Öykü
HOROZ

Horoz milleti tavuklara benzemez, merttir, aralarından namert çıkmaz.
-Sudokucu İbrahim Abi-
-Çilimli Blue style diliyle yazılmış bu cümle okunduğunun aksine farklı bir anlam taşımaktadır - Bütün özel ve tüzel kişiliklere duyurulur-
Ben yerde yatıyordum o ise ranzada.
Bunu bana acımanız için söylemiyorum, sadece bir durum tespiti, kurada bana yer çıkmıştı, yapacak bir şey yok, hakkına razı olacaksın, hele de hapisteysen.
Pencere ranza arasına yatak sermiştim, sağa sola dönecek kadar genişti, güvenlik nedeniyle süngerde çelik yay yoktu, fakat rahattı, ranza tarafına da boylu boyuna bir battaniye. Eşyaların bir kısmını ranzanın altına bir kısmını yatakla kalorifer arasına yerleştirmiştim. Dolabım da vardı var olmasına ama gündelikleri buralarda tutuyordum, kolay oluyordu ulaşması.
Yatağa uzanınca demir parmaklıklı pencerelerden göğün maviliği gözükürdü. Akşamları yıldızları, gündüzleri bu maviliği seyrederdim. Arada bir bulutların beyazlığını. Bu hissediş ağzıma bal tadı çalardı. Kendimi bedeni kısıtlamalardan sıyrılmış bir vaziyette yüksek duvarların ötesine geçmiş gibi görür, hayali gözlerle saatlerce seyrederdim, evimi, eşimi, çocuklarımı ve mahremiyetini yitirmiş o muhbir şehri.
Kışın kaloriferin sıcaklığı, yazın pencerenin serinliği yerde yattığımı unuttururdu. Çelik yayları olmayan yatak gibi fiyakası alınmış bir konfordu bu. Ama yine de iyiydi. Kışın kalorifere çamaşır serme hakkının şahsıma ait olmasını da es geçemem doğrusu. Karnım tok, sırtım pek, altım kuru, daha ne olsun. Allah devlete millete zeval vermesin. Amin. ( Aksaray, Aksaray, Aksaray, hadi Aksaray... Bir yanda Şakir “Şener Şen”, ötede çiçek Abbas “İlyas Salman” avazı çıktığınca bağırıyor.) (Ulysses - James Joyse'dan öykünerek bir bilinçaltı esinlenmesi)
Hangi gündü acaba? Şimdi tam hatırlamıyorum. Hafızamda kalan tek şey o gün iç kantinin geldiğiydi. Sorun şu ki iç kantin hangi gün geliyordu unuttum. Aslında hapiste size günleri anımsatacak tüyolar vardır. Böylece günler tek düze olmaktan kurtulur. Bu hiç de küçümsenecek bir hizmet değildir. İç kantin, dış kantin, kapalı-açık görüş, telefon günü vesair. Bir gün iç kantini, diğer gün dış kantini, başka gün telefon saatini hazır ol vaziyetinde bekler durursunuz - hiç unutmam kıllı Cemil ile Avukat Gülü Gülü kapalı görüş sırası gelecek diye tam dört saat makamı hışhışta sandalyede oturmuşlardı- ve bu küçük mutluluk beklentileri zaman algınızı değiştirir, körleşmiş umudunuzu tazeler, akreple-yelkovanın devri daimini hızlandırır.
Üzerinden üç sene geçti. Bugünkü takvimden üç sene geri gittin mi yıl hesabı tamam. Hafızamda başka kırıntılar daha var. Gökyüzü manzaralı eve (Oscar Wilde) nam-ı diğer karafatmanın sarayına (Daniel Koplowitz) alışmıştım. Demek ki içerde en az dokuz ay... Hay aksi neredeyse unutuyordum. Saati de aklımda. İşte bu çok sevindirici. Kahvaltı bitmiş yatakhaneye istirahate çekilmiştik. Henüz çeviriye başlamamıştık. Çeviri dersi saat onda olduğuna göre, dokuz sularıydı. Ama hangi gündü? Bir türlü hatırlıyamıyorum. Unutmak ne feci bir şey.
Organik-inorganik, istemli-istemsiz, güzel-çirkin hiç farketmez koğuşa ait gürültü-şamata namına ne varsa ki bu sesler yaz-kış, gece-gündüz hiç eksik olmazdı, gaipten gelen bir ilhamla sükut ettiği bir anda, suskunluğun çıldırtan senfonisine kulaklarımı kapatıp, yok oluşun derin hazzıyla kendimden geçmişken, yan ranzadan ne yazık ki var olduğumu hatırlatan o tuhaf ses:
Oooooroooozooooooommm...
Önce ne dediğini anlamadım dahası umursamadım -hapiste türlü çeşitli sesler duyarsınız ve aldırmazsınız- ama inilti kıvamındaki ses kesilmeyince kulak kabarttım, duyduklarım alışık olduğum türden değildi, emin olmak için ranzaya doğru yaklaşıp ucundan battaniyeyi araladım, kulağım ranza demirinin soğukluğuyla buluştuğunda duyma ölçütünde netleşti sesler, bu bir tutuklunun gündelik, sıradan sayıklaması değildi -tutukluların çoğu beklenildiği üzere mahkeme veya tahliye gününü değil, karısını,çocuklarını ve zihinlerinden bir türlü silemedikleri pişmanlıklarını sayıklar-, üst ranzanın döşemesine gözlerini bekçi feneri gibi sabitlemiş, “ah horozum vah horozum” diye homurdanıyordu Bekir.
- Başlatma ulan horozuna, bırak da biraz yatalım.
- Sen bilmezsin, o ne yaman horozdur.
- Sen benim tavuğu görseydin asıl, ne süslüydü, ne alımlıydı.
- Sen tavuk mavuk beslemezsin, kendine bile zor bakıyorsun tembel herif, bari benimle dalga geçme, horozumu çok özledim.
- Eee ne yapalım şimdi, horozunu nasıl göreceksin söylesene bana, ancak tahliye olursan, o da nalları dikmemişse.
- Ağzından yel alsın, başka bir yolu yok mu sence.
- Hem senin horozuna şöyle böyle diyorlar.
