BİR TACİZİN ANATOMİSİ

BİR TACİZİN ANATOMİSİ

Gelişli gidişli bir yoldan karşıya geçmeye çalışan iki genç, epey süre geçmesine karşın daha bu olanağı yakalayamamışlardı; bir dürtüyle ileri atılacak gibi oluyorlar, ancak ezilmekten korktuklarından "ileri atılacak gibi" olmaktan ivedilikle vazgeçiyorlardı. Bu ölüm dansı birkaç dakika sürdü... En sonunda pes edip elli metre ilerideki üst geçide doğru paşa paşa yürüdüler...

Üst geçit marifetiyle güven içerisinde karşıdan karşıya geçebilmişlerdi. Neden olan sanki kendileri değilmişçesine geçtikleri yola derin düşüncelerle baktılar... Alıkça davrandıklarını anlamalarına yetecek bir sürenin ardından yürümeye başladılar.

Artık güven içerisinde olduklarını bildiklerinden yaylanarak yürüyorlardı. Yanlarından geçen kızlara incelikli gülüşler atarak bakıyorlar, dahası kızların onları çok beğendiklerini düşünüyorlardı. Gelgelelim, bu iki dangalak daha bilmiyorlardı, kadınlara nasıl davranılması gerektiğini. Yaşam onlara güzeldi...

Karşılarına çıkan mini etekli kızların pürüzsüz bacaklarına, dar kot giyinmişlerin kalçalarına ya da göğüs dekoltesi olanlara bakarak bu büyük doyumu ölümsüzleştirmek, dahası mahalledekilere malzeme depolamak adına duraksıyorlar, “vay be” ya da “hım güzelmiş” gibi olağanüstü çaba gerektiren sözleri kızların duyması için sesli söylüyorlar, ardından yeterli doyuma ulaşıp akmış salyalarını silerek kaldırımda yürümelerini sürdürüyorlardı... Onlar kaldırımda yürüdükçe yoldan geçen kimi genç-yaşlı kadın onlara gülüyordu. Bu gülüşler onların götlerini kaldırıyor, olağanüstü çekici olduklarını düşünüyorlardı. Gelgelelim, ne saçları saç ne de kılıkları kılık gibiydi. Üstüne üstlük, gençlerden birinin fermuarı açılmış, içinde beyazlığını yitirmiş donu da göz kırpmaktaydı yoldan geçenlere...

Kaldırım gittikçe daralmaya, daraldıkça da kalabalık görünmeye başlamıştı. Kaldırımda yürüyen insanlar birbirlerine çarpmamak için türlü türlü cambazlık yapıyorlardı. İki genç de cambazlığı erkeklere uyguluyor, ancak kadınlar söz konusu olduğunda ­­-sakarlık ya- sürtünüyorlardı. Bu küçük, rastgele dokunuşlardan pek doyuma ulaştıklarını söyleyemeyiz. Onlar, gerçek bir kalçaya dokunma isteğiyle yanıp tutuşuyorlardı...  Birkaç dakika boyunca sürdürdükleri doyumsuz yürüyüşün ardından isteklerini yerine getirebilecekleri birine odaklandılar: Dar, dizlerine değin uzanan siyah bir etek, üstünde ipeksi, alacalı kumaştan bir gömlek, gömlekle eteğin ayrımına nişan olan ince, siyah bir kemer, pürüzsüz, olabildiğince düzgün bacaklarını tamamlayan, uygun büyüklükte, giysisiyle uyumlu, orta yükseklikte topuklu bir ayakkabı giyinmiş, kalçaları dillere destan, otuz yaşlarında bir kadın ilgisini çekmişti bu iki gencin.

İşaretse işaret, vazifeyse vazife...

Baş dik, gözler ileri, yalnız çevreyi algılamada en üstün; eller, ayaları arkaya dönük, rahat; adımlar, karşıdan gelen afete senkronize; cesaret, madalya almaya namzet; ağız, sırıtış kıvamına denk, ancak gerekirse ağırbaşlı kıvama geçebilme potansiyeli de yüksek. İki gencin arasındaki mesafe kurbanın geçebileceği ölçüde... Hedef, kalçalarını sarıp sarmalamış erotik aurasıyla sallana sallana tuzağa yaklaşıyor; kurbanı izleyen gözler, mesafenin kısalmasıyla orantılı aralarını açıyor, dahası, kurban araya doğru yol alıyordu... Biri sağa, diğeri sola yarım açı yaptı. Birinin sağ elinin diğerinin ise sol elinin ayası pozisyon aldı. Hedef böylece gençlerin arasından geçiyor...

Eller komutu almış, sallanan kalçaya dokunmuş, büyük doyum akışı da başlamıştı... Kalçalardan akıp eller aracılığıyla iki bacak arasına biriken kösnüyle avcıların göz kapakları yarı yarıya kapanmıştı; kalçalardaki sıcaklık da cabası. Zaman durdu onlar için...

