BALKON

BALKON

Zilin iki uzun, iki kısa çalışı gecenin derin sessizliğinde olduğundan daha yüksek ve kulak tırmalayıcı geldi. Salih, gözlerini açtı. Refleks olarak yatakta hemen doğruldu, oturdu. Anonsu bekledi.

 

-Kurtarma, kurtarma! Adresi veriyorum, Kırkkonaklar, 4. cadde...

 

Sözcüklerin yankılanması daha bitmeden Salih, ayakkabılarını bağlamış, yatağın ayak ucundaki montunu giyip, fermuarını çekmişti bile. Hızlı adımlarla odadan çıkıyordu ki, yan odadan aynı hızla dışarıya uğrayan arazöz şoförü ile çarpıştı. Sıradan bir olaymışçasına, her ikisi de buna aldırmadan merdivenlere doğru yöneldiler. Arkalarından gelenlerle birlikte toplam on adam ikişer ikişer atladıkları basamakları birkaç saniyede tüketip garaja indiler.

İki adet on ton su kapasiteli arazöz ile otuz metrelik merdiveni taşıyan Magirus tır, garajı yoğun egzoz dumanına boğarak çalıştı. Araçların kocaman motorlarından yükselen ses gerçekten de yüzlerce beygirin vahşi homurtusunu andırıyordu. Garajdan önce itfaiye amirinin içinde olduğu arazöz, sonra ikincisi, en son da merdivenli magirus çıktı.

 

Gece yarısını geçeli çok olmuştu, artık yollarda trafik yoktu. İtfaiye amiri sirenleri açtırmadı. Sadece arazözlerin kırmızı tepe lambaları yanıp sönüyordu. Gün ortasında yapamayacakları bir hızla ilerliyordu şoförler; virâjlarda aynı olağandışı savrulma yüzünden sağa sola yattıkları iç kabinde, araç telsizinden yükselen karışık konuşmalardan başka konuşma duyulmuyordu.

 

Salih, itfaiye hiyerarşisine göre çavuş rütbesindeydi. O gece amirin aracında çalışıyor, şoförün arkasında kalan koltukta oturuyordu. Karşılıklı sürüp giden ve olayın ayrıntısını veren telsiz konuşmalarını dinlerken, bir yandan da oturduğu yerin arkasındaki sürgülü dolabı açtı. Yangına gitmedikleri için dolaptaki ısıya dayanıklı giysileri elinin tersi ile itti, en altta yan yatmış duran özel yapım çizmelerini buldu. Onları giyerken öne doğru seslendi.

 

-Amirim, sizin çizmelerinizi de vereyim mi?

 

-İyi olur valla, ver tabi...

 

Diğer çizmeleri de uzatırken, dikkatini telsiz konuşmalarına yoğunlaştırdı. Parazit nedeniyle pek de iyi anlayamıyordu ama galiba kadının biri atlamak niyetiyle evinin çatısına mı ne çıkmıştı. Adrese yaklaştıkça gece karanlığının içinde uzaktan bile seçilen yanıp sönen ışıkları gördü. Mavi ve kırmızı renkleri ile polisin çoktan olay yerine vardığını haber veriyorlardı.

 

Apartman dört katlı mütevazı bir binaydı. Önündeki sokağın girişi, rastgele park etmiş polis arabaları ve bir yerel televizyonun yayın aracı ile tıkanmıştı. Salih, amirle birlikte sunturlu bir küfür savurdu. Arazözden aceleyle inen amir el kol hareketleri ile park etmiş araçların sağa sola açılmalarını sağladı.

 

Salih, araç park eder etmez dışarı atladı, arkasına dolanıp kasadaki metal, sürgülü dolabı açtı. İçinden solgun koyu yeşil brandayı buldu, çekiştire çekiştire çıkarmaya uğraştı. Arkalarına park eden arazözden inen iki arkadaşı, yardıma yetişti. Hep birlikte yüklenip yere düşürdüler.

 

Branda, kalın, esnemeyen elyaftan yapılmıştı ve yuvarlaktı. Gemi halatına benzer bir parça etrafını çeviriyordu. Ana parçaya aralıklı olarak raptedilmişti ki açıkta kalan kısımlardan itfaiyecilerin kalın kaba parmakları geçebilsin.

 

Brandayı ancak beş kişi açabildiler. Hep birlikte küçük adımlarla binanın yanına iyice yanaşarak durdular. Ağır yüklerini bel hizasında ve gergin halde tutmak için hepsi de bastıkları yere daha bir sıkı yerleşti. Salih onlara güçlük çıkartacak bir bahçe duvarı ya da demiri olmadığına içten içe sevindi.

 

Orada bulunan herkes gibi başlarını yukarı çevirip, dördüncü katın balkonundaki kadını seçmeye çalıştılar. Sokak lambalarının izin verdiği ölçüde zar zor görebiliyorlardı. Otuzlu yaşlarında, esmer, uzun dalgalı saçlı, balık etinde bir kdındı. Balkon demirlerinin üzerine bir minder atmış,üstüne ata biner gibi oturup dışarıya taşan bacağını kıvırmıştı. Elindeki sigarayı telaşsızca, tadını çıkarta çıkarta içiyordu. Dengede kalabilmek için, sırtını dayadığı balkon duvarından destek alıyor, arada bir öne doğru eğilerek aşağıdan onu izleyen kalabalık üzerinde bir heyecan dalgası yaratıyordu.