- Alnını karışlarım kim diyorsa, harbi erkektir o.
- Ne olur şimdi uyuyalım! Lütfen! Çeviri dersinden sonra sana söz...
- Ah horozum , vah horozum.
- Senin de horozunun da, insaf, birazcık insaf yahu ...
Bana laf saydı. Dünyalar iyisi, doktor İsmail Hakkı'nın “Tutankamon kılıklı herif” sataşmasına bile seni Allaha havale ediyorum diyerek susan Bekir Okuyan, horozuna dil uzattım diye bana bir sürü laf saydı. Belki de bu, gün geçtikçe insanın psikolojisini başkalaştıran hapishanenin, Bekir Okuyan'ın ruhuna oynadığı bir oyundu . Öyle bir oyun ki bilinçteki önem sırasını bir daha hatırlanmamak üzere silerek, başı-sona, sonu-başa ters yüz ediyordu. Beynini bu modern işkencenin çarklarına kaptırmış zavallı Bekir Okuyan bu vahim durumun farkında mıydı?
Çeviri dersinden sonra Bekir horozunu anlatmaya başladı. Elbette ki bu isteyenlere ve bu konuya ilgi duyanlaraydı. Zoraki, istemeyerek hapse tıkılmak olurdu, dünya tarihinde bir sürü örnekleri vardı, ama zorla güzelliğin mümkünü yoktu. Horozdan daha önemli mevzusu olanlar yatakhaneye çekildiler. Böylece horoz konusu bir daha kapanmamak üzere açılmış oldu. Bakır kırmızısı tüyleri, kızıla çalan ibiği, ayaklarının inceliği, tavuklar üzerindeki hakimiyeti, savaş kazanmış bir kumandan mağrurluğunda duruşu. Has Denizli horozu olmasa da dedelerinden biri Denizli'li olduğu. Üç senedir on tavuğa padişahlık yaptığı. Kendi elleriyle özene bezene inşa ettiği kümesin dünyada bir eşi benzeri olmadığı . Ballandıra ballandıra anlattı gerçekliğini ispat şansımız olmayan şeyleri. Bu genel malumattan sonra menkıbelere geçti Bekir. Tavukları sansardan, gelinciklerden, tilkilerden canı pahasına korumuştu. Mahallenin köpeklerini dik durarak uzaklaştırmış, nankör kedileri duvar dibinde pusturmuştu. Yan komşunun tavuk ve horozlarına haddini bildirmiş, yaramaz çocuklarını defalarca gagalamıştı. Bahçenin karşısındaki inşaat yapılırken, duvarın üstünde bir sağa bir sola yürümüş, işçiler paydos edip gidene dek, nöbet yerini terketmemişti. Ki tam bu esnada ölseymiş, nöbet tutarken ölmenin mükafatı, şehit sevabı alacakmış. Daha neler neler. İşin sonu nereye varacak merak ediyordu herkes.
İsmail Hakkı'nın patavatsızlığı olmasa horoz hikayelerinin sonu gelecek gibi değildi. Kutsal bir iş edasında yaptığı zeytin çekirdeği yontma işini bırakıp araya girdi. Bekir kardeş sadede gel, ne demek istiyorsan söyle, bizden muradın nedir bilelim, çabuk söyle ki yaptığımız işe bir halel gelmesin, mahalleden on kişiye tespih sözüm var, haftaya kapalı görüş var biliyorsun, yetiştirmem lazım. Kendisinden beklenildiği üzere devam etti konuşmasına: Malta duvarına horozun resmini mi çiziktirelim ki o da yasaktır, başka da bir şey gelmiyor aklıma. Bu cümle biter bitmez bir başka tehlike sonu gelmez günlerin ıstırabıyla hissizleşmiş zihinlerimizin kapısını çaldı. Yirmi dört saatin en az on beşini konuşarak geçiren İsmail Hakkı bu problemi bahane edip Firavun sülalesinden konuşmaya başlarsa -bu aralar Mısır tarihiyle ilgili kitap okuyordu- akşamı değil yatsıyı boylardık. Ama düşündüğüm gibi olmadı, Bekir araya girip, hayır hayır , özlemimi basit bir portre yada resim gideremez, ben onu bizatihi görmek, koklamak, doyasıya hasret gidermek istiyorum diyerek İsmail Hakkı'nın lafını orta yerinden kesti. Üzerinden kaç ay geçti, bir ötüşünü duysaydım bari derken durakladı - ağlamaklı oldu. Bunun üzerine kimileri güldü, kimileri hım dedi, kimileri sessiz kaldı, kimileri şimdi horoz şekeri olsa da yalasaydık temennisinde bulundu, kimileri de tutuklu olduğunu hatırlayıp batsın bu dünya şarkısını düşük perdeden mırıldandı. Dip köşede oturmuş elindeki kağıttan sudoku çözüp sigarasını tellendiren sudokucu İbrahim abi nedense osurmaya ihtiyaç duymadan -genelde konuşmaya başlamadan önce yükse perdeden yellenirdi- basit bir cümleyle konuşmayı sonlardırdı: Horoz görmeyi istemek iyidir velev ki sesini duymasan bile.
