SANA CEHENNEMİNDEN ŞAM ŞAFAĞINA…

SANA CEHENNEMİNDEN ŞAM ŞAFAĞINA…

       Bir aydır Sana’nın sıcağında Ali Abdullah Salih’in sarayındaki dekorasyon ve mobilya işini bitirmenin sevinciyle yanmış bedenini Darülvadi’nin serinliğine atmıştı. Darülvadi’deki ağaçlardan sarkan iri ve olgun şeftalilere bakınca, eski Harbiye bahçeleri aklına geldi. Yıldız Usta, Zaman zaman ziyaretine gittiği Kabbuşilerin, çeşit çeşit meyvenin dallardan sarktığı bahçelerinde, suların şırıltısı eşliğinde yaptığı sohbetleri hatırladı. “Herkese memleketi tatlı ama bizimkisi bir başka memleket canım,” diye geçirdi içinden. Yanındaki kefili Binbaşı Mukaddem’in yanında içinden geçenleri açıkça söyleyemezdi. İnsan emeğini sömürmekle geçinen bu adam izin vermezse, bir şehirden başka bir şehre bile gidemezdi çünkü.

         Saray’da yaptığı iş çok beğenildiği gibi Ali Abdullah Salih’in resmini çizdiği tablo için de on bin dolar ödül verilmişti kendisine. Bu paranın da yedi binine el koyuvermişti Binbaşı Mukaddem. Suudi’deki kefil düzeni, Kuzey Yemen’de de uygulanıyordu. Başka ülkelerden buraya çalışmaya gelenlerin hiçbir sosyal güvenceleri yoktu. Kefiller, çalışmak için getirdiklerinin pasaportlarını ellerinden alıyor, işi bitene kadar da iade etmiyorlardı. Sana ve çevresinde, kefillerin Çin’den getirdikleri çok sayıda mahkumun yol yapımında, asfalt işlerinde, inşaatlarda çalıştırıldığına tanık olmuştu. Sosyalizmin etkisindeki Güney Yemen’de, bu ilkel kefil çarkına son verilmişti.

         Yıldız Usta’nın yaptığı mobilya, sarayın toplantı salonunu göz alıcı kılan dekorasyon işçiliği, kısa sürede Sana’da duyulmuştu. Darülvadi’de dolaşırken, serinliğin arttığı akarsu başına geldiklerinde Binbaşı Mukaddem:

- Yıldız Usta, sözümden dışarı çıkmazsan burada seni kısa sürede zengin ederim. Bak, sanatın altın bilezik. Konuşmayı da iyi beceriyorsun. Buranın zenginlerinden çok iş alır, çok para koparırız. Ne dersin? dedi.

-Bu şekilde olmaz ama. Sanatımı ortaya koyuyorum, işi ben yapıyorum; paranın üçte ikisini sen alıyorsun. Haydi işi sen ayarladığın için üçte biri senin olsun. Hiç olmazsa sanatımın ve emeğimin karşılığını bana ver, dedi Yıldız Usta.

-Öyle şey olmaz. Sen benim sayemde burada çalışıyorsun, para kazanıyorsun. Bizim düzenimiz bu, bozdurmayız. O zaman getirdiğimiz işçilerle başa çıkamayız. Bak, iki aydır buradasın. Çalışkanlığını, sanatını ve konuşmanı beğendim. Kıvrak bir zekan, tatlı bir dilin var. Başkalarına söylememen kaydıyla yarı yarıya paylaşırız. Kabul mü?

-Haydi öyle olsun bakalım.

Kefil, kaz gelecek yerden tavuğu esirgemeyerek Yıldız Usta’ya, Arapçasını ezdire ezdire kendisini Doktor Abdulmelik Ebu Talip’le tanıştırmak istediğini söyledi. Beyaz teni bronzlaşan, yanaklarıyla burnunun üstündeki derileri kavlayan Yıldız Usta merakla sordu:

-Bu doktor dediğin kimdir? Nasıl biridir?

-Çok tanınmış bir adam, üstelik Karun gibi zengin. Osmanlı dönemi paşalarından Şerif Paşa’nın torunuyla evlidir. Adam İtalya’da uzmanlığını almış. Muayenesi darphane gibi çalışıyor. Anlayacağın cerrah, para kesiyor adamın eli.

-Parasından değil, kişiliğinden haber ver biraz da.

