Öykü
Poker
Tutulmayan her söz, her yemin, kendimize açtığımız üçkâğıdın
atasözleriymiş gibi birikir belleğimizde! Ve gün gün yeminler edilir, bir daha mı, asla!
Saati geldiğinde küçük bir el, küçük bir oyun ne ki, birazcık oyalanma
işte? Mırıltılar bir tatlı kaşıntıya, bir tatlı itkiye dönüşür! Sonra sessizce
uyanan içimizdeki minik şeytan, “bugün senin günün, bugün her şey
farklı olacak” der, “kaç oyundur sana gelmeyen as’lar bir bir dökülecek”
ve as’a adanmış tutkuya alkış tutar kimseler görmeden!
Kazanma tutkusuna direnecek bir güç, bir iklim, bir ülke var mı?
Kalleş as, hain as, insafsız as; söz değil, sımsıcak yaşam ister, akan suyu, kayan yıldızı tutmak ister!
Önü ardı olmayan bir zaman duygusunda, gelgitleri oyunun
coşardı, sıkardı… Coşardı, sıkardı… Dokunduğunda bozulurdu öykü,
konuşursan bozulurdu büyü, kahve sağ yanında olmalı, sigara, küllük solda!
Bir de filmlerdeki gibi şans meleği fettan bir hatun, sahi o gömleği almalı mı?
Ona değil canım kendime?
Of be, cin giymeliydim, anacığım da tutturdu akşama yemeğe gel diye! Çektik mil lâcileri!
Haydi, maskeni tak yüzüne, sen bile tanıma kendini!
Duygu yok, sinir yok, ağlarken eskirdi her şey, gülerken tâzelenirdi;
her mimik hangi kâğıdınsa, açıldığında elin, çözerlerdi seni…
Karışır birbirine bilinçle gelen sözler, bilinçdışı sözler:
Başlamadan, hiç başlamayacakken; yaptığıma bak, yemin olsun bir daha
as döperle rest çekmem, çekmem şansıma gelmiyor, bir daha hayır demem
sevgiliye şansıma gelmiyor; eskidi artık tırnakla işaret, tırnaklarımı
kesmeliyim, ah, denizde olsaydım! Bir kâğıt dersin, floş ruvayel olacakken
kent’te kalırsın. Arafta gibisini yaşatır zâlim heyecanlar, cenneti düşler, cehenneme kalır,
yaşarsın kâğıt kâğıt. Sıralı sırasız sözcükler, kavramlar, imgeler, yüzer bilinç denen denizde!
Ve bitmez vıdı vıdı’larla zaman tıkanırdı. Şimdi işte, of, en derin pas, gene pas, günümde değilim!
Votka şansıma gelmiyor, viski mi içsem? Bir havalı puro mu yaksam?
Çako, çok sıcak oldu klimayı kapatsana! Yoksa soğuk mu?
Kaçıncı mevsimdeyiz lan, ne saçmalıyorum böyle?
Gene iki yedili, bir sonra gene iki yedili, bugün yolun çıkmaz sokak ey oğulcuk!
Bir karga tepende pis pis sırıtır.
Ulan hani yemin etmiştin; nefretin içine yine nefret düşer. Kazandırmayan
her sinek vale, bataklık sineği, gelmeyen her sinek dam, sokak fahişesi!
Bıçak çeker gibi, her keresinde tek vale gelir, iki vale gelir, ardı gelmez çocuğum!
Am.na çük bulamayan ey dam, üçlü gelinde sizi mutlu edeyim! Bu işin raconu böyle, onlarla
konuşmasını, nasıl davranacağını bilmelisin s.ktiğimin oyununda!
Elinde as’ları olan yürek, bir fâtih kesilir! Umut her şartta açar, parlatır duyguları,
şimdi işte şimdi, değişecek her şey, de, of of, bu pis herif doğru dürüst kâğıt vermez ki,
oturmam bir daha bu pezevenkle!
Kurşun mu döktürsem?
Madam Angel’e uğramalıyım, umarım Jülyet hâlâ oradadır? Bir koltuk altı kılı
almalı şansıma! Alt taraftan alsan? Gayri ciddi sözlerden, tavırlardan hoşlanmaz şans!
Bayağılaşma ve ürkütme şansını! Ya da, sevgilimin üç bakışını mı koysam göğsümdeki muskaya,
yoksa üç beyaz bulut mu? Tamam tamam, bütün kumarbazların yaptığı gibi, kalkıp parmağıma
işemeli!
Yıkanmış, aklanmış parmakları en temiz güneşte kurutmalı, okşar gibi dokunmalı kâğıda!
Beyler, yeşil çuha yeni bir deste açılsın istiyor!
Ve gelir bir kupa as, bir kupa as daha derken şimdi işte şimdi, yok yok,
gelmez diğer kardeşlerden biri ve gelmez papazın haşmetli meslektaşları,
of, iz bırakmayan eldivenler geçse masanın üstünden, sayılmasa bu el!
Geldiğinde üç kupa as, pas geçersin partiyi büyütmek isteyen tilki
kurnazlığında, onlar da pas geçer ölürsün! Sonsuz kez şimdi işte şimdi dediğinde:
iki as ya da iki papaza, “üç kâğıt” istersin, beklediğin gelmez, ölürsün gene gelmez!
Göz seyirirken bir servet uçar gider(di.)
Oyun zevki mi, kazanma güdüsü mü tutsak alırdı masayı?
Kime söylesem Jülyet’e olan duyguları mı?
Bir boklarmış gibi, bir orospuya aşk ha deyip, öldürürler beni.
Şimdi bu masada, rüyâ gibi bir para kazansam ve rüyâ gibi Jülyet’le kaçsam!
Kaybedenlerin hüznü değil bu. Ne yapacağını bilmemek cebinde
birbirine benzemez beş umutsuz bulutla.
Üstelik bu kentin ışığında insanı sirkeleştiren bir şey var.
Kaç soluk, kaç adım ki şunun şurasında oyunsuz yaşama bir bilet ?
Yoruldum. Tıkandım. Elinde valiz yerine bir kafes ve kafeste mâcerâperet
bir fare, dolan şehir şehir, şansa bir çâre! (Tanrı eksikliğini göstermesin)
bin yüzlü şeytanla yolculuk gibi bir şey poker denen şu meret! Yalansız yalanda bir devriâlem!
Tutulmayan her söz, her yemin, kendimize açtığımız üçkâğıdın atasözleriymiş gibi
birikir belleğimizde! Lodos yemiş bir balık olursun tutulmayan yeminler sonrası…
Oyunun sonunda, ne aynada, ne yürekte tanıyamazsın o zavallı ben’i, başını her duvara
vuruşunda tıslayan bir engerek gibi, sokacak birini ararsın!
Mete Demirtürk