O günden sonra sekiz doktor, iki mühendis, altı avukat, iki kaim-i makam ve koğuşta ne kadar meslek erbabı varsa Bekir'in probleminin halli için kafa yordular. Canım ne var ki, ailesi horozu görüşe getirir mesele çözümlenir diyenlerden, pişmiş, soslanmış haliyle yemek masasına gelmesine, telefon gününde karşı taraftan sesinin dinletilmesine, horozun bizzat kendisinin adli bir suç işleyip hayvanlar koğuşunda hapis yatmasına ve böylece iç görüşte Bekir ve horozun birbirini görmesine -karı koca tutuklu olanlar iç görüşte birbirlerini yarım saatliğine görürlerdi, bu açık değil kapalı yani camın arkasından telefonla olan görüştü-, cinsiyet değiştirip tavuk olmasına -ne alakası varsa- kadar akla hayale gelmeyen fikirler birbirinin sahasına tecavüz etmeden havada uçuştu. Her teklifte Bekir'in yüz ifadesi ihtimal hesabının artı ya da eksi kutuba kaymasına göre değişti ama ağzını açıp bir kelam etme kibarlığında bulunmadı. Avukat görüşüne giderken pencereden gözüken duvar bitişiğindeki müstakil bahçe sahibinden rica etsek, horoz bir kaç hafta orada konaklasa, böylece bir kaç dakikalığına da olsa Bekir onu görse görüşü akla en yatkın olanıydı. Bunu bile beğenmedi Bekir, o da ayrı bir konu. Elbette ki bu fikir avukat aracılığıyla iletilecekti bahçe sahibine. Böylece Bekir, avukat görüşüne giderken bir kaç dakika pencere kenarında duraklayacak, horozu görüp usülünce hasret giderdikten sonra yürüyüşüne devam edecekti. Hiç söylemeye bile gerek yok, duraklamak için gardiyanın izni şarttı. Yoksa ağza alınmayacak lafları işitirdin yeni yetme memurlardan. Tamamdı tamam olmasına ama küçük bir problem daha vardı, Bekir horozu görüp ayırt edebilecekti, çünkü onun bahçeye getirildiğinden haberdar olacaktı, bunda hiç bir problem yok, peki ya horoz penceredeki karaltının Bekir olduğunu nasıl anlayacaktı. Anlamasına gerek yok diyeceksiniz. Sakın öyle demeyin, horoz kıçını dönüp gitttiğinde Bekir çok alınırdı, bunu adım gibi biliyorum. Bekir çok titiz biri olduğu için bahsi geçen önerilerin hiç birine sıcak bakmadı. Çünkü o bir kural adamıydı ve eğer horozu görecekse bu kanunlara ve yönetmeliklere, hiç olmazsa hayatın olağan akışına uygun olmalıydı. Peki ama ceza kanun ve yönetmeliklerinde horoz ziyareti ile ilgili hükme esas alınacak bir bahis yok ise... İşte bu husus ileri hukuk ve demokrasi sistemine geçiş için önümüzdeki en büyük engeldi. En azından Bekir Okuyan'ın hukuk anlayışına göre. (Vallaha bana göre değil, tam üç kere estağfurullah, estağfurullah, estağfurullah)
İstişare her zaman iyidir. Bir elin nesi var iki elin sesi var demiş atalarımız. Hapse girdiği günden beri eşi ziyarete gelmeyen sarı Sencer acıyla kıvranıp söylemese hiç kimsenin aklına hayaline gelmeyecekti bu mesele. Çünkü eşekten düşmüşün halinden katırdan değil, yine eşekten düşmüş anlardı. Tamam Bekir horozunu özlemiş, onu en kısa zamanda görmek istiyordu ama peki ya horoz? Horoz ne düşünüyordu bu konuda. Belki de hapse düştükten sonra horoz Bekir’i ötekileştirmiş, bir daha hatırlanmamak üzere hafızasından silmişti. Bunu da es geçelim, gözden ırak olan gönülden ırak olur düsturunca, horozun Bekir'e karşı ilgi ve sevgisi azalmış, en iyi ihtimalle unutmuş olabilirdi. Annesi ve babası aynı anda hapse atıldığı için okuldan kayıtları -özel okul- silinen çocukların var olduğu ispatlı olan memleketimizde, horozun bu tavrı psikolojinin normal sınırında değerlendirilebilir. Çözüm olarak da sarı Sencer Bekir'in fotoğrafının avukat aracılığıyla horoza gösterilmesi ve tepkisinin avukat-noter huzurunda tespitinin yapılmasını öneriyordu. Aynı usulu eşi içinde kullanmıştı notunu bu yazıya ibretlik bir hadise babından düşmem lazım. Eşi Sencer'in fotoğrafını görünce inanmayacaksınız ama onu ilk bakışta tanımış, ama noterin tuttuğu tutanakta herhangi bir yüz ifadesi tanımlamasından bahsedilmemişti. Sencer bunu çok duygulanmış olarak yorumlasa da ne yazık ki koğuş erbabı onunla aynı kanaatte değildi. Horoza dönecek olursak. Mesele şu ki tepkiyi ölçmekte hangi ölçek kullanılacaktı. Birkaç kere uzun uzun ötmesi yeterli miydi? Yahut fotoğrafı temaşa eden horozun başını öne eğmesi ki bu hüzünlendiğinin işaretiydi, pozitif bir bulgu olarak mı algılanacaktı. Bu müşkül meselenin çözümünü ancak hayvan psikologları halledebilirdi. Bu çözüm ise yeni bir maddi külfeti içinde barındırıyordu. Bekir'in şu an hapiste olduğunu düşünürsek bir de buna eşinin çalışmadığı eklendiğinde, hayvan psikoloğuna ödenecek yekun koğuşun ortak giderinden karşılanacaktı. Yeni bir problem daha. Tırlak doktor İsmail Hakkı başkanlığında koğuşun toplanıp bu mevzuyu enine boyuna tartışması gerekliydi. Horoz vakitsiz ötmüştü ötmesine ama yine de sudokucu İbrahim abi bu sefer osurarak son noktayı koymuştu: Horoz milleti tavuklara benzemez, merttir, aralarından namert çıkmaz (Çilimli Blue style).