-Ha, ne de olsa sen sanatkâr bir adamsın. Merakını ve meramını anlıyorum. Tanıştığına sevineceğin, konuşmaktan zevk alacağın bir adam.

-Ne zaman tanışıyoruz doktorla?

-Bakıyorum birden heveslendin. Sana yarın haber veririm.

               

                Binbaşı Mukaddem’in kurnazlığından rahatsız olmakla birlikte zaman zaman suyuna giden Yıldız Usta, Sana’nın iç dünyasını, toplumsal dokusunu, ekonomik özelliklerini kavramaya çalışıyordu. Onunla sohbeti koyulaştırıp daha çok şey öğrenebilmek için vadinin aşağı kısmındaki Sakafi Çay Bahçesi’nde kahve içmeyi önerdi kefiline. Onun da uygun görmesiyle nargile içenler, kadınlar, aileler için ayrı ayrı düzenlenmiş bölümleri olan bahçeye girdiler. Nargileli bölüme geçip oturdular. Hemen görevli gelip siparişlerini aldı. Çıraklardan biri tömbekileri nargileye takıp içilir hale getirdi. Tembellikten yollarda arabaların çarptığı eşek leşlerini kaldırmayı ihmal eden Kuzey Yemenlilerin kahve ve nargile hizmetinde bu denli cevval olmalarına şaşırdı Yıldız Usta. Garsona şükranlarını söyleyip Binbaşı Mukaddem’e döndü:

-Şu köşedeki insanlar dikkatimi çekti. Ellerinde yeşil bir filiz, ağızlarına kolayla götürüp çiğniyorlar. Avurtlarının bir tarafı şişiyor. Nedir bu ya Mukaddem?

-Ha, o mu? Burada herkes çiğner onu, gattır[1] adı. O olmazsa, buranın sıcağına dayanmak kolay olmazdı. O, çiğneyenlere serinlik verir. Zinde kılar.

-Peki, önlerindeki kutular neyin nesi?

-Gatın posasını ona koyarlar. Gat çiğneyenlerin avurtları hep şişkindir.

-İlk geldiğimde şaşırmıştım zaten. Burada herkesin diş sorunu mu var, diye düşünmüştüm. Gel de gülme şu işe canım.

-Sakın ha! Burada gat çiğneyene gülmek ya da onunla alay etmek çok ayıptır. Kavga nedenidir. Yemenlilerin hepsinin kuşağında cembiye[2] niye var, hiç düşündün mü? Cembiye kılıfından çıkmaya görsün, kan akıtmadan yerine konmaz.

-Bir yaşıma daha girdim. İşte her yerin kendine göre bir kültürü oluyor. Sıcak memleketin kültürü de böyleymiş demek.

Nargilelerini hopurdata hopurdata içerken kahveleri de geldi. Yemen kahvesinin kabuğuyla zencefilin bol şekerle kaynatılarak elde edildiği kışırdı gelen. Bakır cezvede kaynayan kışırı kendi elleriyle fincanlarına koydular. Beyaz entarisini toplayıp sağ yan tarafına alan orta uzun boylu Binbaşı Mukaddem, bir dikişte fincanı temizledi. Ona bakarak Yıldız Usta da fincana az koyduğu kışırı tepesine dikti. Buna alışmayan boğazını bir acının yaktığını fark etti ama ses çıkarmadan acıya katlandı. İkinci dikişinde boğazının daha az yandığını hissetti. “Her şeyin bir ilki varmış,” diye geçirdi içinden.

Kışır içerken Binbaşı Mukaddem’in kefiyesini çıkarması, dikkatini çekti Yıldız Usta’nın. Nedenini sorduğunda:

-Kışıra saygımızdandır. Bir de kışır bedeni rahatlatır. Bedenimizdeki kirin kışırla uçup gittiğini düşünürüz. Bedenimiz rahat etsin diye de kefiyemizi çıkartırız, yanıtını verdi kefil. Dudağını büzüştürüp derin sessizliğe gömüldü. Yemenliler, bazen birden susar, sessizliğe gömülürlerdi. Anadolu’da yıllardır söylenen Yemen türküsündeki “Giden gelmiyor acep nedendir?” sorusunun yanıtı, acaba bu sessizliğe gömülüşte miydi?

  

Ertesi gün, Yıldız Usta’nın kaldığı otele gelen Binbaşı Mukaddem:

-Doktor bir saat sonra bizi bekliyor. Türkiye’den geldiğini, usta bir mobilyacı olduğunu söylediğimde hemen tanışmak istedi. Haydi gidelim, dedi.

