YILBAŞI

YILBAŞI

Babam yine dayanamayıp iş arkadaşlarından birine kefil olmuştu. Sürekli başkalarına kefil olmaktan bir türlü vazgeçmiyordu. Arkadaşları ya borçlarını ödemiyorlar, böylece borç  bize kalıyor, ya da ödeyene kadar babamın ve tabii ki de ailecek hepimizin anamızdan emdiğimiz sütü burnumuzdan getiriyorlardı. Annem babamı her defasında uyarıyor, abimi ve beni alıp annesinin evine gitmekle tehdit ediyor, hatta boşanma davası açacağını söylüyordu, ama babam gene de bu huyundan vazgeçmiyordu.

Namuslu adamdı babam. Türkiye’nin kutuplaştığı kanlı, acılı, siyasi çatışmaların olduğu yıllardan, öğrenci hareketlerinden gelen bir adamdı. O dönemde olaylardan uzaklaşması için dedemin baskısıyla yaşı büyütülüp askere gönderilmişti. Dedem halen Kenan Paşa’ya dua okur. Eğer 12 Eylül olmasaydı dedeme göre babamın da sokak ortasında faili meçhule kurban gitmesi işten bile değildi çünkü. Askerden dönünce birkaç başarısız iş denemesinden sonra kaderin bir cilvesi olarak, üstelik en umutsuz anlarında devlet memuru olabilmişti babam. Sülalece halen bu mucizeyi anlamaya uğraşıyoruz. Memurluğun garantisiyle de ona buna kefil olma huyu çıkmıştı babamın. Kaç kez sıkıntıya düşmesine rağmen gene de kimseye hayır diyemiyor, bir mağduriyeti giderme düşüncesiyle sonunda kendisini de bizi de mağdur ediyordu.

Babamın iş arkadaşı Raif amca emekli olunca bir Tekel bayi açmıştı. Küçük bir dükkândı burası. İçeride içki, kuruyemiş, çikolata, sigara gibi birkaç kalem mal olurdu. Emekli ikramiyesi ve eşten dosttan aldığı borçlarla dükkânını açan Raif amcaya babam kefil olmuştu. Raif amca babama zamanla kârdan da pay vereceğini söylemişti. Babam dükkânın bir nevi görünmez ortağı gibi bir şeydi sanırım, ama büyük umutlarla açılan dükkân iş yapmıyordu bir türlü. Böylece evdeki huzursuzluk büyümeye başladı. Annem her defasında babama ağız dolusu laf sayıyor, ağlayıp, feryat edip, valizini toplayıp gözdağı veriyordu. Babamı bankalardan aramaya başlamışlardı. Raif amca borçları ödeyemiyor, dolayısıyla kefil durumundaki babam bankayla, alacaklılarla, senetlerle muhatap olmak zorunda kalıyordu.

Babamın Raif amcaya verdiği para zamanla pul oldu. İş çıkışları dükkâna giden babam sürekli eli boş eve dönüyordu. Raif amca aylık ödemesi gereken borcun onda birini bile ödemiyor, bazen babama küçük bir miktar verip başından savıyordu. Babam da o parayı yol parası yapıp artanıyla ekmek alabiliyordu. Bu durumda annem daha çok deliriyor, fenalıklar geçiriyordu.

Annem, ‘’Elin boş gelirsen eve gelme’’ diyordu babama. Birkaç zaman sonra iyice köşeye sıkışan babam artık daha kararlı bir halde gidiyordu dükkâna. Gerçekten de eli boş gelmiyordu. Ama hiç para getirdiğini görmedik doğrusu. Raif amca artık borcuna mahsuben babama kuruyemiş vermeye başlamıştı. Borcun tutarı kadar leblebi, Antep fıstığı, kuru üzüm, fındık ve ceviz… Kapıyı açtığımda babamın yüzünde muzaffer bir komutan edası olurdu. Koltuğunun altına sıkıştırdığı kuruyemiş paketlerini bana uzatır ve ‘’Ben ailemin rızkını kimselere yedirmem’’ gibi sözler söylerdi.  

Gel zaman git zaman paradan umudu kestik, Raif amca ödemeyince borç babama kaldı. Babam borcunu almak için gidip geldikçe evdeki kuruyemiş paketleri de artmaya başladı, neredeyse dükkânı eve taşıdı. Artık ailecek kuruyemiş yemekten usanmıştık. Yemeklerin yanında bile beyaz leblebi yer olmuştuk. Evde ne kadar boş kap ve tabak varsa içine kuruyemiş dolduruyorduk. Yerli malı haftasında sınıfa en çok kuruyemişi ben götürdüm. Arkadaşlarıma bolca dağıttım. Öğretmenimin takdirini kazanmış oldum böylece.  

O sene yılbaşında babam komşulara boş yere kuruyemişe para vermemelerini tembih etti. Nasıl olsa bizde yeterince vardı. Kapı kapı dolaşıp komşulara fındık içi, Antep fıstığı, ay çekirdeği, badem dağıtmaya başladım. Haksızlık olmasın diye tartarak veriyordum. Bazı kendini bilmez komşular zamanla sipariş vermeye bile başladılar.  

 O yılbaşını hiç unutmadım.

Erkan Öztürk


  • Kaan Arslanoğlu

    Kaan Arslanoğlu 28.12.2017

    Murat Dicle'ninki gibi eleştiriler bence çok değerlidir. Yazara büyük katkı sağlar. Tabii yazarı alınganlık göstermezse. Face sayfamızda aynı tartışma yürüdü, Erkan Öztürk büyük olgunluk gösterdi. Onda hikaye duygusu ve anlatım yeteneği güçlü. Böyle eleştirilere kulak asması ve çalışması sonucu çok daha iyilerini yazacaktır. Ben yine de bunu anı değil, öykü olarak kabul ediyorum ve iyidir. Herkese nice sağlıklı, esenlikli yıllar dilerim.

  • Murat Dicle

    Murat Dicle 28.12.2017

    Yazarın biraz daha çabalaması gerektiğini düşünüyorum. Yazdıklarını birkaç defa değil, onlarca kez okumalı. Tümce tümce, paragraf paragraf... Alternatif tümcelerin üstüne düşünmesi de gerekiyor. "Tabi ki de" gibi ergen deyişlerden kaçınmasını öneririm. Yüzeysel bir analiz yaptım: Öyküde toplam 523 sözcük kullanılmış. Bu 523 sözcük 382 çeşit sözcükten oluşuyor. 382 sözcüğü en az bir, an çok 12 kez kullanarak 523 sözcüklük bir yazı yazılmış. En çok tekrar eden 9 sözcük şunlar: BABAM(12), BİR(12), DE(8), RAİF(8), BABAMIN(6), VE(6), AMCA(6), KURUYEMİŞ(6), BABAMA(6)... Ellinin üstünde sözcük, büyük/küçük ünlü uyumuna aykırı; dolayısıyla bu okumayı güçleştirir. Günlük yaşamımızda Türkçelerini kullanmamıza karşın, Arapça/Farsça sözcükler yazıda çok kullanılmış. Son olarak bu bir öykü değil, yalnızca bir anı kesiti...

Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.