Öykü
Pilavcı

Bektaş, apartmanın kapısının arkasından kapanmasıyla, sol kolunda takılı olan saatine baktı, yelkovan 12’de, akrep 5’te duruyordu. Bektaş, haftanın altı günü hep aynı saatte evden çıkar, yürüyerek evlerinin iki arka sokağındaki eniştesinin ev yemekleri dükkânına giderdi. Dükkânın arka tarafında kilitli duran pilav arabasını alır, eniştesinin daha önce hazırladığı tavuklu pilavı arabasına yerleştirir, daha sonra her akşam durduğu sokağın başındaki yerine doğru yola çıkardı. Bektaş, haftanın altı günü çalışırdı, pazar günleri çalışmaz, o günü akşama kadar ailesine ayırır, akşam mahalleden arkadaşlarıyla, semt parkında mangal yapardı. Mangalın yanında durumları çok kötüyse bira, iyiyse kesinlikle rakı olurdu. Durumun iyi olması için gündüz yaptıkları ganyan kuponundan güzel bir şeylerin kalması gerekirdi. Böyle zamanlar fazla yaşanmazdı, ama olduğunda da keyiflerine diyecek olmazdı.
Bektaş, dükkânın bulunduğu sokağa adım atmadan önce, eniştesinin çırağı Berat'la karşılaştı. Berat, 16 yaşındaydı, liseyi geçen sene bırakmış ve o zamandan beri dükkaânda çalışmaya başlamıştı. Eniştesinin dükkânda olup olmadığını sordu Berat’a, olmadığı cevabını alınca onunla birlikte dükkâna yürümeye devam etti. Eniştesiyle dükkânda karşılaşmak istemiyordu. Son zamanlarda, Bektaş’ı dükkâna ortak etmek için, baskı uyguluyordu. Bektaş, iyice bunalmıştı. Ondan nefret ederdi, ablasının hatırına ona katlanıyordu. Ablasıyla sekiz yıllık evliliğinde ondan pilav arabasının dükkânın arka tarafında kilitli durmasından başka bir iyilik görmemişti. Tavuklu pilavı bile ondan almak istemiyordu, ama yine ablasına duyduğu sevgiden ötürü bunu yapıyordu. Zaten ablası dahil, ailesi için istemediği bir işi yapıyordu 15 yıldır. Bu nedenle eniştesine katlanması Bektaş için çok önemli değildi. Bektaş, lise ikinci sınıfa kadar okuyabilmiş, babası vefat edince okulu bırakmak zorunda kalmıştı. Babasının vasiyeti nedeniyle pilav arabasının başına geçmişti, Bektaş’ın ailesi üç kuşaktır pilavcıydı.
Bektaş, eniştesinin dükkânına girdi, aşçı Osman'la selamlaştı ve arabasını almak için kasanın yanından arka tarafa doğru geçti. Arabanın kilidini açtı, dükkânın dışına çıkarmak için ittirmeye başladı. Çırak Berat da ona yardımcı olmuştu. Dışarıya çıkarınca, çırak Berat, tavuklu pilav tenceresini almak için içeriye gitti. Bektaş, pilav arabasının camını açtı, tavuklu pilav tenceresini koyacakları yerde bulunan turşu, ketçap, karabiber, plastik tabak ve kaşıkları, üst tarafa peçetelerin yanına aldı. Bu sırada çırak Bektaş, tavuklu pilav tenceresini ellerine geçirdiği fırın eldiveniyle getirerek arabanın içine yerleştirdi. Tavuklu pilavın mis gibi kokusu etrafa yayılmaya başlamıştı. Öteki akşamlara göre daha fazla tavuklu pilav vardı; çünkü bugün cumartesiydi. Cumartesi geceleri, pilav arabasını koyduğu sokaktaki pavyonların, barların, müzikhollerin ve meyhanelerin en yoğun olduğu gündü. Haftanın yorgunluğunu atmak, hayatında farklılık yaratmak, kumardan kazandığı parayı bir gecede bitirmek isteyenler de dahil olmak üzere insanlar, cumartesi gecesi bu mekânlara daha fazla rağbet gösterirdi. Bektaş için bu rağbet, çoğunlukla mekân çıkışlarında olurdu. Özellikle barlardan çıkan insanların uğrak yeri Bektaş’ın pilav arabasıydı. Ayakta durmakta zorlananlar, çakırkeyifler, başka bir bara geçmeden önce ara öğün tavuklu pilavı tercih edenler, fedailer, sabaha yakın saatlerde de garsonlar, Bektaş’ın müdavimiydi.