Bu problem bir kaç günlüğüne unutuldu. Araya bir dış kantin, bir kapalı görüş, bir telefon günü girdiğini hesapladığımda bir kaç hafta es geçildi dersek daha doğru olur. Bekir voltada horozu gibi duvar boyunca, hizayı bir santim bile sektirmeden, bir sağa bir sola yürüdü. Bırakın konuşmayı, ben dahil, hiç kimseye selam vermedi. Güneşin bahçeye vuran gölgesini her gün hesaplayarak duvara çiziktirdi ve gelecek sene aynı gün aynı saatte gölgenin buraya vuracağını, yer çekimini bulmuş edasıyla söyledi. Telefon görüşmesinde çok ağladığını iddia edip, ağlama sızlamayla geçen dakikaların, telefon görüşme süresine eklemesini dilekçeyle müdüriyete bildirdi. İsmail Hakkı'nın elindeki hıyarı maltada volta atan arkadaşlara ikramına, parlak pembe büyük bir havuçla cevap verdi. Hacivat Karagöz misali cereyan eden aralarındaki bu rekabet koğuştakilerin bolca sebze ve meyve tüketmesine vesile oldu. Böylece tutuklu arkadaşlar kilo kaybetmelerine rağmen skorbit hastalığı illetinden kurtulmuş oldular. Bulaşık yıkarken tabakta deterjan kaldığı takıntısıyla, birlikte nöbet tuttuğu arkadaşına ki bu malesef bendim, melamin tabaktan cırt sesi gelene kadar durulattı. Buton Kemal'in meşhur icadı sessiz küfürü- buton Kemal maltada volta atarken dua mırıldanır gibi sessizce küfrederdi, hatta koğuşa yeni gelen birisi ona, abi hangi duadan okuyorsun bana da öğret dediğinde; anasını, avradını, sülalesini duası demişti, günde doksan dokuz kere okurum, bazen yüze tamamladığım da olur.- hani nerdeyse ben buldum deme raddesine geldi. Elbette ki bu seküler keşif, zikirmatiğin duygusal yazılımını bozarak küfürmatiğe evrimleştiren ve böylece ehli din, ehli kitap, ehli namus koğuş ahalisini silme küfürbaz yapan buton Kemal'den, intihaldi. Daha bitmedi. Kuş-domuz gribi kapmayayım diye banyo lifini maskeye çevirip günlerce bu garip bez ağzında maltada dolaştı. Kıllı Cemil ile muadili Gülü Gülü'nün koğuşa döktükleri kılların ayrıntılı ayrımını yaparak çetelesini tuttu. Tuttuğu hesaba göre en çok Gülü Gülü kıl dökmüştü. Gece uykularında horozlu horozsuz bir sürü sayıkladı. Bu obsesyonları avukatlardan gelen öneriyi duyana dek devam etti.
Maltada voltaya çıkmıştım, lapa lapa kar yağıyordu. Şapkam, montum, su geçirmeyen ayakkabılarımla her şey tam takırdı. Daha da güzeli, kar yağdığı için -bazen kar, bazen yağmur bazen de hapishane demirbaşında kaydı olmayan kuru bir yaprak parçasının maltaya düşmesini beklerdik-, cümle tutuklu arkadaşlar istirahat maksatlı, beton duvarlı bahçeden ıslak battaniye kokulu koğuşa çekilmişlerdi.
Avukatlardan çakır Emir yanıma geldi, aynı hiza yürümeye başladı, şey dedi yeni bir öneri geldi aklımıza, bu avukatların ortak fikri. Neymiş söyle bakalım dedim Çakır kardeşim. Bu iş yani horozun Bekir'i ziyareti kapalı görüşte olmaz. Kirli camdan ne Bekir seçer horozu ne de horoz Bekir'i. İlaveten horozun telefonla konuşma alışkanlığı yok. Bunu da es geçmemek lazım. Eğer bu eylem gerçekleşecekse ki o da çok düşük bir olasılık diye düşünüyorum, bu ancak ve ancak açık görüşte olabilir, diğer ihtimaller namümkün gibi gözüküyor. Doğru söylüyordu Emir, bu iş için uygun zaman ve mekan açık görüş günüydü. Bekir horozu görecek, onu kucaklayacak, ibiğinden öpecek, koklayacak, horoz da artık nasıl tepki verecekse -bu bahis hayvan haklarına müdahale olarak algınalanacağı için horozun tepkisi üstü kapalı yazılmıştır- öyle tutumunu sergileyecekti. Bu teklifin de müşkül bir tarafı vardı. Koğuştan ve ziyarete gelecek kişilerden ayrı ayrı izin alınmalıydı. Horozdan korkan birisi olursa bu mesele nasıl halledilecekti. Özellikle çocuklar için bu mevzu çok önemliydi. Bekir'in çok duyarlı ve aşırı merhametli biri olduğunu var sayarsak ki söylemeye bile gerek yok zaten öyleydi, ziyarete gelen çocukların horoz gagalaması korkusuyla , baba ziyaretinden yoksun kalmasını, asla istemezdi. Bekir ve horoza ayrı bir oda bu problemi kökünden çözerdi. Pembe oda tahsisi olan hapishanemizde bir horoz odası olması göze batmazdı. Ben bunları zihnimden geçirirken Emir araya girdi. Mesele şu ki horozun açık görüşe gelebilmesi için birinci derece yakın olma şarttı var. Ben bir şey demeden devam etti. Bunu da düşündük avukatlar olarak. Horozu nüfusuna geçirirse bu mesele hallolur. Ama o zaman da miras hakkı doğar. Ee artık horozu görmek istiyorsa mal paylaşımını yeniden düzenleyecek Bekir. Başka çaresi yok.
Gerçekten güzel bir tasarı dedim, ama! Horozdan sonra mal paylaşımı ile ilgili yeni iddialar ortaya çıkar mı düşüncesi kafama takıldı. Mesela yan komşu koşturarak gelip, bıyık altı müstehzi gülümseyerek, şey, şu bizim bahçede sağa sola koşturan hayvancağızlar sizin çapkından derse bu işin içinden nasıl çıkacaktık. Yani mirasçılar gün geçtikçe artarsa. Bekir hapiste cinsel perhize girdi diye horoz da cinsel perhize girecek değildi ya. O zaman horozu kısırlaştıracağız dedi Emir, Bekir nüfusuna geçirdikten hemen sonra, vakit kaybetmeksizin. Burada önemli olan husus Avrupa birliği müktesabatına harfiyen uyan ülkemizin hayvan hakları evrensel beyannamesini kabul edip etmediğiydi. Mazallah ya kabul edip uyma taahatüdünde bulunmuşsa... O zaman nasıl kısırlaştıracaktık hayvanı! Bu ameliyatın getireceği külfetten ise hiç bahsetmiyorum. Ah şu doktor millet ne kadar da paracı! Hepsini hapse tıkmalı ama hepsini...
