Sis

Sis

A, telefonun gittikçe artan sesiyle gözlerini açtı. Tavana baktı bir süre, başı ağrıyordu. Ağzında metalik bir tat vardı. Kalktı pencereden baktı. Dağılmak bilmeyen sis, her yeri tozlu gösteriyordu. Saate baktı, ilacını almalıydı. Komodinin üzerinde duran ilaç kutusunu aldı. SED13, sabah akşam birer doz aynı saatte. Televizyonu açtı. Sabah haberleri, hava kirliliğinden, ilacını içmeyen insanların yaşadığı solunum yetmezliğinden ve buna bağlı ölümlerden söz ediyordu. Uzmanlar havadaki partiküllerin akciğerlere zarar vermesini önlemek için SED13’ün her gün aksatılmadan içilmesi gerektiğini, ilacın halka bedava dağıtılmasının büyük bir şans olduğunu anlatıyordu. Çünkü bu ilaç başka ülkelerde sigortalılara bile parayla satılıyordu. Gururlandı, kendisini şanslı hissetti çünkü bu ilacın yapıldığı fabrikada çalışıyordu. Paketleme bölümündeydi ama sonuçta ilacın bütün ülkeye gönderilmesini sağlayan ekibin bir parçasıydı. Sabah dozunu içti. Akşam dozunu görebileceği bir şekilde komodinin üzerine koydu. İşe geç kalmamak için aceleyle çıktı evden.

Rüzgârlı ve tozlu bir havanın içinden durağa doğru ilerlerken yerden havalanan bir el broşürü koluna yapıştı. Güneşli Günlere Özlem isimli grubun broşürüydü. Broşürde, SED13’ün sanıldığının aksine, ciğerlerin hava ile dolma kapasitesini azalttığını, bunun beyne giden oksijen miktarını düşürdüğünü, oksijen azlığının baş ağrısına, yorgunluğa ve algı bozukluğuna neden olduğu yazıyordu. Gruptakiler, ilacın sisteme sorgusuz hizmet eden insanlar yarattığını, herkesin ilacı bırakması gerektiğini söylüyorlardı. Broşürü katladı cebine koydu. Doğru olabilir miydi? Haberler, ilacı içmeyenlerin başına gelenlerle doluydu. Profesörler her gün, ilacın öneminden bahsediyorlardı. Nasıl doğru olabilirdi?

Fabrikaya vardığında, olağanın dışında bir hareketlilik sezdi. Birazdan üretimin arttırıldığı, işçilerin fazladan çalışacağı duyurusu yapıldı. Bundan böyle SED13 günde üç doz alınacaktı. İhtiyacın karşılanması gerekiyordu. Ufak tefek homurdanmalar olduysa da kısa sürede dindi. Herkes talimatlara uydu. Mesaisi bittiğinde A, evine her zamankinden geç ve yorgun döndü. Dayanılmaz bir baş ağrısıyla uzandığı yatağında uyuyakaldı.

Sabah telefonun sesiyle uyandığında yatağından hemen kalkmadı. Tavanı izledi bir süre. Tavanın boyası dökülüyordu. Bunu yeni fark etmişti. Kalktı pencereden baktı sis dağılmaya mı başlamıştı? Geç mi kalmıştı, saatine baktı, her zaman uyandığı saatti. Televizyonu açtı. Komodine uzandı, ilacını aldı. Her sabah iki adet film tabletten oluşan yeni bir blister ambalaja başlardı. Elindeki blisterde bir tane ilaç duruyordu. Akşam dozunu almamıştı. Paniğe kapıldı. Nefes alış verişini dinledi. Bir sorun yok gibiydi. Başı da çok ağrımıyordu. Broşürde yazılanları hatırladı. Sabah ilacını içmemeye karar verdi. İşe gitmek için çıktı evden, durağa yürürken birkaç kere dönüp ilacı içmeyi düşündü ama artık çok geçti. Otobüsü kaçırırdı. Bütün gününü endişe içinde geçirdi. Kendine kızdı Güneşli Günlere Özlem Grubu’na kızdı. Bütün gün solunum yetmezliği çekeceği anı bekledi. Ama o an hiç gelmedi. Eve döndüğünde kendisini çok da yorgun hissetmiyordu. Baş ağrısı kalmamıştı. İlacı eline aldı acaba Güneşli Günlere Özlem Grubu doğru mu söylüyordu? İlacı içmemeye ama yanında taşımaya karar verdi. Nefes almada bir sorun yaşarsa içerdi.

