MİRZA

MİRZA

O gün canım yaşamak istemiyordu. Dostum Mirza ile bu düşüncemi paylaştım. Yüzüme bile bakmadı Mirza. Dudağının ucunda biriktirip baloncuk yaptığı tükürüğü fırlatarak, ‘’Oğlum, akşam akşam iş çıkarma başımıza’’ dedi. ‘’Kendini öldürmek ciddi bir iştir.’’

Mirza çocukluk arkadaşımdı. Esmer, kuru, kemikli, skoda bacaktı. Çok iyi kavga ederdi.  Kavga ettiği kişiyle yakın dövüşür, rakibinin hiç beklemediği bir anda suratının tam ortasına sertçe bir kafa atar, karşısındakini sersemletir, daha sonra allah ne verdiyse girişirdi.

Mirza gölgem gibiydi, yanımdan ayrılmazdı, sağ kolumdu, ikinci adamdı. Bizimkiler arkadaşlık yapmamı istemezlerdi Mirza’yla. Onu fazla hergele ve belalı bulurlardı. Onun yüzünden başımızın beladan kurtulmadığı doğruydu aslında. Mahallenin en görkemli bahçeli evinin meyve ağaçlarına dadanmıştık. O ev ve içinde yaşayanlar hakkında türlü efsaneler türetmiştik. İlk önceleri o evde Kemal Sunal'ın yaşadığı, şöhretten sıkılıp bizim mahalleye taşındığı rivayeti sinsi bir örümcek gibi mahallede dolaşıp durdu. Sonraları o evde Deli Memiş'in yaşadığını öğrenmiştik. Bahçesine dadanan çocukların pipisini kesip ağaçlara astığını söylüyorlardı. Biz de bahçe duvarına çıkıp ‘’Deli Memiş, pipimi yemiş’’ diye naralar atıyorduk. Deli Memiş ortalıkta gözükmez, biz ağaç dallarına tüneyip çağlaları, elmaları, bademleri ceplerimize doldururken nasıl olursa birden ağacın altında elinde kocaman bir sopayla belirip hepimize küfürler yağdırırdı. Ağacı sallamaya başlardı. Kaçabilen kaçar, kaçamayan Deli Memiş’in tekme tokat dayağını yerdi. Ertesi gün gene bahçe duvarında dilimizde aynı türkü, ‘’Deli Memiş pipimi yemiş’’ geçinip giderdik.

Mirza kimi zaman mahalledeki çocukların bisikletlerini çalar, başkalarına kiralardı, böylece akşama kadar kola, cips, stadyum kartı paramızı çıkarırdık. Mirza’yla pazarda su satardık, suyu caminin tuvaletinden doldururduk, buzlu satmadığımız için suyu içen büyükler para falan vermezlerdi. Akşama doğru sağa sola küfür ederek evin yolunu tutardık.

Her şeyimizi paylaşırdık Mirza’yla. Aldığımız bir meybuzu bakkala ikiye böldürürdük. Evden kaçar, bahçeye dalar, başka mahallelerdeki çocuklarla kavga ederdik. Birkaç küçük hırsızlık girişiminde bile bulunduk, bütün pis işlerde Mirza hep yanımdaydı.

 

Sevdiğim kızın babası trafik polisiydi. Babasının ataması İzmir’e yapılınca mahalleden taşındılar. Dal gibi incecik, bembeyaz, zarif bir kızdı. Kibarlıktan ve zayıflıktan kırılacak gibiydi. Evlerinin önünden geçerken camdaki kiralık yazısını görünce bakkaldan bilgi almıştım, sonra gelip Mirza’ya anlattım. Mirza polislerden hoşlanmazdı, sanırım o yüzden bu kızdan da hoşlanmıyordu, ben ‘’Onsuz yaşayamam’’ dedikçe yüzündeki anlamsızlıkla beni dinledi, sonra duvarın dibine gidip işemeye başladı. ‘’İşemek hayattaki en güzel şey, sırf bu duygu için bile yaşayabilirim’’ diyerek fermuarını çekti. Eğer o gün acıdan kendimi öldürseydim tek tanığım dostum Mirza olacaktı.

