Azizm Sanat E-Dergi’nin 106. Sayısı Çıktı

Azizm Sanat E-Dergi’nin 106. Sayısı Çıktı

Azizm Sanat E-Dergi’nin 106 sayısını tanıtan basın bültenini sizlere aynen aktarıyoruz:  

 

Azizm Sanat Örgütü’nün aylık yayın organı Azizm Sanat E-Dergi’nin Ekim 2016 tarihli 106. sayısı yayında. Thomas More’un ölümsüz yapıtı Ütopya’nın yazılışının 500. yılı vesilesiyle “ütopya” dosyasının işlendiği sayıda, tiyatro sanatçısı Tamer Levent’in Azizm’deki ilk yazısı ve yazar Kaan Arslanoğlu ile gerçekleşen söyleşi yer alıyor. Eleştiri ve görüşlerinizi bekliyoruz;

https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatedergi106

 

İçindekiler

Editörden s. 4

Ütopya’nın Adalet Arayışı – Cennet Akıncı s. 7

Cumhuriyetteki “Yaban”ı Ütopyada Aşmak – B. Sadık Albayrak s. 13

Geleceğin Dünyası – Turgay Fişekçi s. 31

Söyleşi: Kaan Arslanoğlu s. 34

Stanislaw Lem ve “Kemokrasi” – Taylan Kara s. 38

Sinemada Bilim-Kurgu Türünün Muhafazakâr Damarı: Distopya – Onur Keşaplı s. 46

Yaşamın Kendisi Bir Distopya: Istakoz – Orçun Üzüm s. 62

Yakın Gelecekten Distopik Bir Eleştiri: Son Umut – Deniz Eren s. 69

Bir Ütopya Olarak “Sanata Evet” – Tamer Levent s. 75

Dağdan İndi Şehire: Ekspresyonist Ütopyalardan Soyut Megastrüktüralist Distopyalara – Erdem Ceylan s. 84

 

Editörden

Tarihsel ilerlemenin en büyük atılımlarından birinin şafağında, Batı aristokrasi ve din kurumunun alaşağı edileceği sürecin başında, Hümanizm, Reform ve Rönesans rüzgârını arkasına alarak, Thomas More tarafından kaleme alınan Ütopya bugün beş yüz yaşında. Sözcük anlamı olarak, hayali ve olmayan ülkeye karşılık gelen ütopya, bu bağlamda More’dan önce, ölümsüzlüğü arayan Gılgamış’a kadar uzanan, hayal gücünü bilinmeyene, yeniye, ileriye ve geleceğe doğru uzatan pek çok düşünsel üretimin omurgasıdır. More’un Ütopya’sı ise bu omurgayı tüm bedene yaymış, insanlığın bütününe örnek gösterilecek bir yaşamın olasılığı üzerine kafa yorarak, düşünce tarihini ve yeni bir tür inşa etmesi sebebiyle edebiyat tarihini sonsuza dek değiştirmiştir. Kıtaların keşfi ile denizaşırı bölgelerde yerli hakların ilkel komünal toplumlarından etkilenmemiş olması düşünülemeyecek Ütopya’nın, yer yer yaratıcısını aşan bir eser olduğu ortada. Hoşgörü ve gelişime uyumlanma açısından More’un ilerisine geçen Ütopya, geleceğe yönelik hayal gücü ile olmayan bir zaman/mekân tasviri ve türlü aygıtlarla süregelen bir kurmaca olmaktan çok insan doğasına, bilincine, gelişkinliğine yönelik hedeflenmesi, yapıtı geçmişi, şimdiyi, geleceği topyekûn kapsayacak şekilde geniş zamana vardırıyor. More’u ilk sosyalist olarak nitelememenin saflığı bir kenara, paranın geçersiz olduğu, güneş, ay ve yıldızların parlaklığı varken yer altından çıkan taşların parlaklığına kapılmanın akıldışı bulunduğu, özel mülkiyetin yok sayıldığı bir anlatının, sosyalizmden muaf bir değerlendirmeye tabi tutulamayacağı açık. Eşitlikçi bir üretim biçimi ile herkesin çalıştığı, meydana gelen ürünlerin ihtiyaca göre paylaşıldığı, zenginliğin yalnızca herkesin zenginliği olarak kabul edildiği bir kurmaca olan Ütopya’da, israfa/tüketime, işlevsizliğe, maddi veya manevi haksız kazanca, asalaklığa yer olmayışı beş yüz yılın ardından daha da çarpıcı. Şimdilerde, günlük çalışma süresini altı saate indireceğine dair haberlerin hayranlıkla takip edildiği İskandinav ülkesinin, silah sanayi gibi küresel yıkıma sebebiyet veren başlıklarda lider oluşundan doğan zenginlik ile dünyanın geri kalanını öykünmeye itmesi bile beş yüz yıllık Ütopya’nın gerisindedir. Ütopya’da çalışma süresi en fazla altı saattir ve bu refah, ülkenin uzak coğrafyalara yönelik -dolaylı ya da dolaysız- yağmalamalarından beslenmek yerine eşitlikçi ve özgürlükçü yapısından doğmaktadır. Burjuva devrimleri ve kapitalizmin şafağında, 1516’da yazılmasına karşın daha çok Aydınlanma bilinci ve sosyalizmin getireceği sınıfsız toplum olan komünizme yaklaşan Ütopya’da “ütopik” olanın gündelik yaşam betimlemelerinden çok sosyo-ekonomik yapının filizlendiği insanlık bilincinden doğduğu görülmektedir. İnsana, insanlığa ve insan doğasına yönelik, idealist olarak da yorumlanabilecek, olgun temellendirme ve önermeler, halen varılması gereken hedefler olarak önümüzde durmaktadır. Kapitalizmin emperyalistleşmesi neticesinde, üretimden tüketime, akılcılıktan akıldışılığa yol alan sistem, asalaklığın kutsandığı, tarihsel ilerlemenin kazanımlarının evrenselleşmesine izin verilmeyerek yavaşlatıldığı, dünyanın ise distopyalaştırıldığı bir akışla mutlak yok oluşa doğru sürükleniyor. Gidişatı tersine çevirmek adına, “ideal insanlığın” Batının orta çağ karanlığında bile filizlenmeyi başararak ortaya koyduğu Ütopya’yı hem bir eser hem bir fikir olarak özümsemeli ve yeniden güncelleştirmeliyiz.