-Üstümü giyineyim o zaman.

Bindikleri otomobil onları Darülhacer’in oradan geçirdi. Yirmi metre yükseklikteki bir kayanın üstüne yapılmış konak dikkatini çekti Yıldız Usta’nın. Bu semti ilk kez görüyordu. Öylesine ihtişamlı yapılmış bir konaktı ki, etrafında turistlerin fotoğraf çekmek için birbirleriyle yarıştıklarını fark etti. Birkaç katlı konağın alt tarafı siyaha yakın, bazalt taşını andıran bir taşla örülmüştü. Üst kat ve teras ise kahverengiydi. “Bunlar boyanmış da olabilir,” diye düşündü. Pencerelerin çerçevesi beyazdı. Bu, Sana’daki binaların çoğunda gördüğü bir özellikti. Duvarlar genellikle kahverengi, kapı ve pencereler beyazdı. Sanki sütlü kahveyi andıran bir görüntüsü vardı yapıların. Diğer sokak ve caddelerdeki toz ve pislik, burada yoktu.

-Bu muhteşem konağı kim akıl edip bu kayaya yaptırmış ya Binbaşı Mukaddem?

-Osmanlıların son döneminde payitahta isyan ederek buranın emiri olan İmam Yahya yaptırmış Darülhacer’i. Görkemli değil mi?

-Bunu inşa etmek, başlı başına takdire şayan canım.

-Babülyemen’i de gördün değil mi Yıldız Usta? O, Osmanlı döneminden kalma yapılardan. Bakın biz sizin döneminizden kalan yapıları korumuşuz. Sizinkiler de bizim birçok tarihi eserimizi İstanbul’a götürmüşler. Bu yüzden Osmanlı’ya soğuk bakar bizim insanımız.

-Bu başka bir konu. Her çağda imparatorluklar, başka ülkelerin tarihlerinden yararlanmışlar. Avrupalılar, Amerikalılar da bizim eserlerimizi müzelerine götürmüşler. Tarihine sahip çıkamayanların kaderi bu.

Yıldız Usta, bu zayıf ve esmer adamın beynine girmeyi başardığını düşünmeye başladı. Hem sanatını hem de kol emeğini daha fazla sömürtmeden Sana’da yeteneğini kabul ettireceği yeni ilişkiler kurabileceği umuduyla bir an önce doktorla tanışmak istiyordu. Doktor, Darülhacer’e yakın konağında beklediği için bu kaya üstündeki görkemli yapıyı gezme olanağı bulamadı ama belki yıllarca burada kalabileceği düşüncesiyle kaygılanmadı.

Darülhacer’den üç beş dakika ilerledikten sonra iki katlı beyaz bir konağın önünde otomobil durdu. Kapıdaki görevliler, Binbaşı Mukaddem’i tanıdıklarından, başlarını eğerek selamladılar ve hemen kapıyı açtılar. Orta uzun boylu, düzgün fiziği, beyaz teniyle yakışıklı olan Yıldız Usta, vakur duruşu ve kendine güvenli yürüyüşüyle kefilinin ardından konağın geniş avlusuna girdi. Konağın kahyası onları karşılarken, göz ucuyla çevresinde olup bitenleri kayda alan Yıldız Usta, Yemen amicesini[3] de söktüğü için diyaloglara kulak kabarttı. Görevlilerden birinin Türkçe aksanıyla Arapçayı konuştuğunu fark etti. Adamın fiziğini resmeder gibi belleğine kazıdı. Buradakilerin ince bedenli ve orta uzun boylu insanlar olmaları dikkatini çekmişti. Sana’da gördüğü şişman ya da kalıplı kişilerin başka ülkelerden gelenler olduğunu öğrenmişti.

Teni kurşuni, boyu uzun, bedeni ince, gözleri koyu siyah bir adam salonun girişinde ayakta bekliyordu. Gülümseyerek:

-Hoş geldiniz, safalar getirdiniz, dedi.

Doktor Abdulmelik Ebu Talip’ten başkası değildi bu zarif adam. Eller sıkılıp hal hatır sorulduktan sonra kahveler söylendi. Binbaşı Mukaddem, arkasından atlı geliyormuşçasına çabucak Yıldız Usta’nın neler yaptığından söz etti. Onun sanatını övünce:

-Neden Türkiye’den buraya geldiniz ki? Böyle güzel bir sanatınız, para kazanacağınız bir mesleğiniz varken niçin Sana’dasınız? dedi Ebu Talip.