Bektaş içinse cumartesi akşamının önemi başkaydı. Sokağın girişinde, pilav arabasının koyduğu yerin, tam karşısındaki Farfara Müzikhol’de her cumartesi çocukluk aşkı Gülay sahneye çıkıyordu. Mahalleden komşuları olan Kasap Orhan’ın kızı olan Gülay, babasının kumar borcu yüzünden Farfara Müzikhol’ün sahibi Erol tarafından bundan 10 yıl önce rehin alınmıştı. Kasap Orhan’ın kumar borcunun büyüklüğünü geçen zamana bakınca anlayabilirdiniz. Çocukluktan itibaren beraber büyüyen Bektaş ve Gülay için mutlu bir gelecek mümkün olmamıştı. Kurdukları hayaller, gerçekleştirmek istedikleri hedefler onlar için imkânsız hale gelmişti. Yıllar geçtikçe, Bektaş için Gülay, her cumartesi içilen yüksek alkol oranlı biralardan alınan her yudumla beraber, bir umutsuzluğa ve nefrete dönüşmüştü. Nefret, geceden sabaha dönen saatlerde kendisini daha fazla hissettiriyordu. Gülay, her cumartesi gecesi 11 gibi sahneye çıkıyor, sabah 4’e kadar sahnede kalıyor, Erol tarafından kapıdan bir taksiye bindirilerek eve gönderiliyordu. Diğer günler müzikholde sahneye çıkmıyordu, nerede yaşadığı konusunda ailesi dahil kimsenin haberi yoktu. Erol’un metresi olduğu biliniyordu sadece, gerisi tam bir muammaydı.
Eniştesi gelmeden pilav arabasını hazırlayan Bektaş, aşçı Osman ve çırak Berat'la selamlaşıp haftanın altı günü durduğu sokağa doğru arabasını ittirmeye başladı. Sokakların dar olmasından dolayı, bir araba geldiği zaman kenara çekiliyor, çekene kadar kornalara ve küfre maruz kalıyordu; ancak gece çalışmak, ona o kadar şey öğretmişti ki, artık böyle küçük şeylere takılmıyordu. Pilavcılığa başladığı ilk zamanlar olsa, kavgaya tutuşabilirdi belki. Şimdi evli ve iki çocuklu bir aile babası olarak daha dikkatli davranıyordu. Özellikle oğlu Serkan’ın eğitimi için büyük bir çaba harcıyordu. Lise son sınıfta olan Serkan, bu sene üniversite sınavlarına girecekti. Sınava hazırlanması için onu dershaneye yazdıran Bektaş, kendi gençliğini oğlunda görüyor, oğlunun okumasını istiyordu. Okulun tatil günlerinde kendisiyle birlikte işe gelmek isteyen Serkan’ı bu nedenle hep geri çeviriyordu.
Bu düşünceler içinde pilav arabasını koyduğu sokağın girişine geldi, arabanın ön tekerleklerine taş koyarak sabitledi. Arabanın üstüne iple bağladığı plastik tabureleri aşağıya indirdi ve arabanın yanındaki duvarın dibine hepsini teker teker yerleştirdi. Saatine baktı, yelkovan 12’yi, akrep 7’yi gösteriyordu. Gülay’ın gelmesine üç saat vardı. Müzikhol daha açılmamıştı. Saat 9 gibi açılıyordu. Kapıda Sabit ve Sacit isminde boyları 1.90 olan enine geniş iki adam duruyordu. Kavgaya giderken yanınıza çağırmanız gereken tiplerdi.
Müzikholün yanındaki kuruyemiş dükkânını İsmail Abi işletiyordu. İsmail Abi, babasının arkadaşıydı, 70 yaşındaydı, ama hiç göstermiyordu. Dükkânın önünde oğlu Ercan kabuklu fıstık satıyordu. Bektaş’ın pilav arabasından daha küçük bir arabaydı. Arabanın camına da tahta kalemiyle makara olsun diye “Kafadan çatlak bunlar” yazmıştı. Gelen geçenler, kabuklu fıstık almasa bile, arabanın camındaki yazıyı okuyup gülüyordu. Bu durum, Ercan için mutluluk kaynağıydı. İnsanların yazıyı okuyup gülmesi üzerine o da Bektaş’a dönüp gülümsüyordu. Geceden sabaha dönen saatler, böyle gülünecek şeyler olmasa zor geçerdi. Gece yarısına doğru artmaya başlayan müşteriler, fazla muhabbet etmiyor, ketçaplı tavuklu pilavlarını yiyip, ayranlarını içip gidiyordu. Bektaş ile müşteri arasındaki diyalog sadece sipariş verirken ve para alırken oluyordu. Bu nedenle Ercan, Bektaş için uzun gecelerdeki muhabbet arkadaşıydı.
