BAŞKA ZAMAN

BAŞKA ZAMAN

Karanlıkmış. Gözün ayartamadığı kör bir karanlık. O kadar ki, geceyi gece bilen cümle âlem şüpheye düşmüş acaba ben mi kör oldum diye. Neyse ki Refiye Hanım doğmuş da şüphe şükürle teslim olmuş olan bitene. Çünkü yumruk kadar kafa, iki bacak arasından eti yırtarak çıkarken bunu işaret sayan karanlık da yırtılıvermiş. Üstünde epey durduğu, uğraşıp kurduğu cümleyle de şöyleymiş: Annem beni, karanlık ışığı doğurdu; hem de aynı anda. Ne ışığı? Kedinin yüzüne su atsan bu kadar irkilmezdi hani. Gri perçemini geriye attı. İki kadın birbirine bakarken Refiye Hanım da kıstığı gözleri arasından müşteri dosyalarının olduğu dolabın kapağına daldı. Aradığını bulur bulmaz kaldığı yerden devam etti. Işık şimşekmiş. Yağmur da neymiş, sadece yağarmış. O geceki ise kıyametmiş; adeta denizle gök yer değiştirmiş. Göğün karanlığı yere inince, şimşeğin de şöyle delice çakması şart olmuş deniz çukurunu görsün de yeniden yerine dolsun diye. İşte tam o delirme anına denk gelmiş ciğerin yanması; başlamış ağlamaya bebek Refiye. Ebe ile anne göz göze gelmiş, dilleri Işık deyivermiş. Adı Işık olsun. Ad ünlenince kıyamet de bitmiş. Ne de olsa her şey yerinde güzelmiş. Yer ile gök dingin; içeri bir hışım dalan babaysa biraz üzgün. Oğlan olmayan bebeğin tesellisini annesinin adında bulmuş. Yavrusunun yüzünü koklayıp, vay güzel anam Refiye diyerek ağlamış. Işık mışık anlamam ben, annemin hatırası yaşayacak, adı Refiye olacak. Aslında 'Işık’ım ben. Telefon çalınca, üçü birden zıpladı. Sizin müdür arıyor. Dudak kenarlarını aşağı çeken alayı gizlemeye uğraşan kadınları muhasebe bölümüne uğurlarken masasına çay bırakan Arif’ten kahve istedi. Al götür bu bulaşık suyunu. Arif çayı aldı; sidiğimi iç diyen gölgesini bırakıp gitti. Öğle arası bitti.

Bir villa; ev kılığında. Aslında şirket; kârı, zararı, günahı boynuna çalışanıyla. Bir bahçe; yüksek duvarlı. Bir de gri demir kapı; ağırlığınca, zorla açılıp kapanmakta. Sonra mevsimler; dalda, yaprakta, ıhlamurda, toprakta, havada. Elbette insanda; içinde, dışında, ama hepsinde başka başka. Örneğin bahar. Doğurgan. Ihlamurdaki hali mis gibi. İnsanın içindeyse biraz umut sanki; biraz da heves. Kiminde arzu, tutku. Bahar yüzünden deliren yok mu? Sayesinde mi acaba…Ya kış? Şairin kışı dalda derin bir hüzün; yapraksız, yalnız. Villada tuhaf bir yalnızlık; hırçın, kibirli, kızgın. Refiye Hanım. Şu dosyaları… Duymuyor musun? Refiye Hanım fincanın içinden çıkan başını nereye koyacağını bilemedi; suçüstü halleri. Masanın altına, oradan bilgisayar ekranına, dolaplara, nihayet kalın boynuna! Oraya, tam oraya ama bu sefer de içindekiler gitmedi. Falını falladıkları. Genel müdür kolay kolay çıkmazdı odasından. Çıkmış; yetmez gibi tepesinde dikilmiş, seyretmiş. Refiye Hanım’ı. Çilli elinde evirip çevirdiği fincanla ettiği ahbaplığı! Kemik gözlüğün giremediği yere burnuyla girip üç vakte kadar olacakları bulmaya uğraşıyordu. Başına gelecek güzel şeyleri duymak için bulduklarını fincanın dibine fısıldıyordu. İstiyordu Refiye Hanım; hakkı olduğuna inandığı her şeyi. Fincan sesinde çaresizce. Hırsına gücü yettiğince. Keşke… Duymuyor musun? Kalan zaman sesleniyordu; biten zaten dilsiz. Üç vakte kadar; ne kadar? Kalan yetmezse. Ömür. İrade. Refiye. Böyle nereye? Derken yüzüne ter bastı. Dosyaları diyordu adam, sonra azarlıyordu, odasına giriyordu, zaman geçiyordu, du mu acaba, uyduruluyor muydu? Arif’i aradı. Fincan için. İçini iyice yıka. Yıka diyordu kadın, sonra azarlıyordu, başı ağrıyordu, zamana kızıyordu, du, olduramıyordu.