-Ali Abdullah Salih’in sarayındaki mobilya ve dekorasyonu yapmam için davet edildim. İki aya yakındır orada çalıştım, işimiz yeni bitti efendim.

-Peki, ülkenize dönmeyi düşünüyor musunuz? Yoksa burada kalma niyetiniz var mı?

-Sanatımı icra edebileceğim iyi teklifler gelirse kalmayı düşünüyorum efendim.

-İlk teklif o zaman benden olsun Yıldız Usta. Konağın arkasındaki bahçede bir kütüphane kuruyoruz. İnşaatı bitti. Bu, araştırma kütüphanesi olacak. İç düzenlemesini, mobilyasını yapabilir misin?

-Hay hay efendim. Memleketimde bir kütüphanenin dekorasyon ve mobilyasını yapmıştım. Beğenirseniz, orada uyguladığımız projeyi buraya uyarlayabiliriz.

-Güzel. Meyvelerimizi yedikten sonra, sizce sakıncası yoksa, çalışma masamıza geçelim. Projenizi etüt edelim.

-Her şeyden önce kütüphanenin inşaatını görmek isterim. Boyutlarını, çevresini, inşaatın kalitesini öğrenmem lazım.

 

Aden’den gelen zengin meyvelerin de tadına baktıktan sonra Yıldız Usta inşaatı inceledi. Boyutlar dışında projesinde fazla tadilata başvurmadan iç mimariye uygun bir kütüphane dekorasyonunu, masa, sıra ve koltuk düzenini kafasında tasarlamaya başladı. Birkaç ay içinde altından kalkabileceği işin uygulama planını da projede mutabık kaldıktan sonra yapmaya karar verdi. Projesini doktora sunarken, işin maliyetiyle kâr oranını da tahmini olarak çıkarmak için bir gün izin istemeyi düşündü.

Masada, Türkiye’de yaptığı kütüphane projesini, titiz bir çalışmayla iki saat içinde doktorun inşaatına uygun biçime getirdi. Abdulmelik Ebu Talip, Türkiye’den gelen ustanın kıvrak zekasına, tasarlama gücüne, çizim ve projeye aktarma yeteneğine bakarak:

         -Yıldız Usta, nereden mezun oldunuz? Hangi okullarda okudunuz? diye sordu.

         Masadan elini çekerek ayağa kalkan Yıldız Usta, doktora tebessüm ederek baktı. Gözlerini anlamlı biçimde kısarak:

         -İlkokul mezunuyum. İlerisini okuyacak maddiyatımız yoktu efendim, diye yanıtladı.

         -Bir devlet, bir toplum, böyle bir yeteneği nasıl değerlendirmez, hayret doğrusu!

 

         Ertesi gün Doktor Abdulmelik Ebu Talip’e götürdüğü teklifte çok az bir kesinti yaparak anlaştılar. Binbaşı Mukaddem, yüksek kâr payında düşme olmakla birlikte anlaşmadan gelecek paranın meblağı nedeniyle ellerini ovuşturdu. Gattan şişmiş yanağı biraz daha kabardı. Yıldız Usta’ysa zamanında işi bitirebilmek için ekibini genişletmek, kullanacağı malzeme için yeni ilişkiler kurmak ve sanayide kiraladıkları büyük atölyeye ek bir yer bulmak telaşına düştü. Sana’nın on beş kilometre kadar dışındaydı atölye. Burada atölyelere varaşa diyorlardı. İki ay önce varaşa düzenini kurarken epey zorlanmıştı, şimdi işi büyütürken karşılaşacağı sıkıntılara kafa yormak zorundaydı. Para biriktiriyordu ama işi bitirene kadar da göbeği çatlıyordu.

Bir hafta içinde hazırlıkları tamamladıktan sonra ekibiyle harıl harıl çalışmaya koyuldu. Ufak tefek aksama dışında kütüphanenin dekorasyon kısmını iki ay içinde bitirdiler. Her akşamüzeri yapılan işleri görmek üzere kütüphaneye gelen Doktor, işin kalitesinden ve estetiğinden memnun olarak ayrılıyor, fırsat buldukça Yıldız Usta’yı yemeğe, kahve içmeye davet ediyordu. Tarih ve kültür konularında derin sohbetlerin sonucunda aralarındaki güven pekişiyor, giderek dostluğa dönüşüyordu.