Saat 9’a doğru müzikholün kapısı açıldı ve Sabit ile Sacit siyah takım elbiseler içinde dışarıya çıktı. Bektaş'la selamlaştılar, bu gecenin resmi olarak başladığını gösteriyordu. Aralarında nöbetleşerek Bektaş’ın yanına geldiler, tavuklu pilavlarını yediler. İkisi de ketçap kullanmıyordu ve ayran da içmiyordu. Sokak yavaş yavaş hareketlenmeye başlamıştı. Müşteriler de pilav arabasına gelmeye başlamıştı. Saat 10 olmasına rağmen, diğer cumartesilere göre daha fazla tavuklu pilav satmıştı. Bektaş keyiflendi, kuruyemiş dükkânının kapısında duran Ercan'la göz göze geldi. Ercan, işareti almıştı. Dükkânın içerisine girdi, İsmail Abi’ye bir şeyler söyledikten sonra dışarıya çıktı ve gözden kayboldu. O arada müşterilerden biri, Bektaş’tan ayran istedi, ayranı doldurup müşteriye verirken müzikholün kapısında bir taksi durdu. Sabit hemen hamle yaptı, taksinin arka kapısını açtı, taksiden uzanan kırmızı ojeli eli kavrayarak taksiden çıkmasına yardım etti. Gülay, yine tam zamanında gelmişti. Sırtını açıkta bırakan lacivert bir elbise giyinmişti. İndi, diğer kapıdan Sacit, Gülay’ın çantasını aldı ve cüssesine göre hızlı bir hareketle yanına giderek teslim etti. Gülay, onlara gülümsemedi, müzikhole girmeden önce saçlarını savurarak arkasını döndü ve Bektaş'la göz göze geldi. Başını eğerek onu selamladı, Bektaş’tan bir hareket gelmedi. Bunun üzerine başını tekrardan müzikholün tarafına çeviren Gülay, Sabit’in koluna girerek içeriye doğru yürümeye başladı. Bektaş, hâlâ Gülay’a doğru bakıyordu. Her cumartesi yaşanan bir sahneydi bu. İçinden çok şey geçirdi, ama anlamsız şeylerdi. Olan olmuş, biten bitmişti zaten. Müzikholün kapısına bakıp derin düşüncelere dalan Bektaş’ı, Ercan’ın dürtmesi uyandırdı. Ercan, siyah poşeti pilav arabasının alt tarafında kapaklı bölüme koydu ve “Her zamanki gibi 4 tane, biraz da kabuklu fıstık” dedi Bektaş’a. Ercan’ın söylediklerini başıyla onaylayan Bektaş, gelen müşterinin verdiği siparişi hazırlamaya koyuldu. İşbaşında alkol almazdı, Gülay’ın sahne aldığı cumartesi geceleri hariç. Pilav arabasının alt tarafına koyduğu birasından gece boyunca yavaş yavaş yudumlardı. Sabaha yakın saatlerde, -Gülay’ın müzikholden ayrılma saatlerinde- çakırkeyif olurdu. Bu saatlerde hem müşteri sayısı hem de sokaktaki gürültü de azalmaya başlardı. Böylece eski günleri hatırlamaya başlar, Gülay'la kurdukları gelecek hayallerinin gerçekliğini düşünüp mutlu olmaya çalışırdı.