Birkaç gününü oldukça kaygılı geçirdi. Sabah haberlerini izlemeyi bırakmak, ilacı yanında taşımak biraz olsun kaygısını azaltmıştı ama yine de her gün nefes alış verişini dinliyor, orasını burasını yokluyor, uzmanların söylediği belirtileri arıyordu. Sonunda solunum yetmezliğinden ölmeyeceğini anlamıştı. Dışarıda sis gittikçe dağılıyor. Güneş yüzünü gösteriyordu. Sisle beraber toz tabakası da kalkıyor, yeryüzü unuttuğu renklere bürünüyordu. Değişimin şaşkınlığı içinde işine gidip geliyor, bu yaşadıklarını herkese anlatmak istiyordu. Bir gün iş çıkışı durakta otobüs beklerken iş arkadaşlarından B’nin sürekli kendisine baktığını fark etti. Bakışlarını kaçırdı. Her gün durakta işçiler otobüs bekler ama kimse kimseye bakmayı aklına bile getirmezdi. Otobüs yaklaşırken B, koluna girdi ve onu kuyruktan

uzaklaştırdı. Kendisini takip etmesini istedi. B’yi tedirgin bir merak içinde takip etti. Duraktan hızla uzaklaştılar. Arkadaşı bir köşede durdu. Etrafını kolaçan ettikten sonra, SED13 içmeyi bıraktığını biliyorum, dedi. Çünkü aynı şeyleri ben de yaşadım.

Sen de mi? Diye sordu A.

Dikkat etmelisin dedi B, belli ediyorsun. Diğerleri gibi davranmalısın fark ederlerse hastaneye kapatılırsın. Neden? Diye sordu A, bunu neden yapıyorlar? Korku, dedi B itaati sağlar. Sağlığımızla korkutuluyoruz. İlacı içmez isek başımıza neler geleceği anlatılıyor. Her gün her yerde hastalanan, ölen insanları gösteriyorlar. Panik havası diri tutuluyor. İki seçenek sunuyorlar ya ölürsün ya da ilacı kullanırsın. Seçim yapıyoruz, yani öyle sanıyoruz. Az düşünmeyi, çabuk yorulmayı, itiraz etmemeyi seçmek zorunda kalıyoruz. Sadece çalışmaya yetecek kadar enerji, fazlası sistemin işine gelmez.

Bunu anlatmalıyız, diğerlerinin bilmesi gerek, herkesin bilmesi gerek, dedi A.

İki arkadaş her iş çıkışı bir araya gelip neler yapabileceklerini konuşmaya başladılar. A, ilaç kutularındaki prospektüsleri çıkarıp yerine yaşadıklarımızı anlatan bir yazı koymalıyız diyordu. İkisi de ambalaj bölümündeydi. Zor olmazdı. B, ya anlaşılırsa diye korkuyordu. Oysa ikisi de bu durumun anlaşılmasının zaman alacağını biliyordu. Çünkü hiçbir yetkili hiçbir uzman bu ilacı kullanmıyordu.

Beraber metni hazırladılar. İlacı bıraktıktan sonra yaşadıklarını anlatan kısa bir metindi. A, ilacın çıkış amacını yazalım dediyse de B, önce zihinlerin berraklaşması gerek, diye itiraz etti. Prospektüs boyunda kâğıtlar hazırladılar. İkisi de günlerce metni kağıtlara yazıp prospektüs şeklinde katladılar. Prospektüslerin yerine kâğıtları yerleştirmek zor olmuyordu. Zor olan olacakları beklemekti.