Thomas More’un yaşamı ve yapıtı ile başladığımız Ütopya dosyamız, edebiyatımızda ütopya fikrine yönelik örneklerin kapsamlı incelemeleriyle derinlik kazanıyor. Önemli eleştirmenlerimizden B. Sadık Albayrak’ın Yakup Kadri Karaosmanoğlu‘nun Ankara yapıtı üzerinden giriştiği Cumhuriyet romanın ütopya fikrine yönelik makalesi, yazar Turgay Fiçekçi’nin edebiyatımızın sayılı distopya örneklerinden olan, Kaan Arslanoğlu’nun Sessizlik Kuleleri romanı üzerine değinisi ve Arslanoğlu ile kitabı üzerine gerçekleştirdiğimiz söyleşi, dosyamızın edebiyat ağırlığını arttırıyor. Taylan Kara’nın bilim kurgu türü üzerinden Stanislaw Lem’in edebiyatını meraklıları için özetlediği yazısına, sinema yazılarımızda bilim kurgu türünün muhafazakâr damarı olarak yorumladığımız distopik örneklere dair eleştiriler eşlik ediyor. Sinema yazılarımızda ayrıca son dönemin farklı distopya örnekleri olan Alfonso Cuaron’un Son Umut filmiyle Yorgos Lanthimos’un Istakoz’u üzerine değerlendirmeler yer alıyor. Sanat felsefesinin başlı başına bir ütopya fikri olabileceğini savunan, tiyatro sanatçısı Tamer Levent’in Sanata Evet hareketinin teorik temellerine inen denemesi, bakış açışına yönelik dönüşüm önerisi sunuyor. Akademisyen Erdem Ceylan’ın,  mimarinin dışavurumcu ütopyalardan, dev yapıların distopyasına savrulan sürecine yönelik, belki de alanında yazılmış en kapsamlı ve öğretici makalesi özenli bir okumayı hak ediyor.

Ütopya’yı noktalarken ütopya fikrini bir umuttan öte dilek olarak gördüğünü yazan Thomas More’u da kapsayan insanlığın ilerici birikiminin, Aydınlanmacı ve Sosyalist bir bilinçle, ideal olanı gerçekçi kılacağı bir gelecek adına,

Sanatla kalın dostlar.


  • arif yavuz aksoy

    arif yavuz aksoy 18.10.2016

    Saygıdeğer Akif Abi, öyleyse ilk iş olarak sizin eski solcu - yeni liboş tayfasına (hala sizin tayfadan oldukları iddia olunanlarda da mevcut ya bu hastalık) herkese faşist, maçist, kafatasçı, indirgemeci, zortist, pırtist, hayvan düşmanı diye ad takmadan konuşmayı (ve yazmayı) ögretin. Belki birlikte bi çıkar yol bulmak için işe başlayabiliriz o zaman. Ha bi de, herkes bi imanlılık hallerinden sıyrılsın. Kenar mahallenin takıntılı Kezban model kızları gibi... O ney la öyle?! Onlar ad takabiliyosa bizim ağzımız da boş durmuyo. Geviş getirmiyoruz burda. a.y.a. non-gevişsss

  • Akif Akalın

    Akif Akalın 18.10.2016

    İnsanlar doğaları gereği toplu halde yaşamak zorunda, aksi halde yaşamlarını sürdürebilmeleri olanaksız. Fakat toplu halde yaşayabilmek için "asgari müşterek" (veya "rıza") şart. Geçtiğimiz yüzyılda bu rıza "demokratik seçimler" üzerinden sağlanıyordu fakat bugün bunun sonuna gelindi. Yalnız ABD veya Türkiye'de değil, dünyanın her yerinde seçimler sorgulanıyor. Dünya toplu halde yaşamı sürdürmek için rıza sağlamanın yeni bir tarzına geçmenin arifesinde. Mevcut rıza sağlama mekanizmaları tükendi. More'un 500 yıl önce yaptığı buydu. Tükenen bir sistemin önünün açılması için ütopyalar kurmak. Türkiye'de ise kuramsal olarak ilerlemenin öncüsü olma iddiasındaki bazı solcular (liberal sol) geçtiğimiz yıllarda insanları artık insanların güveninin kalmadığı sandıklara davet ettiler. Çünkü bu liberaller ütopyalarını yitirmişlerdi. Oysa insanlığın bugün gereksinimi "out of box" öneriler. Çünkü kutunun içinde Platon'dan beri denenmedik bir şey kalmadı.

Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.