Gerçekleşme ihtimali her daim mevcut bulunan grizu patlamasına karşı her türlü önlemin en ince ayrıntılarına dikkat edilerek alınmış olduğu koğuşta kahvaltıdan sonra istirahata çekilmiştik (Sekiz kişilik mevcudu bulunan koğuşta tam tamına yirmi yedi kişi kaldığımızı hatırlatmak isterim). Yatağın kenarındaki battaniyeyi aralayıp, Bekir'e avukatların ince elenip sık dokunmuş düşüncelerini, detaylarına vurgu yaparak aktardım. Özellikle miras meselesi konusunu, araya bir sürü soru sıkıştırarak, çok dikkatli dinledi. Bir anlık suskunluk seansından sonra... (Suskunluğu saati saatine hafızama kaydediyordum, Dr. Murke'nin suskunluk külliyatı- Henrich Böll) Bahçenin güneş gören güney tarafı ile kümesin işgal ettiği küçük paftanın -bu arazi eşinin üstüneydi- elindeki kağıda ayrıntılı krokisini çizerek horoza miras bırakabileceğini, bu işlemler sürerken eğer horoz ebediyete intikal edecek olursa da bahsi geçen araziye, inşa ettiği kümesten esinlenerek bir anıt mezar dikebileceğini söyledi. Ama tek bir şartla diye de ekledi: Kutsal bir mekan zannedilip dua edilip - adak adanmayacak ve her ne sebeple olursa olsun mezarın sağına soluna çaput-bez benzeri şeyler bağlanmayacak ve dahası cenaze töreni itikatte Maturidi, amelde Hanefi geleneğine uygun bir tarzda yapılacak. Bunları söylerken, göz bebeklerinin karanlığına saklanmış deliliğin sönük ışığıyla, tahliye olmanın ak pak aydınlığı, yan yana kol kolaydı. Ah Bekir Okuyan, vah Bekir Okuyan!
Mesele koğuş açısından halledilmişti, şimdi sıra Bekir'in karısı, avukat, horoz, gasilhane, yazar, hayvan hakları savunucuları, Greenpeace, hukuk sistemimiz ve Avrupa İnsan Hakları mahkemesi arasındaydı.
Asselehhhh tuvasselamu aleykk, aleykeya seydena ya resullallah.... Zangoç durma sende çanı çal! “Baruh ata Adonay Eloheynu meleh haolam, dayan ha-emet" Mübarek olan Sen, Efendimiz bizim Tanrımızsın, kainatın Kralısın, Gerçek Hakimsin" . Buyurun cenaze namazına!
Horoz meselesini ilk duyan Bekir'in karısı oldu. Kapalı görüşte bu garip konuyu açmış, ayrıntılarını bıkmadan usanmadan sıralamıştı. Yarım saatin nerdeyse yirmi beş dakikası bu mevzunun anlatılmasıyla geçmişti. Kadın o kadar şaşırmıştı ki söylenenlere, ilk yirmi beş dakika dili tutulmuş konuşamamış, son beş dakika ise hıçkırarak ağlamaktan ağzından yalnız tek bir cümle çıkabilmişti: Ciddi olamazsın Bekir. Hele miras meselesini söylediğinde karısının nutku tutulmuştu. Evin arkasındaki bahçe ve kümes. Bu da nerden çıkmıştı. Yıllar boyu biriktirdikleri malı mülkü bir horoz parçasına mı kaptıracaklardı. Bu işe çocuklar ne derdi sonra. Peki ya komşular duyarsa. Ya cinsiyet ayrımcılığına ne demeli, neden tavuklara değil de o pejmürde horoza! (tipik kadın refleksi) Kadın, beynini dumura uğratan anıt mezar safsatasının şaşkınlığını yaşarken, bu kısacık zaman diliminde Bekir'in yegane takıntısı, horoza bırakacağı mirasın islami usüllere göre paylaşımından başka bir şey değildi. (Horoza iki, tavuklara bir, işinize gelirse).
Avukat görüşmesi ise korkunçtu. Ancak bu kelimeyle anlatılabilir olayın vahameti. Senin ruh sağlığın bozulmuş diyen avukata okkalı bir tokat indirdikten sonra onu davadan azletmiş, telefon görüşmesinde eşinden hayvansever bir avukata vekaletinin verilmesini talep ederek kızgın bir ses tonuyla eklemişti: Avukatı ben seçeceğim. Kadının bulduğu avukatlar sırayla gelmiş, hayvansever olduğunu ispatlayan yegane avukat, mırnav Nesibe, Bekir'in avukatlık payesini almaya hak kazanmıştı. Bekir'i uzun bir müddet sözünü kesmeden dinledikten sora şöyle demişti mırnav Nesibe; evet çok haklısınız Bekir bey, düşünelim ki mahkumun bütün yakınları ölmüşler, tek dostu bahçede beslediği kangal köpek, zavallı adam da onu görmek istiyor, peki bu nasıl olacak. Hukuk sistemi suçluyu korumazsa bir işe yarar mı? Köpeklerin ortalama ömrü hesaplandığında ki buna sahibi hapiste olduğu düşünülerek beslenmesinin bozulduğunu da eklemek gerekir, mahkumun infazı hayvanın yaşam süresini geçerse, bu zavallılar nasıl görüşecekler. Hayvanın, polis ya da jandarma kontrolünde hapishaneye getirilmesinden başka, çare var mı? Elbette ki yok. Evet, ben bunun için hukuk mücadelesi vereceğim, gözünüz arkada kalmasın. Avukatın bu sözlerinden ilham alan Bekir Okuyan zenci lider Martin Luther King'e öykünerek, bir hayalim var dedi, bir gün bütün horozlar açık görüşe gelebilecek. Bu veciz sözü avukat görüş odasındaki kameraya dönerek söyledi. Tarihe not düşülsün diye. Halbuki tarihin hafızasında yalnız ve yalnız güçlülerin sözleri kalır ve ne yazık ki tarih mazlumların sözlerini hatırlamayacak kadar unutkandır. Bunu bilseydi hiç söyler miydi Bekir.