Bektaş, son birasının yarısına gelmişti. Tavuklu pilavı neredeyse bitmek üzereydi. Saatine baktı, az sonra Gülay müzikholden çıkıp taksiyle evine doğru yol alacaktı. Ercanlar dükkânlarını çoktan kapatmıştı, onların dükkânın önüne çantacı tezgâh açmıştı. Birden müzikholün kapısında duran Sabit ve Sacit içeriye doğru koşmaya başladı. Birkaç dakika sonra bir adam Gülay’ın kafasına silah dayayarak müzikholden dışarıya doğru çıkmaya başladı. Arkalarından müzikholün sahibi Erol, Sabit ve Sacit dışarıya çıktı. Sabit ile Sacit de adama doğru silahlarını doğrulmuştu. Gülay’ı eve götürecek taksi, müzikholün kapısının önündeydi. Adam, bir eliyle taksinin kapısını açmaya çalıştı, ilk seferde başaramadı. Erol adama küfürler savuruyordu. Adam da Erol’a aynı şekilde karşılık verdi. Gülay da korku dolu gözlerle Erol’a bakıyordu. Bektaş, içtiği biraların şişelerini ve pilav arabasının diğer çöplerini çöp arabasına atmış geliyordu. Müzikholün girişindeki tabloyu görünce şaşırdı, ama çabuk toparlandı. Gülay’ı kafasına silah dayanmış bir halde görmek, Bektaş’ın en son görmek isteyebileceği şeydi. Erol, Sabit ile Sacit, adama biraz daha yaklaşmaya çalıştı. Adam, taksinin kapısını ikinci denemesinde açtı. Tam Gülay’ı taksinin içerisine sokacakken, ters taraftan Bektaş adamın üzerine atladı. Gülay, taksinin içine düştü. Bektaş’ın atlamasıyla birlikte, adam dengesini kaybederek, Bektaş'la birlikte yere düştü. Bektaş adamla boğuşuyordu, adamın silahını almaya çalışıyordu. Adam, silahı bırakmıyordu, yerde birbirlerine kafa atmaya çalıştılar, başaramadılar. Bu arada Erol, Gülay’ı taksinin içerisinden çıkarmak için hamle yaptı. Tam o sırada bir silah sesi, iyice sessizleşmekte olan sokakta yankılandı. Gülay’ın acı çığlığı, sadece sokakta değil, tüm semtte yankılanmıştı.
***
Hava aydınlanmaya başlamıştı, müzikholün önünde bir ambülans, iki polis otosu bulunmaktaydı. Polis memurlarından birisi, elinde tuttuğu kağıdın sol üst köşesine maktül Bektaş Çapan, katil X Şahıs, Şahit1 Gülay Karayazı yazmaktaydı. Saatine baktı ve yelkovan 12’de, akrep 7’deydi. Bu saati kâğıdın sağ üst köşesine yazdı. Gülay, tüm bedeni titrerken polisin sorduğu soruları algılamakta zorlanıyordu. Gözlerini ambülansın kapatılan kapısına doğru çevirdi. Ağlamaktan tüm makyajı akmış, çaresizlikten dudaklarını kanatmıştı. Bektaş’ın telefonunda son arananlardan bulunan ve olay yerine gelen Ercan, pilav arabasını kendi dükkânlarına doğru ittirmeye çalışıyordu. Ağlamaktan kan çanağına dönen gözlerini gizlemeye çalışıyordu. Ercan’ın montunun cebinde duran Bektaş’ın telefonu çaldı, telefonun ekranında “Hayatım” yazıyordu. Ercan, telefonu açamadı, pilav arabasını dükkâna sokmak için ittirmeye devam etti.
Polisin tutanağında Şahit 2, 3 ve 4 olarak görülen Erol Turan, Sacit ve Sabit Emeksiz isimlerinin karşısında ifadeleri olarak şunlar yazıyordu: “Mekânımızda eğlenen bir kişinin, programını bitiren şarkıcımız Gülay Karayazı’yı evine kadar bırakma isteği, şarkıcımız tarafından kabul edilmemiş, bunun üzerine kişi silah zoruyla şarkıcımızı alıkoyarak müzikholün dışına çıkarmıştır. Müzikholün kapısında şarkıcımızın kafasına silah dayayan kişiye, müzikholün bulunduğu sokakta tavuklu pilav satan Bektaş Çapan tarafından müdahale edilmiş, yaşanan boğuşma sonucunda kişinin silahından çıkan kurşunla Bektaş Çapan vurulmuştur.’’
***
Olaydan iki ay sonra, tavuklu pilav arabası tekrar her zamanki yerine gelmişti. Bektaş’ın fotoğrafı, arabanın iç camına sıkıştırılmıştı. Serkan, eğitim hayatını lise mezunu olarak bitirmiş, Bektaş’ın bıraktığı yerden pilavcılığa başlamıştı. Müzikhol, henüz açılmamıştı, günlerden Cumartesiydi ve bu akşam müzikholün kırmızı ışıklı dijital levhasında yazdığı gibi Ahsen sahne alacaktı.
Emre Erdemir