Sanat
Muhalefet İçin Nicelik mi Daha Önemli Nitelik mi?

Dadaistler Aklın Namusunu Nasıl Kirletti…
Son oylama sahtekarlığı iktidara karşı nicelik mi, nitelik mi sorusunu umarım yeniden gündeme getirir.
Nitelikten anladığım özellikle ve en başta akıl niteliğidir.
Güçlü akıl bence insanın öteki niteliklerinden daha öne çıkan, ayırt edici temel niteliğidir.
Son Plebisit iki temel gerçeği hatırlattı. Birincisi: Niceliğin kazanmaya yetmeyeceğini bir kez daha gösterdi; ikincisi: Doğru ve haklı bir zeminin niceliksel artış getirdiğini yeniden kanıtladı.
Birçoklarının “artık iflah olmazlar” diyerek kestirip attığı önemli oranda AKP’li ve solla asla bağdaşmazlar diye itelenen büyük oranda MHP’li “hayır” dedi.
Çünkü “hayır”ın doğruluğuna, haklılığına, akıl namusu gereği inanmışlardı.
Güçlü aklın önemli unsurlarından biri akıl namusudur.
Akıl namusu! “Bizim taraftan” pek çok kişi “evet, işte bu!” diyecektir. Kendileri çoğu zaman bu namusu göstermedikleri halde.
Eleştiride hep karşıya vurmak, kendine dokundurmamak.
Gerçi siyasetle doğru, haklılıkla başarı arasında, çoğu kişinin ileri sürdüğü o koşutluk yalnızca bir siyaset efsanesidir. “Haklıyız, kazanacağız” geçersiz bir slogandır. Neye göre haklısın? Hadi haklı olduğunu varsayalım, haklı kazanacak kuralını kim koymuş? Tanrı mı? Tarih bize gösteriyor ki, ara sıra haklı da kazanır; ama çoğun haksız kazanır. Haklılık sol siyaset için, onun başarısı için, daha vazgeçilmez gibidir. Ama sol siyasetin başarısının bile çoğu kez haklılıkla doğrudan bir ilişkisi kurulamaz.
Başarıda tutarlılık, o tutarlılıktan gelen tek noktaya odaklanma stratejisi daha önemlidir, ilerici güçler açısından.
Bu bakımdan, bugüne kadarki tüm kitaplarımda haklılık ile doğruluk; akıl namusu ile başarı arasındaki dinamik ve karmaşık ilişkileri sorgulamışımdır. Buralardan bazı çıkarımlara gitmişimdir. En son “Yüzü Silinenler” kitabında Türkiye sağını, solunu, darbe girişimi ve sonrasıyla birçok yönden ele aldım. Herkesin alıştığı tuhaf çelişkileri ortaya koymaya çalıştım. Düz mantıklı, düz kafalı kimi türdeşlerim ise çoktandır alıştığım üzere, bunu kafamın karışıklığına yormuşlardır. Şu anda söyleyeceklerim de, hayatın ve insanın gerçek çelişkilerinden kaynaklanan çelişkiler içerebilir. Tüm önermelerim doğru olmayabilir. Ama bunların tartışılması, gündemde tutulması, düşünülmesi gerekir. Aksi tutum, günümüzün düşük nitelikli solculuğunu güçlendirir. O da sağı yaratır. Solda sağı yaratır, ülkede sağı iktidarda tutar.
AKP döviz getirmiş, ahlak götürmüştür. Necmettin Erbakan’ın turistler için söyledikleri kendi talebeleri için doğru çıkmıştır.
AKP dönemi ahlaki bakımdan bir kara delik dönemidir. İyi olan ne varsa karanlığa sürükleyen. Ama Türkiye’de ahlaki çöküşü AKP başlatmadı. Bu çöküş 3O’lu yıllardan itibaren her geçen yıl ivme kazandı. Asıl kaynağı kapitalist-emperyalist sistemdir. Onun da kaynağı bu sistemi yeğleyen insanın doğasıdır.
Ama elbette suçu genelleştirmek büyük suçlulara yarar. Bu son durumun ülkede baş faili 14 yıllık iktidardır. Ne var ki bu karadelik, AKP öncesiyle ve sonrasıyla “bizim” tarafı da kuvvetle etkiledi, “bizim” tarafı da içine çekti. Belki de tersidir. Belki de “en iyilerdeki” ahlaki çöküştür toplumdaki genel çöküşü yaratan. Her iki önermeye de doğru denebilir. Önce Türkiye solu çürümüş olabilir. Ya da tersidir. Tavuk ve yumurta destanı…
Çürüme nasıl daha da hızlandı? Ne zaman hızlandı? 80 sonrasında hızlandı. İnsanlığın temel sorunu o tarihe kadar kapitalizmden kurtulma sorunuydu. Çürüme bu temel sorunun reddiyle başladı. Sözde insan hakları, sözde demokrasi, sözde kendini ifade etme özgürlüğünün solun baş gündemi kabul edilmesiyle başladı. Sözde diyoruz, çünkü bunların hepsi içi boşaltılmış, saptırılmış kavramlar olarak önümüze getirildi. Türkiye solu baş meseleyi Kürtlerin özgürleştirilmesi olarak görmeye başladı. Buna onu ABD ve Avrupa ideologları, gizli servisleri zorladı. Kafalardaki faşizmin ideolojik kolu başta Birikim, Radikal tayfası olmak üzere bir yandan çalıştı, siyasi kolu doğrudan gizli servisler eliyle radikal sol içinde çalıştı.
Bugün sol; liberal sol, Kürt hareketi, ulusalcılar ve sosyalist örgütler olarak üçe, biraz zorladığımızda dörde ayrılmış durumda. Dördüncüyü birinci grupta değerlendirmek de mümkün. Fakat hepsinde ortak nokta liberalliktir. Liberallik dediğimiz şey ise dünya emperyalist kapitalist sisteminin ideolojisine itaattir. Gerçek özgürlükçü liberallik, komünizm ideali gibi bir ütopya, sadece bir aldatmacadır. Liberalizm solumsu görünümde kapitalist yaşam biçimi savunusu ve onun çeşitli batılı popüler akımlarıdır.
Bizdeki liberaller hiçbir şekilde özgürlükçü değildir, başka fikirlerin yayılmasına tahammülleri yoktur ve başka fikirleri her türlü yolla, ki buna şiddet de dahildir, engelleme eğilimindedir.
Bizde hangi Kürtçünün solculuğunu azcık kazısanız altından katliamsever çıkar. Hangi sosyalistin solculuğunu kazısanız kendinden yana olan her kötülüğü aklamaya çalışan sinir bozucu bir yancılıkla karşılaşırsınız. Hangi ulusalcıyı biraz konuştursanız bir kapitalizm severlik, bir Batı hayranlığı hemen kafasını uzatır. Hangi liberali az eşeleseniz altından tedavisi mümkünsüz bir emperyalizm köleliği, katlanılmaz bir fanatizm, cahillik ve önyargı fışkırır.
İstisnalar vardır, belki yüzde on-onbeştir, ama kaideyi bozmazlar.
Bunları akşam efkarlanıp sabah uydurmuyoruz.