Bekir mahkemeye dilekçe üstüne dilekçe gönderiyordu. Ki inandırıcı olsun diye dilekçelere horozunun resmini bile çiziyordu. Ona hiç yakıştıramadım ama bizzat şahit olduğumdan paylaşmak istiyorum, rüşveti bile denedi. Bakanlığa gönderdiği dilekçe zarflarının birine zeytin tanelerinden yaptığı tespihi koydu. Artık bu iş mahkeme ve hukuk boyutunu aşmış, hayat memat meselesi haline gelmişti. Bekir günde on dilekçe yazıyor ve farklı mercilere gönderiyordu. Uğur getirsin diye farklı renkte kalem, kağıt ve zarf bile kullandı. Dilekçelerin bazılarına “adalet mülkün temelidir” diye yazarken bazılarına adaleti temsil eden resmi çiziyordu. Bu arada yerel gazete, radyo ve televizyonları da es geçmedi. Hepsine ulaşmayı denedi. Koğuşta günde en az on kez adaletin bu mu dünya şarkısını çalıyordu. Peşi sıra ötüver de çil horozum ötüver türküsü. Ama ne yazık ki bu canhıraş gayretlerin, mantığın en üst kademesiyle yazılmış bu dilekçelerinin hiç birisine cevap gelmedi. Ama Bekir Okuyan yılmadı. Sonunda ölüm yoktu ya. Yazdı ha yazdı. Parmakları nasır tutana dek yazdı.
Ve bir gün demir pencere gıcırdıyarak açıldı ve gardiyan Bekir Okuyan hazırlan, muayene için hastaneye gideceksin diye bağırdı...
Psikiyatr muayenesinden bir ay sonraydı. Bu sefer gününü hatırlıyorum, çarşambaydı. Akşam yemeğini yemiş, alt salonda kitap okuyorduk. Saati de hatırımda. Henüz daha televizyon açılmamıştı. Demek ki yedi suları. Avukatların bir kısmı hazır çorba yapmışlar büyük bardaklarda içiyorlardı. Makamı camışta Tosun'cuk ve sarı Sencer yazılım dersinden bunalmışlar, Tosun'cuğun kıç kuvvetiyle kırdığı sandalyenin tamiriyle uğraşıyordular. Makamı hışhışta ise sudokucu İbrahim abi elinde sudoku kağıdı pineklemişti. Arada bir horluyor arada bir yüksek perdeden gaz çıkarıyordu. Hapçılar -herhangi bir sağlık sebebi nedeniyle ilaç kullananlara gardiyanlar hapçı derdi- ellerini açmış haplarını bekliyorlar, tespihçiler masa etrafına üşüşmüş çekirdeklere rötuş yapıyordular. Avukat Gülü Gülü ise hem millete laf yetiştiriyor hem de el emeği göz nuru bilekliğe çakmak ateşiyle isim yazmaya çalışıyordu. Bekir yatakhanede horozlu hayellere dalmıştı. Zakir abi ibadetle hemhal iken robotik Cezzar kutsal kitabın ezberiyle cedelleşiyordu -Çok sonradan anlaşılacaktı ki robotik Cezzar insan değil yapay zekaydı. İstihbaratın koğuşa yerleştirdiği bu robot; yemiyor, içmiyor, tuvalete gitmiyor, sadece ve sadece kutsal kitaptan okuyor, daha da ilginç olanı televizyon (survivor) seyretmiyordu-. Doktor İsmail Hakkı ile muhalifi kıllı Cemil, Firavun münakaşasından sonra ikinci çay kavgasına tutuşmuştular. Söylemeye bile gerek yok kıllı Cemil haklıydı. Uyuduğu için yemek saatini kaçıran Emir çorba diye içtiği yemekte nohut tanelerinin çıkmasının şaşkınlığını yaşarken patates yahnisinin içindeki etlere ulaşabilmek için kaşıkla sondaj çalışması yapıyordu. Mühendis banyoda, öğretmen tuvalette, Şener banyo boşluğunda çamaşırdaydı. Tütüncüler pencere kenarından maltaya duman üflemekteydiler. Buton Kemal günün yirmi saatinde olduğu gibi uykuda rüyadaydı. Yatakhanede bazıları sohbete tutuşmuş, bazıları kitap okumaktaydılar. Hulasa herkes kendi alemindeydi. Akşam ağır bir koku gibi hem koğuşun hem milletin üstüne sinmişti. Yine tahliye üzerine elli bilinmezli hukuk denklemleriyle hesap kitap.
Demir pencere gürültüyle açıldı. “Bekir Okuyan hazırlan. Tahliye” dedi. Koğuşta bir çığlık koptu. Alt salondan yatakhaneye avazı çıktığınca bağırdı herkes. Bekir, ulan Bekir, tahliye... Horoz ulen, horozu göreceksin, horoz ulen horoz. Tuvalettekiler taharetlenmeden, banyodakiler gusül almadan, uykudakiler rüyalarını yüzüstü bırakıp yataktan çıktılar. Leğende çamaşır çiğneyen Şener, sırasını kaptırma pahasına banyo boşluğundan kurşun gibi vınlayarak çıktı. Bu ne büyük bir fedakarlıktı bilemezsiniz. Buton Kemal defalarca butona bastı. Ha bire ne diye butona basıyorsun be adam diyen gardiyana hiç efendim puştluk olsun diye cevap verdi. Ki söylemeye bile gerek yok bu tavır disiplin cezasını gerektiriyordu. Doktor İsmail Hakkı el emeği göz nuru zeytin çekirdeklerinden imalat tespihlerini koğuşa bağışladığını haykırırken Amenhotep'i hariç tutarak Firavun'un yedi ceddine sunturlu bir küfür salladı. Cesim balet kıyafetlerini andıran dar içliğiyle kuğu gölü operasından bir iki sahne sundu. Koğuşun cılızı Emir bir çırpıda mutfak tezgahına zıplayarak haykırdı: üüürüüüü... Mutfak boşluğundaki sesi güzel, çirkin olsun herkes bir kereye mahsus horoz ötüşünü tekrarladı. Mor Selim ötmekle yetinmeyip kanat çırpmaya başladı. Birkaç kişi daha. Bu gürültü şamataya uyanan avukat kara Yalçın, yatakhane merdivenlerinin tam ortasında dikelerek: Yılanoğlu sarılardan Sülü'yü evire çevire döverken hepiniz aynı kahvede çay yudumlayıp tütün içmekteydiniz diye “deli deli küpeli” filminden bir alıntı yaptı. Konuyla ne ilgisi var diye dudak büktü herkes. Bu uygunsuz tavrı uykudan yeni uyanması ve çok kitap okumasına yordular. Bu olumsuz tepki üzerine;