Sahi dosyalar; işler güçler, böyle geçer. Geçtiği sanılan, geçsin istenen her ne ise. Çay da üstüne iyi giderdi hani. Demeye kalmadan nasıl da gelmiş saati; çay servisi. Muhasebe müdürünün doğum günü nedeniyle, bir dilim pastayla hem de. Başka zaman olsa çatalla kese kese hım hım pasta, çayla fırt fırt ne güzel giderdi mideye; tatminin böylesine… Oysa! Çay ılıdı. Pasta masanın kenarında bir dilim dargındı. Klavyedeki tıkırtılar kırgın. Kemik gözlüğe değen dünya yorgun. Yoruldun Refiye yoruldun; ondandır alınganlığın. Bir kahve getir Arif; sert olsun. Ahizeyi koyar koymaz, telefon çaldı. Yorgun dargın kadın sıçradı. Tabii efendim tabii, tabii, tabii. Hemen. Çekil oğlum çekil yolumdan; tamam masaya koy, geliyorum. Refiye Hanım toplantı odasına indi. Kapıda bir soluk; kafanın içinde birkaç saniyelik yenilenme. Gri perçem de geriye. Kapıyı incitmeden tıkladı; kapı gerisinde olan makamı. Gel Refiye gel. İşimiz büyük. Bak bakalım şu kataloglara, Işıl’ın beğeneceği bir şey var mı? Refiye Hanım’ın kalbi çatladı, içinden dipdiri bir Refiye çıktı. Sadece Refiye. Büyük masaya yaklaştı. Ağzında kül tadı; dudakları kuru. İyi misin Refiye? Ne dediğini bilmeden; ağız kendiliğinden; konuştu. Gutum yine azdı. Parmağım zonkluyor. Ne oluyor? Siyo anlamadığı şeyleri hiçbir zaman umursamadığı için hemen büyük işe döndü. Şu nasıl? Refiye Hanım eğildi, sayfaları çevirdi, değişti.

O sırada ıhlamur dallarında kuşlar vardı; ötüşen. Toprakta renkler bir de! Çavuş kulübesinde uyuyordu; kuş sesinde ninniyle. Gri demir kapı duvardaki tellere karınca kulağında çınlıyordu; rüzgârı anlatıyordu. Onun ettiklerini; getirdiklerini. Çünkü rüzgâr bereketti; kapının bildiği. Sonra bir ara ardına kadar gıcırdayarak açıldı. Bekçi Bekir merdivenleri yıkıyordu. Pislik sokağa akadursun, grinin demirine de iyice su tuttu. Pas kokusu, az önce sulanan çiçeğin ağacın toprağından ılık ılık yayılan eşsiz bir kokuya karışıp kayboldu. Yaşayan coşuyordu. Sonra iş bitti. Refiye Hanım çıktı odadan. Merdivenlerin dili yoktu ama ineni çıkanı anlardı. Kuş hafifliğindeydi ayaklar, neredeyse uçacaklar. Santralın önünden geçerken Derya seslendi. Refiye Hanım. Ne oldu? İyi misiniz? Yüzünüz… Gerdanlık seçtim; pırlanta. Evlilik yıldönümü de. Başını eğip gülümsedi Refiye Hanım. Yanakları bahçedeki çiçeğin rengindeydi. Çünkü o an ikisi de aynı mevsimdeydi.


Miyase Aytaç Yılmaz


 

İllüstrasyon: Harry Clarke


 


  • Miyase Aytaç Yılmaz

    Miyase Aytaç Yılmaz 29.04.2017

    Merhaba; "Öykücü" sözcüğü heyecanlandırdı beni. Desteğiniz, ilginiz için çok teşekkür ederim Sayın Ünsal. Saygılarımla.

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 28.04.2017

    Sayın Ataç, Ne kafayı yiyin nede tırnaklarınızı, biraz daha kalemin ucunu sivriltiğinizde işlem tamamdır. Başkasını bilmem ben sizde güçlü bir öykücü damarı olduğuna inanıyorum. Yazmaya devam.

  • Miyase Aytaç Yılmaz

    Miyase Aytaç Yılmaz 28.04.2017

    Merhaba sevgili AYA. Sabırsızlıkla bekliyorum örnekleri. Hele ki biri kitap eleştirisi diğeri dil deryası iki yazıdan sonra. Tırnaklarımı yemem de belki kafayı! O kadar yani. Sevgilerimle.

  • arif yavuz aksoy

    arif yavuz aksoy 28.04.2017

    Noktalı virgüller gözden geçirilmeli. Stilde bariz bi iyileşme var. Ama hala fine tuning gerekli. Yerim dar. Örneklendiririm sonra. a.y.a. overall'da doğru yolda bulsss

Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.