Birkaç gün sonra öğle yemeği molasında A, bir işçinin yemek yemek yerine etrafı incelediğini gördüğünde anladı, ilacı bırakanların nasıl fark edildiğini. A ile B, ilacı bırakanları fark ettikleri an, bir yolunu bulup onlarla konuşuyor, nasıl davranmaları gerektiğini anlatıyorlardı. Her gün yeni birileri katılıyordu. İlacın prospektüsünü basıma hazırlayan işçilerden bir kaçının onlara katılmasıyla metni basmaya bile başlamışlardı. Fabrika üretime devam ettikçe metin daha fazla kişiye ulaşıyor, ilacı bırakanların sayısı artıyordu. Yetkililer, uzmanlara dillendirdikleri bahanelerle dozu tekrar arttırmıştı. İlaca karşı dalga dalga bir direnç gelişiyordu. Hiçbir yetkili ve hiçbir uzman ne olduğunu anlayamıyordu.

Fabrika kuruluş amacının tersine hizmet veriyordu. Neredeyse işçilerin yarısı bu sürece destek veriyordu. Bir araya geldiklerinde herkes konuşmak istiyor, uğultudan, gürültüden sağlıklı konuşulmuyordu. A, bu durumu nasıl çözeceğini bilemiyor, sürecin nasıl ilerleyeceğini kestiremiyordu. Bildiği tek bir şey vardı. Karmaşanın önüne geçmeliydi. Fark edilmeleri çok yakındı. Güneşli Günlere Özlem Grubu, A ile B’ye görüşmek istediklerini yazan bir not ulaştırmıştı. A, notu eve girerken kapının altında bulmuştu. Notta görüşme saati ve yeri belirtilmişti. B, ikisinin görüşmeye gitmesini doğru bulmamıştı. İkisinden birinin görüşmeye gitmesini diğerinin olası bir terslik için takipte olmasını gerektiğini söylemişti. A, görüşmeye gitmek için gönüllü oldu. B, A’yı uzaktan takip edecekti. O gün A, görüşmeye giderken sık sık arkasını dönüp B’yi kontrol etti. B’nin arkasında olduğunu bilmek ona güven veriyordu. Buluşma yerine geldiğinde bir araç yanaştı. Araçtan inen bir kişi , A’yı çekip apar topar araca bindirdi. Çabuk! diye bağırdı A’nın yanına otururken, A, dikiz aynasında sürücü ile göz göze geldi. Sürücü gülümsedi, merhaba , dedi. Bu şekilde görüşmek zorunda kaldıkları için özür diledi. A önemli değil diye kekelerken aracın arka camından B’yi görmeye çalışıyordu. Bir süre sonra araç durdu. Bir apartmanın bodrum katına girdiler. İçeride yaklaşık 10 kişi vardı. Sürücü kendisini ve diğerlerini Güneşli Günlere Özlem Grubu temsilcileri olarak tanıttı ve oturması için yer gösterdi. A, temsilciler tarafından soru yağmuruna tutuldu. A, her şeyi başından sonuna kadar anlattı. El ilanını, B ile tanışmalarını, prospektüslerin yerine koydukları metni… Temsilcilerden biri bundan sonra ne planladıklarını sordu. Bir örgütleri var mıydı? A, herkesin ilacı bırakmasını amaçladık, dedi, o kadar. Temsilciler teşekkür ettiler. A’ya ona tekrar ulaşacaklarını söyleyip, sürücü olan temsilciye onu aldıkları yere bırakmasını istediler

A, kapıdan çıkar çıkmaz temsilciler arasında bir tartışma başladı. Çok ilkel bir deneyim, dedi temsilcilerden biri. Bir diğeri, evet ama yaptıkları muazzam, diye ekledi. Eğitmeliyiz, dedi öteki, ama o kadar zaman var mı bilmiyorum, yakalanmaları an meselesi, yakalandıklarında çoğu ilaca geri dönecek. Sınıf bilinci oluşmamış bu tür alevlenmeler çabuk söner biliyorsunuz. A, geldiğinden beri hiç soru sormamış ve konuşmamış bir temsilci, şu an bizim emekleriyle ürettiklerine sahip olamayan işçilere ihtiyacımız var, ürünü ile arasındaki gerçek ilişkiyi somutlaştırmamız gerek. İlaç fabrikasının işçileri için geç kalındı. Sınıf bilinci oluşturmadan yapılanlar ilerlemeyi sağlamaz. Bu nedenle durumu akışına bırakmalıyız. Süreçte A ve diğerlerinin başına gelenleri kullanabiliriz, dedi. Bütün temsilciler hak verdi. Sonunda süreci yakından ama müdahale etmeden izlemeye, tutuklanmalarda dirençli olanlardan birer kahraman yaratıp, hikâyelerini yüceltmeye karar verdiler.