30 yıldır sürdürmeye çalıştığımız tartışmalardan kavrıyoruz. İnsanlar başkalarının onlarca yıllık emeklerinin ürünü fikirlere göz atmıyorlar bile. Okumuş gibi yapanlar öyle laflar ediyorlar ki, üç satıra bile katlanamadıklarını, tembelleşmiş beyinlerinin o ısıyla haşlandığını açık ediyorlar. Her biri birbirinden sümsük Batılı sözde düşünürlerin ezberlenmiş lafları ulusalcısının da dilinde, Kürtçünün de, liberalin de. Hepsinin ortak noktası bu sisteme bir yaşam biçimi olarak aşkları, sadece bu sistem içinde kendi keyiflerince bir yaşam istemeleri. Yani kişisel keyifleri noktasında kamplara ayrılan insanların sözde ideolojik atışmalarına tanıklık etmek zorundayız her gün.
Örneğin şarlatan Freud’u tartışmaya kalktığınızda her kesimden birçok insanın karşınıza dikildiğini, ortaya koyduğunuz belgelerin hiçbirine beş dakika bile bakmadan sizi yargıladığını görürsünüz. Tıp, edebiyat, spor, siyaset… hangi alana girseniz doğuştan her şeyi bilen cinlere çarpılıp kalırsınız.
Neden? Akıl namusunun sıfırlanmasından.
Bunun sonucu vatandaşın boşluk duygusudur. Görece daha iyi niyetli, görece daha temiz, arayış içindeki insanların soldan daha da soğuması, var olan istikrara yönelmesidir. Örneğin AKP içinde üçte birlik kesim vardır ki, muhalefette az buçuk bir ruh, bir ahlak ve tutarlılık görseler yönelecekler. Bunu bu oylamada bir parça gördük örneğin. Ama sol içinde, muhalefet içinde böyle olanakların zorlanması gündemden çıkmıştır. Birkaç haftalık seçim dönemleri dışında böyle şeylerin dile getirilmesi başlı başına bir aşağılanma nedeni olup çıkmıştır.
Nitelik derken neyi kast ediyoruz?
Başta belirtmiştik, önce akıl gücünü. Düşünebilme yeteneğini. Okuyabilme sabrını. Ahlak düzeyini. Adalet duygusunu. Özveri seviyesini. Başkaları için kaygılanma hissini. İnsan olmayı. Cesaret? Cesaret elbette gerekli. Onun da birçok alt türü var. Ama ancak motive olan insan cesaretlenir. Cesaret tek başına bir erdem değildir. İyi nitelik değildir. Kötü şeyler için de cesaretlenebilir insan, iyi şeyler için de. İyi şeyler için güdülendiğinde zaten cesaret de kendiliğinden beraberinde gelecektir. Az ya da çok. Cesaret elbette olmazsa olmazdır, ancak onu iyi kılan namusu ve haklılığıdır.
Nitelik derken belli bir “iyi” doğrultusunda ahlaki tutarlılık demek istiyoruz. Eksik olan, çok eksik olan budur. Söylediğin şeyi yaşa! Hiç değilse yaşamaya çalış! Yaşamadığın zaman bundan rahatsız ol, açığa vur, tartışmaya aç! İçten konuşmaya çalış. Başkasında eleştirdiğin şeyi kendin yapma. Dedik ya, bu son kısmı, ki bilimsel nesnellik, sorgulayıcılık, dürüstlük beraberindeki değerlerdir; belki siyasi başarı için olmazsa olmaz değildir. Ama siz eğer “aydınlanma”, siz eğer “bilimsel sosyalizm”, siz eğer “cumhuriyet değerleri”, “solculuk”, “ilericilik” şunu bunu diyorsanız, bu değerler sizde, çalışmanızda, günlük yaşamda hiç değilse renginizi belli edecek oranda bulunmalıdır. Sizi dinleyen vatandaş ettiğiniz “doğru” lafların sizin kişiliğinizde bir izini görmelidir ki, size inansın. Başka deyişle biz buna “samimiyet göstergesi” diyoruz.
İşte böyle baktığımız içindir ki, Türkiye’de aklın namusunu, muhalefetin samimiyetini bozanların kimler olduğunu da açık seçik görüyoruz. Bunların başında (sağcı starları saymıyoruz, istisnalar dışında bu onların zaten doğal görevidir) solcu starlar geliyor.
Biz burada birçoğunu teşhir ettik. Anlatmaya, göstermeye çalıştık. Bu kirli ortam, bu çürümüş vasattan dolayı çoğunluğu ikna edemeyeceğimizi bildiğimiz halde, hangi deniz yıldızını kurtarırsak faydadır hesabı; bir de geleceğe, gelecek kuşaklara bir eşik, bir belge yığını kalsın diye.
Türkiye’de aklı yozlaştıranların başında da Dadaistler geliyor. Yok şaka tabii. Dadaistlerle bir alıp veremediğimiz yok. Bedri Baykam vesilesiyle çağrıştı. Mamafih düşünce ve yaşam biçimi tutarsızlıklarını, aklın dadaklanmasını simgelemesi bakımından cuk oturmuş. Nereye oturursa otursun, biz işimize devam edelim.
Bedri Baykam dedik. O da benim gündemime referandum meselesiyle ilgili bir sevgili eski arkadaşımın paylaşımı nedeniyle, bu arkadaşımla sürdürdüğüm tartışma nedeniyle girmiştir.
80’den sonra, özellikle 90’lı yıllarda halktan manevi anlamda da tamamen kopan asalak bir solcu tipi palazlandı. Yoksul halk kan ağlarken kendi keyiflerince yiyip içip çıkan, üstelik bir de bunun teorisini yapan kalabalık bir kesim. Zor yaşam koşullarıyla boğuşan daha kalabalık bir sol kesim de vardı ki, giderek bu insanı zerre kadar umursamayan “solcuların” etkisi altına girdiler. Yedi düvel etkisini saymıyoruz, başta bahsetmiştik. İşte böyle bir ortamda tüm siyasi mesele Kürtler kurtulsun mu, yoksa kafaları mı ezilsin tartışmasına hapsedilmişti. Aynen şimdiki gibi gariban vatandaş bile gariban vatandaşlığının derdinde değildi. Önüne başka sorunlar konmuştu.
AKP işte o şartlarda filizlendi ve sonrasında iktidara geldi. Dış destek, Sorozdu, horozdu, sonuçta bu ülkede geldi, bu halkla geldi.
Haber resmini ilginç bir siteden, işte şu bağlantıdan buldum:
http://immoraltales.tumblr.com/page/40
Aynı kaynağın konuyla ilgili yorumu da eğlenceli:
“Dadaist Bar Açılışı
Bu bar açıldığında olay olmuştu hatta rahmetli Jak Deleon (Aslanzâde Yakup Efendi)‘un,1995 senesinde yayınladığı İstanbul ve Bodrum Barları kitabında bar hakkında detaylı bilgileri bulabilirsiniz.
Dadaist, Bedri Baykam'ın ilk bar deneyimi değil. 1990 senesinde kapanan Bukalemun'dan sonra açtığı ikinci bar. 1993 senesinde Beyoğlu'nda açılan bu lokal, daha çok bir happening mekânı olarak da kullanıldı. Yukarıda kullanılan bu görsel, o dönem bütün dergi ve gazetelerde yayınlanmıştı.