         -Seni Yemen’in mobilya ustalarının ustasıyla tanıştırmak istiyorum. Ne zaman Hacı Abdullah’la tanışmak istersin Yıldız Usta? diye sordu Doktor.

         -Bu cuma akşama doğru ziyaret edebiliriz, senin için de uygunsa.

         -Haber vereyim o zaman.

 

         Güngörmüş, deneyim hanesine nice olay ve insan kaydetmiş olan Hacı Abdullah, mobilya mağazasının bürosunda karşıladı Doktor ve Yıldız Usta’yı. Agelini iki eliyle düzelttikten sonra koltuklara buyur etti konuklarını. Hal hatır sorup iyi dileklerde bulundular. Konuklarına Yemen kahvesi söyledi. Kahve gelene kadar, oymaları göz kamaştırıcı çiçek işlemelerinden oluşan bürodaki takımı inceleyen Yıldız Usta:

         -Efendim, Doktor Bey sizin mobilyacıların piri olduğunuzdan, zevkinizin yüksekliğinden söz etti. Methettiğinden daha estetik buldum büronuzdaki mobilyaları. Maharetinizden ve zevkinizden dolayı sizi kutlarım efendim, dedi.

         -Teveccühünüz efendim. Boynuz kulağı geçermiş, yeni kuşaktan çok daha güzel işler yapanlar yetişiyor.

         -Boynuz kulağı geçer ama duymazmış efendim, dedi Yıldız Usta. Sizin gibi yeteneklerin yeri bir başka.

-Sezar’ın hakkını teslim etmek, kadir kıymet bilmek gerekir değil mi? dedi Doktor.

-İtalya’da okuduğun nasıl da belli oluyor Ebu Talip. Sezar’ı unutmamışsın, diyen Hacı Abdullah, kahveleri getiren görevliye konuklara nasıl takdim edeceğini işaret etti.

Kahveler içilene kadar son dönemde neler yaptıklarına dair görüş alış verişinde bulundular. Doktor, Yıldız Usta’nın mahareti ve gayretiyle görkemli bir kütüphaneyi bitirmek üzere olduklarından söz etti. Antakya’dan gelen ustanın bu övgü karşısında utandığını fark edince de mağaza sahibine teşekkür ederek ayağa kalktı. Her iki ustaya sevgiyle baktıktan sonra:

-İki değerli ustayı tanıştırmak şerefine nail olduğum için kendimi bahtiyar hissediyorum. Bana müsaade efendim. Bir hastama yetişmem gerekiyor. Siz sohbetinize muhabbetle devam edin efendim, dedi.

Mobilya ustaları da ayağa kalkıp kapıya kadar Doktor’a eşlik ederek onu uğurladılar. Hacı Abdullah, konuğuyla büroya dönüp koltuğuna oturur oturmaz:

-Aslen Taizliyim. Orada çok yetenekli kakma ustaları vardır. Önce tavla, satranç takımı, sedef sandıklar yapmayı öğrendim. Sonra şeyhlerin lüks mobilya düşkünlüğü dikkatimi çekti. Bundan yüzyıl önce Antakya’dan Taiz’e gelip yerleşen bir ustadan koltuk, sehpa, masa işlerini öğrendim. El becerim, tasarım gücüm sayesinde ince işlerde gözde bir usta oldum zamanla. Gün geldi, Taiz bana küçük gelmeye başladı. Gerçi Yemen’in ikinci büyük şehridir. Cibuti’ye, Habeşistan’a, Somali’ye daha yakındır. Ama “Boğulacaksan büyük gölde boğul,” diyerek yirmi yıl önce Sana’ya geldim. İyi ki gelmişim. Birkaç yılda el üstünde tutulan mağazalarımız oldu. Üretim işlerini iki oğluma bıraktım. Burada gelen giden dostlarımla, müşterilerle oyalanıyorum artık, dedi.

-Mağazalarınızın müşteri bakımından çok canlı olduğu söyleniyor. Oğullarınızı da iyi yetiştirdiğiniz anlaşılıyor efendim, dedi Yıldız Usta.