Dar eteğin içerisindeki, dar kalçaları sallandırmakta bir sakınca görmeyen, türlü tehlikeyi göze alıp kalabalığın içine giren, insan demeye bin şahit afet-i devran, yani hedefteki kadın, olan biteni ayrımsadığında elindeki çantayı, çantanın bulunduğu yandaki gencin başına olanca gücüyle indirdi.

“N'oluyor ya!” diye kadından mı erkekten mi çıktığı belli olmayan bir ses ile irkiliyor kaldırım ahalisi. Atik olan kadın çantayı doğrultup öteki gence de vurarak “salak mısın be kadın?” tümcesinin kurulmasına özenle yardımcı oluyor. İlk vurduğu gencin kendisini savsakladığını düşünmemesi için ikinci kez vurdu çantasıyla. Hazırlıksız yakalanan, kalçaları sıcaklığını yitiren, seksapelliğini yırtıcılığa dönüştüren kadın, bir saniye içerisinde yaptığı bu üç darbeyle ahalisinin takdirini almıştı. Sözümona şaşkın, dahası masum olduklarını anıştırırcasına elleriyle başlarını ovuşturan iki gençse kadına bakıyorlardı.

Kadının “şerefsizler!” sözüyle komut alan kaldırım ahalisi, birden gençlerin çevresini sarmış, kim önce vursun diye aralarında bakışmışlardı. Aralarında masum olmasa gerek, hepsi birden yumruklarla, çantalarla, tekmelerle, ancak en kötüsü ağır sözlerle vurdular gençlere. Yere kapaklanan gençler aman dilercesine titremeye başlamışlardı. Dayak yiyen gençler arada kendilerini savunmak için sözler sarf etseler de ağızdan çıkan sözlere karşılık birer darbe almış, dolayısıyla susmanın böylesi durumlarda erdem olduğunu anlamışlardı.

Uzaktan belli belirsiz gelen telsiz sesiyle dağılmaya başlayan kalabalık, olay yerinden adım adım uzaklaşarak polislerin olay yerini daha net görmelerini sağlamışlardı. Az önce kalabalık olmaktan korkmayan kaldırım ahalisinin birçoğu, olasılıkla şahit yazılma korkusuyla çoktan uzamışlar, yalnızca birkaç meraklıyla birlikte yaşanan bu olayın çirkinliğine tahammül edemeyen orta yaşın üstünde iki kadın eşlik etmişti, yerde yatan gençlerle mağdureye.

Gelen polisler, önce yerde yatan gençlere, ardından başlarında dikilen kadına soru sorar gözlerle bakmışlardı. Polisler, mağdureyle diğer iki kadından olayı dinlemişler, ardından gençleri tüm dikkatleriyle birkaç saniye süzüp ön yargıdan arındırılmış bir tecrübeyle gençleri ivedilikle kelepçelemişlerdi. Mağdureyle gençler polis aracına yol alırken neolmuşki bakışlarıyla, meraklı yeni bir topluluk şahitlik eden kadınların çevresinde bitivermişlerdi...

“Bu serserilerle birlikte bu arabaya binmek zorunda mıydım?” diye söylenmeye başladı mağdure, henüz yol almış polis aracının içerisinde.

Aracı kullanan polis, “Hanımefendi sabredin, üç dakikaya kalmaz karakolda oluruz,” diye sakince cevap verdi.

“Yalnız, olmaz böyle. Hem tacize uğruyorum hem de tacizcilerimle aynı araçta yan yana oturuyorum. Terbiyesiz! Sıkıştırmasana beni... Memur bey ben inmek istiyorum, bu şerefsizlerle birlikte gidemem!”

“Amirim, valla bizim suçumuz yok. Abla bizi yanlış anladı. Yol kalabalıktı, istemeden çarptık ablaya...” dedi en pasaklısı.

“Hanımefendi lütfen, konuşmalara dikkat edelim... Kesin siz de sesinizi şerefsizler!” dedi, şoförün yanında oturan polis.

“Bakın siz de şerefsiz olduklarını kabul ediyorsunuz. Bu adilerle ben niye gelmek zorunda kalıyorum ki?”

“Amirim, annem evde... İlaç almak için çıktım, arkadaşla birlikte eczaneye gidiyorduk. Kadın evde hasta, yürüyemiyor. Bizi bıraksanız…” dedi pasaklıdan hallice olanı, kendini acındırarak.

“Evet, amirim, Perihan teyze çok hasta ilaç bekliyor...” diye destek verdi öteki. Polislerden yanıt veren olmadı. Bir süre daha arka koltukta konuşmalar olduysa da polisler oralı bile olmadılar. Denildiği gibi yaklaşık üç dakika sonra karakola gelmişlerdi…

 

Murat Dicle




Bu habere henüz yorum yapılmamıştır, ilk yapan siz olun!...