Görseli bulduğum sitenin sahibi olan arkadaş, göğüslerden rahatsız olmuş belli ki, “paint programı” ile barın adına uygun bir sanat eseri ortaya koymuş.”
Şimdi bu Bedri Baykam bey nedeniyle tartışmaya girdiğim eski arkadaşım, ki fanatik bir ulusalcı: Dünyadaki en büyük devrim Mustafa Kemal’in Türk devrimidir diyecek kadar ulusalcı. (Fikir namusu dediğimiz şey budur işte. Mustafa Kemal’in devrimi büyük bir devrimdir, ona çok şey borçluyuz, sayarız, severiz de… Dünyada etkileri olmuş, ama Dünyanın en büyük devrimi Türk devrimi, deme bari. O zaman ne oluyor, reductio ad absurdum oluyor. Yani kendi savını kendin saçmalaştırıyor ve değersizleştiriyorsun. Dünyada en büyük devrim diye bir tartışma yok zaten. Fransız ihtilali mi, Cromwell devrimi mi, Luther olayı mı, Ekim Devrimi mi, Çin devrimi mi? Bence “en” denecekse en yakını Ekim devrimi, ama ben örneğin onu da tabulaştırmıyorum. Lenin’e büyük saygı ve sevgi duysam da yeri geldiğinde onu da eleştirebiliyorum. Çıkmazlarını görebiliyor ve gösteriyorum. Kendimi, kendi yetersizliklerimi, insani doğal yetersizlikleri eleştirdiğim gibi. Yani hiçbir şey din gibi algılanmaya gelmez fikir dürüstlüğünde. Bilmem farkı anlatabildim mi? Sen kendini kandırmaya başladığında karşı tarafı kendini kandırmakla suçlayamazsın. Suçlasan da hiçbir inandırıcılığı kalmaz bunun. AKP seçmeninin kandırılmışlığı meselesine dokundurmak istiyorum. Önce sen kendini kandırma da sonra karşıdakinden zihinsel uyanıklık veya dürüstlük bekle.)
Ne diyorduk, Bedri bey nedeniyle giriştiğimiz tartışmada arkadaşım diyor ki, siyaset ayrı ele alınmalı, sanat ayrı ele alınmalı, bir kişi kötü sanat (size göre) yapabilir, ama politik doğruları savunabilir. Ben de tam oraya gelmek istiyorum. 1- Bu ulusalcı arkadaşım liberal kapitalist-emperyalist ideologların savını bana evrensel doğru gibi savunuyor. Zaten felsefeden de anladığı, duvarda poster gibi duran Atatürk’ü bir yana koy, sası mı sası liberal Batı felsefesidir. 2- Yamuk insanlar politik doğruları savundukları zaman (doğru da değil ya, o ayrı konu) savundukları politik doğruları rezil ederler. Onları geçersizleştirip zayıflatırlar. 3- Kişilerin esas değeri asıl çalıştıkları alanda ne kadar doğru, dürüst ve halk yararına durdukları, ne kadar iyi işler yaptıklarıyla ölçülür. Sen bunu istediğin kadar kabul etme, hayat bunu böyle kabul eder. Doğa yasasına karşı gelmen bile kendini kandırma ihtiyacı doğal yasasıdır. 4- İdeoloji ve siyasetin gerçeği, “sanat ayrı siyaset ayrı” demez. Hayat bunu demez. Her şeyi birlikte yürütür. Hakim sınıf özellikle birlikte yürütür. O yüzden iktidardakinin bir elinde sopa vardır, öteki elinde “rıza” araçları, yani ideoloji vardır. İktidarı için rıza sağlamak, yani halkı “ikna” için en yoğun kullanılan iki araç sanat ve medyadır.
Gramsci daha o zaman görmüş, yazmış bunları. Bizde hala siyaset ayrı sanat ayrı nakaratı hakim. Bütün sol partilerde bu hakim. O yüzden CNN artığı medyacılara tüm sol gazeteler kapı açarlar. O yüzden piyasa işi sanat yıldızları birkaç muhalif laf ettiklerinde sosyalist star olurlar. O yüzden Aydınlık Gazetesi, geçmişte Elif Şafak’ı, şimdi Onur Caymaz’ı kapaktan parlatır. Altta liberal kafa vardır çünkü. Ama bunun farkında değildir. Kendini millici sanır. Millici edebiyat yapacam der. Güldür Güldür’deki Bilal’in “Sana telefon alacam, hem de ellemeli” dediği gibi. Öteki kendini sosyalist sanır. Başkası özgürlükçü sanır. (En çok özgürlükçüyüm diyenden kork, sonra milliciyim, diyenden.) Oysa hakim sınıf işi şansa bırakmaz. Ne olduğunu ve ne istediğini bilir. O yüzden birçok sanatçı koçbaşı siyasetçidir aynı zamanda. Elif Şafak, Orhan Pamuk, Ahmet Altan, İbrahim Tatlıses, Bülent Ersoy, Hülya Afşar, Sezen Aksu birer siyasetçidir. Sanatları da siyasettir, duruşları da.
Bedri Baykam ikinci sınıf sanatını en pespaye yöntemlerle pazarladığında ünlü olur, o öyle olduğu için ve ünlü olduğu için yazar yapılır, siyasetçi yapılır; hakim sınıf planlı çalışır, onun yancısı planlı çalışır, bizim saf ulusalcı bunu bilmez. Tabandaki “solcu” bilmez. Yoksa bilir mi? Bazısı bilir. Onlar da kendi işlerinde aynısını yapar veya yapmaya çalışır. Hepsi değil tabii, istisna demiyorum, bir hayli temiz çalışan da vardır zannımca.
İyi sanat nedir? İyi sanat veya daha doğru konuşalım, gerçek sanat eseri, bu işin ustalarının ölçütlerine göre, her şeyden önce yeni olmalıdır, taklit, kopya olmamalıdır, özgün olmalıdır, değişik bir buluş veya görüşü yansıtmalıdır. Ondan sonra işin teknik kalitesinin anlayanlarca takdiri gelir. Üçüncü ve daha çok sosyalist görüşe yakın ustalarca paylaşılan ölçüt ise, sanatın insanda bir şeyler değiştirme, yeni bir ufuk açma, sarsıcı ve derin düşünceler, duygular uyandırma gücüdür.
Baykam’ın “çıplak kadın yağlı güreş Show”u insanlarda bazı duygular uyandırıyor ama, bunlar milyonlarca yıllık kadim fizyolojik duygulardır ve sanatla pek alaka kuramazsınız zannımca. En eski zenaatla belki. Öteki birçok eseri de bende ilk anda yeni bir şeyle karşılaştığım duygusu uyandırmadı. Kimde uyandırmıştır, bilmiyorum. Resmin teknik düzeyi hakkında çok kabaca görüş bildirebilirim ki, bu ancak “fena değil” lafı olabilir, bir usta ile çırak arasındaki farkı bazı örneklerde anlayamayabilirim. İnsanı eserle karşılaştıktan sonra biraz olsun yükseltmesi meselesi? Hayır, Bedri bey bende sadece “ama niye var?” “Bu kadar gereksiz insan, tamam evrim sonucu var, ama evrim niye böyle?” sıkıntısı yaratıyor.