-Evet, yerimizi boş bırakmadılar sağ olsunlar. Sizin hakkınızda da çok övücü sözler duydum. Saraydaki, Faysal Amiri’nin evindeki ve Doktor’un kütüphanesindeki ustalığınız Sana’da konuşuluyor. Bu hem çok güzel bir şey hem de tehlikeli. Ne demek istediğimi zamanla daha iyi anlayacaksınız. Burada iş teklif edenlere karşı çok dikkatli olmanızı öneririm, diye gizemli bir konuşma yaptı Hacı Abdullah.

         Taiz’i görmek istediğini dile getirince Yıldız Usta, onu bilgilendirme gereği duydu mağaza sahibi:

         -Kadim şehirlerimizdendir. Burada kaleler, saraylar var. Hepsinden önemlisi de Saba Melikesi Belkıs döneminde yapıldığı söylenen barajın yapısı dillere destandır. Bu mühendislik harikası baraja, suyun aşağıdan yukarıya nasıl çıkarıldığı hep konuşulagelmiştir. Gün gelmiş baraj kurumuş. Son zamanlarda barajı yeniden canlandırma çalışması başlatıldı. Bunu da Türkiye’den gelen bir şirket yapıyor. Barajın çevresi prefabrik evlerle donatıldı. Gecikmeden oraları görmen, ufkunu genişletecektir.

         -Sizden öğreneceğim çok şey var ustam. Zaman buldukça kahvenizi içmeye gelmek isterim, uygun görürseniz tabi.

         -Cevherin kıymetini bilenlere, her zaman kapımız açıktır. Her zaman beklerim.

         Genzinden konuşan yaşlı ustaya şükranlarını bildirerek mağazadan ayrıldı Yıldız Usta.  

        

Kütüphanenin mobilyasını da belirlenen sürede bitirme aşamasına geldiklerinde, Binbaşı Mukaddem, Yıldız Usta’nın sırtından çok para kazanacağı bir iş önerisinde daha bulundu. Kuzey Yemen’in büyük aşiret liderlerinden Şeyhülahmar’ın yaptırdığı caminin dekorasyon ve minber işini almak üzere görüşmeye götürdü ustayı.

-Hoş gelip safalar getirdiniz. Adınızı iki ay önce duydum ama tanışmak bugün nasip oldu, dedi Şeyhülahmar.

Bu heybetli ve sert mizaçlı adamın zarif davranışı ve övgüsü karşısında şaşıran Yıldız Usta:

-Memnun oldum efendim. Görkemli bir cami yaptırmışsınız. Hayırlı olsun, mükafatını görürsünüz inşallah, dedi.

Şeyhülahmar’ın Sana’nın Es-Sebin Meydanı’na bakan konağında kahvelerini içip yapılacak işin içeriğiyle ilgili bilgi alış verişi yaptıktan sonra camiyi görmeye gittiler. Cami ve müştemilatında yapılacak dekorasyon, mobilya ve minberle ilgili döküm çıkardılar. Yıldız Usta’nın kafasına takılan tek sorun, minberin oymalarıydı. Çok ince işçilik isteyen minberi Sana’da yapacak oyma ustaları yoktu güvenebileceği.

-Ya seyyid, bu görkemli camiye yaraşır bir minberi burada yapmamız mümkün değil. En usta oymacılarım Antakya’da. Uygun görürseniz minberi orada hazırlayıp burada monte edelim, diye önerdi.

-Kabul etmem. Yaptığınız her işi günü gününe görmeliyim. Memnun olduğum işi yaparsan, seni ihya ederim, dedi Şeyhülahmar.

-Burada bu işi yapacak adamım yok. Size mahcup olmak istemem. İsterseniz güvendiğiniz bir adamınızı benimle Antakya’ya gönderin. Konuğum olsun. Minberin yapılışını kontrol etsin. Beğenmezseniz sizden hiçbir şey istemem.

Bu çöl tilkisini ikna etmek için ne kadar dil döktüyse de başaramadı Yıldız Usta. Yüzü gölgelenmeye başladı. Boyun eğmeyi onuruna yediremediğinden, düşünmek üzere izin istedi. Kefil Binbaşı Mukaddem de bozguna uğramış bir yüz ifadesiyle bakıyordu kendisine. Şeyhülahmar’la vedalaşıp kütüphaneye dönerken, yolda bu işi kaçırmamak için nasıl bir çare bulacaklarıyla ilgili tartıştılar kefille. Son zamanlarda kendisine çok saygılı, zarif davranmaya başlayan kefilin, işi alamama korkusuyla birden aslan kesilmesi, Yıldız Usta’yı kaygılandırdı.