Bir gece Mirza’nın babası kahvehanede çıkan bir kavgada öldürüldü. Çok geçmedi annesi evden kaçtı. Mirza zalim ve dayakçı dedesinin, ninesinin eline kaldı. Su satmaya, tartıyla pazarda dolaşmaya, kaçak sigara işine girdi. Benden uzaklaştı. Kamyoncuların dinlendiği koca bir tarlada sarhoşların yanında bulunduğunu, sille tokat eve getirildiğini duydum. Eskisi gibi görüşemiyorduk, mahallede görünmüyordu, ne zaman dedesine sorsam azar yiyordum. Her zaman buluştuğumuz yere gidiyor, onu arıyor, bulamıyordum. Yüzyıllar öncesinden kalan eski bir köşkün kalıntıları evimiz gibiydi. Mirza’yla hep orada buluşurduk. Ya ben gittiğimde o orada olur; ya da o geldiğinde beni bulurdu. İkimizden başka kimse de oraya uğramazdı.

Mirza’nın yokluğunda mahallede tek başıma kaldım. Hayat sıkıcı ve gereksizdi. Ona buna sataşıyor, hır gür çıkarıyor, babamdan bolca dayak yiyor, okulu sık sık asıyordum. Delikanlılığın ilk belirtileriydi sanırım bunlar. Mirza yanımda olsaydı mahallenin anasını ağlatırdık, ama haber yoktu. Kimse bir şey bilmiyordu onun hakkında. Türlü laflar dolaşıyordu ortalıkta. Biri Mirza’nın dağa çıkıp örgüte katıldığını, diğeri ünlü bir kabadayının tetikçisi olduğunu anlatıp duruyordu. İstanbul’un haracını Mirza’nın yediği bile konuşuluyordu. Mirza efsanesi mahallede büyüdükçe büyüdü.

Günler aylar geçti. Herkesin Mirza’dan umudu kestiği zamanlarda bir gece mahallede polislerin gezindiği görüldü. Mirza’nın babasını vuran Aksak Seyfi içeriden çıkar çıkmaz öldürülmüştü. Polisler Mirza’yı arıyorlardı; ama hiçbir yerde yoktu. Mahallece sorguya alındık. Dedesi ninesi beddualarla ortalığı inlettiler. Kimse bir şey bilmiyordu. Bana sorulan bütün sorulara ‘’Bilmiyorum, ne zamandır görmedim. Haberim yok.’’ diyordum. ‘’Gelse ilk beni bulur.’’ diyordum, ‘’Mirza yapmamıştır.’’ diyordum. Polis sorgusunda yüzümde sertçe bir tokat patladı. Sorguya çeken polis ‘’Ulan puşt, adam bize de sıktı kaçtı. Bizden iyi mi bileceksin, kemiklerini kırarım konuş,’’ dedi gaddar bir tonla. ‘’Senin üstüne kalacak bak sonra’’ diyerek tehdit etti. O anda korkuyla eskiden buluştuğumuz izbe köşke gidebileceğini söyledim. ‘’Bir de oraya bakın’’ dedim ağlayarak.

Akşama doğru mahallece toplanıp Mirza’nın yakalanışını izledik. Polis köşkün etrafını sarmıştı. Fazla direnemedi, teslim oldu Mirza. Meğer polisle çatışmaya girdikten sonra yaralanmış, birkaç gündür orada saklanıyormuş. Nerden bilirdim!

Polislerin kolunda omzundan kan sızarak dışarı çıkarıldığında o kadar kalabalığın içinde küçük kara gözleriyle bana bakıyordu.  

ERKAN ÖZTÜRK  


  • ERKAN ÖZTÜRK

    ERKAN ÖZTÜRK 29.11.2017

    Miyase hanım eleştiriniz için teşekkür ederim.

  • Miyase Aytaç Yılmaz

    Miyase Aytaç Yılmaz 29.11.2017

    Merhaba; "Küçük kara gözlü Mirza" ya yandım Erkan Öztürk. Dilde sorun yok ama "anlatma" gibi olmasaymış. Mirza daha fazlasını hak ediyor. Bilir kişi değil de "okur" olarak diyorum hani. Öykü aşığı bir de! Teşekkür ederim. Saygılarımla.

Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.