Bakın tam da bu konuda Taylan Kara’nın yazısından bir parça:
“Ressam Bedri Baykam, boş bir çerçeveyi 125 bin dolar (yüz yirmi beş bin dolar) fiyatla işadamı Murat Ülker’e satmış.
125 bin dolar eden ‘büyük sanatsal olay’ boş bir çerçevedir. M. Duchamp’tan neredeyse 100 yıl sonra bunun anlamı nedir? Bu konsept dünyada kaç bininci kez tekrarlanmıştır? Ben 2016 yılında çıkıp bir Guernica kopyası çizsem resimde nasıl bir yenilik yapmış olurum? Ya da 2016’da çıkıp W.Faulkner veya J. Joyce’tan on yıllar sonra ‘romanda bilinç akışı tekniğini buldum’ diye övünseydim, ne düşünürdünüz? Böylesi bir klişeyi bu şekilde sunarken herkesi aptal mı sanıyorsunuz? Bu tartışmalara hiç girmeyeceğim. Merak edenler bununla ilgili tartışmaları ve Bedri Baykam’ın bunlara verdiği yanıtı okuyabilir.
Biraz önce yazdığım, ‘sayfaları boş kitap’ için yazılabilecek o anlamsız cümleleri boş çerçeve için kurabiliriz.
-Sanatın anlamını kökünden sarsan bir arayış…
-Modern estetiğe meydan okuyan bir ‘antiestetizm’…
-Sanattaki ‘sanatçı-sanatsever dualizmi’ni reddederek sanatseveri de esere katan devrimci bir anlayış’…
-Çerçevenin içini sanatsevere terk ederek, resimde ‘ebedi bir bitmemişlik’ praksisinin sergilenmesi…
-Sanattaki sanatçı tahakkümüne son veren ve sanatseveri de sanata katan yeni bir anarşist estetik…
Sayfaları bomboş 500 sayfalık kitabın, resimde bir benzerini yapan B. Baykam ve boş çerçevesi için de bu ve benzeri sayısız saçma cümleler kurabilirdim. Bunları ben ancak alay etmek için yazardım. Ancak ‘boş çerçeve sanatı’ için Hasan Bülent Kahraman, tam da bu kıvamda, tam da aynı anlamsızlıkta, tam da aynı ‘anlamlılık pozları’ içinde ‘ağırmış gibi yapan’ bir yazı yazmış bile!”
Bedri Baykam’ın “Boş Çerçeve” adlı yapıtı neden çok kötü bir eserdir, işte ispatlıyoruz
Bedri bey, sanat diye yutturduğu malı şöyle savunuyor: “Öte yandan aslında dikkat edersek bu çerçevenin içi boş değil, dolu. Çünkü içine, arkasında ne varsa, onun görüntüleri giriyor.”
Evet, fotoğrafa bakıyoruz, Ülker (Yıldız Holding) patronu ile Bedri beyi boş çerçeveyi doldurmuş halde görüyoruz. Bedri beyin yazılı ifadesiyle tasdik olunan sanatta çirkinlik.
Konu modernist olmak, post modernist olmak veya Marksist bakış açısıyla katiyen alakalı bir şey değildir. Sanat tartışmasının çok daha temel bilgisiyle alakalıdır. Yoksa iyi bir eserle karşılaştığımızda onu bu modernist mi, ona göre yargılayalım, yok post modernistmiş tu kaka diyelim, fanatiklerinden olmadığımızı bizi az buçuk izleyen herkes bilir. Konu modernist olup olmamak değil yapılan işin sanat olup olmaması tartışmasıdır. Bunun Ülker’e pazarlanması da (ilk bu tablo değilmiş, ondan önce de bir iddiaya göre toplam 150 bin dolarlık üç tablo satılmış), Hasan Bülent Kahraman gibi bir tescilli AKP yancısının gösterdiği ilgi de ayrıca üzerinde durulacak tuhaf ilişkilerdir.
Bu sanatla sahtekarlığın birleştiği noktadır. Tuhaf ilişkiler dedik, lafın gelişi dedik. Yoksa tuhaf bir şey yoktur bunda. Ülker patronu AKP kuruluşu öncesinden yeşil sermayenin en önemli figürü, Tayyip Erdoğan’ın belediye başkanı olduğu dönemden arkadaşı, onun geleceği hakkında kehanette bulunan kilit kişilerden biridir. Böyle bir kişinin “ulusalcı ve din düşmanı” olarak bilinen uçuk bir ressamla ne ilişkisi bulunabilir? İşin siyasi yanına girmeyip paranoyanızı depreştirmeyelim, ekonomik yanına bir göz atalım. Bir kere sanat sepet işlerinde böylesi bir enayilik sürdükçe, Tatlıses’in, Bülent Ersoy’un on milyon dolarları götürmesi gibi, Bedri bey gibi uyanıklar da bundan pay kapacaktır. Murat bey ise bu tabloyu aldığından pahalıya satacak bir müşteri bulacaktır. Ama o arada ne yapmış olacaktır. Müthiş zeki bir reklam kampanyası. Satışlarındaki artışla zaten o verdiğini üç beş günde geri alacaktır. Laik kesimdeki Ülker alerjisini bir ölçüde kıracaktır. Üstelik siyaseten bu kesimde bir yumuşama da yaratmış olacaktır. Dediğim gibi Bedri beyin onlara karşı yumuşaması olayına hiç girmiyoruz. Bedri beyin ne konuşup yazdığı da zaten pek önemli değildir. Daha üstten düşünen kafalar için imajlar ve duygulanımlar çok daha önemlidir. Sonuçta bu olay sanat ayrı, politika ayrıdır tezini güçlendirmeyen, aksine bir çırpıda çöpe atan sayısız örnekten sadece biridir.
Sanat ve politika aynı şeydir gerçekliğinin bir tek istisnası vardır. Bazen, ki örnekleri nadiren görülür: Politik olarak yanlış (size göre yanlış) birinden iyi bir eser, bir baş yapıt çıkabilir. “Size göre yanlış” bölümü soyut kalmasın, daha bir herkesin kabul edebileceği biçimde somutlansın dersek, siyasi olarak gerici, siyasi dinci veya faşist birinden iyi bir sanat eseri çıkabilir, demek istiyoruz. Bu kısmen eserin teknik üstünlüğünden, kısmen yaratanın politik duruşuna ters sanatsal dürüstlüğünden, has gerçekçiliğinden kaynaklanabilir. Ahlaki olarak bozuk birinden de bir başyapıt çıkabilir. Bu görece çok daha sık görülür. Aynı nedenler burada da geçerlidir. Söylediğimiz “nadir” durumlar söz, yazılı anlatı içeren edebiyatta çok daha nadir görülür; söz içermeyen veya genel anlamlı veya duygusal kısa sözler içeren müzikte daha sık karşımıza çıkar. Mizah, sinema rastlama olasılığı bakımından ikisinin ortasındadır.