Kütüphanede çalışanları denetleyip eksikliklerle ilgili yapılacakları söyledikten sonra doğruca Hacı Abdullah’ın mağazasının yolunu tuttu. En iyi fikir alabileceği kişi oydu. Belki bir yardımı dokunurdu. Mağazaya girer girmez, cam bölmeli bürosundan ayağa kalkarak gelip kendisini karşılayan bu saygın ustayı selamladı. O da kendisini kucaklayıp halini hatırını sordu. Büroya geçip koltuklarına oturduklarında:

-Hayrola Yıldız Usta, seni çok endişeli gördüm. Kötü bir şey mi oldu? diye sordu Hacı Abdullah.

Şeyhülahmar ve kefiliyle yaşadıklarını, bazen göğsü sıkışarak anlatmaya başladı. Onu huşu içinde dinleyen Hacı Abdullah, görevlilerden su getirmelerini istedi. Yıldız Usta’nın bakır kupadaki suyu bitirmesini beklemeden söze girdi:

-Sen benim evladım sayılırsın. Tanıştığımız günden beri senin için kaygılandım. Daha önce moralin bozulmasın diye hiç bahsetmedim ama burada şeyhlerin, aşiret liderlerinin sürdürdüğü kötü bir zihniyet var. Onların öldürdükleri ya da öldürttükleri adamların hesabını kimse sormaz. Soranın da başına gelmeyen kalmaz. Geçen yıllarda, buraya Lübnan’dan gelen iki Ermeni ustayı öldürdüler. Niçin biliyor musun? Bir şeyhe yaptıkları duvar işlemesi ve tavan yaldızlamasını başkalarına yapmasınlar diye. Senin yaptığın işlerdeki yüksek sanatını görünce, başına böyle bir şey gelmesinden korkmuştum. Anlaşılan, senin için de tehlike çanları çalmaya başladı.

-Ne yapmamı önerirsin ustam? Beni en iyi anlayan biri olarak, bu açmazdan sen kurtarabilirsin ancak.

-Bak evladım, sana yardım ederim. Bir an önce Sana’yı terk etmelisin. Yükte hafif pahada ağır neyin varsa topla, seni Şam’a uçuralım. Bu konuda uçak işini de Doktor halleder. Yalnız burada kumun kulağı her yerdedir. Bundan kimseye söz etmemelisin. Tamam mı?

-Hayatım söz konusu ustam. Sırrı berk biri olduğumu da göreceksiniz efendim.

 

Sana’da kaldığı o geceyi kâbuslar görerek nasıl geçirdiğini Yıldız Usta’dan başkası anlayamaz ve anlatamazdı. Yemen uçağı Şam’a indiğinde El-Muhaberat görevlisinin, “Niçin Suriye uçağıyla değil de Yemen uçağıyla geldin?” sorusu umurunda bile olmamıştı. Cehennemi bir Sana gecesinden serin bir Şam şafağına uyanmanın sevincini yaşıyordu Yıldız Usta.   

 

Müslüm Kabadayı

 


[1] Yemen ve Doğu Afrika'nın yüksek bölgelerinde yetiştirilen "catha odulis" bitkisine "gat" adı verilmiştir. Gat, Arap Yarımadası'nın bir bölümünde, HabeşistanSomali, Kenya ve Madagaskar'da yetişiyor.  Günümüzde birçok ülkede "uyuşturucu" olarak kabul edilen ve yasaklanan gat bitkisinin Yemen'de kullanımı serbest. Bu bitki, ülke ekonomisinin "en büyük dinamiklerinden biri" sayılıyor. Çiğnerken yanakta biriktirilen gat, abartılı neşe, coşku, taşkınlık, bilinç bozukluğu, yanılsama ve sanrılara neden olur.

[2] Ucu eğri olup orta uzunluktaki hançer.

[3] Arapçanın halk ağzındaki, yereldeki söylenişi.


Yorumlar

Maximum : 1000 Karakter / Karakter Sayısı: 
0
Yorumlara gerçek ad ve soyadınızı yazmanız onay kolayllığı sağlar.
Mail adresinizi yazmanız keyfinize kalmıştır. Yorumlarınızın onaylanması da
editörlerin tamamen keyfine bağlıdır. Yılların deneyimi sonucu bu bizde böyle.


Bu habere henüz yorum yapılmamıştır, ilk yapan siz olun!...