A, eve gittiğinde kapıda B ile karşılaştı. A, araca bindirilince bir süre sokaklarda aracı görürüm diye dolaşmış sonra A’yı kapısının önünde beklemeye karar vermişti. A başına gelenleri anlattı. A, grupla beraber bir plan yapmalıyız, derken B, tek başımıza bir plan yapabiliriz diyordu. Uzun süre konuştular ama bir sonuca ulaşamadılar.

Sabah fabrikaya geldiklerinde herkesin ortak alana toplanmasını isteyen bir anons yapıldı. Ortak alana toplandıklarında etraflarını güvenlik güçleri sardı. Bütün işçiler gözaltına alındı. A, tek başına bir hücrede tutuluyordu. Hücresinde ayakta duracak kadar yer vardı. Sürekli uyanık tutuluyordu. Zaman kavramını yitirmişti. Belli aralıklarla içmesini istedikleri SED13’ten zamanı anlamaya çalışıyordu. İçmeyi reddediyor ama SED13 her gün ısrarla getiriliyordu. Sorguda sordukları bütün soruların cevaplarını zaten bildiklerini fark etmişti. Neden hala bu şekilde tutulduğunu anlamıyordu. Bir gün A’yı hücresinden alıp televizyonu olan bir odaya kapattılar. A hemen oturdu. Televizyon açıktı. Bir süre dikkatini veremedi. Televizyonda sürekli kendisiyle ilgili konuşuluyordu. Montaj yapılmış videosu vardı. Videoda bütün insanların ölmesini istediğini söylüyordu. Fabrikadaki işçilerle röportajlar yapılmıştı. Çoğu ağlayarak başlarına gelenden A’yı sorumlu tutuyor ve diğerlerinin coşkulu alkışları içinde SED13’ü içiyordu. A, halk düşmanı, vatan haini, psikopat, katil ilan edilmişti. Sonra güvenlik güçleri eşliğinde B’yi gördü ekranda. B, A’nın her şeyi Güneşli Günlere Özlem Grubu’yla birlikte planladığını kendisini tehdit ettiğini anlatıyordu. A, şaşkınlık içinde olan biteni izlerken kapı açıldı. Apar topar tekrar hücreye kondu. Biraz sonra bir bardak su ile bir doz SED13 getirdiler. A, ne yapmak istediklerini anlamıştı. Bu kez verilen ilacı içti.

Cemile Seca


Yorumlar

Maximum : 1000 Karakter / Karakter Sayısı: 
0
Yorumlara gerçek ad ve soyadınızı yazmanız onay kolayllığı sağlar.
Mail adresinizi yazmanız keyfinize kalmıştır. Yorumlarınızın onaylanması da
editörlerin tamamen keyfine bağlıdır. Yılların deneyimi sonucu bu bizde böyle.
  • Kaan Arslanoğlu

    Kaan Arslanoğlu 05.04.2020

    Evet, feys sayfasında bir yorumcunun belirttiği gibi aynı zamanda emekçilerin silkinip durumu fark etmesi kaygısıyla da yazılmış bir öykü..

  • Kaan Arslanoğlu

    Kaan Arslanoğlu 05.04.2020

    Corona günlerindeki toplumsal ruh halini çağrıştıran bir kısa öykü.. Stanislaw Lem'in "Gelecek Bilim Kongresi" adlı romanını okumuş mu acaba yazar? Teması benzerlik gösteriyor.. Okunmasını öneririm...

Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.