Tabii bunlar önce iyi eseri, iyi sanatçıyı, yani yeni olanı, orijinal olanı, üstün bir teknikle sanata dönüştüren kişiyi görmüşsek, düşüneceğimiz şeydir.
Yoksa Baykam gibi uyanıkların sahte kel ilacı misali sanatını bu istisnalar bağlamında değerlendirmek söz konusu bile olamaz. Bu boş çerçeve sanatı çıplak kadın yağlı güreşinden daha büyük skandaldır. Milyonlarca insanın açlık sınırında yaşadığı bir ülkede yüz liralık bir çerçeveye 125 bin dolar fiyat biçmek alan için de satan için de utançtır. İşte o utancı haber resmindeki işçi bunların yüzlerine vuruyor. Ülker’de çalışırken sendikaya girdiği için işten atılan işçiler, bu utancı onların yüzüne vuruyor. Sonra bu tip adamlar TV’lere çıkıp vatanseverlik nutukları atıyorlar.
Birinin bize politik olarak yakın, öbürünün bizden uzak olması sanatlarını değerlendirmede bizi etkilememeli. Arkadaşım bunu demek istiyorsa kabul, ama sanmıyorum, tam tersini yapıyor. Zaten vatandaşın, okumuşların büyük çoğunluğu böyle yapıyor. Çoğu kişi estetik duyguları gelişmediği, kendini o konuda emek verip eğitmediği için siyasi duruşuna göre, hatta büyük çoğunluk için söyleyelim, tipine, tavrına, duruşuna göre, bir de ünlü olup olmadığına göre değerlendiriyor. Bu da evrensel bir insani gerçeklik, bir doğa yasası.
İşte sanat ayrı tutulmalı politika ayrı tutulmalı diyenlerin elini güçlendirecek bir önerme değil mi bu? Kendinle çelişiyorsun diyenler olabilir. Hayır! Tekrar ediyorum, sanat eseri kötüyse bizden de olsa, karşıdan da olsa zaten kötüdür. Karşıdansa ve sanatı da kötüyse bizim için zaten ikisi de kötüdür. Kötü yapıt sahibi bizdense ve starsa ve bunu siyasetinde kullanıyorsa, sonuç bizim için ilk örnekteki kadar kötüdür. Bir de bunu piyasa pazarlama yöntemleriyle sergiliyorsa daha da kötüdür. Umarım anlatabilmişimdir. Son olarak bir kez daha: Star bir sanatçı için “politika ayrı ele alınmalı, sanat ayrı alınmalı” diyebileceğimiz tek durum, iyi yapıtın kötü sanatçıdan çıkması istisnai durumudur sadece.
Bakın tüm bunları istiareye yatıp kafadan uydurmuyoruz. Yüz yıldır sanatın ne olduğunu tartışan belli başlı ustaların hemfikir olduğu gerçekler. Ben öyle düşünmüyorum diye burun kıvıramazsın; “Sanat güzellik ideasıdır”, politikadan ayrıdır, yok böyle safsata. Fanatik dinciden ne farkın kalır tartışmada.
Türkiye sol siyasisinin ruhunu 1976’dan beri ezberledim: Bugün Orhan Pamuk “siyasi görüşünü” az buçuk değiştirse, herhangi bir ulusalcı, sosyalist ve hatta komünist gazetede köşe yazmaya başlasa o saat onlar için “iyi romancı” olur, adım gibi eminim. Hem de aynı romanlarıyla, tek satırını değiştirmeden.
Bu örneklerin üstüne gittik, gitmeye devam edeceğiz. Taylan birçok örnekten bahsetti. Örneğin en son Emre Kongar’dan bahsetti. Emre bey, siyasal İslamcı karşı devrimci ideolojinin koçbaşlarından Orhan Pamuk’a yakın zamana dek yancılık ederdi ve bu Emre bey işte bu nokta kadar çapıyla hala ülkede sola, muhalefete akıl öğretmekte. Bir televizyonda nutuk atıp durmakta. Şimdi arkadaşım diyecektir ki, aşağılamaya hakkın yok. Gerçeği konuşmamız aşağılama kabul ediliyor. Türkiye solunu böyle adamların yönlendirmesi aşağılama kabul edilmiyor! Soruyorum hangisi ülkeyi bu hale getiren aşağılama?
Keza Arif Yavuz Aksoy bu sitede önce Enver Aysever, sonra Zülfü Livaneli örneklerini verdi.
http://www.insanbu.com/eski/a_haberf40a.html?nosu=1640
En öne çıkanları sergilemeye ve derdimizi anlatmaya devama mecburuz. Çünkü her gün her saat alakalı alakasız her tartışmada önümüze çıkmaktadırlar. Bunlar bir şekilde muhalefetin iktidarı olmuşlar. İnsan kalitesi düşüklüğünden star olmuşlar. Ve onların starlıkları ile bu kalite daha da düşmekte. İnsan niteliğini artırmak istiyorsak bunlarla mücadeleye zorunluyuz. Hela temizliği tatsız iş, ama birileri yapmalı, mecburuz, üstelik zevk mi almaya başladık ne? Gerçek… Her şeye rağmen ve işimizi bozsa da gerçek tutkusunda olmayanlar rahatsız olmaya devam edecek.
Yazının bundan sonrasında başka bir olumsuz büyükten bahsedecektim, ama şimdiden uzadı. Belki devam eder, belki ertelerim. Şimdilik kalsın.
Son cümlede malum Plebisit hakkındaki görüşümü tekrar anımsatayım:
http://www.insanbu.com/Siyaset-Haberleri/395-millet-iradesine-bu-kacinci-tecavuz
Kaan Arslanoğlu
Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.
arif yavuz aksoy 03.05.2017
Süleyman Sırrı Kazdal'a katılıyorum. Türkiye'de bazı tipler solun itibarsızlaştırılması projesinin aktörleridir. CIA ille bordro ile maaş verecek değil. a.y.a. kontrCIAnefersss
Süleyman Sırrı Kazdal 02.05.2017
yorumların kaldırılmasını ben de doğru bulmuyorum.en azından sanat alanındaki hakim düşüncenin deşifre edilmesi için burada kalması daha yararlı olurdu.baykam ve benzerlerinin ve yuvalandıkları siyasi partilerin tel tel dökülen bakış açılarını ve dahi peçetelerini birçok insan buradan öğrenmiştir ilk kez sanıyorum.bir de bu insanları savunanları anlamakta güçlük çekiyorum hala.sözde sanatsal bar açılışlarında çıplak kadınlarla güreş tutan ve bu resimleri o günün gazetelerinde çarşaf çarşaf yayınlatan insanlar değil mi bunlar.yaptıkları bu sanatsal çalışmalar sevgili halkımızı birdenbire zıplatmışlar mıdır? evet zıplatmıştır,ama ,vay pis gomonistler,sokak ortasında şey ediyorlar,bunlara oy verilir mi,diye zıplatmıştır.bel ki de baykam ve bu gibi zibidilerin bir görevi de buydu.
