inkâr edeceğim. O deliğe girmeyeceğim. Ağaç’ım. Korkma. Söküp gideceğiz. Şimdi bekle. Bir gideyim, bir sorup geleyim. Bohçacı geliyor hanım; çarşafları vardı, renk renk kumaşları. Amca ben… Hoşt amcana. Koca memelerime, oturduğum geniş mindere bak; kara saçlarımı örttüğüm tülbende. Peki öyleyse Teyze, cevap versene ben zilli miyim? Öte git bohçamdan seni çirkin seni. Kızma teyze. Kızdığınla değil, gördüğünle söyle. Çeyizine çarşaf sereyim mi; gelin yatağına, mezarına. Bohçacı’nınki…

           

Sarmaşığın altından çıkıp merdiven indi. Ağaç Özlemce sessizdi. Deliğinden daha karanlıktı dünya. İçeri girdi. Ağabey bana ses ver, ne olur ses, ses, ses. Ben çirkin miyim? Sus, uyu. Sus muyum, uyu muyum söyle? Başladı yine. Başladı mıyım yine miyim söyle? Sen…Sen miyim söyle? Bak. Bak mıyım? Anne anne şuna… Anne miyim anne miyim şuna mıyım? Yeter. Delisin. Yüzü suya düştü Özlem’in. Eğilip baktı. Başkalarının göremediğine uzun uzun…

 

Mercimek yemeğini Ağaç’a dökme. Sahi Ağaç, hava bugün de… Çıktı Özlem. Sarmaşığın yerini değiştirmişler. Özlem’in sokağına ne etmişler? Değişen bir şey yok Özlem. Kökü çürüyor Ağaç’ın; kökün. Ondandır görüşündeki yanılgı; dönüyor dünya, kayıyor yer. Hasta mısın? Çöp varilinin dibine çök; çöktü Özlem. Yüz yıllık ömrüyle yığıldı kaldı. Sopayla dürttüler. Bırakmaz bu sinsi aymazlar, uyusun çocuk. Uyusun da on üçüne yaraşır düşlerde büyüsün. Gözlerini ışığa açtı Özlem; sokağının göğüne. Ey gök söyle; ben deli miyim?

Miyase Aytaç Yılmaz




Bu habere henüz yorum yapılmamıştır, ilk yapan siz olun!...