 

Bu kadar uzaktan yüzündeki ifade seçilmiyordu ama sanki gülümsüyor gibiydi.Belki de aşağıda kendisi yüzünden patlak veren itiş kakış onu eğlendiriyordu.

 

Sokakta yer tutmuş olan kameraman, kameranın ışığını ona doğru çevirerek çekim yapmaya başladı. Kadını rahatsız eden de bu oldu.Önce elleri ile yüzünü, gözlerini korumaya çalıştı, sonra ilk defa sesi duyuldu.

 

- Bu ne be? Çekin şu ışığı yüzümden!

 

Kameramana kalsa, aldırmayacaktı. Ama polislerden birisi; muhtemelen orada olan asayiş ekiplerinin amiri, kamerayı tutup aşağıya çekerek ışığı kadından uzaklaştırdı. Aynı polis,yanındaki arkadaşından aldığı megafonu açıp, kadına doğru kaldırdı. Önce kulakları acıtacak denli tiz bir parazit, sonra kelimeler duyuldu. Her kelime sonunda harfler "tıhh, tıhh" sesleri ile metalikleşiyor, söylenenin anlaşılmasını güçleştiriyordu.

 

-Hamfendi, bayan, beni duyuyor musunuz? Lütfen ordan inin, atlamayın. Bakın, hep sizin için geldik buraya. Devletin polisi, itfaiyesi, ambulansı hep burada.Siz de makul olun, bir delilik yapmayın.

 

Kısa bir süre susup, sözlerinin işe yarayıp yaramadığına baktı komiser. Kadın sigarasını bitirmiş, yeni bir tane yakıyordu. Duyduklarını pek de ciddiye almış gibi görünmüyordu.

Bunun üzerine komiser, sesinin tonunu sertleştirip, tane tane konuşmaya devam etti.

 

-Bayan, size söylüyorum! Uzatmayın da inin ordan artık.

 

Salih, olduğu yerden kadının yüzünü daha iyi görmeye başladı. Çünkü brandayı ortalamak için biraz daha sola kaymışlardı. Kısa bir anlığına göz göze geldiler. Yine de aralarındaki mesafe, kadının gözlerindeki anlamı çözmesine izin vermeyecek kadar çoktu hala. Başını indirdi Salih, artık kolları ağrımaya başlamıştı. Omuzlarını kendi etrafında döndürerek kas gerginliğini azaltmaya çalıştı. O sırada kadın, sesinin yettiği kadar bağırdı.

 

-İnmiyorum işte, niye inecekmişim? Burası benim balkonum.

 

-Öyle olmaz ama! Gecenin bir vakti balkona çıkıp atlamaya kalkarsanız, biz de müdahale ederiz...

 

Amirin sesi biraz kızgın, buyurgan çıkmıştı.

 

-Sevsinler! tek derdin ben miyim yani?

 

-Biz sizin iyiliğinizi istiyoruz, inadı bırakın, inin aşağıya, atlamayın...

 

-Peki o zaman, madem öyle, bir şartla atlamam.

 

-Ne istiyorsun bayan, şartın ne?

 

-Şu aşağıda brandayı tutan itfaiyeciler var ya; bak onlardan biri var, kukla gibi omuzlarını çevirip duran...

 

-Eeee, noolmuş ona?

 

-Onu istiyorum, yanıma çıksın...

 

Kim var, kim yoksa sokakta, gözleri hayretle açıldı. Salih de dahil.Bütün bakışlar ona çevrildi. Akıllardan binbir türlü şey geçti. Yine de kimse durumun tuhaflığına uygun bir açıklama bulamadı. Salih herkesin kendisinden bir tepki, bir söz beklediğini anlıyordu ama ne yapacağını bilemiyordu. Brandayı bıraktı, iki adım geri çekildi. Yüzünü yukarı çevirip kadına seslendi.

 

-Bayan, bakar mısınız? Beni mi çağırıyorsunuz yukarı?

 

-Evet, sen! Seni çağırıyorum...Yanıma çıkarsan atlamayacağım.

 

-Ben gelirsem öyle mi?

 

-Evet dedik ya!

 

-İyi ama , ben evliyim!

 

Kadın kısa bir an duyduğunu anlamaya çalıştı. Sonra kahkahalarla gülmeye başladı. Gülerken elleri ile karnını tutup iki büklüm oluyordu. Gecenin sessizliği içinde , onun sesi dışında hiçbir ses duyulmuyordu. Gülüşü sönmeye başlarken minderin üstünden yavaşça indi. Sırtını dikleştirdi. Balkon demirinin üzerinden minderi aldı, havaya kaldırdı. Herkesin görebileceği bir jestle aşağıya attı. Minder kendi etrafında döne döne alçaldı, yumuşakça brandanın üstüne kondu. Kadın omuzlarını silkti, balkon kapısını açarak içeri girdi.

Füsun Tünay




Bu habere henüz yorum yapılmamıştır, ilk yapan siz olun!...