kaan arslanoğlu 02.05.2017
Devam: Bu ülkede sadece AKP tehliksesi yok. AKP'yi yaratan bu vasat da çok tehlikeli. Konuyu yeniden kendine saldırı kabul etmeden (ki genelde bu oluyor-çok örneğini gördüm- Bedri Baykam'ı bana karşı savunman da böyle. Bedri Baykam'ı savunmuyorsun aslında, Bedri Baykam simgesinde kendini savunuyorsun) düşünürsün umarım. Bir de başka şey: LÜTFEN Evrimci Açıdan Din Psikoloji Siyaset kitabımı dikkatle bir oku. İnsanlık olarak niye bu haldeyiz, tüm bu işe yaramaz siyasi saflaşmalar ve dandik ideolojiler, felsefeler neye yarıyor... Ondan sonra bir daha konuşalım. Sevgiler, içten saygılar. O DA CEVABEN: olur, demiş ve bir gülücük işareti yapmış. Hadi hayırlısı. Tartışacak olan varsa bu böyle biline.
kaan arslanoğlu 02.05.2017
Arkadaşlar Face sayfasında da aynı yorum silme tartışması devam ediyor: Arkadaşıma şöyle bir mesaj gönderdim: Sevgili Ülgen, ben de üzülerek şunu söylemek zorundayım artık. 1 Mayıs ile ilgili bir şey paylaştın geçen gün. Orada beslendiğin kaynaklardan birini maalesef gördüm. İçler acısı bir felsefi duruş bu. Bizleri izlemediğin için o karşı yorum yazan arkadaşın düzeyini de takdir edemiyorsun tabii. Zekada ve bilgide ve ayrıca tutarlı duruşta o beslendiğin kaynaklarla kıyaslanamayacak kadar üstündür örneğin. Sen ise bu düzeyi görmediğin için üsluba takılıyorsun. Peki üslup mu dedin? O 1 Mayıs paylaşımda tavsiye ettiğin kaynak tam olarak şu: Yüksek orta sınıf aşırı züppeliği ile vasat aklın bir karışımı. Ben de örneğin bu açık gerçeği söylediğim için kaba mı olacağım? Asıl kabalık yüksek orta sınıf snobluğu ve vasat bilgiyle insanlara akıl öğretmek değil mi? Seni kast etmiyorum sadece, ama seni de kast ediyorum maalesef ve ne yazık ki çoksunuz. +++++++ Devam edecek
arif yavuz aksoy 02.05.2017
+++ Sırf onun nasıl saçma imanlı olduğunu, nasıl sanattan anlamadığını, cehape zihniyeti denilen tayyör-döpyes/layyikliyk sloganı düzeyindeki irritanlıklarını ifşa etmek için inadına yazı yazıcam. Buradan herkese duyuruyorum: alemi sersem, bi kendinizi akıllı sanmayın. Son nefesime kadar amentülü saçmalıklarınızla çarpışmaya azmettim. Ta uzaklarda bile şuna şu yüzden zaman ayırıyorum. Yok öyle ortaya kusup da gitmek. Temizlettiririm imanıma. a.y.a. ultracinsss, megagıcıksss ve hatta tısss!
arif yavuz aksoy 02.05.2017
O şey benim de dikkatimi çekti Sayın Arslanoğlu. Burada bence majör hata, bir yayın ilkesinin çiğnenmesi olmuş. Birisi yazı altına yorum yazmış. Ben de o yoruma karşı yorum yazmışım. Hakaret var mıydı benim yorumumda? Yoktu. Olsa yayınlamaması gerekirdi editörün. Peki, alay var mıydı? Doğrudan alay olmasa bile alaycı bi uslup vardı. Yazan kimdi? Bendim. Peki bunda şaşılacak bişey var mıydı? Yine yoktu. Burada çok basit bir kuralı o yorumları yapan şahıs ya bilmiyor ya da unutmuş. Yorumu yazdın ve gönderdin mi? O yorum yayınlandı mı? Bitti. Geçmiş olsun. Ahlaki ve hukuki sorumluluk o an başlar. Editör kendi çok çok özel gerekçeleri ya da kanun zoru olmadıkça onu silemez (Silmemelidir, o ayrı; silemez! Çünkü artık o söylenmiş oldu). Yorumu yapana o yorum yayınlandıktan sonra fışkı yemek düşer. Ha bana dert mi? Yoo. Galiba ham-fendi bi kişilik idi kendisi. Picasso'nun komünist olduğu için yüceltildiği zırvasını yazacak kadar Resim'den bihaber. E olsun. Ama unutmasın. Benim adım a.y.a. +++
kaan arslanoğlu 02.05.2017
Bir şey dikkatimi çekti. Sevgili Ülgen'in buraya 6 bölümlük yorumuna bizim AYA bir cevap yorumu yazmış. Bunun üzerine Ülgen "bu derece ciddiyetsiz karaktersiz yazılar yorumlar buraya konacaksa benimkini kaldırın. Site yönetiminde biraz vakar olmalı" diye ayar çekmiş. Editörümüz Nihat Ateş de bunun üzerine ilgili yorumları kaldırmış! Ben böyle şeylere çok içerliyorum ve insana olan güvenim sıfırın altına iniyor. Ülgen'le ilk gençlik yıllarımızdan beri dostuz ve bir ortak mücadeleden geçtik. Ve şimdi Ülgen Bedri Baykam gibi bir karaktersizi, dip ciddiyetsizi (böylelerine karşı içimizdeki küfrü tutmak ayrıca bir erdem) savunabilmek için bizleri ciddiyetsizlikle, karaktersizlikle suçlayabiliyor. Nasıl bir ters görme nasıl bir nankörlüktür insanı insan yapan değerlere karşı. Cidden bir kez daha kalbim ezildi, bir kez daha insan olmaktan üzüldüm. Ülgen'in feyz aldığı ... felsefe için ise belki tartışma çıkarsa ayrıca yorum yazarım. Çok üzücü.
SELAMİ EKE 22.04.2017
Bu gün gelinen nokta bunlar da göz önüne alınarak değerlendirilmeli.
SELAMİ EKE 22.04.2017
Tesbitlerin ve örneklerin güzel katılıyorum. Bu yönden bakmamıştım hiç ufuk açıcı bir yaklaşım. Geçmişte bir sanatçı çok ünlü olsa bile büyüklüğü halkla kucaklaşabildiği kadardı gibi geliyor bana. Bu gün bunun tam tersi bir durum var. Sporcular için de böyle bu. Geçenlerde Tv haberlerinde ünlü bir futbolcunun hatalı park yüzünden belediye otobüs şoförü ile yaptığı kavgayı izledim. Utanç vericiydi, ama ne yazılı basında ne de görsel olanında bir tek yorum görmedim.Belki senin yazınla insanımızın bakış perspektifi değişir umarım. Kürtlerle ilgili olanına gelince orada bir parantez açmak lazım. Çünki kürtler 75 veya 76 yılında idi sanırım DDKD nin önderliğinde yapılan toplantılarda ulusal kurtuluş mücadelelerini tek başlarına verme kararı vermişti ve ayrılıkçı politikaları destekleyip, Türkiyenin devrimci mücadelesini tek başına Türk devrimcileri yapsın demişlerdi ve onları pasiflikle suçlayıp Türkiyede devrimci mücadelenin öncüsünün Kürtler olduğunu söylemişlerdi.