hüzün ki en çok yakışandır bize
belki de en çok anladığımız
biz ki sessiz ve yağız
bir yazın yumağını çözerek
ve ölümü bir kepenek gibi örtüp üstümüze
ovayı köpürte köpürte akan küheylan
ve günleri hoyrat bir mahmuz
ya da atlastan bir çarkıfelek
gibi döndüre döndüre
bir mapustan bir mapusa yollandığımız
biz, ey sürgünlerin nâzım'ı derken
tutkulu, sevecen ve yalnız
gerek acının teleğinden ve gerek
lâcivert gergefinde gecelerin
şiiri bir kuş gibi örerek
halkımız, gülün sesini savurup
bir türkünün kekiğinden tüterken
der ki, böyle yazılır sevdamız
hüzün ki en çok yakışandır bize
belki de en çok anladığımız
şiirini (Hilmi Yavuz) okudu. Peşi sıra İsmet Özel'den;
Çocuklar acıları paylaşmaz demiştim omuz silkerek
acılardır paylaşan çocukları
gün geldi paylaşıldı acılar
çocuklar paylaşıldı
Dizeleri. Kara Yalçın'ın başlattığı bu şiir matinesi, sudokucu İbrahim abi'nin veciz sözü, horoz milleti tavuklara benzemez, merttir, aralarından namert çıkmaz (Koğuş alfabesiyle namı diğer Çilimli Blue Style ile yazılmış bu söz deşifre edildiğinde: Acılar alaya alınmak içindir velev ki sonu ölüm olsa, cümlesi ortaya çıkıyordu) dizesiyle devam etti. Bu vecizeyi alt salondaki herkes kol kola bitişik nizam dizilerek koro şeklinde okudu. Alkış, kıyamet. İstisnasız her görüşte koğuşta ağladığına şahit olduğumuz Cesur, iri gövdesini çaprazlama ağlama duvarına yaslayıp defalarca kahkaha attı. Duygulanıyorum bahanesiyle, koğuşta ve dahi maltada, gözlerinin içine başka hayal girmesin -bana ait çizgiler dikkat et silinmesin şarkısının çalınmasını ve söylenmesini yasaklayan mühendis Danyal, aynı şarkıyı Ankara havasında söyleyip oynadı. Kapanma komutu -Bekir Okuyan tahliye- olan Robotik Cezzar elinde kutsal kitap oturduğu sandalyede donakaldı. Kutsal kitabın açık kalan sayfasında, "Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir zaman kadar erteliyor." , diye yazıyordu.
Bütün bunlar olurken Ender uzun bacaklarıyla merdiveni koşa yuvarlana çıktı. Bekir'i kucakladı. Omzunda alt kata indirdi. Ender'in geniş omzuna uzandı eller. Herkes oley çekti. Ulen Bekir, horoz ulen nidaları ağlamalara gülmelere karıştı. Kimse evet, hiç kimse tahliyeyi, kendi çıkacağını günü düşünmedi. Varsa horoz yoksa horoz, varsa Bekir yoksa Bekir.Gardiyan demir kapıyı aralarken sudokucu İbrahim abi son kez osurdu. Ve tahliye horozdan iyidir dedi velev ki gaz tahliyesi kadar elzem olmasa bile.
-Aşk olsun be İbrahim abi, nur içinde yat. Hapsi bir osuruk kadar bile kale almadın. Kavgacı ırkının (Kafkasya kökenliydi) inadı ve onurunu koruyarak göçüp gittin bu alemden. Hatıran karşısında saygıyla eğiliyorum.-
Psikaytri raporuyla (hapishanenin psikolojiye etkisi iki yönlü değerlendirilebilir. Hapse sağlam giren Bekir Okuyan psikiyatrik bir hastalığa müptela olup çıkarken, kafadan tırlak İsmail Hakkı ile muhalifi üstün zeka kıllı Cemil hiç bir ilaç kullanmadan bu insan kümesinden iyileşerek çıktılar. Yeri gelmişken tırlak doktor ismail Hakkı'nın Zihni Sinir teorisini paylaşmak istiyorum. Ha bire ibadet edip cümle günahları dökülen Bekir Okuyan'la, ibadetten kaytarıp maltada aylak aylak dolaştığı için kılları dökülen kıllı Cemil'i prospektif olarak kıyaslamış ve istatistiksel olarak anlamlı olmasa bile sonuçta kıl dökülmesinin akıl sağlığına iyi geldiğini tespit etmişti. Psikiyatrik hastalıklara müptela olan zavallılara namazı niyazi bırakıp ibadethanelerden uzak durmalarını ve ilaveten bir güzellik merkezine uğrayıp indirimli tarifeden epilasyon yaptırmalarını önermişti. Bunun fizyolojik temelini açıklarken kılların direk dışarıya, günahlarınsa beynin içine yani korteksten ventriküllerin içine boşaldığını, böylece bu necis materyalin ventrikülleri tıkayıp kafa içi basıncını artırdığını iddia etmişti. Fakat muhalifi üstün zeka kıllı Cemil bu teoriye karşı çıkıp itiraz etmiş, kendi iyileşme sürecine faydalı olmuş olsa bile, vucudunda hiç kıl olmayan tırlak İsmail Hakkı'nın şifa bulmasının bu mekanizmayla açıklanamayacağını dile getirmişti. Bu itiraz üzerine koğuşta doktorlardan oluşan bilim konseyi toplanmış önce koğuş temizliğini iki haftada bire düşürmüşler sonra İsmail Hakkı'nın iyileşmesini yani müptela olduğu psikolojik arazdan kurtuluşunu geveze olmasına bağlamıştılar. Sonuçta düşünceler dil aracılığıyla vucut dışına atılıyor ve böylece korteksi ve ventrikülleri kemik kabında sıkıştıran vehimler, hezeyanlar, saplantılar beyinden uzaklaştırılmış oluyordu. ) tahliye olan Bekir'i bir sürpriz bekliyordu. Annesi çocuklara saldırıyor diye çilli horozu kesmişti. Biz tutuklular ise mirası ve Bekir'i bölüşmeye yanaşmayan karısından şüpheleniyor ve ah ulan ah, bunca muhabbetin, bunca emeğimizin hatırına, şu meşhur horozcuğun etinden, bir dirhem yeseydik bari diye söyleniyorduk...