Acar 22.04.2017
Sıradan, sokaktaki bir vatandaş olarak şunu düşünüyorum; bu "zeki çocuk" süper! zekasıyla Aziz Nesin'in %60'ını yer, bu da ona ziyadesiyle yeter. Bizden olsun çamurdan olsun mantığı her zaman her yerde geçerli bir deyim midir? Beni övse kendimden şüphe ederim :)
taylan kara 22.04.2017
DEVAM: B.Baykam'ın tanımı şöyle yapılabilir: klişe+ego... "dünyada ilk" diye sunduğu en yeni en "son dakika" "eser" en az 40 yıllıktır. Manzioni'nin "sanatçı boku" 1960'lardadır, B.Baykam'ın spermli peçetesi 2006'dır. Duchamp'ın meşhur pisuarı 1917'dir, B.Baykam 100 yıl sonra "boş çerçeve" yapar, ama "dünyada ilk"tir! google a "empty frame" concept diye yazın, milyon tane şey çıkar, en yenisi bile 40 -50 yıllıktır,(Bkz:
) işlene işlene yalama olmuş bir fikirdir ama B. Baykam bunu 2000 lerde başımıza çakar ve "dünyada bir ilk" diye sunar. B. Baykam "dünyada bir ilk"tir! B.Baykam, aklımıza hakaret etmektedir, "alemi kör herkesi sersem" zannetmektedir!
taylan kara 22.04.2017
Facebook yorumum: Bedri Baykam'ın en büyük eseri "spermli peçetesi" dir; fotoğrafı kitapta ve bu linkte var. (Bkz:
) Tanıtım ifadelerine de bakmalısınız: spermli peçetenin sergilenmesi "dünyada tek ve ilkmiş"! Bu ifadeyi sık kullanır B.Baykam, ne yapsa, yazsa, çizse "dünyaca" dır ve "ilk"tir. Bunlar acınası bir cehalettir, akılla ve insanlığın kültürel birikimiyle alay etmektir. http://www.bedribaykam.com/bb/ozgecmis.html Satırlardaki şu kendini beğenmişlik bütün bir ülkeye yeter. B.Baykam hakkında ansiklopedi yazılabilir, çoğunu Kaan Arslanoğlu yazmış zaten. B.Baykam gibilerin toplumdaki net etkisi şu toplumda zaten var olan antientelektüelliği pekiştirmektir.++++
Ç. 21.04.2017
Yazı çok iyi şekilde Bedri Baykam'ın sistem ile olan bağını ortaya koymuş. Bedri Baykam ile Murat Ülker ile iyi ilişkiler kurabilir. Ali Nesin hem iktidarı hem Kürt hareketini hem de Celal Şengör'ü övebilir. Sistem ile sorunu yoktur. ABD ve AB emperyalizmine hayranlık duyar. Babası Aziz Nesin olduğu için dokunulmazlığı vardır. Sosyal medyada ben de Ali Nesin paylaşımlarıyla karşılaştım. Farklı siyasi düşünceleri savunan Vatan Partisi ile Halkların Demokratik Partisi Mustafa Koç ölünce taziye sunar. Çünkü her iki parti de sisteme bağlıdır. (Bkz:
) Kemal Kılıçdaroğlu'nun Emre Kongar'ı sevmesi tesadüf değil. Çünkü ikisi de sistemden memnundur. Muhalefetin muhalefet yapabilmesi için öncelikle iktidarla işbirliğine açık olan tavrını değiştirmesi gerekiyor.
kaan arslanoğlu 21.04.2017
Devam SON: Ulusalcılar istiyor ki Türkler ulusalcı olsun, Kürtler de Türk ulusalcılığına katılsın, Kürt ulusalcısı olmasın. İstemekle olmuyor işte. Sorunumuz burada. Ben bu işi kafamda çözemiyorum. Çözeni de göremiyorum. Bu bir. İkinci temel sorun nasıl ki sosyalistim diyenlerin büyük çoğunluğu sosyalist falan değil, ulusalcı geçinenlerin de büyük çoğunluğu aslında ulusalcı değil. Yani Batıcı.
kaan arslanoğlu 21.04.2017
DEVAM: dönüyor insanın. Oku be adam, iki satır oku. Beni böyle zannediyorsan yanlış. Beni tanımak istiyorsan iki satır oku diyorum. İddia ettiğin konu öyle değil şöyle, oku, diyorum. Yoksa cidden bana ne, ister okusun ister okumasın. Benim yazdıklarımı hiç okumasın. Ama o zaman benimle muhatap olmasın. Ulusalcılık meselesine gelince. Şu ana dek yapılmış bütün sosyalist devrimler az ya da çok ulusalcıdır. Orada bir ayrımımız yok. Hepsinin de içinde yer alabilirdim. Türkiye’de bu sorunu farklı kılan bu ülkede Türklerden başka büyük bir etnik grubun varlığı. Ve onların yani Kürtlerin Türk ulusu içine kazanılamaması, dahası makasın giderek açılması. Bu çözülmesi neredeyse imkansız büyük bir problem. ++++
kaan arslanoğlu 21.04.2017
HASAN'a cevabım: Önceki yorumları gibi can alıcı konularda doğru saptamaları var. Ve yine çok dürüst Hasan. Şimdi cevap: İnsanız ve mecburen insan içinde yaşıyoruz. İnsanlarla olabildiğince havadan sudan konuşmaya çalışıyorum. Ama olmuyor. İllaki siyaset açıyorlar. İllaki dünya görüşü meselesi gündeme geliyor. İllaki sağlığa getiriyorlar konuyu. İnternete de girmişiz bir kere. İletişim içindeyiz. Ben olsam yorumları kaldırırım, yazımızı yazar, bildiririz, tartışmayız. Ama arkadaşlar bu gerekli diyor. O zaman tartışmaya giriyorsun. O zaman en yakınlarının bile neyi ne kadar bildiklerini görüyorsun. Hadi en yakınındaki senin onca yazdığını okumamış, bunu sineye çekiyoruz, alıştık, işin temel bilgisinden, en klasik kitaplardan da habersiz. Ve o halleriyle sana akıl öğretiyorlar. Ve o halleriyle senin hangi konuyu nasıl gördüğüne dair tamamen alakasız uyduruk varsayımlar yapıyorlar senin yerine. O zaman nevri ++++
kaan arslanoğlu 21.04.2017
DEVAM : Beyinlerimizin yeterince özgür olmadığını , bu nedenle de bireyler olarak kısır döngülerimizi yoğun yaşadığımızı düşünüyorum. Sende kafama takılan Ulusalcılığa yaklaşımın. Ben kendimi ulusalcı olarak da kabul ediyorum. Düşüncelerimizin çoğalması, içinde bulunduğumuz çevreyle kaynaşma ve benimsenmemiz için en başat kriter olarak değerlendirilmeli diyorum. Ne olduğumuz, nereden geldiğimiz, yani soyumuz sopumuz utanılacak tarafımız değil diyorum. Ulusalcılığa yaklaşımda emperyalist işbirlikçilerinin yaklaşımı, Sorozcuların yaklaşımı, kendini dünyaya bedel görenlerin yaklaşımı, Kürt ayrılıkçılarının yaklaşımı bizim geriye çekilmemizin nedeni olmamalı. Hasan .B. AKSOY
kaan arslanoğlu 21.04.2017
HASAN BASRİ AKSOY dostum bir mail mesajı göndermiş, AKTARIYORUM: Neden yazdıklarımız yeterince okunmuyor ve paylaşılmıyor diyorsun. Her şeyden önce çok değiliz, var olduğumuz kadarıyla da bir değiliz, olduğumuz kadarıyla gerekli alanlarda gerektiği kadar cesur değiliz, kaybedeceklerimizi hesap ederek bütçe dengemiz bozulmasın istiyoruz, okumuyoruz, okuduğumuzu yeterince anlayamıyoruz, zaman zaman art niyetlerimiz oluyor.Olumsuzlukları çoğaltabiliriz de. Kendi adıma söylersem, yüzdeye vurursak, ortaya koyduğun düşüncelerinin tama yakınına katılıyorum. Yazdığın makalelerinde farklı konulara etraflıca değiniyor olman beğeni ve paylaşımı azaltıyor olabilir. Ne öldün ,ne yolun yanlış, ne de bu işleri bırak demiyor kimse. Uyanmak ve hep bir olmak zor ve zaman alıcı. Üretken bir beyne sahip olmanın yaşattığı zorluğu ve çektirdiği sancıları sende görünce daha mı az üretsen diye düşünüyorum. Ama mümkün değil tabii ki. DEVAM edecek +++
KIDEMLİ OKUYUCU 21.04.2017
Ensar travması yaşayan Karaman da evet dedi. Bunu unutmuşuz. Buralar tarikatlara beyaz bayrağı dikmiş artık.. Diğer taraftan Adana'da belediye çalışanlarına hayır çıkarsa işten çıkarılacaklarının söylendiğini sağır sultan duydu. Ama büyükşehir hayır dedi. Şimdi baskı mı yok dedi birisi?
KIDEMLİ OKUYUCU 21.04.2017
Her sandıkta hile hurda olmuş değildir zaten bunu söylemek ahmaklık olur. Ama dalavereci, kumpasçı, şantajcı, rüşvetçi iktidarın bu kez duygu sömürüsüyle devşirdiği oyları yetmedi. Devreye herşeymübahı soktular. Benim görüşüm bu yönde. Bugün vaktizamanında Yaşar Büyükanıt'ın bile kızının görüntüleri yüzünden şantaja uğradığını biliyoruz. Ve şimdi sarayda önünü iliklemiş yüğğğsek yargıdan ve bir dönem türban davalarıyla Türkiye'ye tazminat ödeme rekorları kırdıran timsah AİHM'den adalet bekliyoruz.
KIDEMLİ OKUYUCU 21.04.2017
Herkes inanarak oy verdi ama sonucu rüşvet, hırsızlık ve baskı belirledi. Yeterince politize olmadan seçime girdiğimizi düşünmüyorum. Pazarcısından işadamına herkes kampanya yürüttü. Belki hayır yeterince iyi anlaşılmadı veya bir yerden herhangi bir tarikatin izini silmek çok ama çok zor bir şey.. Mesela Yurt yangınına minicik evlatlarını kurban veren Adana Aladağ'da evet çıktı. Hayırın namusu bu kandırılmış insanlardı. O yüzden üzüldük, öfkelendik. Kemal Kılıçdaroğlu'na kızıyoruz. Çalınan oylarımızı savunmadı, iyi kükremedi diye. Fakat bu ülkeden adalet, eğitim, güvenlik, emek çalınırken Kılıçdaroğlu yoktu. Deniz Baykal'a kaset kumpası imasıyla hep zan altında kalmış bir lider oldu. Ama şunu düşünmedik. Kaset Kılıçdaroğlu'nun eline kadar düştüyse iktidar organları tarafından halihazırda şantaj olarak kullanılıyor olamaz mıydı? Bunu ortaya çıkaran ekip belki de iyi bir şey yaptı. Şimdi siyasal İslamcıların karşısına yüzde elliyi diken bir muhalefet var. Bu az bir başarı değildir.
Akif Akalın 21.04.2017
Benim oy kullandığım sandıkta 108 seçmenden 106'sı oy kullandı. Oyların 43'ü hayır, 61'i evet ve 2'si geçersiz çıktı. Hiçbir hile hurda olmadı. Sonuçlar seçim kuruluna da böyle gitti. Bu sonuçlar ve insanların oy verme davranışları üzerine herkesin kendine göre düşüncesi var. Bu düşüncelere çeşitli "akıl yürütmelere" dayanıyor. Fakat ben bu "akıl yürütmelerin" dayanağının yanlış olduğunu düşünüyorum. İnsanlar EVET ve HAYIR'da neye evet veya hayır dendiğinden çok FARKLI bir şey görüyor ve ona oy veriyor. Bu nedenle bu davranışı basit akıl yürütmelerle (rüşvet, korku, baskı vb) açıklayamazsınız. Gerçeği bulabilmek için insanlarda evet ve hayırın gerçekten neyi temsil ettiğini anlamanız gerekir. Gerçeği değiştirebilmek içinde siyasetinizi bu "temsili" değerler üzerinden yapmalısınız.
OKUYUCU 21.04.2017
Şu an hiç b planı olmamış muhalefetle, planları alfabetik sıralamış siyasal islamcılar arasındaki bu son yarışta korkarım kazanan siyasal islamcılar olacaktır. Sabırla oylarının peşine düşen, hak arayan, soru soran milyonlarca güzel insan var bu ülkede evet ama nereye kadar yapacaklar bunu? Bu şuna benzer: Diyelim avukata vekalet verdiniz ama bütün kağıt kürek işlerine siz koşturuyorsunuz. Üzgünüm Kemal Kılıçdaroğlu ve ekibi hakkında Ahmet Hakan doğru söylüyor. Bu muhalefet, bu ülkenin ezilmişerinin hakkını aramak şöyle dursun, aydınlarının güvenliğini sağlayamıyor. Donuna kadar soyulmuş kervan gibi yola devam etme cüreti bile yok gibi sanki.
Deniz Can 21.04.2017
Hile hep yapıldı ama artık aleni bu fırsatı bulmuşken asla kaçırmayacaklardı tek şans hayırların açık ara önde olmasaydı. Şimdi ne parti kurmak anlamlı ne iki yıl sonraki seçimden bir şey ummak. Elli yıl daha kurtulamayız bu illetten, ekonomi bozulacak ya da diktatörlük yıpratacak beklentileri doğru gelmiyor bana. Şu an hiç bir araya gelmeyecekler birlik olmuş durumda. Bu gün sokağa destek verirsek kurtuluruz bu son şansımız. Sadece ben mi böyle düşünüyorum.
OKUYUCU 21.04.2017
"Oyları kimin verdiği değil, kimin saydığı önemli" olduğuna göre, muhalefetin bir sonraki seçimde sandığa gidecek adam bulabileceğini sanmıyorum. Hırsızlık biraz daha utangaç bir suçtu daha estetikti, şimdi ortada gündüzleme gasp var. Aslında önceki seçimlerde de hile neden yapılmış olmasın ki. Onlardan da şüphe ediyorum. Birileri bizimle fena halde dalga geçiyor.