Not 1:
Bu hikayede gerçek olan tek varlık bıçaklı bir saldırı sonrası ebediyete intikal etmiş olan çilli horozun kendisidir, diğer kişiler, zaman ve mekan maalesef hayal ürünüdür ki zaten bu yüzden hikaye horoz ismiyle yazıya geçirilmiştir, yoksa bir sürü insan dururken neden hikayeye bir hayvanın ismini vereyim ki, hele de bir horozun.
Not 2:
Şu an yanımda olsaydı da evire çevire, eşek (eşeğin sakat olması tercihimdir) sudan gelene dek dövseydim İsmail Hakkı'yı. Üç kuruşluk hapis keyfimizin içine etti. Şikayetçiyim Hakim Bey. Bu kadar konuşur mu insan.
Not 3:
Konuşur.
Not 4:
Çıtırı, alayı cümle alemu, 1,2 di metil amino avradino ( bu kelime benzen halkasına amonyak eklenerek türetilmiştir ve Türkçedeki var olmak fiilinin eş anlamlısıdır) naga nügü nigi, ebu baba bübü, zeker küçüko, chuck longwidening büyüko, na gamo se kı, kamasutra tao ko, düzmeceku, hepsi kı gı, çilimli ku gu, kıtırı ( Koğuş alfabesinden namı diğer Çilimli Blue Style den bir örneklem- anlamına gelince- Anızkafa şehrin kenarındaki bahçeli-lüks evinde Tanrı tarafından kendisine armağan edilen var oluşun dayanılmaz acısını yaşıyor-
Not:5
Çilimli Blue Style dili, -güneş dil kuramı ve ilk güneş dil sözlüğü- kitabından esinlenerek türetilmiştir ve kısa bir uğraş sonucu geliştirilen bu dilde, bolca Türkçe, İngilizce, Sanskritçe, Küfürce ve Rumca kelime vardır.
Ahmet Cemal Çobandede
Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.
YUSUF ZANOĞLU 19.03.2019
söyleyecek şey bulamıyorum. çok harikaydı sonuna kadar okudum.
28.02.2019
Yaşanmış bir trajedinin mizahi yönü. Kalemine sağlık Ahmet Mirza
Hakan Özhan 28.02.2019
Aynı travmanın kurbanı biri olarak yazarın kara mizah kabiliyetini kutluyorum. Benim unutmak istediğim ve hatırladıkça hafakan basan halleri fıkra anlatır gibi anlatmış. Önceki hikayelerinde de gözlem gücünü ispatlamıştı. Ama bu hikayesinde hem hiciv hem tasvir kabiliyetini keskinleştirmiş. Ruhu bıçak gibi kesen cümleleri var. Kapalı ifadelerden vazgeçip daha yalın, daha açık, daha anlaşılır, daha akıcı yazarsa öykü değil çoktan yazılmış olması gereken bir roman olur. Edebiyat serüveninde bir basamak daha tırmandığını görüyor kendisini kutluyorum
Yusuf A 27.02.2019
Acı günleri, böyle komik ve hicivle anlatmak her babayiğidin harcı olmasa gerek. bazı yerlerini kahkaha ile bazı yerleri göz yaşı ile okudum. bu iki duyguyu kısa sürede verebilmek ve hssettirmek oldukça zor olsa gerek. yazarın kalemine ve yüreğine sağlık..
Oktay seyitoglu 27.02.2019
Çilli horoz öldümü Kíllí Cemil kíllaríní döktümü ismail hakkí sustumu imdi yürek yírtílír Aci cekmek ozgurlukse ozguruz hepimizde. Acilari alaya almakta cok basarili bir yazi. Cok begendim. Severek takip ediyorum.
ahmet cemal çobandede 27.02.2019
face, twitter, instagram hesabım yok, sosyal medyada yokum , böylesi benim için daha iyi, kafam rahat, övgü için tekrar teşekkürler
Kaan Arslanoğlu 27.02.2019
Yazarın face hesabı yok sanırım. Orada da iki olumlu yorum vardı. Sayfayı kıymetli Çobandede'ye açıyoruz, farklı görüşten renk olsun diye değil. O da azcık var ama, Çobandede edebi eserlerini bir 7-8 yıldır okuyorum. Ciddi bir anlatım yeteneği. Anlatmak için de önce gözlem ve çözümleme gücü gerek tabii. Mizahı da iyi. Dili çok hatalı ve bu yüzden yorucuydu eskiden. Şimdi hataları epey azaldı, anlatım daha da gelişti. Ustalaşmaya çok az kaldı. :)
Selim Sarıoğlu 26.02.2019
İnce espriler,anlamak için iki kez okunmali güzel hicivler
ahmet cemal çobandede 26.02.2019
yusuf bodur beyin öykü kitabı temennisi beni mutlu etti. kendisine teşekkür ediyorum. bir teşekkürde bütün farklılıklarımıza rağmen bu sitenin sayfasını bana açan kaan beye.
Editör 26.02.2019
Kıymetli yusuf bodur, aynısından iki adet yorum göndrmişsiniz. Birini silerken bir önceki yaptığınız yorumu da silmişim galiba . Emin değilim. Cep telefonundan yaparken bu iş zor oluyor. Kusura bakmayın.
yusuf bodur 26.02.2019
Başlayınca bir solukta okuduğum, çok hoş bir öykü. Gençliğimde; tiyatro çalışmaları sırasında, bazen geyik muhabbeti alıştırması yapar; muhabbeti iyi sardırdığımızda farkında olmadan tiyatro çalışması için ayrılan zamanı geyikle geçiridik..Beni o hoş anılarıma götürdü. Sayın Çobandere' den Keyifle okuyacağımız öykü kitabını bekliyoruz..Teşekkürler saygılar